Teberra

Öncelik: aa, kalite: c
linksiz
navbox'siz
yönlendirmesiz
wikishia sitesinden

Şablon:Ahkâm Teberra (Arapça: تبرّی), kelami bir kavramdır ve özellikle Şiaların ve bazı İslami fırkaların yanında inançsal bir öğreti ve dini bir davranış biçimidir. Allah ve dini evliyaların düşmanlarından uzak durmak anlamına gelir.

Teberra’nın Anlamı

“Teberra”, “tefauul” vezninden ve “bere'e” (بَرَءَ) kökünden; aslı “teberru” olan Arapça bir mastardır. “Teberra”, sözlükte birlikte olmanın uygunsuz olduğu şeyden uzak durmak anlamına gelmektedir. Uzak olmak ve uzak durmak anlamlarında kullanılmıştır.[1]

Kur’an-ı Kerim’de Teberra

Teberra kavram ve öğretilerinin Kur’an-ı Kerim’de kökeni vardır. Kur’an’da Allah ve Peygamberi’nin (s.a.a) müşriklerden beri olduğunu ilan ederek, “Beraat” (tövbe) suresinin yanı sıra, yirmi surede de (toplam 27 ayet) beraat sözcüğü ve türevleri otuz yerde zikredilmiştir.[2] Şirkten uzak durmak [3] ve aynı şekilde Hz. Peygamber-i Ekrem’in (s.a.a) kendi muhaliflerinden uzak durması ve muhaliflerinin de ondan uzak durduklarını izhar etmesi.[4] Kur’an, “beraat” ve “teberra” sözcüklerini neredeyse sözlük anlamında kullanmıştır. Müşterek noktaları, Allah düşmanlarından ayrılış; müşrik ve kâfirlerin anlaşma ve ittifaklığından çıkmak; batıl takipçilerden kopmak ve ayrı durmak.[5]

Hadisler ve Teberra

Hz. Resul-i Kibriya Efendimizden (s.a.a) nakledilen hadislerde de teberranın önemine vurgu yapılmıştır. Efendimiz beraatı (el-Buğz fillah) imanın en önemli ve sağlam dallarından (min evsaki uriye’l iman) biri olarak zikretmiştir.[6] İmam Sadık (a.s) da Allah dininin muhalifi, Allah düşmanlarının dostları ve Allah dostlarının düşmanlarından beraat etmenin farz olduğunu tasrih etmiştir.[7]
Hadislerde tevella ile birlikte teberraya da vurgu yapılmıştır.

İslam Mezheplerinde Teberra

İslam mezhep ve fırkalarının çoğu, Kur’an-ı Kerim ve Hz. Resul-i Ekrem’in (s.a.a) hadislerinin vurgusu ile teberra inancına sahip ve Kur’an’ın genel kavram, zaruret ve öneminde bir farklılık bulunmamaktadır. Ancak Allah düşmanlarının mısdak ve örnekleri konusunda ve ayrıca dinden çıkmanın ölçüsünde fikir ayrılıkları yaşanmıştır. Onlardan bazıları kendi hakkaniyetlerine dayanarak, dindarlıkta kendilerini Allah dostlarının mısdak ve örnekleri bilip, kendilerine muhalif olanları dinden çıkmış, batıl ehli ve Allah düşmanı saymış ve onlardan beraat etmenin farz olduğunu belirtmişlerdir.[8] Bağdadi’nin[9] dediğine göre, Müslümanların büyük çoğunluğu Rafıziler (İmamiye, Zeydiye, Keysaniye ve Gulat’ı kapsamaktadır) ve birkaç başka fırka hakkında İslam’ın şubelerinden olmalarına rağmen, onların sapkın ve kâfir olduklarına inanmakta ve onlardan teberri etmektedirler. Bağdadi’nin bu görüşünü tüm mütekellim ve İslam âlimleri onaylamamıştır.[10] Ama Ali b. Ali b. Ebu’ul Uzza Hanefi’nin (ö. 792) “Et-Tahaviye fi’l Akideti’s-Salefiye[11] kitabında belirttiği gibi, son dönem Ehlisünnet ulemalarından bazıları onun görüşünü teyit etmiştir.[12]

Şia Açısından Teberra

Şialar teberra’yı karşıt ve zıt anlamı olan tevella ile birlikte füru-u dinin bir parçası ve farz bilmektedirler. Teberra’dan maksat, Hz. Peygamber-i Ekrem’in (s.a.a) Ehlibeytinin (a.s) düşmanlarına düşmanlık gütmek ve onlardan beri olmaktır.[13]

İslam tarihi boyunca, teberra imamet ve Hz. Peygamber’in (s.a.a) vasisi konusu gibi ya kelami ve inançsal konuların kökeninden ya siyasi tartışma ve kavgalardan ve bazen de kişisel motivasyonlardan kaynaklanmıştır.[14] Bu meyanda, teberra tevellanın yanında, özel bir yere ve Şia mezhebinde has bir anlama sahip ve bu mezhebin temel öğretilerinden biri sayılmaktadır.

Şialar atanmış imamın imametini dinin asıllarından (Usul-u Din) bilmekte ve imametin, risaletin devamı kaydıyla İslam’ın ayakta kalması ve korumasını tazmin ettiğine inanmaktadır. Hz. Peygamber’den (s.a.a) sonraki 12 imam (a.s), masum, Allah tarafından atanmış, Hz. Resulullah (s.a.a) tarafından tanıtılmış ve her bir imamın kendisi de bir sonraki imamı tanıtmıştır. İmamlar (a.s) dini her türlü tahriften, akait ve amellerdeki değişiklik ve indirgemelerden korumaktadırlar.[15] Bu inanca göre, İmamların (a.s) düşmanları, yani imametin gerçekleşmesine mani olan ve öz Muhammedî İslam’ın gerçekleşmesine mealen engel olanlar veya Hz. Peygamber’in (s.a.a) Ehlibeyt’ine (a.s) kin güdenler, Allah’ın düşmanlarıdır ve onlardan teberra etmek farzdır.[16] Buna ek olarak, bir grup Şia ulema ve müfessiri, Şia ve Ehlisünnet hadis külliyatlarında geçerli ve güvenilir olan hadislere dayanarak bazı ayetlerin –Hud suresinin 18 ve 19. ayetleri, Enfal suresinin 25. ayeti ve Mücadele suresinin 22. ayeti gibi- Hz. Ali (a.s) hakkında nazil olduğuna inanmakta; dolayısıyla onun düşmanlarını Allah ve Hz. Peygamber’in (s.a.a) düşmanları olarak tanıtmakta ve onlardan uzak durmanın farz olduğuna inanmaktadır.[17] Hz. Fahri Kâinat Efendimiz (s.a.a) ve Şia imamlarından (a.s) nakledilen çok sayıdaki hadis de teberranın bu anlamını içermektedir. Örneğin Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a) Hz. Ali’ye hitaben şöyle buyurmuştur: «اَنـَا سِلْمٌ لِمَنْ سالَمْتَ و حَرْبٌ لِمَنْ حارَبْتَ» ; “Şüphesiz ben senin barışık olduğunla barışık ve senin savaştığın herkesle savaş halindeyim.” Veya “Benden sonra imamlar 12 kişidir ve onların her birini inkâr etmek beni inkâr etmek demektir.” Ayrıca Hz. Ali (a.s), Hz. Fatıma (s.a), Hz. Hasan (a.s) ve Hz. Hüseyin (a.s) hakkında şöyle buyurmuştur: «اَنـَا حَرْبٌ لِمَنْ حارَبَکُمْ و سِلْمٌ لِمَنْ س'الَمَکُمْ» ; “Ben sizin savaştığınız herkesle savaş halinde ve sizinle barışık olan herkesle de barışığım.”[18] Şia imamları (a.s) da çeşitli münasebetlerle teberrayı İslam ve imanın gerekli koşullarından saymış ve vacip bilmişlerdir. Bu farz hükmün kapsam alanını ise şöyle açıklamışlardır: Hz. Peygamber’in (s.a.a) İtret/Ehlibeytine zulmedenler, onların hürmetini çiğneyenler, Hz. Resulullah’ın sünnetini değiştirenler, Hz. Peygamber’in (s.a.a) ashabını sürgün edenler (Ebu Zer gibi), yoksulların mallarını zenginler arasında bölüştürenler, Nakisin (Cemel savaşında ahdini bozanlar), Kasitin (Muaviye ve takipçileri) ve Marikin’in (haricilerin) tamamı, delalet önderleri, zalimlerin liderleri, Hz. Ali (a.s) ve tüm İmamların (a.s) katilleridirler.[19]

Teberri Edilmesi Gerekenler

Kur’an-ı Kerim çeşitli surelerde şirkten, putperestlikten beraatin ölçüsünü belirlemiş; şirk ve delaletin liderlerini ve onların tanrılarını teberranın mısdak ve örneklerinden saymıştır. Mümtehine suresinde Hz. İbrahim (a.s) ve takipçilerinin teberrisinden söz etmiş ve şöyle buyurmuştur: قَدْ كَانَتْ لَكُمْ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ فٖى اِبْرٰهٖيمَ وَالَّذٖينَ مَعَهُ اِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ اِنَّا بُرَءٰؤُا مِنْكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ كَفَرْنَا بِكُمْ وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَاءُ اَبَدًا حَتّٰى تُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَحْدَهُ ; “İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: «Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.»”

Surenin başında Allah düşmanları ile dostluk şiddetle yasaklanmış ve ayette Hz. İbrahim (a.s) örnek gösterilerek, hürmet gösterilmiştir. Hz. İbrahim (a.s) kendi müşrik toplumuna şöyle buyurmuştur: “Bizler ne sizi ve ne de mezhep ve dininizi kabul ediyoruz. Daha da ötesi, sizden ve putlarınızdan nefret ediyor; kesin olarak ve hiçbir şeyi gizlemeden sizden nefret ettiğimizi ve ayrı olduğumuzu ilan ediyoruz.”

Aynı surede ikinci aşamada Müslümanlardan Hz. İbrahim ve takipçilerini örnek alarak onu kendilerine model almaları istenmekte ve şöyle buyrulmaktadır: لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فٖيهِمْ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَمَنْ يَتَوَلَّ فَاِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْغَنِىُّ الْحَمٖيدُ ; “Andolsun, onlarda (İbrahim ve beraberindekilerde) sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü arzu edenler için güzel bir örnek vardır. Kim yüz çevirirse bilsin ki, Allah her bakımdan sınırsızca zengindir, övülmeye lâyıktır.”

Şialar açısından Şii olmayan her Müslüman teberranın farz mısdaklarından değildir; bilakis hadislerin ve fıkhi kaynakların tabiri ile bu hüküm Peygamber Ekrem’in (s.a.a) Ehlibeyt’inin (a.s) hakkaniyetini bildiği halde onlara duydukları düşmanlıklarından ötürü düşmanlık bayrağı açmış olanlara; Gulat gibi Hz. Ali’nin (a.s) ulûhiyetine inananlara; başka bir insan olduğuna veya Müfevvize gibi yaratılış, rızık vermek, yaratmak ve öldürmenin Hz. Peygamber (s.a.a) ve Hz. Ali’ye (a.s) verildiğine inanlara şamil olduğuna inanmaktadır.[20]-[21]-[22]

Teberra’yı İfade Etme Yolları

Teberranın ifade edilmesi hakkında da Şialar ve Sünniler arasında geniş farklılıklar söz konusudur. Özellikle Şii ve Sünni hükumetlerin teberranın şiddetlenmesi veya hafiflemesinde ciddi etkileri olmuştur. Burada üzerinde durulması gereken bir diğer nokta da şudur ki Şia ulemasının genelinin siresinde, düşmanlardan teberranın izharında en azından Hz. Ali’ye (a.s) uymak, vahdete riayet ve Müslümanların birbirleriyle ilişkilerinin istikrarı ve İslami mezheplerin yakınlaştırılması için çaba sarf ettikleri görülmüştür.

Geçmiş dönemde yaşamış Şeyh Müfid, Seyyid Murtaza, Şeyh Tusi ve aynı şekilde Mirza Hasan Şirazi, Mirza Muhammed Hasan Naini, Ayetullah Hacı Ağa Hasan Burucerdi ve İmam Humeyni gibi son dönem âlimlerin yaşamlarında bu konuyla ilgili çok sayıda kanıtlar bulunmaktadır.

Rivayetlerde her türlü duygusal tahrik ve kötümserlik atmosferinin uyandırılmaması tavsiye edilmiştir. Bu sirenin edinimi hiç şüphesiz etkili olmuştur.[23]

Tüm bunlara rağmen, bazı dönemlerde Al-i Buye, Fatımiler, Safeviler, Adilşahiyan, Nizam Şahiyan ve Kutbu Şahiyan gibi (tarihte pek bilinmeyen bu gibi küçük devletlerin) teberra ettikleri rapor edilmiştir.[24]

Öte yandan, Selefi ve Vehhabiler, teberra girişimlerinde bulunmuşlardır. Örneğin Necef, Kerbela şehirleri ve Şia İmamlarının (a.s) kabirlerine saldırmışlar; Sahabe ve İslam mezhepleri büyüklerinin kabirlerini tahrip etmişlerdir. Resul-i Ekrem’in (s.a.a) Mekke’de dünyaya geldiği yerler de tahrip edilmiştir.[25]

Teberra’nın Felsefesi

İlahi hükümlerin tamamı temel insani fıtratla uyum içinde kararlaştırılmıştır. İnsan tanıma ve anlayış gücü dışında, olumlu ve olumsuz duygulara da sahiptir. Öfke, üzüntü, gözyaşı… gibi insandaki olumsuz duyguların doğal olarak insana hikmet ve faydası vardır. Yoksa vücudumuzda olan olumsuz duygu ve istidatların bir anlamı olmazdı.

İnsan vücudunda muhabbet noktasının karşısında nefret ve düşmanlık adında bir nokta belirlenmiştir. Kendisine yardım ve hizmet eden birisine sevgi besleyecek şekilde tasarlanan insan fıtratı, aynı zamanda ona zarar verenlere karşı da fıtratı düşmanlık gütmektedir. Elbette mümin için dünyevi maddi zararlar önemsizdir; ancak insandan dinini almak isteyen ve ebedi saadetin önünü kesmek isteyen düşmana olumlu tepki gösterilmemelidir. Kur’an şöyle buyurmaktadır: اِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمْ عَدُوٌّ فَاتَّخِذُوهُ عَدُوًّا ; “Gerçek şu ki, şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin.” Eğer Allah dostlarına ve evliyalara dostluk gütmek gerekirse, Allah düşmanlarına da düşmanlık gütmek gerekir. Bu insan fıtratıdır ve insani saadet ve tekâmül faktörüdür. Eğer Allah düşmanlarına “düşmanlık” olmazsa, yavaş yavaş insanın davranışı onlarla dostça olacak ve bu birliktelik sonucunda onların davranışlarını benimseyecek ve onların sözlerini kabul edecektir ve zamanla onlar gibi başka bir şeytan olacaktır.

Düşmanlara düşmanlık gütmek, zararlar ve tehlikeler karşısında bir çeşit savunma icat eder. İnsan vücudu faydalı besinleri cezbedecek cazibe faktörüne sahip olduğu gibi, bir savunma mekanizmasına da sahiptir. Bu mekanizma sayesinde zararlı madde ve mikropları def etmektedir. Eğer insanın savunma mekanizması zayıf olursa, mikroplar gelişir. Canlı varlıkların defetme sistemleri bulunmaktadır. İnsan ruhunda da böyle bir mekanizma olmalıdır. Böylece bizim için faydalı olan şeyler ve kişiler bizim hoşumuza gitsin ve onları sevelim. Onlara yakın olalım; onlardan bilim, kemal, edep, marifet, bilgi, ahlak öğrenelim; buna karşın toplumun yazgısına zararlı olan şeylere ve kişilere karşı da düşmanlık güdelim.

Ayrıca bakınız

Kaynakça

  1. Rağıb İsfahani, İbn-i Manzur; Safi Puri, “beree” zeylinde; Nefisi, Daiyu’l İslam, “teberra” zeylinde.
  2. Mustafavi, Abdul Baki, “beree” zeylinde.
  3. En’am, 19, 78.
  4. Yunus, 41; Şura, 216.
  5. Tabersi, c. 5, s. 3-4; Abdul Baki, aynı madde.
  6. Muttaki, c. 1, s. 257; Meclisi, c. 66, s. 242.
  7. İbn-i Babavey, 1412, s. 86.
  8. Kasd İslam, ikinci baskı, “teberra” zeylinde, ayrıca Bkz. İranika, bara.
  9. Sad, 16, 278, 251.
  10. Örnek olarak Bkz. Uzuddin İci, s. 394-395.
  11. a. g.e, s. 398-403.
  12. Bkz. Emin, s. 148; Alusi, s. 80, Al-i Şeyh, s. 501-505.
  13. İbn-i Babaveyh, 1412, s. 78-81; Lahici, s. 154-155.
  14. İbn-i Ebu’l Hadid, c. 4, s. 54- 56 ve 58.
  15. İmam’ın makam, konum ve görevi konusunda hadislere bakınız. Önreğin, Kuleyni, c. 1, s. 198-303. İmam Rıza’dan (a.s) nakledilen hadis.
  16. Lahici, a.g.e, İbn-i Babaveyh, 1412, s. 81.
  17. İbn-i Babaveyh, 1412, s. 77-78; Hasakani, c. 2, s. 329.
  18. İbn-i Babeveyh, 1412, s. 78-81. Hasakani, 1410, s. 125; Ahteb Harezmi, s. 61, Hürr-ü Amuli, c. 16, s. 177-183
  19. İbn-i Babeveyh, . 1362, c. 2, s. 607-608; Meclisi, c. 10, s. 358, c. 65, s. 263.
  20. Bkz. İbn-i Babeveyh, 1412, s. 71-76.
  21. Tabatabai Yezdi, c. 1, s. 67-68.
  22. Naraki, c. 1, s. 204.
  23. Örnek olarak Bkz. İbn-i Babeveyh, 1412, s. 82.
  24. Bkz. Hamedani, c. 1, s. 183-187; İbn-i Cevzi, c. 14, s. 150-151; İbn-i Esir, c. 8, s. 542-543; İbn-i Hallakan, c. 1, s. 407; Zehebi, Havadis ve Vefayat, s. 8, 248, k. 351-380; Mukrizi, c. 1, s. 142, 145-146, 1387; aynı, 1270, c. 2, s. 286-287, 341-342; Firişte, c. 2, s. 11, 109-113; Azzavi, c. 3, s. 341-343; Felsefi, c. 3, s. 889, 894, 895.
  25. Bkz. Al-i Mahbube, c. 1, s. 324-326; Emin, s. 13-14, 22-23; Kerkukli, s. 212.

Bibliyografi

  • Kur’an’a ekler
  • Abdurrahman b. Hasan Al-i Şeyh, Fethu’l Mecid, Şerh-i Kitabu’t-Tevhid, Abdul Aziz b. Abdullah b. Baz baskısı, Beyrut, 1405/1985.
  • Cafer b. Bakır Al-i Mahbube, Maziu’n-Necef ve Haziruh, Beyrut, 1406/1986; Mahmud Şükrü Alusi, Tarih-i Necd, Muhammed Behce’l Eser, Kahire, 1998.
  • İbn-i Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, Muhammed Ebu’l Fazl İbrahim baskısı, Kahire, 1385/1378. 1965/1967, Beyrut ofset baskısı.
  • İbn-i Ebu’l Az, Şerh-i Tahaviye fi’l Akidetu’s-Selefiye, Ahmed Muhammed Şakir baskısı, Kahire, Daru’t-Turas.
  • İbn-i Esir.
  • İbn-i Babeveyh, el-İ’tikadat fi Dini’l İmamiyye, Gulam Rıza Mazenderani baskısı, Kum, 1412.
  • İbn-i Babeveyh, Fezailu’ş-Şia, Sıfatu’ş-Şia ve Masadikatu’l İhvan, Kum, 1410.
  • İbn-i Babeveyh, Kitabu’l Hisal, Ali Ekber Gaffari baskısı, Kum, 1362 h.ş.
  • İbn-i Cevzi, el-Muntazam fi Tarihi’l Muluk ve’l Umem, Muhammed Abdul Kadir Ata ve Mustafa Abdul Kadir Ata baskısı, Beyrut, 1412/1992.
  • İbn-i Hallakan.
  • İbn-i Saad, tercüme el-Hüseyin ve Maktele aleyhi selam, mine’l Kısmı Gayri’l Matbu min Kitabi’t-Tabakatu’l Kebir li-İbn-i Sad, Abdul Aziz Tabatabai baskısı, Terasna, 3. Yıl, s. 1, (Muharrem- Rebiülevvel, 1408)
  • İbn-i Manzur.
  • Muvaffak b. Ahmed Ahteb Harezmî, el-Menakib, Kum, 1417.
  • Ali b. İsmail Eş’ari, Kitabu Makalatu’l İsamiyyin ve İhtilafu’l Musallin, Helmut Riyter Visden baskısı, 1400/1980.
  • Muhsin Emin, Keşfu’l İrtiyab, Tahran, 1347.
  • Abdul Kahir b. Tahir Bağdadi, el-Fireku Beyne’l Firek, Muhammed Muhyiddin Abdul Hamid baskısı, Beyrut, Daru’l Kutubu’l İlmiye.
  • Muhsin b. Tenuhi, Nişvaru’l Muhadare ve Ahbaru’l Muzakere, Abdu Şalçi baskısı, Beyrut, 1391/1393, 1971/1973.
  • Ubeydullah b. Abdullah Hasakani, Şevahidu’t-Tenzil li-Kavaidu’t-Tefzil, Muhammed Bakır Mahmudi baskısı, Tahran, 1411/1990.
  • Muhammed Ali Daiyu’l İslam, Ferheng-i Nizam, Sengi Haydar Abad Rükn baskısı, 1305-1318, Kum ofset baskısı, Tahran, 1362-1364.
  • Ahmed b. Davut Deyneveri, El-Ahbaru’t-Tival, Abdul Munim Amir baskısı, Kahire, 1960, Kum ofset baskısı, 1368 h.ş.
  • Muhammed b. Ahmed Zehebi, Tarihu’l İslam ve Vefayatu’l Meşahir ve’l A’lam, Ömer Abdul İslam Tedmiri baskısı, Havadis ve Vefayat, 351-380, Beyrut, 1409-1989.
  • Hüseyin b. Muhammed Rağıb İsfahani, el-Müfredat fi Garibi’l Kur’an, Muhammed Seyyid Gilahi baskısı, Tahran, 1332 h.ş.
  • Muhammed b. Abdul Kerim Şehristani, Kitabu’l Milel ve’n-Nihal, Muhammed b. Fethullah Bederan baskısı, Kahire, 1375/1956, Kum ofset baskısı, 1367 h.ş.
  • Abdurrahim b. Abdul Kerim Safi Pur, Münteha’l Ereb fi Lügati’l Arab, taş baskısı Tahran, 1297/1298, Ofset baskısı, 1377.
  • Muhammed b. Yahya Suli, Ahbaru’r-Razi Billah ve’l Muttaki Billah, Hayurs Den baskısı, Beyrut, 1399/1979.
  • Muhammed Kazım b. Abdul Aizim Tabatabi Yezdi, El-Urvetu’l Vuska, Beyrut, 1404/1984.
  • Tabaresi.
  • Taberi, Tarih (Beyrut).
  • Muhammed Fevaid Abdul Baki, El-Mu’cem el-Mufehres li-Elfazi’l Kur’ani’l Kerim, Kahire, 1364.
  • Abbas Azzavi, Tarihu’I Irak Beyne İhtilaleyn, Bağdat, 1353-1371/1935-1956, Kum ofset baskısı, 1369 h.ş.
  • Abdurrahman b. Ahmed Uzuddin Ebha, el-Muvafık fi İlmi’l Kelam, Beyrut, Alimu’l Kutub.
  • Muhammed Kasım b. Gulam Ali Firişte, Tarih-i Firişte veya Gülşen İbrahimi, Lekenhu, 1281.
  • Nasrallah Felsefi, Zindigi-i Şah Abbas-ı Evvel, Tahran, 1364 h.ş.
  • Resul Kerkukli, Duhetu’l Vezara fi Tarihi Vekai Bağdatu’z-Zura, Nakle an et-Türkiye Musa Kazım Nurs, Kum, 1372 h.ş.
  • Kuleyni.
  • Abdurrezzak b. Ali Lahici, Sermaye-i İman, Tahran, 1362 h.ş.
  • Ali b. Hisamuddin Muttaki, Kenzu’l Ümmal fi Süneni’l Ekval ve’l Efal, Haydar Abad Dükken, 1364/1384/ 1945/1975.
  • Meclisi.
  • Mes’udi, Muruc (Beyrut), Meskuviye, Hasan Mustafavi, et-Tahkik fi Kelamatu’l Kur’anu’l Kerim, Tahran, 1360 /1371 h.ş.
  • Ahmed b. Ali Mugrizi, İtazu’l Hunefa, c. 1, Cemalettin Şabbal baskısı, Kahire, 1387/1967.
  • Ahmed b. Ali Mugrizi, Kitabu’l Mavaiz ve’l İ’tibar Bizikri’l Hattat ve’l Esar, el-Maruf Bil-Hutetu’l Mukriziye, Bevlak, 1270, Kahire ofset baskısı.
  • Ahmed b. Muhammed Mehdi Naraki, Müstenedetu’ş-Şia fi Ahkamu’ş-Şeriat, c. 1, Meşhed, 1415.
  • Muhammed b. Abdul Melik Hamedani, Tekmiletu Tarihi’t-Taberi, c. 1, Albert Yusuf baskısı, Beyrut, 1961.
  • Ali Ekber Nefisi, Ferheng-i Nefisi, Tahran, 1355 h.ş.
  • Yakut Hemuy, Mu’cemu’l Udeba, Mısır, 1355-1357/1936-1938, Beyrut ofset baskısı.
  • Encyclopaedia Iranica, s.v. "Bara: Ýa" (by E. Kohlberg); EI 2, s.v. "Tabarru" (by J. Calmard).

Dış Bağlantılar