İslam

Öncelik: aa, kalite: c
linksiz
kategorisiz
navbox'siz
yönlendirmesiz
wikishia sitesinden

İslam (Arapça: الاسلام), kendisinden sonra hiç bir dinin gelmediği İbrahimi ve ilahi dinlerin en sonuncusudur. Bu dinin başlangıcı ve Allah tarafından ilk indirilişi, Arabistan yarımadasında bulunan Mekke şehrinde, 610 miladi yılında gerçekleşmiştir. Bu dini getiren zat, Hz. Muhammed’dir (s.a.a) Bu nedenle peygamberlerin sonuncusu anlamında «Hatemu'l-Enbiya» lakabıyla lakaplanmıştır. İslam dininin mukaddes ve semavi kitabı, Kuran-ı Kerimdir Müslümanların kıblesi, Mekke şehrinde bulunan Kâbe evidir. İslam dininin günden güne yayılması, İslâm peygamberinin (s.a.a) Medine’ye hicreti ile başlamıştır. İslâm peygamberinin (s.a.a) öğretisi ahkam, ahlak ve inanç esasları temeline dayanmaktadır. Bu dinin inanç temellerinden en önemlisi, Tevhit inancı ve ibadet esaslarından en önemlisi ise Namazdır.

İslam dininde iki ana mezhep vardır. Birisi Şiilik, diğeri Ehlisünnet ekolüdür. Bu iki ekolün her birisi de kendi arasında farklı fırkalara bölünmektedir. Şia mezhebi ile diğer fırkalar arasında en önemli uyuşmazlık, “İmamet” konusudur. Bir başka deyişle, İslam peygamberinin (s.a.a) yerini «halife» unvanıyla dolduracak ve bu makama layık olan kişinin kim olduğu veya olacağı konusudur.

Kısa Bir Tanıtım

İslâm dini, ilahi dinlerden biri unvanıyla, tevhidi ve İbrahimi dinler arasında yer almaktadır. Müslümanlar, Allah’ın varlığına ve birliğine inanırlar. Peygamberleri, Allah tarafından, ilahi mesajları halka ulaştırmakla mükellef olan Hz. Muhammed b. Abdullah’tır (s.a.a).

Allah tarafından Hz. Peygamber-i Ekrem’e vahiy yoluyla indirilen sözlerin tamamı, Kur'an adı altında toplanmıştır. Kur'an, Müslümanların kutsal ve semavi kitabıdır.

İslam ’ın başlangıcı, Arabistan yarımadasının Mekke şehrinde olmuştur. Mekke şehrinde bulunan Kabe evi, Müslümanların kıblesidir. Müslümanlar, Kabe’ye doğru namaz kılarlar. Namaz, Müslümanların ibadet açısından en önemli amelidir. Mal ve can yönünden imkânı olan Müslümanlara, “Hac” unvanıyla Kâbe evini ziyaret etmek ve kendine has bir takım ameller ile ibadetlerini yerine getirmek üzere bu mekâna yolculuk etmeleri, vacip kılınmıştır. Müslümanların yıllık hac merasiminde toplanmaları Müslümanların en önemli toplantılarından ve siyasi-ibadi hareketlerinden en önemlisidir.

İslam Sözcüğü

«İslam» sözcüğü, “S-L-M”[1] kökünden gelmiş, “Sıhhat, afiyet ve her türlü ayıp, noksanlık ve fesattan uzak olmak”[2] anlamında kullanılmıştır. Aynı zamanda bağımlılık,[3] genel anlamda itaat ve diğer bir ifadeyle kayıtsız şartsız, teslimiyetten ibarettir.[4] İlahi hükme iman ve ibadette içtenlik[5] anlamında da kullanılmaktadır.

“İslam” kelimesi sözcük anlamı itibariyle, Arabistan yarımadasında mesken tutmuş Araplar tarafından, İslam’dan önce, genel bir ifadeyle «bırakmak, vazgeçmek» anlamında kullanılmaktaydı. Araplar, “Esleme” fiilini, elinde bulundurduğu çok değerli ve aziz olan bir şeyden vazgeçebilen veya çok değerli bildiği ve çok sevdiği bir şeyi başkalarına verebilen hatta onu isteyene takdim edebilen fedakar kimseler için kullanırdı. Özellikle de bu değerli şey o kimsenin bizzat kendisi, nefsi, canı olacak olursa, bu durumda «İslam» yani tam bir teslimiyet manasında kullanılırdı. Zira insanın nefsi, kendisi için en değerli şeydir. Bu gibi durumlarda, genel olarak bu tabir kullanılmaktaydı. Bu durumda İslam, genel bir itaat ve kayıtsız şartsız teslimiyetten ibarettir diyebiliriz.[6]

Seyyid Hüseyin Nasır, şöyle diyor: Müslüman, kendi isteği ve iradesi ile kendisini ilahi iradeye itaatkar kılmış kimsedir.[7] Allame Tabatabai’nin tabiriyle: Bu dine, “İslam Dini” adının verilmesinin nedeni şudur: Bu dinde kul, her türlü noksanlıktan münezzeh olan ilahi iradeye teslim olmuştur.[8]

Kur'an'da, “İslam” kelimesi kullanılmıştır. Bazı Kur'an ayetlerine binaen, İslam dışında hiçbir din makbul değildir[9] ve İslam dini geldikten sonra, Allah yanında geçerli olan tek din, İslam dinidir.[10] Bazı müfessirlere göre burada «İslam» kelimesinden maksadın anlamı olduğu ve Allah'ın yanında makbul olan dinin teslimiyet dini olduğu vurgulanmıştır. Terimsel “İslam” manasıyla kelime manasının çelişir bir yanı olmadığından, ayetten terimsel anlamının çıkarılması da anlam kargaşasına yol açmayacaktır.

İslam peygamberinden (s.a.a) nakledilen birçok hadisin içeriğine bakıldığında, kendi getirmiş olduğu dine, İslam adını vermiş ve kendisinin takipçileri de Müslüman unvanıyla yâd edilmiştir.[11]

Müslüman

Müslüman, İslam dininin getirmiş olduğu inanç sistemini ve değerlerini kabul eden kimsedir. «Eşhedu en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resulullah» cümlesini söyleyen her insan İslam dinine girmiş olur. Bu cümleleri zikretmek, gerçekte Allah’ın birliğine ve İslam peygamberinin (s.a.a) risaletine inanmak anlamındadır. Bu ikrar olmaksızın, o kişi İslam dairesinin dışındadır ve kafir olarak adlandırılır.[12] “Müslüman” kelimesi hakkında yapılan bu tarif, gerçekte İslam’ı kabul etmenin ilk adımı sayılmaktadır. Bu mertebede, hatta kişinin gönlünden geçenler ile diliyle söylediği birbirinden farklı olabilir.

Bu anlamda İslam’a karşılık gelen, imanın birinci mertebesidir. Bu da şehadeteyn’in içeriğine öz bir şekilde kalben inanmaktır. Yani Allah’ın varlığına ve peygamberin nübüvvetine kalben icmali bir şekilde inanmak ve kabul etmekten ibarettir. Bu da Füru-u din dediğimiz, bazı şer’i amelleri yerine getirmekten ibarettir. İslam’ın bu merhalesi, imam Sadık’tan (a.s) nakledilen bir hadiste beyan edilmektedir. İmam sadık şöyle buyuruyor:

"İslam, dil ile Allah’tan başka mâbudun olmadığına ve Allah Resulü'nün (s.a.a) nübüvvet ve risaletini tasdik ettiğine dair şehadet etmekten ibarettir. Bu iki şehadet sayesinde, kan dökmeler engellenir, kız alınıp verilir, aynı zamanda miras cari olur ve İslam toplumu bu zahiri hükümler üzerine şekillenir. Ancak iman, İslam’ın emir ve yasaklarının pratiğe dökülmesi sonucu, eserlerinin kalpte oluşması, sabitleşmesi ve insanlığın hidayet bulmasından ibarettir."[13]

İkinci Aşama: Her ne kadar bazı durumlarda hatalara düşüle bilse de kalpten gelen bir teslimiyet ve bağımlılık ile Hak Teala'ya olan bir çeşit tafsilatlı bir bağımlılık ve ona tabi olarak ortaya çıkan salih amellere mukayyet olmaktan ibarettir. Kısaca söylemek gerekirse, bu aşamada olmak, bazı günahlara düşmek ile çelişmemektedir.

İslamın bu mertebesine karşılık gelen, imanın ikinci mertebesinde karar kılmaktan ibarettir. Bu da Allah’ın hak dinine olan tafsilatlı bir inançtan ibarettir Allah-u Teala bu konuda şöyle buyuruyor: «Müminler, yalnızca Allah'a ve resulüne iman edip, daha sonra da şüpheye düşmeyen kimselerdir , aynı zamanda malları ve canlarıyla Allah yolunda cihat ederler; Bunlar iddialarında sadık ve doğru olan kimselerdir» (Hucurat, 15) Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor: "İslam, teslimden ibarettir; teslim ise yakindir."[14]

Üçüncü Aşama: İnsanın nefsi, salih ameller yapmak suretiyle ahlaki faziletler ile donanırsa, yani nefsini bir takım hayvani isteklerden ibaret olan şehvet ve gazabın aşırılıklarının önüne geçebilecek duruma gelirse, bu durumda insan, Allah'a, sanki onu görüyormuş gibi kulluk eder. Böyle inanan bir kimse, Allah'ın kendisini gördüğünü bilir ve bu durumda olan birisi artık iç aleminde kendi başına hiçbir azgın güce itaat etmez ve Allah'ın emir ve yasaklarına tamamen itaat eder. Böylece Allah'ın kaza ve kaderine karşı gelemez. O artık bütün varlığıyla Allah'ın hükmüne teslim olmuştur. Zira Allah-u Teala şöyle buyuruyor:

«Hayır! Rabbine ant olsun ki iman etmemişlerdir (Yani imanları tam değildir) ancak aralarında meydana gelen anlaşmazlıklarda seni hakem kılar ve senin verdiğin hükme hiçbir rahatsızlık hissetmeksizin teslim olurlar ve senin hükmüne razı olurlarsa, işte o zaman onlar gerçek anlamda iman etmiş olurlar.» (Nisa, 65)

İşte bu, İslamın üçüncü derecesidir. Bunun karşısında imanın üçüncü mertebesi yer almaktadır. Bu, bir inanç aşamasıdır ki, aşağıdaki ayet bu iman aşamasına işaret etmektedir: «Rabbi, ona teslim ol dedi. O da alemlerin Rabbine teslim oldum dedi.» (Bakara, 131) Aynı şekilde imam Sadık’tan (a.s) nakledilen hadis de bu manaya işaret etmektedir. O Hazret şöyle buyuruyor:

"Eğer halktan bir grup Allah'a ortak koşmaksızın, onu birleyerek ibadet eder, namazlarını kılar, zekâtlarını verir, hacca gider ve Ramazan ayı orucunu tutarlar da bunun yanı sıra Allah'ın veya onun resulünün yapmış olduğu şeylerden birine itiraz edecek olurlarsa, örneğin: Niçin şöyle yaptı da böyle yapmadı gibisinden yapılan bir itiraz ile şirke düşerler. Her ne kadar bunu dile getirmeyip, sadece gönüllerinde saklamış olsalar dahi, müşriktirler."[15]

Dördüncü Aşama: İnsan, bir önceki aşamada İslam ve teslim aşamasında olmasıyla birlikte Rabbani bir inayet sonucu, mülkün tamamen Allah’a ait olduğunu müşahede eder. Artık bu durumda mülk yalnızca Allah’a aittir ve Allah'tan başka malik yoktur; hiçbir şey kendisine malik değildir; ne kendisinin ne de başka bir şeyin malikidir. Ancak eğer Allah onu herhangi bir şeye malik kılmışsa bu istisnadır. Buna binaen ondan başka Rab de yoktur. Bu ilahi bir bahşiştir ve Allah'ın kendi fazlından bahşetmiş olduğu bir feyizdir ve insanın bunu elde etmek hususunda herhangi bir müdahele etmesi söz konusu değildir. Şayet aşağıda zikredilen ayet imanın ve İslam'ın bu aşamasına değinmiş olsun. Bu ayette şöyle buyuruyor: «Ey Rabbimiz bizi kendine teslim olanlardan karar kıl ve bizim neslimizden de senin emrine teslim olanlar olsun. Sana nasıl ibadet etmemiz gerektiğini bize göster ve bizim tövbelerimizi kabul et. Çünkü sen çok şefkatli ve tövbeleri kabul edensin.»((Bakara, 128)

İslam’ın bu mertebesine karşılık, imanın dördüncü mertebesi karar kılınmıştır. Bu mertebe, insanın bütün varlığını kapsamaktadır. Öyle ki Allah, imanın bu mertebesi hususunda şöyle buyurmaktadır: «İyi biliniz ki Allah'ın veli kulları üzerinde ne bir korku vardır ne de onlar üzüleceklerdir. Onlar öteden beri takvayı esas alanlar ve gerçek iman eden kimselerdir.» (Yunus, 62-63)

İmam Sadık’tan (a.s) imanın bu mertebesi hakkında şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: “Allah Resulü (s.a.a) Haris b. Malik b. Numan-ı Ensari ile karşılaştı ve ona şöyle buyurdu: Ey Hâris! Durumun nasıldır? Ne haldesin? Hâris dedi: Ey Allah'ın resulü! Gerçek iman üzereyim. Hazret buyurdu: Her şeyin bir hakikati vardır ve her gerçek için bir alamet vardır; senin imanının gerçek olduğuna dair alametin nedir? Arz etti: Ey Allah'ın Resulü! Kalbim dünyadan kesilmiştir ve bu durumda, geceler uyuyamıyorum, sıcak günlerde oruç tutuyorum; güya Rabbimin arşının hesap için serildiğini gözlemlemekteyim; Cennet ehlini görüyorum. Onlar cennettedirler ve birbirlerini ziyarete gidiyorlar. Güya cehennem ehlinin feryatlarını duyuyorum. Hazret buyurdu: Bu, Allah’ın kalbini aydınlatmış olduğu bir kuldur. Daha sonra Haris’e döndü ve buyurdu: Kalp gözlerin açılmış, onun değerini bil ve bu konuda dirayetli ol.” [16]

İslam Peygamberi

İslam dininin kurucusu, Hazreti Muhammed b. Abdullah b. Aabdulmuttalip’tir. İslami kaynaklara göre, , Hazreti Muhammed (s.a.a), Allah'ın insanlara gönderdiği en son peygamberdir. Müslümanlar, onu en üstün insan ve her yönüyle örnek insan olarak biliyorlar. Müslümanların çoğunun inancına göre, Hazreti Muhammed (s.a.a), ismet makamına ve gayb ilmine sahip bir kimseydi. O Hazret, Arap ırkından, Kureyş kabilesine mensup olup, Mekke şehrinde ikamet etmekteydi. Fil yılında Mekke'de dünyaya geldi. Daha çocukluk yaşlarında, anne ve babasını kaybetmiş, dedesi Abdulmuttalib'in yanında kalmış, daha sonraları amcası Ebu Talib’in yanında yetişkinlik çağına ermiştir. Yaşamı boyunca, hiçbir zaman Mekke’de revaçta olan putperestliğe yönelmemiştir. Mekke halkı onu, “Emin” sıfatıyla tanıyorlardı. Allah, o Hazreti 40 yaşında peygamberliğe seçti. Allah'ın Cebrail vasıtasıyla, Mekke'de bulunan Hira Mağarası'nda ona ilk getirdiği vahiy, yani ilk ayet, 40 yaşına bastığı yılda, nazil olmuştur.

İslam'ın Semavi Kitabı

Müslümanların kutsal ve semavi kitabı, Kur'an-ı Kerim’dir. Onların dini amelleri ve inançlarının temel kaynağı sayılmaktadır. İslam inançları esasınca, Kur'an’ın metinleri ilahi vahiyden ibarettir ve Allah tarafından, vahiy meleği olan Cebrail vasıtasıylaHz. Peygamber'e (s.a.a) nazil olmuştur. Müslümanların inancı gereği, Kuran’da hiçbir şekilde batıl ve yanlışlığa yer yoktur. Nazil olduğu günden şimdiye kadar hiçbir yerinde tahrif olmamıştır.

kıyamete kadar da olmayacaktır. Zira Kur'an-ı Kerim'de geçen bir ayet-i kerimeyle Allah «Bu Kur'anı biz indirdik ve onu koruyacak olan da biziz» buyurmaktadır. Müslümanlar bu ayetin müjdeli haberine binaen, Kutsal kitaplarının bütün şüphelerden arı ve kıyamete kadar ilahi koruma altında olduğuna inanmaktadırlar.

Kur'an 114 sûre halinde düzenlenmiş ve her sûre de belli sayıda ayetlerden ibarettir.

Öğretileri

İslam, kapsamlı ve gerçekçi bir mekteptir. Bu dinde, insanın maddi ve manevi ihtiyaçlarına bütün yönleriyle dikkat edilmiştir. İslam öğretilerinin tamamı üç bölüme ayrılabilir: İtikat (temel inançlar), ahlak ve ahkâm.[17]

  • İnançlar: Birtakım inançlar grubuna verilen bir addır. Bu da İslam’ın dünya görüşü, insana ve doğaya bakışı ve onların Allah ile olan irtibatlarına yönelik inanç sisteminden ibarettir.
  • Ahlak: Yani her Müslümanın kendisini faziletlerle süslemesi ve kalbini birtakım rezil sıfatlardan arındırmasını gerektiren birtakım emir ve yasaklardan ibarettir
  • Ahkâm: Yani insanın beden organlarıyla yaptığı faaliyetleri ile ilgili birtakım düsturlardan ibarettir. Bu faaliyetler, insanın geçimi, ahireti, kişisel ve toplumsal durumlarının tamamını kapsamaktadır.

İtikatlar ve İnançlar

İslam inançlarını, tevhit, nübüvvet ve mead olarak üç temel esas üzerine gruplandırmak mümkündür. Onlara Usulu'd-Din denilir. Yani her Müslümanın inanması gereken üç temel esas. Diğer İslami inançların hepsinin kökü, bu üç asıl inanç temeline dayanmaktadır. Bu temel inançların her birisi, Müslümanları diğer dinlerden ve diğer din mensuplarından ayırt etmektedir. Şia mezhebinde “İmamet” ve adalet konusu da inanç esaslarından sayılmaktadır. İslam’ın inanç sistemi, gerçekte İslam'ın dünya görüşünden ibarettir.

Tevhid

İslam dünya görüşünde en önemli inanç, Tevhittir. Yani Allah'ın varlığına ve birliğine, onun gerçek bir varlık olduğuna inanmaktır. İslam inancında, Allah bütün varlığın yaratıcısı ve onların terbiye edicisidir. Allah'ın birliğine olan inanç: Zatta tevhit, sıfatta tevhit ve Fiilde tevhit olarak bölünebilir; tevhidin bu üç kısma bölünmesi, gerçekte teorik bir inanç sisteminden ibarettir ve yalnızca inanç kalıbında her Müslüman kişinin, kişisel inancıyla birlikte bulunmaktadır.

Pratik tevhit ise teorik inanç sisteminin ve teorik tevhit inancının, pratiğe dökülmesinden ibarettir. Bu ameli tevhit de kendi arasında birtakım kısımlara bölünmektedir. Bunlar: İbadette tevhit, itaatte tevhit, kanun koyuculukta tevhit ve hakimiyette tevhit şeklinde kendini göstermektedir.[18]

Nübüvvet

Müslümanların inancına göre, Allah insan türünü hidayet etmek için, onların arasından birtakım insanları seçmiş ve peygamber unvanıyla insanlara göndermiştir. Bu kimseler, İslam edebiyatında Nebi ve Resul olarak adlandırılırlar; onların sayısı 124 bin kişiye ulaşmaktadır; onlardan beş tanesi, şeriat getirdikleri için Ulu’l-azm olarak adlandırılmışlardır. Bu büyük zatlar, birtakım özel görevler de üstlenmişlerdir. Bu peygamberler geldikleri zamanın gerektiği kadar kendi ayinlerini ve kitaplarını getirmişlerdir. En son semavi kitap olan Kur'an'da bu peygamberlerden yirmi altı kişinin ve onların getirmiş oldukları sahifelerden ve kitaplardan bahsedilmiştir, ilahi peygamberlerin sonuncusu Hazreti Muhammed’dir (s.a.a) ve onun getirmiş olduğu din, İslam dinidir ve ondan sonra ne peygamber gelmiş ve ne de gelecektir.

İmamet

İmamet, yani İslam peygamberinden (s.a.a) sonra din ve dünya işlerinde halkın başına geçecek Peygamber’in (s.a.a) makamına oturmaya layık kişi, anlamındadır. Bu konuda iki temel görüş vardır. Müslümanlar arasında Şia inancına göre İslam peygamberi (s.a.a) Allah'ın emrine tabi olarak kendi makamına oturacak olan halifesini belirlemiş ve halkın da onlara itaati vaciptir. Bu halife, imam Ali b. Ebu Talib'tir ve ondan sonra da İmam Hasan (a.s) ve İmam Hüseyin (a.s) bu imamet makamına atanmışlardır.

Şia inancı gereği, daha doğrusu on iki İmam Şia'sı olarak bilinen bu fırkanın inancı gereği, İmam Hüseyin’den (a.s) sonra onun neslinden gelen dokuz İmam (a.s) daha bu imamet makamına ulaşmışlardır. Onların on ikincisi İmam Mehdi (a.s), bütün dünyada adaleti sağlamak ve yaymak üzere kıyam edecektir.

Zeydiye ve İsmailiye gibi diğer bazı Şia fırkaları İmam Hüseyin’den (a.s) sonra gelen İmamlar (a.s) hakkında daha doğrusu, İmamların (a.s) imameti hakkında farklı görüşlere sahiptirler. Ehlisünnet, İslam’ın iki büyük grubundan biri olan bir mezhep unvanıyla, farklı bir bakış açısına sahiptir. Onların inancına göre İslam peygamberi kendisinden sonra halife belirtmemiştir ve halk o Hazretin vefatından sonra kendi aralarından Ebu Kuhafe’nin oğlu olan Ebu Bekir'i halife seçmişlerdir ve onunla biat etmişlerdir ondan sonra Ömer b. Hattab ve Osman b. Affan’ı ikinci ve üçüncü halife unvanıyla seçmişlerdir.

Maad veya Haşir

İnsanların öldükten sonra tekrar dirileceği ve ölümden sonra yeni bir yaşama kavuşacakları konusu dinlerin temel inançlarından olduğu gibi, özellikle İslam’ın da temel inançlarından biridir. Öldükten sonra dirilme inancı, ölüm anında gerçekleşen bazı olaylar ve ondan sonra berzah döneminin başlaması ve öldükten sonra yeniden diriliş sonrası gerçekleşecek bazı durumlar ve yaşanacak bazı hadiseler, kıyamet gününde ölülerle ilgili birtakım hesap kitapları kapsamaktadır. Haşir, mizan, kitapların verilmesi, sırat ve benzeri konular Müslümanların temel inançlarındandır.

Öteki İnançlar

Ameli Görevler

İslam dini öğretilerinin en önemli kısmı, her bir Müslüman ferdin amellerine bakar. Bu görevler, ahkâm-ı amelî olarak da adlandırılır. Fıkıh ilmi bunun için yazılmıştır. Bu görevleri tanımanın ve bilmenin temeli Kur'an ve sünnettir. Sünnetten maksat, Hz. Peygamberin (s.a.a) ve masum imamların (a.s) sözleri, fiilleri ve davranışlardır. Genel anlamda her Müslüman ferdin ameli görevlerini ibadetler, ahlak, medeni ve toplumsal konular (muamelat) olarak üç gruba ayırmak mümkündür.

İbadetler

İbadet, İslam dininde yalnızca Allah'ın emirlerine itaat anlamında, birtakım amellerin yapılmış olması anlamına gelir. İbadi ameller ya vaciptirler, veya müstehaptırlar. İslam’da farz olan ibadi amellerin en önemlisi günlük namazlardır. Diğer önemli bazı vacip ibadetler şunlardan ibarettir: Ramazan ayının orucu, zekat, humus, Allah'ın evi olan Kabe’yi ziyaret anlamında hac ve cihat.

Ahlak

İslam’ın asıl metinleri olan Kur’an ve masumların sünnetinde ahlaki davranışlarla ilgili çok sayıda öğretiler mevcuttur. Beğenilen ve beğenilmeyen davranışlar, güzel ahlak ve kötü ahlak ve kemale ulaşmanın ameli yolları, başkalarının hukukuna riayet etmek ve toplumsal ilişkileri düzenlemek, ayrıca aile hukuku İslam’ın ahlak öğretilerinin kapsamı içerisinde ve tavsiyeler arasında yer almaktadır.

Medeni ve Toplumsal Görevler

İslam’da günlük yaşamla ilgili işlerin çoğu hakkında şer’i düsturlar mevcuttur. Örneğin: İzdivaç, talak (boşanma), alışveriş, kira, depozit, helal ve haram yiyecek ve içecekler, avlanma, cinayet işleri ile ilgili hükümler vb. konuların her biri hakkında özel hükümler vardır. Bu hükümlerden, fıkıh ilminde muamelat hükümleri babında bahsedilmiştir.

Müslüman Toplumları

Bugün dünya ülkelerinin çoğunda Müslümanlar var. Dünya Müslümanlarının sayısı, yaklaşık bir buçuk milyara ulaşmıştır.

Fırkalar

Müslümanlar günümüzde iki büyük mezhebe yani Şia ve Ehlisünnet adı altında iki ana gruba ayrılmışlardır. Bu iki mezhebin her birisi kendi içinde çeşitli fırkalara bölünmüşlerdir. Şia ve Ehlisünnet arasında en önemli ihtilaf konusu “İmamet” yani Hz. Peygamberin (s.a.a) yerine oturacak olan halifenin kim olması gerektiği konusudur. Bu ihtilaf, İslam peygamberinin (s.a.a) vefatından hemen sonraki günlerde kendini göstermiştir. Bu iki mezhebi birbirinden ayıran asıl konu, imamet konusuyla özetlenebilir ve bu iki mezhep, inanç ve ameli ahkâm konusunda da birbirleri ile birtakım farklılıklara sahiptirler. Hz. Peygamber'in (s.a.a) ashabına bakış konusu da bu farklılıklardan bir diğeridir.

Şia

İslam’ın iki temel mezhebinden biri unvanıyla Şia, kendi arasında birçok fırkaya bölünmüş bu fırkaların hepsinde ortak nokta Hz. Peygamberden sonra Hz. Ali’nin (a.s) imameti konusudur.

Ehli Sünnet

Ehlisünnet, sayı bakımından Şialardan daha çokturlar. Bu mezhebin takipçileri de kendi aralarında birtakım fırkalara ayrılmışlardır; bu fırkalar inanç ve fıkıh açısından iki mihverde toplanmaktadırlar. İnanç açısından bakış açıları, onların üç türlü yönelişe sahip olmalarına neden olmuştur. Mutezile, Eşaire ve Maturidiye olarak üç gruba bölünmüşlerdir. Fıkhi hükümleri anlamak konusunda yani füruû din konusunda da dört mezhep ile sınırlanmışlardır: Hanefî, Mâlikî, Şafii ve Hanbelî.

İslam Coğrafyası

Müslüman toplum çoğunlukla Asya kıtasında ve özellikle Ortadoğu’da yaşamaktadırlar. Müslümanların sayıca en çok olduğu ülke, Endonezya’dır.

İslam'ın İmanla İrtibatı

İslam ve iman terimlerinin anlam bakımından birbiriyle olan irtibatı hakkında, “Bunlar birbiriyle anlam bakımından aynı manayı mı içermektedirler yoksa farklı anlamlar mı ifade etmektedirler” konusunda bilim adamlarınca ve mütekellimler tarafından muhtelif görüşler ileri sürülmüştür. Hariciler arasında ve daha sonraki yıllarda Mutezile tarafından ortaya atılan şu görüş revaç bulmuştur: İslam ve iman, kavram açısından aynı anlamı ifade etmektedirler.[19]

Ancak İmamiye düşünürleri ve Ehlisünnet mütekellimlerinden bir grup, Kur'an'daki bazı ayetlere dayanarak bu iki terimin farklı anlamlar ifade ettiklerine dair görüş belirtmişlerdir. Bakillani, Hucurat suresinin on dördüncü ayetine dayanarak şöyle bir kanıya varmıştır: "İslam, imana nispeten daha genel bir anlam ifade etmektedir. İmanın yeri kalptir. İslam ise zahire bakar ya da amellere yöneliktir.[20] Aynı şekilde İbni Kesir, Ahzap suresinin otuz beşinci ayetine dayanarak, iman sıfatının İslam’dan sonra gelen bir vasıf olduğuna işaret etmektedir. Zira ayette şöyle buyuruyor: «Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar mümin erkekler ve mümin kadınlar.» Bu ayete dayanarak İslam’ın, imana nispetle daha genel bir ifade olduğu sonucuna varmıştır.[21]

Allame Tabatabai, Hucurat suresinin on dördüncü ayeti ve Ahzap suresinin otuz beşinci ayetini esas alarak, mümin erkekler ve mümin kadınlar vasfının Müslüman erkek ve Müslüman kadınlar vasfından ayrılmış olması ve ayetteki ifadeden anlaşılan, bu iki terimin birbirinden kesinlikle farklı anlamlar içerdiğine dair güçlü bir delil olduğunu vurgulamıştır.[22]

Elbette belirtmek gerekir ki, Kur'an'da gelen bazı ayetlerde de İslam ve iman öyle bir şekilde beyan edilmiş ki, bu ikisi arasında bir anlam birliği olduğunu da ifade etmektedir. Ancak bazı Eş’ari mütekellimleri, bu ayetlerin içeriğinin İslam ve imanın mistak açısından anlam birliğine işaret olabileceği, ama bu durumun kesinlikle anlam birliğine delalet etmediği sonucuna varmışlar.[23]

Bu konuya şöyle bir açıklık getirmek mümkündür: İslam’ın imana nispetle daha genel bir ifade oluşu, şu anlamdadır: İslam, daha temel ve başlangıç aşamasıdır ve şehadeteyni zikretmek suretiyle peygamberlerin sonuncusu olan Hatem-ul Enbiya'nın (s.a.a) şeriatını kabul etmek anlamındadır. Ancak iman, buna ilaveten kalbe dayalı bir inanç ve batıni bir inançtır.[24]

Diğer bir tabirle İslam, dil ile ikrar ve itaat etmektir, uzuvlarla yapılan bir ameldir. Ama iman, kalbe ait bir itikat ve inanç ile birlikte gelen bir bağımlılıktan ibarettir.[25] Hucurat suresinin 14. ayeti kerimesi bu iki terim arasındaki farkı bütün açıklığıyla ortaya koymaktadır. Ayette şöyle buyuruyor: «Bedeviler, inandık dediler; de ki: İnanmadınız ve fakat Müslüman olduk deyin ve inanç, henüz gönüllerinize girmedi sizin; Allah'a ve Peygamberine itâat ederseniz, yaptığınız iyiliklerin sevabından hiçbir şey eksilmez, şüphe yok ki Allah, suçları örter, rahimdir.» Ayetten de anlaşıldığı üzere, iman, İslam'dan sonra kalpte hasıl olan bir nurdur ve insanın manevi kemalinin bir göstergesidir.

Kaynakça

  1. Lisanu’l-Arap, c. 6, s. 345.
  2. Mu'cem-u Mekayis fi’l-Lügat, c. 3, s. 90-91; Me'cmeu’l-Beyan fi Tefsiri’l-Kur'an, c. 2, s. 715; Et-Tahkik fi Kelimat-ı Kur'ani’l-Kerim, c. 5, s. 191-192, «s-l-m» maddesi.
  3. Lisanu’l-Arap, c. 6, s. 345; Mecmau’l-Bahreyn, c. 2, s. 407; Mekayisu’l-Lügat, c. 3, s. 90, «s-l-m» maddesi.
  4. Huda ve İnsan der Kur'an, s. 256.
  5. Mecmau’l-Bahreyn, c. 2, s. 407, «s-l-m»
  6. Huda ve İnsan der Kur'an, s. 256.
  7. Armanha ve Vagiiyethayi İslam, s. 31.
  8. El-Mizan fi Tefsir-i Kur'an, c. 16, s. 193.
  9. Âl-i İmran, 85
  10. Âl-i İmran, 19
  11. Bkz. Reyşehri, Mizanu’l-Hikmet, c. 3, s. 1338-1345.
  12. El-Mizan, c. 1, s. 454-457.
  13. Usul-u Kafi, c. 2, s. 25, h. 1.
  14. Usul-u Kafi, c. 2, s. 45, h. 1.
  15. Usul-u Kafi, c. 2, s. 398, h. 6.
  16. Biharu’l-Envar, c. 67, s. 287, h. 9.
  17. El-Mizan, c. 1, s. 267; c. 10, s. 168. Ve s. 293; c. 18, s. 159; Mecmua-i Maarif-i Kuran, Hudaşinasi, 1s. 2-14; Mecmua-i Asar-ı Mutahhari, c. 2, s. 63-64.
  18. 23-Bkz. Suphani, Cafer, El-İlahiyat, c. 2.
  19. Et-Tefsiru’l-Münir fi’l-Akideti ve’ş-Şeriati ve’l-Menhec, c. 1, s. 318; El-Esna fi Şerh-i Esmaullahu’l-Hüsna, c. 2, s. 134.
  20. El-İnsaf fima Yecib İtikaduhu vela Yucuzu El-Cehle bihi, s. 89-90.
  21. Tefsiru’l-Kuranu’l-Azim, c. 3, s. 496.
  22. El-Mizan, c. 16, s. 313-314.
  23. Şerhu’l-Makasid, c. 5, s. 207.
  24. Mecmau’l-Beyan, c. 9, s. 207; Tefsiru’s-Sakaleyn, c. 5, s. 102-103; El-Mizan, c. 18, s. 328.
  25. El-Mizan, c. 18, s. 328.

Bibliyografi

  • İbni Manzur, Muhammed b. Mükerrem, Lisanu’l-Arap, Kum, Edebu’l-Hawza, 1405 h.k
  • İbni Faris, Ahmet, Mucemu’l-Mekayis fi’l-Lügat, Tahkik: Şahabuddin Ebu Amr, Beyrut, Daru’l-Fikir, 1415 h.k
  • Tebersi, Fazl b. Hasan, Mucemu’l-Beyan fi Tefsiri’l-Kuran Beyrut, Daru’l-Marifet-i ve’l-Ofset, Tahran, Nasır Hüsrev, 1406 h.k
  • Mustefevi, Hasan, Tahran, Et-Tahkik fi Kelimat-ı Kurani’l-Kerim, Vezareti Ferheng ve İrşad-ı İslami, 1374 h.ş
  • Tureyhi, Fahreddin, Mecmau’l-Bahreyn, Tahran, Murtezevi, 1375 h.ş
  • Tuşihiko İzotso, Huda ve İnsan der Kuran, Tercüme: Ahmet Aram, Tahran, Neşr-i Ferheng-i İslami, 1374 h.ş
  • Nasır, Hüseyin, Armanha ve Vakiiyyethai İslam, Tercüme: İnşallah Rahmeti, Tahran, Cami, 1382 h.ş
  • Tabatabai, Muhammed Hüseyin, El-Mizan fi Tefsiri’l-Kuran, Kum, Defter-i İntişaratı İslami Camietu’l-Müderrisiyn-i Howze-i İlmiye, 1417 h.k
  • Teberi, Muhammed b. Cerir, Camiu’l-Beyan an Te’vili’l-Kuran, Tashih: Sıtki Cemil Attar, Beyrut, Daru’l-Fikir, 1415 h.k
  • İbni Aşur, Tefsiru’t-Tahrir ve’t-Tenvir, Tunus, Ed-Daru’t-Tunusiye Lin-Neşr, tarihsiz.
  • Reşit Rıza, Muhammed, Tefsiru’l-Menar, Kahire, Daru’l-Menar, 1373 h.k
  • Kuleyni, Muhammed b. Yakup, Usul-u Kafi, Tashih: Ali Ekber Gaffari, Beyrut, Daru’t-Taaruf, 1401 h.k
  • Meclisi, Muhammed Bakır, Biharu’l-Envar, Beyrut, Daru İhyau’t-Terasu’l-Arabi, 1403 h.k
  • Fadlullah, Seyit Muhammed Hüseyin, Tefsiru min Vahyi’l-Kuran, Beyrut, Daru’l-Milak, 1419 h.k
  • Misbah Yezdi, Muhammed Taki, Mecmuai Maarif-i Kuran, Hudaşinasi, Kum, Der Rah-ı Hak, 1365 h.ş
  • Mutahhari, Murtaza, Mecmuai Asar, Kum, Sadra, 1383 h.ş
  • Ez-Züheyli, Vehbe, Et-Tefsiru’l-Münir fi’l-Akideti ve’ş-Şeriati ve’l-Menhec, Beyrut, Daru’l-Fikri’l-Muasır, 1411 h.k
  • El-Kurtubi, Muhammed b. Ahmet, El-Esna fi Şerhi Esmaullah el-Hüsna, Daru’s-Sahabe Lituras, 1416 h.k
  • Bakıllani, Ebu Bekir, El-İnsaf fima Yecibu İtikadihi ve La Yecuzu’l-Cehli bihi, Tashih: Ahmet Haydar, Beyrut, Alemu’l-Kütüp, 1407 h.k
  • İbni Kesir Demeşki, İsmail, Tefsiru’l-Kuranu’l-Azim, Tashih: Yusuf Maraşlı, Beyrut, Daru’l-Marifet, 1409 h.k
  • Taftazani, Saduddin, Şerhu’l-Makasid, Tashih: Abdurrahman Umeyre, Kum, Şerif Razi, 1409 h.k
  • Arusi Huveyzi, İbni Cuma, Tefsiru Nuru’s-Sakaleyn, Tashih: Resuli Mehellati, İsmailiyan, 1373 h.ş

Dış Bağlantılar