Hür b. Yezid Riyahi

Öncelik: b, kalite: c
linksiz
resimsiz
kategorisiz
yönlendirmesiz
wikishia sitesinden
(Hürr bin Yezid er-Riyahi sayfasından yönlendirildi)


Hür bin Yezid Riyahi
Hürrün türbesi, Kerbela
İsmiHür bin Yezid Riyahi
Nesebi ve kabilesiTemim kabilesi
Yaşadığı yerKufe
Şehid olduğu tarihHicri Kameri 61. Yıl, 10 Muharrem
TürbeKerbela
Kimin Sehabesiİmam Hüseyin (aleyhi selam)
Ehlibeyt Ashabı
Habib bin MuzahirMeysem-i TammarMüslim bin AvseceMüslim bin AkilHâni bin UrveKumeyl b. Ziyad Nahaivb.


Hür b. Yezid b. Naciye Temimi Yerbui Riyahi (Arapça: {{{1}}}حر بن یزید ریاحی), İmam Hüseyin’in (a.s) yârenlerinden, Kerbela şehitlerinden, Kufe’nin büyükleri ve ileri gelenlerindendir. Hür, kavmi arasında saygın birisi ve aynı zamanda Cahiliyet ve İslam döneminin her ikisini de görenlerdendir. Hür, Ubeydullah b. Ziyad’ın Kerbela’daki ordularının bir bölümünün komutanlığını yapmaktaydı. Yaptığı hatadan vazgeçerek, pişmanlık duyup, İmam Hüseyin’e (a.s) katılmasından dolayı Şialar arasında saygın bir yeri vardır.

Nesebi

Hür b. Yezid b. Naciye b. Ka’neb b. Attab b. Haris b. Amr b. Hammam b. Ben-i Riyah b. Yerbu b. Hanzala, Temim kabilesindendir.[1] Dolayısıyla kendisine "Riyahi", "Yerbui", "Hanzali" ve "Temimi" denmektedir.[2] Hür’ün hanedanı hem Cahiliyet ve hem de İslam döneminde büyüklerden sayılmaktadır.[3]

Aşura’dan Önceki Yaşamı

Hür, hicretin 60. yılında Kufe’nin en ünlü savaşçılarından birisi olarak bilinirdi.[4] Hür b. Yezid, yanlışlıkla bazı kaynaklarda Ubeydullah b. Ziyad’ın şurte sahibi olarak anılmıştır.[5] Buna rağmen, Ubeydullah b. Ziyad’ın (Temim ve Hemdan kabilelerindendir) İmam Hüseyin’e (a.s) karşı gönderdiği[6] ordularından bir bölümüne komutanlık yaptığı; ayrıca askeri düzen ve hükümet komutanlığını titizlikle yerine getirdiği bilinmektedir.[7] Bu da onun hükümette askeri bir sorumluluğunun olduğunu (şurte sahibi olduğu değil) gösterir.

Hür, anlaşıldığı kadarıyla politikayla uğraşmamaktadır ve hiçbir kaynakta Kufe’nin 60. yılındaki o çalkantılı dönemlerinde Hür’ün inanç veya siyasi duruşunu ortaya koyan bir açıklama bulunmamaktadır. Yalnızca Bel’ami, kuşku uyandıran bir rivayetle onun Şia olduğunu, ancak Şia’lığını gizlediğini belirtmiştir.[8]

Kufe Ordusunun Komutanı

Ubeydullah b. Ziyad, İmam Hüseyin’in (a.s), Kufe’ye doğru yola çıktığını duyunca, Kufe’nin ileri gelenlerinden ve kavminin reisi olan Hür’ü huzuruna çağırttı. Onu bin kişinin üzerinde bir orduya komutan yaparak, İmam Hüseyin’e (a.s) karşı gönderdi.

Başka bir rivayete göre, Ubeydullah b. Ziyad, Hasin b. Temimi’yi 4 bin kişilik bir orduyla Kadisiye’ye gönderdi. Bu şekilde Kadisiye, Haffan, Kutkutaniye’den Lala’ya kadar tüm bölgeyi kontrolü altına almış olacak ve bu bölgeden gelip gidenlerden haberdar olacaktı. Gerçekte Hür ve bin kişilik ordusu Hasin b. Nemir’in komutasındaki 4 bin kişilik ordunun bir bölümünü oluşturmaktaydı.

Hür’ün Duyduğu Ses

Hür, kendisinden nakledilen bir rivayette şöyle demektedir: İbn-i Ziyad’ın sarayından Hüseyin b. Ali’nin (a.s) yönüne doğru harekete geçmek için yola çıktığımda, üç defa ardı ardına şu şekilde bir ses duydum:

“Ey Hür! Sana cenneti müjdeliyorum.” Önüme, arkama, sağıma ve soluma baktım ama kimseyi göremedim. Kendi kendime şöyle dedim: “Allah’a andolsun ki bu müjde değildir; nasıl müjde olabilir ki?! Oysa ben Hüseyin b. Ali’ye karşı savaşmaya gidiyorum.”

Hür, sürekli bu düşüncelerle boğuşurken, İmam Hüseyin (a.s) ile karşılaştığında olayı ona anlatır. İmam Hüseyin (a.s) ona şöyle cevap verir: “Sen gerçekten sevap ve güzelliğe doğru yol buldun.”[9]-[10]

İmam Hüseyin (a.s) ile Karşı Karşıya

İmam Hüseyin (a.s) Zu-Husem’de Hür ve ordusuyla karşı karşıya gelir.[11] Kaynaklardan öyle anlaşılıyor ki Hür’ün görevi İmam Hüseyin (a.s) ile savaşmak değil, yalnızca onu İbn-i Ziyad’ın yanına götürmekdir. Bundan dolayı İmam'ın (a.s) ordusu ile birlikte saf tuttular.[12]

Ebu Mihnef, İmam Hüseyin (a.s) ile Hür’ün ordusunun karşı karşıya gelmesini İmam'ın (a.s) yanında olan iki Esed kabilesinden şöyle nakletmektedir:
İmam Hüseyin (a.s) yoluna devam ederek, "Şeraf" adındaki konağa vardı ve geceyi orada geçirdi. Bu arada aniden birisi "Hurmalık gördüm” dedi. Biz (Esed kabilesinden olan Abdullah b. Suleym el-Esedî ile Muzri b. Muşmaill el-Esedî) ona "Biz bu mekânda bir tek hurma ağacı bile görmedik" dedik. İmam Hüseyin (a.s) bize "Peki sizin görüşünüze göre nedir?" diye sordu. Dedik ki: "Bizce bunlar süvarilerin başlarıdır." Daha sonra o adam da, "Vallahi ben de öyle görüyorum" dedi.

Bunun üzerine İmam Hüseyin (a.s) şöyle buyurdu:
“Acaba bu taraflarda sığınabileceğimiz ve arkamıza alıp sadece bir taraftan bu kavimle karşı karşıya gelebileceğimiz bir sığınak var mı?" Dediler ki: "Evet, var. Bu, sana yakın olan Zu-Husem dağıdır; oraya sol taraftan gidebilirsin. Bu kavim sana ulaşmadan sen oraya varırsan, istediğin olur."

Böylece İmam Hüseyin (a.s) yönünü sola çevirerek, o dağa doğru gitmeye başladı. Kervanda bulunanların süratle Zu-Husem dağına doğru koştuklarını görünce, biz de hızla yola koyulduk ve onlardan öne geçtik. Bizim yolumuzu değiştirdiğimizi görünce, onlar da yollarını bize doğru değiştirdiler. Oraya vardığımızda İmam Hüseyin (a.s) indi ve çadırların kurulması emrini verdi.

Henüz çadırları kurmamıştık ki süvarilerin başları göründü. Bayrakları, kuşların kanatları gibiydi. Hür b. Yezid et-Temimî el-Yerbui komutasındaki bin kişilik süvari ordusu gelerek, öğlenin çok sıcak saatinde İmam Hüseyin'in (a.s) karşısında düşmanca durdular. Buna karşın İmam Hüseyin (a.s) barışçı bir şekilde davranarak, yanındaki gençlere şöyle buyurdu: “Bu topluluğun susuzluğunu giderin, onlara su içirin; atlarına da su verin.”

Bunun üzerine gençler, İmam'ın (a.s) emrettiği şekilde kalkıp onlara su vererek, susuzluklarını giderdiler. Sonra da taştan yapılmış kovaları ve su testilerini doldurup atlarının önüne koydular.

Bir süre geçtikten sonra öğle namazının vakti geldi. Bunun üzerine İmam Hüseyin (a.s), Haccac b. Mesruk el-Cu'fî'ye ezan okuması emrini verdi. Ezan okunduktan sonra namazın ikamesine (kametine) sıra geldiğinde, İmam Hüseyin (a.s) Hür'e: “Adamlarınla mı namaz kılacaksın?” diye sordu. Hür de cevaben: “Hayır, sen namazını kılacaksın, biz de namazda sana uyacağız (sizinle beraber saf bağlayıp namaza duracağız)” dedi. Böylece İmam Hüseyin (a.s) onlara namaz kıldırdı. Ardından çadırına çekildi ve dostları İmam'ın etrafına toplandı. Daha sonra İmam Hüseyin (a.s) şöyle buyurdu:

“Ey insanlar! Eğer Allah'tan korkar ve hakkın, sahibinin elinde olduğunu (olması gerektiğini) bilseniz, bu, Allah'ın rızasına daha uygun olur. İşte Peygamber'in (s.a.a) Ehlibeyti olan bizler, velayet ve size önderlik etmeye; hakları olmadığı hâlde bu iddiada bulunanlardan, aranızda daima zulüm ve tecavüzle hareket edenlerden daha çok lâyığız. Eğer bizden hoşlanmıyor, (bu husustaki) hakkımızı tanımıyorsanız ve de şimdiki görüşünüz, elçilerinizin bana getirdiği mektuplarınızdaki görüşlerinizden farklı ise, o zaman ben de sizin yanınızdan geri dönerim.”

Bunun üzerine Hür b. Yezid şöyle dedi: “Allah'a andolsun ki bizim, dediğin bu mektuplardan hiçbir haberimiz yoktur. Bizim görevimiz seni Kufe’ye İbn-i Ziyad’ın yanına götürmektir.”

İmam Hüseyin (a.s) adamlarına şöyle emretti: “Kalkın ve bineklerinize binin.” Bunun üzerine onlar da yerlerinden kalkıp bineklerine bindiler; ardından kadınların binmelerini beklediler. Ancak geri dönmek istediklerinde, Hür'ün ordusu onların dönmesine engel oldu.

İmam Hüseyin (a.s) Hür'e şöyle buyurdu: “Anan yasında ağlasın! Ne istiyorsun?”

Hür dedi ki: “Vallahi, seni emîr Ubeydullah b. Ziyad'ın yanına götürmek istiyorum.”

İmam Hüseyin (a.s) cevabında: "Allah'a yemin ederim ki ben de bu durumda sana uymayacağım” dediğinde, Hür de: “Öyleyse Allah'a yemin ederim ki ben de seni asla bırakmayacağım” dedi.

Aralarındaki konuşma uzayınca Hür, İmam Hüseyin'e (a.s) şöyle dedi: “Ben seninle savaşmak için görevlendirilmedim. Sadece Kûfe'ye götürünceye kadar senden ayrılmamak üzere memur kılındım. Madem bunu kabul etmiyorsun, bari öyle bir yolu seç ki ne seni Kûfe'ye ulaştırsın ve ne de Medine'ye geri döndürsün. Böylece bu yol seninle benim görüşümün ortasında olur ve ben de fırsattan yararlanıp, İbn-i Ziyad'a mektup yazarım. Bu arada sen de istersen Yezid b. Muaviye'ye mektup yazarsın! Belki bu vasıtayla Allah bana bir çıkış yolu nasip eder de beni sana karşı savaşmaktan ve seninle ilgili kötü işlere bulaşmaktan kurtarır. Şimdi Uzeyb ve Kadisiye yolundan sola doğru gidin.”

Böylece İmam Hüseyin (a.s) ashabıyla birlikte (o yöne doğru) hareket etti. Hür de onların paralelinde ve yakınında hareket etmeye başladı.[13]

Hür, her ne kadar savaşmak için görevlendirilmemiş olsa da İmam Hüseyin (a.s) ile yaşanabilecek bir çatışmayı ihtimal dahilinde görmekte ve hatta dediklerine göre İmam Hüseyin’e (a.s) savaşması halinde öldürüleceği uyarısında bulunmuştur. Her fırsat bulduğunda İmam'a (a.s) şöyle demekteydi: “Allah için kendi saygınlığını koru. Eğer savaş çıkacak olursa, öldürüleceğinden kesin olarak eminim.” Ancak İmam (a.s) ona şiirle yanıt vererek, Allah yolunda ölüm ve şehadetten korkmadığını söylemekteydi.

İmam (a.s), yolda Kûfe'li dört atlı ile karşılaştı. Yanlarında yol rehberleri olan Tirimmah b. Adiy de vardı. O da atına binmişti. Bu sırada Hür b. Yezid öne çıktı ve İmam Hüseyin'e (a.s) şöyle dedi: "Kûfeli olan bu kişiler seninle birlikte gelenlerden değiller. Onun için ben onları tutuklamalıyım ya da geriye döndürmeliyim.” İmam Hüseyin (a.s) şöyle buyurdu: "Kendimi savunduğum gibi, onları da savunacağım. Bunlar benim ensarım (dostlarım) ve yardımcılarımdırlar. Benimle birlikte gelenler gibidirler. Eğer benimle senin arandaki anlaşmaya bağlı kalırsan, seninle bir sorunum olmayacaktır. Aksi takdirde seninle savaşacağım.” Bunun üzerine Hür onlardan vazgeçti. Daha sonra İmam Hüseyin (a.s) onlardan Kufe hakkında bilgi vermelerini istedi. Onlar da Kays b. Mushir es-Saydevî’nin (İmam'ın (a.s) Kufe’ye gönderdiği elçisi) öldürüldüğünü ve onunla savaşmak için büyük bir ordunun hazırlandığını haber verdiler.[14]

İmam Hüseyin (a.s) ile Hür arasındaki anlaşma Muharrem’in ikisinde sona erdi.[15] İki ordu Neyneva’da konakladıklarında bir ulak gelerek, İbn-i Ziyad’dan Hür’e bir mektup getirdi. Mektupta şöyle yazıyordu:

“Bu mektubum eline ulaşır ulaşmaz ve elçim senin yanına gelir gelmez, Hüseyin'i durdurup baskı altına al. Onu sığınak bulamayacağı düz bir vadiye ve otsuz-susuz bir yere sevk et.[16] Elçime de sürekli seninle birlikte olması ve senin, benim emirlerimi yerine getirtip getirmediğinin haberini bana getirmesi için, senden ayrılmama emrini vermişim. Vesselâm.”

Hür mektubu okuduğunda, İmam Hüseyin'in (a.s) ashabına dönerek, şöyle dedi: "Bu, Emîr Ubeydullah b. Ziyad'ın mektubudur. Bu mektupta, mektubu elime geçtiği yerde sizleri durdurup, baskı altına almamı emrediyor. Bu da onun elçisidir; onun emrini yerine getirinceye kadar ona, benden ayrılmamasını emretmiştir.”

Sonra Hür b. Yezid, İmam Hüseyin (a.s) ve ashabını susuz ve bayındır olmayan bir yerde konaklamaları için zorlamaya başladı. İmam Hüseyin (a.s) ona şöyle buyurdu: “Bizim Neyneva ya Gaziriyye'de ya da Şufeyye'de konaklamamıza izin ver.”

İbn-i Ziyad’ın gönderdiği casusun kendisini takip ettiğini bilen Hür, bir darboğaza girmiş ve ne yapacağını bilemiyordu. Sonunda İmam'ın (a.s) kafilesini durdurdu. İmam (a.s) ve ashabının önerisini kabul etmedi (Neyneva, Gaziriyye'de ya da Şufeyye gitmelerine izin vermedi). İmam Hüseyin (a.s) mecburen Fırat nehrinin yakınlarındaki Kerbela’da (bazı rivayetlere göre Akr köyüne yakın) konaklamak zorunda kaldı.[17]

Bunun üzerine Züheyr b. Kayn, İmam Hüseyin'e (a.s) şöyle dedi: “Ey Allah Resulü'nün oğlu! Allah’a andolsun ki bizim için, şu anda bunlarla (Hür ve adamlarına karşı) savaşmak, bunların ardı sıra gelecek olanlarla savaşmaktan daha kolaydır. Canım üzerine yemin ederim ki kısa bir süre sonra bizimle savaşmak için çok sayıda insan gelecek ve bizim onların karşısında direnmeye gücümüz olmayacaktır.”

İmam Hüseyin (a.s), Züheyr'e şöyle buyurdu: “Ben savaşı başlatan taraf olmayacağım.”

Hz. Hüseyin (a.s) Hür ile birlikte Kerbela’ya kadar hareket etmiştir. Hür ve ordusu, İmam'ın (a.s) kafilesinin önünde durarak, artık hareket etmemelerini istediler. Hür dedi ki: Burada konaklayın. Fırat buraya yakındır. İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Buranın adı nedir?” dediler ki: “Kerbela’dır…” İmam Hüseyin (a.s) aşağı indi. Hür ve adamları da bir başka yerde durdular. Daha sonra Hür, İbn-i Ziyad’a mektup yazarak, İmam Hüseyin’in (a.s) Kerbela’da konakladığının haberini verdi.

Hür’ün Aşura Günü Tövbesi

Hür ne kadar sert bir tutum takınmış olsa da İmam'a (a.s) olan davranışı saygılıydı. Hatta Hz. Fatıma’ya (s.a) olan saygısını dile getirerek Muharrem ayının onunda, yani Aşura günü ordusunu terk ederek, İmam Hüseyin’e (a.s) katılmıştır.[18]

Aşura günü, Ömer b. Sa'd ordusunu düzene koyarak, her bölüğün komuta kademesini belirledi. Hür b. Yezid’i ise Temim ve Ben-i Hemdan kabilesinin komutanı olarak atadı. Ordunun düzeninin belirlenmesi ile artık ordu İmam Hüseyin (a.s) ve adamlarına karşı savaşma pozisyonuna geçti.

Ömer b. Sa'd saldırı hazırlığına geçtiğinde, Hür b. Yezid ona şöyle dedi: “Bu adamla (İmam Hüseyin’le) savaşmak mı istiyorsun?” Ömer b. Sa'd dedi ki: "Evet. Allah'a yemin ederim, hem de öyle bir savaş olacak ki en kolayı, başların kesilmesi ve ellerin bedenlerinden ayrılması olacaktır!"

Hür, "Peki Hüseyin'in yaptığı önerilerden hiçbirisi sizi razı etmiyor mu?" dediğinde, Ömer b. Sa'd şöyle dedi: “Eğer iş benim elimde olsaydı, kabul ederdim, ama senin emirin –Ubeydullah- kabul etmedi.”

Bu konuşmadan sonra Hür ordudan ayrılarak, bir köşeye çekildi ve yavaş yavaş İmam Hüseyin'e (a.s) doğru yaklaşmaya başladı. Ömer b. Sa'd’ın ordusunda olan kendi kavminden "Muhacir b. Evs" adında birisi ona şöyle dedi: “Ey Yezid'in oğlu! Ne yapmak istiyorsun? Saldırmayı mı düşünüyorsun?” Hür sustu ve titremeye başladı. Muhacir şöyle dedi: “Ey Yezid'in oğlu! Vallahi, senin hâlin insanı şüphelendiriyor. Allah'a yemin ederim ki seni şimdi gördüğüm şekilde hiçbir savaşta görmedim. Eğer bana "Kûfe ehlinin en cesuru kimdir?" diye sorsalar, senden başkasını gösteremem. Sende gördüğüm bu hâl de nedir?”

Hür şöyle dedi: “Allah'a yemin ederim, kendimi, cennetle cehennem arasında görüyorum. Allah'a yemin ederim ki parça parça olsam da, ateşe atılıp yakılsam da cennetten başkasını tercih etmem.”

Hür bunları dedikten sonra atını mahmuzladı ve Hz. Hüseyin'in (a.s) karargâhına doğru sürdü. Hz. Hüseyin'in (a.s) yanına vardığında, ona şöyle dedi:

“Ey Allah Resulü'nün oğlu! Ben senin dönmene engel olan, yolda seninle hareket eden ve seni bu mekânda kontrol altına alıp, burada kalmaya mecbur kılan kimseyim. Allah'a yemin ederim, eğer onların senin sunduğun öneriyi kabul etmeyeceğini bilseydim, asla bunları yapmazdım. Şimdi yaptığım bu işlerden dolayı Rabbime tövbe etmiş olarak senin yanına geldim. Senin huzurunda ölünceye kadar canımla sana yardım etmek istiyorum. Acaba bunu benim için tövbe olarak kabul eder misin?”

İmam Hüseyin (a.s) şöyle buyurdu: “Evet, Allah senin tövbeni kabul edecektir ve seni bağışlayacaktır.” “Sen, annenin adlandırdığı gibi gerçekten hürsün, dünyada da, ahirette de hürsün.”[19]

İmam Hüseyin (a.s) "Atından aşağıya in" dediğinde, Hür “Senin için ata binmiş olmam, attan inmiş olmamdan daha iyidir. Bir süre onlarla bu şekilde savaşacağım. Ne de olsa sonunda attan indirileceğim”. İmam Hüseyin (a.s), "O halde düşündüğün gibi yap” diye buyurdu.

Tövbesinin Nedenleri

İbn-i Ziyad’ın bu önde gelen komutanının taraf değiştirmesi o kadar şaşırtıcı bir durumdur ki bazıları onun “gaybi sözler” duyduğunu ve bazıları ise, “sadık rüyalar” gördüğünden saf değiştirdiğini belirtmiştir.[20]

Elbette bu tür görüşlerin doğruluk ve yanlışlığını göz önünde bulundurmadan Hür’ün seçmiş olduğu yolun zorluk ve hassasiyetine bir leke getirmemektedir.[21]

Bazıları ise, Hür’ün İmam Hüseyin’e (a.s) katılma eşiğine gelmesinin nedenini kendi seçimine bağlamaktadır. Bunun delili ise, Hür’ün söylediği şu sözlerdir: “Kendimi, cennetle cehennem arasında görüyorum. Allah'a yemin ederim ki parça parça olsam da, ateşe atılıp yakılsam da cennetten başkasını tercih etmem.”[22]

Kufe Ordusuna Yaptığı Konuşma

Hür, tövbe ettikten sonra Ömer b. Sa'd’ın ordusunun karşısında durarak şöyle dedi:
“Ey kavim! Acaba Hüseyin'in size sunmuş olduğu önerilerden hiçbirisini kabul etmiyor ve Allah'ın sizi onunla savaşmaya müptela etmesinde korumasını istemiyor musunuz?”

Onlar şöyle dediler: “Sözlerini emirimiz olan Ömer b. Sa'd’a söyle.”
Ardından daha önce Ömer b. Sa'd'a ve Kufelilere söylediği sözün aynısını Ömer b. Sa'd'a yeniden dedi. Ömer b. Sa'd şöyle dedi: “Ben Hüseyin ile savaşmakta hırslıyım. Ama eğer Hüseyin'in önerisini kabul etmek için başka bir yol bulsaydım, onu yapardım.”

Hür orduya dönerek, şöyle dedi:

"Ey Kûfe ehli! Ananız yasınıza otursun! Siz Hüseyin'i davet ettiniz ama yanınıza geldiğinde, onu düşmana teslim ettiniz. Canınızı ona feda edeceğinizi söylediniz. Fakat sonra onu öldürmek için onun karşısında durdunuz. Onu alıkoydunuz, boğazını sıktınız ve her taraftan onu sardınız. Böylece Allah'ın geniş yeryüzünde bir yere gitmesine, kendisini ve ailesini emniyete almasına engel oldunuz. Sonuçta o sizin elinizde bir esir gibi kaldı; kendisi için ne yarar sağlayabiliyor ve ne de bir zararı kendisinden uzaklaştırabiliyor. Yahudi'nin, Hristiyan'ın, Mecusi'nin, hatta Irak'ın domuzlarının ve köpeklerinin içinde yuvarlanarak su içtiği şu akmakta olan Fırat'ın suyunu ondan, çocuklarından, kadınlarından ve yârenlerinden esirgediniz, ondan içmelerine engel oldunuz. Şimdi susuzluk onları mahvetmiştir. Muhammed'den (s.a.a) sonra onun evlatlarına ne kadar da kötü davrandınız! Eğer tövbe etmez, yapmakta olduklarınızdan vazgeçmezseniz, Allah susuzluk gününde (kıyamette) sizin susuzluğunuzu gidermeyecektir.”

Bu sırada düşman ordusunun okçu birlikleri ona doğru ok atmaya başladılar. Böylece Hür sözünü kesti ve İmam Hüseyin'in (a.s) yanına döndü.

Şehadeti

Hür’ün tövbesi ile şehadeti arsında uzun bir süre geçmemiştir. Rivayete göre Hür, İmam Hüseyin’e (a.s) karşı çıkan ilk kişi olduğundan, onun yolunda savaşarak şehit olmak isteyen ilk kişi olmak istiyordu.[23] Hür, İmam'ın (a.s) ordusuna katılır katılmaz, savaş meydanına çıktı. Ömer b. Sa'd ile yaptığı ikinci konuşmanın ve Kufelilerin ona hakaretlerinin ardından Kufelilerin recez okuyanları ile defalarca savaştıktan sonra şehit oldu.[24]

Hür, yiğitçe savaşıyordu. Atının yaralanmasına, kulak ve başından kanlar akmasına rağmen düşmana korkusuzca saldırıyordu. Düşman ordularından kırk küsürünü öldürdü.

İbn-i Sa'd’ın piyade birlikleri Hür’e karşı bir şey yapamadıklarından hepsi bir anda saldırıya geçerek, onu şehit ettiler. Dediklerine göre Hür’ün şehit olmasında iki kişinin parmağı vardı. Biri Eyyub b. Musrih ve ötekisi Kufe ehlinden Sevaranlı birisi.

Ancak başka kaynakların naklettiğine göre, Hür b. Yezid-i Riyahi ve Züheyr b. Kayn, Habib b. Muzahir’in şehadetinin ardından Aşura günü öğleden sonra beraber savaş meydanına çıkarak, düşman birliklerine saldırdılar. Her ikisi de yan yana çok çetin bir savaşa giriştiler. Öyle ki birisi saldırılara karşı koyamayacak duruma düştüğünde ve muhasara altına alındığında diğeri onun yardımına koşup onu kurtarıyordu. Bu şekilde bir süre böyle savaştılar. Nihayet düşmanın piyade grubu Hür'e saldırdı ve onu şehit etti. Züheyr de çadırlara geri döndü.

İmam Hüseyin’in (a.s) ashabı, Hür b. Yezid’in cenazesini getirdiler. İmam Hüseyin (a.s) başucunda durdu ve yüzündeki kanları temizledi. Sonra şu cümleleri buyurdu: “Sen, ananın adını koyduğu gibi hürsün; hem dünyada ve hem de ahirette hür ve azadesin.” İmam Hüseyin (a.s) bir mendille Hür’ün başını bağladı.

Çocukları ve Kardeşleri

Bazı yeni kaynaklara göre, Hür’ün İmam Hüseyin’e (a.s) katılması ile birlikte oğulları, kardeşleri ve kölesi de İmam Hüseyin’e (a.s) katılmış ve Kerbela vakıasında şehit olmuşlardır.[25] Ancak bu konu, eski kaynaklarda pek değinilmediği için, çok da güvenilir değildir.

Sonraki Kuşakları

Hür b. Yezid-i Riyahi’nin sonraki kuşakları hakkında da bazı bilgiler bulunmaktadır. Tarih boyunca iki hanedan Hür’e mensuptu. Birisi Kazvin Mustavfiyan hanedanıdır[26] ki meşhur tarihçi Hamdullah Mustavfi bu hanedandandır.[27]-[28] Diğeri Lübnan Cebeli Amul bölgesinden olan Âl-i Hür hanedanıdır. Onların en meşhuru Vesailu’ş-Şia kitabının yazarı Şeyh Hürrü Amuli’dir.[29]

Toprağa Verilişi

Seyyid Muhsin el-Emin’in dediğine göre,[30] Ben-i Esed kabilesi tarafından Kerbela şehitlerinin defnedilmesi sırasında Hür’ün kabilesinden bir grup, Kerbela vakıasından sonra Hür’ün öteki Kerbela şehitleri ile aynı yere defnedilmesine karşı çıkmış ve Hür’ü daha uzak bir yere götürerek, defnetmişlerdir. Dolayısıyla Hür’ün kabri İmam Hüseyin’in (a.s) kabr-i şeriflerinden bir mil daha uzaktadır. Eskiden bu yere “Nevavis” demekteydiler.[31] Günümüzde Hür b. Yezid-i Riyahi’nin kabr-i şerifleri Kerbela şehrinin batı yakasında ve yedi kilometre mesafede bulunmaktadır.

Kabrinin Açılma Olayı

Onuncu yüzyılda Hür’ün mezarının olduğu yer bulunmuş ve dediklerine göre Safevi padişahı Birinci Şah İsmail tarafından kendisine bir türbe yapılmıştır.[32]

Aynı şekilde nakledildiğine göre Irak, Şah İsmail Safevi tarafından fethedildikten sonra Kerbela’ya müşerref olmuş ve kabr-i şerifleri hakkında şüpheye düşmüştür.

Şah İsmail, gerçeğin aydınlatılması için kabrinin kazılmasını emreder.[33] Kabri açtıklarında, Hür’ü kanlı elbiseler içinde ve capcanlı görürler. Hür’ün bedenindeki kesik yaralarını, başına aldığı kılıç yarasını ve alnına bağlanan mendili görürler. Şah İsmail, başındaki mendilin alınarak yerine başka bir mendil bağlanmasını emreder.[34]

Tarih ve siyer kitaplarının yazdığına göre, Hür’ün alnına bağlanan mendil İmam Hüseyin (a.s) tarafından onun alnına bağlanmıştır. Ancak Hür’ün alnına bağlanan mendili açtıklarında şiddetle kan akmaya ve kabre dolmaya başlar. Başını başka bir mendille bağlarlar, ancak kan kesilmez. Sonunda İmam Hüseyin’in (a.s) bağladığı o mendille yeniden bağlarlar ve kan kesilir.

Şah İsmail, yalnızca ondan küçük bir parça koparır… Şah İsmail Hür’ün mezarının daha güzel ve görkemli yapılmasını emreder.[35]

Türbenin Tamir ve Onarılması

Gacarlar döneminde, Ağa Han Mehallati’nin annesi türbenin onarılma işini üstlenir. Kabrin ziyaretçilerinin kaçakçı ve eşkiyaların tehlikesinden korunması için, ön tarafını kale benzeri bir şekilde yaptırır.[36] 1325 yılında Hüseyin Han Şüca es-Saltane, Hür’ün kabrini onarır ve 1330 yılında Seyyid Abdulhüseyin Kiliddar, Hür’ün türbesinin avlusunu tamir eder.[37]

Günümüzde İmam Hüseyin’in (a.s) türbesine birkaç kilometre mesafede bulunan Hür’ün türbesi kubbeli ve gösterişlidir.[38] Ancak bu türbenin Hür’e ait olup olmadığı hakkında halen tereddütler bulunmaktadır.

Bazıları bunu kabul etmemekte ve Hür’ün öteki Kerbela şehitlerinin yanında İmam Hüseyin’e yakın bir yerde defnedildiğini söylemektedirler.[39] Lakin Seyyid Muhsin Emin’in görüşüne göre[40] halkın bu yere olan bağlılığı ve önem vermesi mesnetsiz değildir.

Hür’ün Adı Nahiye-i Mukaddese Ziyaretinde Geçmiştir

Nahiye-i Mukaddese ziyaretinde Hür’ün adı şu şekilde geçmiştir: “es-Selamu ale’l Hürr İbn-i er-Riyahi.”[41]

Kaynakça

  1. İbn-i Kelbi, c. 1, s. 213 ve 216; Devadari, c. 4, s. 87, 89: Adını Cerir b. Yezid; Yafii, c. 1, s. 108, Haris b. Yezid ve İbn-i İmad, c. 1, s. 68.
  2. Bkz. Belazuri, c. 2, s. 472, 476, 489; Deyneveri, s. 249; Taberi, c. 5, s. 422.
  3. Bkz. Semavi, s. 203.
  4. Bkz. Taberi, c. 5, s. 392, 427; İbn-i Kesir, c. 8, s. 195.
  5. Bkz. İbn-i Cevzi, c. 5, s. 335; İbn-i Verudi, c. 1, s. 231.
  6. Taberi, c. 5, s. 422.
  7. Bkz. Belazuri, c. 2, s. 473; Deyneveri, s. 252; Taberi, c. 5, s. 402- 403.
  8. Taberi, c. 4, s. 704.
  9. Mesiru’l Ahzan, s. 44.
  10. Nefesu’l Mehmum, s. 231.
  11. Belazuri, c. 2, s. 472; c. 5, s. 400; Mufid, c. 2, s. 69, 78; Ahteb Harezmî, c. 1, s. 327 – 330.
  12. Bzk. Belazuri, c. 2, s. 473; Deyneveri, s. 249 – 250; Mufid, c. 2, s. 80; Ahteb Harezmî, c. 1, s. 332.
  13. Bkz. Belazuri, c. 2, s. 472- 473; Deyneveri, s. 252; Taberi, c. 5, s. 402 – 403; Ahteb Harezmî, c. 1, s. 331 – 333.
  14. Bkz. Belazuri, c. 2, s. 473 – 474; Taberi, c. 5, s. 403 – 406; Ahteb Harezmî, c. 1, s. 331 – 333.
  15. Deyneveri, s. 253. Muharrem ayının ilk günleri.
  16. Deyneveri, s. 251; Taberi, c. 5, s. 408 – 409; Mufid, c. 2, s. 81 – 84; Ahteb Harezmî, c. 1, s. 334.
  17. Deyneveri, s. 251 – 252; Taberi, c. 5, s. 408 – 409; Mufid, c. 2, s. 84; Ahteb Harezmî, c. 1, s. 334.
  18. Bkz. Belazuri, c. 2, s. 475 – 476, 479; Taberi, c. 5, s. 392, 422, 427 – 428; Mufid, c. 2, s. 100- 101; Ahteb Harezmî, c. 2, s. 12 – 13; Kas, s. 14.
  19. Bkz. Belazuri, c. 2, s. 475 – 476, 479; Taberi, c. 5, s. 392, 422, 427 – 428; Mufid, c. 2, s. 100- 101; Ahteb Harezmî, c. 2, s. 12 – 13; Kas, s. 14.
  20. Bkz. İbn-i Babeveyh, s. 218; İbn-i Nema, s. 59; Hairi Horasani, s. 96.
  21. Bkz. Beydun, c. 1, s. 678 – 679; Hür’ün sahih bir eğitim almasının temel etken olduğuna inanmaktadır.
  22. Bkz. Belazuri, c. 2, s. 475, 476; Mufid, c. 2, s. 99; Ahteb Harezmî, c. 2, s. 12.
  23. Bkz. İbn-i E’sem Kufi, c. 5, s. 101; Ahteb Harezmi, c. 2, s. 12.
  24. Bkz. Belazuri, c. 2, s. 476, 489, 494, 517; Taberi, c. 5, s. 428, 429, 434, 435, 437, 440, 441; Mufid, c. 2, s. 102- 104.
  25. Ahteb Harezmî, c. 2, s. 13; Kâşifi, s. 281, 282; Hairi Horasani, s. 120, 127; Şemsettin, s. 84, 85.
  26. Bkz. Hamdullah Mustafvi, Tarih-i Güzide, s. 811; Dairetu’l Maarifi Bozorgi İslami, s. 314, 315’den naklen.
  27. Tarih-i Güzide, s. 812.
  28. Tarih-i Güzide, s. 794.
  29. Ahmed Hüseyni, Emelu’l Amili Hürrü Amuli’ye mukaddime, c. 1, s. 10, Dairetu’l Maarifi Bozorgi İslami, s. 314, 315’den naklen.
  30. Ahmed Hüseyni, Emelu’l Amili Hürr-ü Amuli’ye mukaddime, c. 1, s. 10.
  31. İbn-i Kelbi, Cemheretu’n-Neseb, c. 1, s. 216.
  32. Bkz. Cezairi, c. 3, s. 265, 266.
  33. Ebu Bekir b. Abdullah Davdari, Kenzu’d-Durer ve Camiu’l Gurer, c. 4, s. 89.
  34. Tenkihu’l Makal, c. 1, s. 260.
  35. Nimetullah b. Abdullah Cezairi, el-Envaru’n-Numaniye, c. 3, s. 265; Tenkihu’l Makal, c. 1, s. 260; Turasu Kerbela, s. 115.
  36. Edibu’l Mülk, s. 213.
  37. Hüseyni Celali, s. 97.
  38. Emin, c. 4, s. 614; Şemsettin, s. 142.
  39. Bkz. Mufid, c. 2, s. 114, 126; Nuri, s. 106.
  40. Bkz. Mufid, c. 1, s. 613.
  41. İkbal, c. 3, s. 79; Biharu’l Envar, c. 45, s. 71.

Bibliyografi

  • İbn-i Cevzi, el-Muntezim fi Tarihi’l Muluk ve’l Umem, Muhammed Adulkadir Ata ve Mustafa Abdulkadir Ata baskısı, Beyrut, 1412 / 1992.
  • İbn-i Kesir, el-Bidayet ve’n-Nihayet, Daru İhya et-Turas el-Arabi.
  • Deyneveri, Ahmed b. Davud, Ahbaru’t-Tival, Abdul Munim Amir ve Cemalettin Şiyal’ın katkıları ile, Bağdat, 1379 / 1959.
  • Semavi, Muhammed b. Tahir Semavi, Ebsaru’l Ayn fi Ensari’l Hüseyin, tercüme: Abbas Celali, Kum, İntişar-ı Zair, 1991.
  • Taberi, Muhammed b. Cerir, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarih-i Taberi), tahkik: Muhammed Ebu’l Fazl İbrahim, Beyrut, Daru’t-Turas, ikinci baskı, 1967.
  • Harezmî, el-Muvaffak İbn-i Ahmed; Maktelu’l Hüseyin (a.s), tahkik ve talik: Muhammed es-Semavi, Kum, Mektebetu’l Mufid.
  • Hilli, İbn-i Nema, Mesiru’l Ahzan, tercüme: Ali Keremi, Kum, Hazık, birinci baskı, 1380 h.ş.
  • Şeyh Müfid, el-İrşat, tercüme: Muhammed Bakır Saidi, Tahran, İntişar-ı İslami, 1380 h.ş.
  • el-Belazuri, Ahmed b. Yahya b. Cabir, Ensabu’l Eşraf, c. 2, tahkik: eş-Şeyh Muhammed Bakır Mahmudi, Müessese-i el-İlmi lil-Matbuat, 1977.
  • İbn-i Kelbi, Cemheretu’n-Neseb, c. 1, Naci Hasan baskısı, Beyrut, 1407 / 1986.
  • İbn-i Verdi, Tarih-i İbn-i Verdi, Necef, 1389 / 1969.
  • Beydun Lebib, Müessese-i Kerbela, Beyrut, 142/ 2006.
  • Hairi Horasani Hadi, el-Kavlu’s-Sedid Bi-Şe’ni’l Hürrü’ş-Şehid, Muhammed Taki Hüseyni Celali baskısı, Necef, 1394 / 1974.
  • Hüseyni, Ahmed, Mukaddime ber Emelu’l Amil Hürr-ü Amuli, Bağdat, 1385 h.k.
  • Devaddari, Ebu Bekir b. Abdullah, Kenzu’d-Durere ve Camiu’l Gurer, c. 4, Gunhil Graf ve Erika Glasen baskısı, Beyrut, 1415 / 1994.
  • Dairetu’l Maarif-i Bozorg-i İslami, Kazım Musevi Bocnurdi baskısı, Tahran, birinci baskı, 1389.
  • Şemsettin Muhammed Mehdi, Ensaru’l Hüseyin, Dirasetu an Şüheda Sevretu’l Hüseyin (a.s), er-Rical ve’d-Delalet, Beyrut, 1401/ 1981.
  • Mustafvi, Hamdullah, Tarih-i Güzide, tahkik: Abdulhüseyin Nevai, Tahran, Emir Kebir, üçüncü baskı, 1364 h.ş.
  • Yafii, Abdullah b. Es’ed, Miratu’l Cenan ve İbretu’l Yekzan, Beyrut, 1417/ 1997.