Fıkıh

Öncelik: a, kalite: c
linksiz
navbox'siz
yönlendirmesiz
wikishia sitesinden


Fıkıh (Arapça: فقه), ameli hükümleri ya da insanın dini tekliflerini elde etmede yararlanılan İslami bir bilimdir. Fakihler fıkıh hakkında çok farklı tanımlar yapmışlardır. Fıkıh hükümleri, istidlal ve dört İslami kaynağın incelenmesi ile elde edilir. Bu dört kaynak: Kur’an, sünnet, icma ve akıldır. Fıkıh, Şia ve Ehli sünnet arasında İslam’ın başlangıcından itibaren farklı dönemleri geride bırakmıştır. Hz. Resulullah’ın (s.a.a) yaşadığı dönem olan teşrii dönem, fıkıh açısından bu iki mezhebin ortak dönemleridir.

Terminoloji

Fıkıh Nedir?

"Fıkıh" sözlükte “bir şeyi bilmek, iyi ve tam anlamak, derinlemesine kavramak”[1] anlamına gelir. Terimdeki anlamı ise, İslami kaynaklar ve şer'i deliller aracılığı ile şer'i hükümlere ilim (vakıf olmak) veya mükellefin vazifesini bilmek ve elde etmektir.[2]

Şer'i Hüküm Nedir?

Ana Madde: Şer'i Hüküm

"Hüküm" fıkıh teriminde, doğrudan veya dolaylı olarak mükellefin fiiline yönelik şer'i hitaptır.[3] "Hükmün" çoğulu olan "ahkâm" için farklı kategorik ve çeşitli kısımlar vardır. Şer'i hükümlerin en önemli iki kısmı; "vaz'i hüküm" ve teklif-i hükümlerdir. Şer'i hüküm, (hükm-ü evveli ve hükm-ü sanevi) evveli (birincil) ve sanevi (ikincil) hüküm olmak üzere iki çeşittir. "Hükümeti" ve "velayeti" hüküm de şer'i hükümlerin bir diğer önemli kısımlarındandır.

Ahkâmın Delilleri ve Fıkıh Kaynakları

Ana Madde: Fıkhi Hükümlerin Kaynakları

Şer'i hükümlere ulaşma imkânını sunan kaynaklara "ahkâm delilleri" ve "fıkıh kaynakları" denir. Bu deliller Şiaların yanında dört tanedir. Şialar içinde bulunan Ahbariler'de ise, bunlar yalnızca kitap (Kur’an) ve sünnettir. Onlara göre icma ve akıl muteber değildir.[4] Usul-u Fıkıh delillerinde kendisinden bahsedilen bu deliller şunlardır:

Kitap

Ana Madde: Kur'an, Ahkamu'l Kur'an, Ayetu'l Ahkam

Fıkıh ve Usul teriminde tabir edilen kitaptan maksat, Kur’an-ı Kerim’dir. Teşrii hükümlerin kaynağı ve İslam fıkhının en temel ve en önemli kaynağıdır. Kur’an, Allah’ın kapsamlı yasası, rivayet ve hadislerin ölçülme kriteridir. Bu sebeple Hz. Fahr-i Kâinat Efendimize (s.a.a) nazil olduğu zamandan günümüze kadar ve ilelebet ahkâmın birinci temel kaynağı unvanı ile İslam fakihlerinin ilgisini kendisine çekmiştir. İçtihat ve fekahet tarihi bu iddianın tanığıdır.”[5] Kur’an-ı Kerim’in fıkıhtaki en önemli rolü, bu semavi kitapta geçen ahkâm ayetleri bölümüdür. Kur’an’da 500 kadar ayetin fıkıh ve ayatu’l ahkâm hakkında olduğu bilinmektedir.[6]

Elbette şer'i hükümlerin Kur’an’dan istinbat [Not 1] edilmesi ve çıkarılması, bir çok ilme sahip olmak, dil ve edebiyat bilimlerine vakıf olmak (lügat, sarf, nahv, maani ve beyan gibi ilimler), Kur’ani ilimleri (nasih ve mensuh, muhkem, müteşabih ve esbab-ı nüzul gibi), şer'i ilimleri, fıkıh ve usul ilkelerini bilmeyi gerektirir. Bu bilim ve ilimlere vakıf olmakla araştırmacı her ne zaman Kur’an’da “emir” maddesiyle karşılaştığında bu maddenin vücuba (vacip) delalet etmediğini ve her vücubun (farz ve vacibin) emirle beyan edilmeyeceğini anlar. Yine bilir ki bazen nehy, "inşai kalıp" yerine "nefy" kalıbında ve haber şeklinde beyan edilir.

Sünnet

Ana Madde: Hadis, Sünnet Fakihlerin teriminde masumun (a.s) söz, fiil ve takririne "sünnet" denir. Ehli sünnet arasında "sünnet" Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.a) söz, fiil ve takririnden ibarettir. Ancak Şia’nın yanında Ehlibeyt İmamları (a.s) yalnızca Hz. Peygamberin (s.a.a) hadislerinin nakledicileri olmadıklarından, bilakis Allah tarafından görevlendirildikleri ve Hz. Peygamber (s.a.a) tarafından kendi yerine ardıl olarak bırakıldıklarından, şer'i hükümlerin istinbat ve çıkarsamasında onların da söz, fiil ve takrirleri sünnet ve kaynak olarak kabul edilmektedir.[7]

Akıl

Ana Madde: Akıl

Usul-u fıkıh uleması arasında meşhur görüse göre, akıl da şer'i hükümlerin istinbatı için dört kaynaktan birisidir. Bu meyandaki önemli nokta, aklın şer'i hükümlerin istinbatında ve bu süreçteki gücünün ölçüsündedir. İmamiye fakihleri (Şia Caferi fakihler) içtihat makamında, akıldan ziyadesiyle istifade etmektedirler. Usul ilminde bunlardan bazıları tedvin edilmiştir. Ancak aklın halen tedvin edilmeyen çok sayıda uygulaması mevcuttur. Fıkıh istinbatında aklın kullanıldığı yerlerden bazıları şunlardan ibarettir:

  • Aklın hükmü, şer'i hüküm kaynağı unvanı ile kitap ve sünnetin paralel ve arzındadır. Bu esasa göre, şer'i hükümlerin bazıları ameli akıl ve fiillerin hüsnü kubhu yoluyla elde edilmekte ve bazıları şer'i bir emir ile başka bir emir arasındaki eşliği yoluyla ispat edilmektedir. Örneğin namazın farz oluşu ile abdestin başlangıç unvanı ile ispatı arasındaki eşlik gibi.
  • Akıl hükmünün, dini metinlerin güvenirlik, özgünlük ve orijinallik makamının ispatı. Bu işlevde, bir rivayet ve hadisin kabul edilme yolu ve onun içeriği esasına göre amel, onun (hadis ve içeriğe amelin) kati ve kesin akıl hükümleriyle çatışmaması ve çakışmaya uğramaması yoluyladır. Örneğin peygamberlerin ismet ve masumluk sıfatı kesin ve kati olan akıl delilleri ile ispat edildiğinden, peygamberlerin ismet ve masumluğunu reddeden hadislerin içeriği batıldır.
  • Şer'i hükümlerin, kitap ve sünnetten hükümlerin çıkarılma ve istinbatında aklın etkisi. Bu durumda müçtehit ve fakih, aklın yardımı ile bazı kaide ve kuralları keşfetmekte ve onların aracılığı ile kitap ve sünnetten şer'i hükümlerin istinbatına yönelir.
  • Aklın istinbat sürecindeki son işlevi, şer’i hükümlerin elde edilme ölçüt ve kriteridir.[8]

İcma

Ana Madde: İcma

İcma, şer'i hükümlerin çıkarılma ve istinbatında kullanılan dört kaynaktan biridir; fıkıh usulünün delil ve argümanları bölümünde çeşitli yönlerden ele alınmaktadır. Ehli sünnet, icmayı doğrudan güvenli bilmekte ve şer'i hükümlerin istinbatı için dört veya üç delilden biri olarak bilmektedir. İcma'ya bu öneminden dolayı, kendilerine “Ehli sünnet ve cemaat” demektedirler.[9] İmamiye (Şia Caferi) fakihleri icmayı, Kur’an ve sünnetin yanında doğrudan bir delil saymamakta, sadece icmanın masum imamın görüş ve düşüncesinden haber verdiği için delil ve istinat edilmeye uygun bilmektedirler.[10]

Fıkıh Babları

Fıkıh meseleleri, fıkıh kitaplarında çok sayıda bölümde ele alınmıştır. Bunların her birinin adına fıkıhta "bab" denmektedir. Fıkıh meseleleri için çok sayıda sınıflandırmalar yapılmıştır. Ancak bunların hiç birisinin ölçütü mantık kurallarına göre değildir. Bilakis daha çok kişisel ve kendine özgüdür. Muhakkik-i Hilli’nin (r.a) Şeraiu’l İslam kitabındaki sınıflandırması, taharetten diyatı kapsamakta ve 52 baba ulaşmaktadır. Bu sınıflandırma, Muhakkik-i Hilli’den sonra da neredeyse tüm fakihler tarafından kabul görmüş ve hatta ameli risaleler dahi, bu sınıflandırmaya göre taharetten başlayarak, hudut ve diyatla sona ermektedir.
Bir genel sınıflandırma ile bu 52 babı, dört bölümde toplamak mümkündür:

  1. İbadetler; menfaat elde etme (cennet) veya uhrevi zararları defetme (cehennem) niyeti ile yapılan amellerle ilgilidir. 10 babda ele alınan bu konular şunlardır: Taharet, salat (namaz), zekât, hums, sovm (oruç), itikâf, hac, umre, cihat ve emr-i bi'l maruf ve nahy-i ani'l münker.
  2. Ukud; tahakkuk ve gerçekleşmesinin iki tarafa ihtiyaç duyduğu sözleşme ve anlaşmalardır. Ahkamın bu kategorisi, 19 babdan oluşmaktadır. Onlardan bazıları, ticaret, rehin kitabı, hicr kitabı, ziman kitabıdır.
  3. İka’at; tahakkuk ve gerçekleşmesinin bir tarafa ihtiyaç duyduğu tek taraflı sözleşme ve anlaşmadır. Bu kategori talak, cuale ve nezr gibi 11 babdan oluşmaktadır.
  4. Ahkâm; ibadet olmayan ve sözleşmeye ihtiyaç duymayan şeylerdir. Burada Allah’ın hükmü, sözleşme icra olmadan cereyan bulmaktadır. Bu kategorideki fıkıh konuları 12 babda ele alınmıştır. Örneğin, Seyd (avcılık), irs, hudut ve diyat.[11]

Fıkhın Tarihçesi ve Şii İçtihat

Şia fıkhı çeşitli dönemleri geride bırakmıştır. Her bir dönemin kendisine has özelliği vardır. Her dönemde fakihler ortaya çıkmış ve her birisinin fıkhın gelişmesinde rolü olmuştur. Hz. Fahr-i Kainat Efendimizin (s.a.a) vefatından sonra, Şia fıkhı Ehlibeyt İmamlarının (a.s) vasıtası ile yalnızca hadislerin naklinin beyanı için kullanılmıştır. Ancak günümüze kadar bu bilim dalı, bir çok değişimler ve farklı metotlarla kendini göstermiştir.

Sıra Başlık Periyodik Zaman Hususiyet ve Özellikler Önemli ve Etkin Fakihler Önemli Kitaplar
Birinci Dönem Teşrii Çağı Hz. Peygamberin Zamanı Temel Olarak Kur'an-ı Kerim'e Dayanmak --- ---
İkinci Dönem Tefsir ve Beyan Çağı Hz. Peygamber'in (s.a.a) vefatından küçük gaybetin sonuna kadar (11 hicriden 260 hicriye) Hadislerin çokluğu, Takiyenin varlığı, İlaciye [Not 2] Hadislerin ortaya çıkması, Kıyas ve İstihsanın Reddedilmesi Ebu Halit Kabuli, Zurare b. A’yan Şeybani, Maruf b. Herrebuz, Bureyd b. Muaviye İcli, Ebu Basir Esedi, Muhammed b. Müslüm b. Riyah ----
Üçüncü Dönem Muhaddislerin Çağı Büyük gaybetten 5. yüzyılın ilk yarısına kadar (Dördüncü yüzyılın orta yarısından beşinci yüzyılın ilk yarısına kadar) Şia'nın en önemli hadis kaynak kitaplarının yazılması, Fetva içerikli ilk fıkıh kitaplarının düzenlenmesi Ali b. İbrahim Kummi, Muhammed b. Yakup b. İshak Kuleyni, Cafer b. Muhammed b. Cafer Kuvlevyh, Şeyh Saduk Mukni', Men La Yahduruhu'l Fakih
Dördüncü Dönem İçtihat Asrının Başlangıcı Büyük gaybetten Şeyh Tusi zamanına kadar (329-436 h.k) Fıkhi konuların teknik bir hal alması, Usul-u fıkıh kitaplarının yazılması, Mustehdese konularının beyan edilmesi, İbn-i Ebi Akil, İbn-i Cüneyt, Şeyh Müfid, Seyyid Murtaza El-Mukni'e, el-İntisar, Nasiriyat
Beşinci Dönem İçtihadın Zirve Çağı Şeyh Tusi'nin Hayatının Tamamı Şia içtihadının tekamulü, Şia içtihadının Ehli sünnet içtihadı karşısında istiklali, Seçkin fıkıh kitaplarının yazılması, Mukarin Fıkıh alanında kitapların yazılması, İçtihadın bir kaynağı olarak icmanın kabul edilmesi Şeyh Tusi El-Mebsut fi Fıkhi’l İmamiye, En-Nihayet fi Mücerredi’l Fıkh ve’l Fetva, El-Hilaf fi’l Ahkam
Altıncı Dönem İçtihadın Duraklama Çağı Şeyh Tusi'nin vefatından İbn-i İdris'in dönemine kadar (460-598 h.k) Şeyh Tusi karşısında yeni görüşlerin beyan edilmemesi Fazıl b. Hasan Tabersi, Kutbuddin Ravendi, İbn-i Zühre, İbn-i Hamza, İbn-i Berrac Cevahiru'l Fıkh, el-Munteha fi Şerhi'n Nihayet, el-Gonye, el-Vesile
Sekizinci Dönem Eleştiri ve Müçtehitlerin Yeniden Ayağa Kalkma Çağı İbn-i İdris döneminden Ahbarilerin dönemine kadar (6. Yüzyıldan 11. Yüzyıla kadar) Şia fıkhında içtihadın geri dönüşü, Fıkıh ve fıkıh konularının gelişmesi, Hükümetle ilgili fıkhın gelişmesi, Rical ilminin dönüşüm ve hadislerin arındırılması İbn-i İdris-i Hilli, Muhakkik-i Hilli, Allame Hilli, Fahru’l Muhakkikin, Şehid-i Evvel, Muhakkik-i Kereki, Şehid-i Sani, Fazıl Mikdad, İbn-i Fehd-i Hilli, Mukaddes Erdebili Muhtelef Şia, Miftahu’l Keramet, Camiu’l Mekasid, İrşadu’l Ezhan, Mecmeu’l Fevaid, Medariku’l Ahkâm, Şeraiu'l İslam, Lüm’etü’d-Demeşkiye
Dokuzuncu Dönem Fıkhın Dallara Ayrılması ve Ahbarilerin Ortaya Çıkma Çağı Muhaddis Esterabadi'den Vahit Bahbahani'ye kadar (11. Yüzyılın ortasından 13. Yüzyıla kadar) Usul ilminin Ahbarilerin şiddetli muhalefeti ile zayıflaması, Fıkıh kitaplarının hadis temelli yazılması, Cami rivayi kitapların yazılması Muhammed Emin Esterabadi, Molla Salih Mazenderani, Molla Muhsin Feyz-i Kaşani, Şeyh Yusuf Bahrani, Fazıl Cevad, Muhakkik-i Hansari el-Hedaiku’n-Nadire, el-Fevaidu’l Medine, Kifayetu'l Ahkam
Onuncu Dönem Ahbariliğin Kırılma Çağı Vahit Bahbahani'den Şeyh Ensari dönemine kadar 12. yüzyıl (1208-1281 h.k) Usulilerin ayaklanması sonucunda Ahbari düşüncesinin şiddetli bir şekilde kırılması, Şia yanında geçerli olmayan kıyas gibi konuların bırakılması Vahit Bahbahani, Seyyid Muhamed Mehdi Behru’l Ulum, Şeyh Cafer Kaşifu’l Gıta, Mirza Ebu’l Kasım Kummi, Seyyid Ali Tabatabai, Muhammed Hasan Necefi Miftahu'l Keramet, Riyazu'l Mesail, Kaşifu’l Gıta, Müstenedu'ş-Şia, Cevahiru'l Kelam, Envaru'l Fekahet
Onbirinci Dönem Yeni İstinbat Çağı 13. yüzyılın sonundan 14. yüzyılın ortasına kadar İstinbatta usuli meselelerin uygulanmasında büyük bir dikkat ve araştırmalara gidilmesi, Usul-i ameliye ve belirtiler akımı konularının birbirinden ayrıştırılması ve belirlenmesi, Müstehdese konularında tartışma ve araştırmalara gidilmesi Şeyh Murtaza Ensari, Muhammed Hasan Şirazi, Ağa Rıza Hemedani, Seyyid Kazım Yezdi, Muhammed Hasan Naini, Ahunt Molla Kazım Horasani, Muhammed Hüseyin Garevi İsfahani, Ağa Ziya Iraki el-Mekasib, Urvetu'l Vuska, Misbahu'l Hidayet, Keşfu'l Gıta

Teşri Asrı

Teşri asrı, Hz. Resul-ü Ekrem Efendimizin (s.a.a) 23 yıllık risaletinin başlangıcı olan Bi’setten ömrünün sonuna kadar olan dönemdir. İslam fıkhı bu dönemde tek seferde ortaya çıkmamış, bilakis tedrici olarak ortaya çıkmıştır. Zira Hz. Resulullah (s.a.a) fıkıh ve ilahî hükümleri yavaş yavaş Müslümanlara iblağ etmekte ve Allah tarafından gelen fıkıh ve ahkâm konularını Müslümanlara tek tek ulaştırmaktaydı. Müslümanlar da hiçbir vasıta olmadan efendimize başvurmaktaydılar. Bazen de Peygamber Efendimiz (s.a.a) ashabından bazılarını Müslümanların yaşadıkları bazı bölgelere göndererek, ilahî hüküm ve fıkıh konuları bu şekilde beyan etmekteydi. Muaz İbn-i Cebel’i dinin tebliği ve şer'i konuların açıklanması için Yemen’e göndermiştir. İslam fıkhının gelişimi bu aşamadan öteye gidememiştir.[12]

Bu dönemde, yalnızca Kur’an-ı Kerim o dönemde veya ondan az bir süre sonra toplanarak, düzenlenmiş ve tahriften korunmuştur.[13] Bu dönemde teşri ve ahkâm hükümlerini elde etmenin yolu, yine vahiy aracılığı ile gerçekleşmekte ve Müslümanların ihtiyaç duydukları hükümler vahiy aracılığı ile Cebrail (a.s) tarafından Peygamber Efendimize (s.a.a) ulaştırılmaktaydı. O dönemde ihtiyaç duyulan konuları Efendimizin (s.a.a) kendisi beyan etmekteydi. Kendisinden sonraki dönemde Müslümanların ihtiyaç duyduğu konuları ise, Hz. Ali’ye (a.s) öğretmiş ve Hz. Ali (a.s) bu konuları bir kitapta kaydetmiştir.[14]

Bu aşamada, fıkıh dışındaki tüm şer'i mevzular, usuli, fer'i ve ahlaki konular da fıkıh olarak adlandırılmaktaydı. Kur’an-ı Kerim ve konularına vakıf olan kişilere "fakih" değil, "kari" denmekteydi. Hz. Resulullah’ın (s.a.a) tüm ashap ve yaranları, fikir sahibi ve fetva makamı olmadıklarından, bu konular yalnızca Kur’an hafız ve karilerine mahsustu. Bu kişiler Kur’an ayetlerini ve ayetlerin birbirleriyle olan irtibatılarını tam olarak bilmekteydiler. İslam şehirlerinin genişlemesi ve gelişmesi; Müslümanlar arasında okuma-yazma ve bilim öğrenmenin yaygınlaşması ile artık yavaş yavaş "kari" ve "hafız" kelimeleri yerine "fakih" kelimesi kullanılmaya başlandı.[15]

Tefsir ve Beyan Asrı

Bu dönem, Hz. Resul-ü Kibriya Efendimizin (s.a.a) vefatından küçük gaybet (329 h.k.) dönemine kadar sürmüştür. Şialar bu asırda Ehli sünnetin aksine, her ne kadar Ehlibeyt İmamlarından (a.s) uzak yerlerde yaşayanlar sade bir şekilde içtihat yapmış olsalar dahi, İmamların (a.s) hazır bulunmasından dolayı içtihada ihtiyaç duymamaktaydılar. Örneğin bu kişiler muteber rivayetlere amel etmek durumunda kalmakta ya Kur’an’ın zahirine veya nebevi hadislere ya da İmamların (a.s) rivayetlerine amel etmek zorunda kalıyorlardı.[16]

Avantajları: Bu dönemde içtihat yaygın bir şekilde gündemde olmasa da, buna rağmen bu dönemin bazı avantajları vardı. Örneğin:

  • Hadislerin çokluğu: Bu dönemde, Hz. Resulullah’ın (s.a.a) döneminden itibaren Hz. Ali (a.s) tarafından hadisler toplanmış ve düzenlenmiştir. Bu siyreye daha sonra İmamların (a.s) ashabı tarafından devam edilmiştir. Buna rağmen hadislerin ve Hz. Resulullah’ın (s.a.a) sünnetinin yazılması, Ehli sünnet arasında en azından Ömer İbn-i Abdulaziz dönemine kadar yasaktı.
  • Kıyas ve İstihsanın Reddedilmesi: Şia bu dönemde, ameli ve fıkhi konularda İmamlara (a.s) başvurmakta ve tüm dini konuları Allah’ın hüccetleri olan İmamlara (a.s) arz ederek, cevaplarını almaktaydılar. Hal böyle iken, Ehli sünnet yeterli kaynaklara sahip olmadığından meselelerin çözümü için "kıyas", "istihsan", "mesalih-i mürsele", "sed" ve "feth-i zirayi" gibi muteber olmayan kaidelere yönelmekteydiler.
  • Anlaşmazlıkların Çokluğu ve İlaciye (ilaç) Hadislerin Ortaya Çıkması: Sadr-ı İslam’ın ilk dönemlerinde, hadislerin nakledilmesi yasaktı ve az bulunmaktaydı. Ancak Sadıkeyn (İmam Bakır (a.s) ve İmam Sadık) (a.s) asrında hadis nakli yaygınlaşmaya başladı. Bu dönemde, bazıları çeşitli mezhebi ve kişisel düşüncelerle hadisler uydurarak, hadislerin arasına katmaktaydı. Bundan dolayı hadisler arasında çelişkiler ortaya çıkmaya başlamış ve dolayısıyla uydurma ve sahte hadislerle gerçek hadislerin ayrıştırılmasına ihtiyaç duyulmaya başlanmıştı. "İlaciye rivayetleri" diye meşhur olan bu rivayetler Masum İmamlar (a.s) tarafından söylenmiştir.
  • Takiyenin Varlığı: Müslümanlar arasında yaygın olan mezhebi anlaşmazlıkların varlığından dolayı, bazı Ehlibeyt düşmanları, ortamı Şiaların aleyhine çevirmişti. Bu konulardan haberdar olan İmamlar (a.s) ise bazen Şia ve Sünniler arasında anlaşmazlıkların olduğu ortaya çıkmasın diye, görünüşte hükümleri Ehli sünnetle uyumlu olduğunu beyan etmek zorunda kalmaktaydılar.[17]

Fakihler: Bu dönem fakihleri, genellikle daha çok fıkhi hadisleri nakletmekte ve hiçbir zaman onlarda tasarrufta bulunmamaktaydılar. Buna rağmen, anlayış ve has bir istinbata sahip olduklarından dolayı, onları fakih olarak adlandırabiliriz. Bu fakihler üç kategoriye bölünürler: Ali b. Ebi Rafi, Said b. Museyyeb, Kasım b. Muhammed b. Ebi Bekir, Ebu Halit Kabuli, Zurare b. A’yan-ı Şeybani, Maruf b. Herrebuz, Bureyd b. Muaviye İcli, Ebu Basir Esedi, Muhammed b. Müslüm b. Riyah, Cemil b. Derrac, Abdullah b. Muskan, Abdullah b. Bekir b. A’yan, Hammad b. İsa, Yunus b. Abdurrahman, Safvan b. Yahya Bicli Kufi, Muhammed b. Ebi Umeyr, Hasan b. Mahbub, Ahmed b. Muhammed b. Ebi Nasr.[18]

Muhaddislerin Asrı

Bu dönem, yaklaşık olarak büyük gaybetten (dördüncü aşırın başları) beşinci asrın ilk yarısına kadar sürmüştür. Şia’nın en büyük muhaddis ve fakihlerinden sayılanlar ve bu dönemin en büyük liderleri,o dönemlerde daha çok Şia’nın kültür ve dini iki şehri olan Kum ve Rey şehrinde yaşamaktaydılar. Bu dönemde yazılan hadis kitapları, Şia’nın en temel fıkıh kaynak kitaplarını teşkil etmektedir. Şii bir hükümete sahip olan Büveyhoğulları hükümetinin bu asırdaki varlığı, Şia İmamiye fıkhının ortaya çıkması ve yaygınlaşmasında büyük bir etkiye neden olmuştur.

Avantajları: Bu dönem, çeşitli avantajlara ve hususiyetlere sahiptir. Onların en önemlileri şunlardır:

  • Şia’nın en önemli hadis kaynak kitaplarının düzenlenmesi;
  • Fetva içerikli ilk kitapların telif edilmesi;
  • Büyük, tanınmış ve özellikle hadis ilmine vakıf âlimlerin varlığı;

Fıkıh Kitapları: Bu dönemdeki fıkıh kitapları birkaç şekilde ortaya çıkmıştır:

  • Fıkıh sorularına cevap şeklinde yazılan kitaplar; Örneğin Cevab-ı Mesaili’l Beseriyat, Cevab-ı Mesaili’l Kazviniyat, Cevab-ı Mesaili’l Kufiyat, Cevab-ı Mesaili’l Mısriyat, Cevab-ı Mesaili’l Vasitiye gibi kitaplar, Neccaşi’nin naklettiğine göre Şeyh Saduk (r.a) tarafından yazılmıştır.
  • İlk önce bir kişiye mahsus olarak yazılan kitaplar; Örneğin Risale ila Veledihi kitabını Ali b. Babeveyh, oğlu Şeyh Saduk için yazmıştır.
  • Has bir topluluk için yazılan kitaplar; Örneğin “Cevab-ı Mesele-i Nişabur”.
  • Fıkhın bir bölümü veya fıkha ait bir babın yazıldığı kitaplar; Örneğin el-İtikâf, et-Teyemmüm, Camiu’l Hac ve Camiu’l Fıkh-ı Hac.
  • Fıkhın bir kısmı veya tamamına yakınının yazıldığı kitaplar; Örneğin Mukni'e ve Hidaye.

Fakihler: İmamların (a.s) dönemine yakınlığından dolayı, bu dönem de hadis piyasası henüz yaygın bir şekilde sürmekte ve fıkıh konuları hadislerin nakledilmesi yoluyla gündeme gelmekteydi. Meşhur fakihler de "muhaddis" unvanı ile ünlenmekteydiler. Bu dönemin en meşhur fakihlerinden bazıları şunlardır: Ali b. İbrahim-i Kummi, Muhammed b. Yakup b. İshak-ı Kuleyni, Cafer b. Muhammed b. Cafer Kuvlevyh, Ali b. Hüseyin b. Musa b. Babeveyh, Şeyh Saduk.

İçtihat Asrının Başlangıcı

Bu devir, büyük gaybetle eşzamanlı olarak iki büyük Şia fakihi İbn-i Ebi Akil Ummani ve İbn-i Cüneyt İskafi ile başlamış ve yarım yüzyıl sürmüştür. Fıkıh bilimi, bir önceki dönemle farklı olarak bu dönem içtihat şeklinde ortaya çıkmış ve usul biliminin bereketi ile gürlemiştir. İlk defa Şia İmamiye âlimlerinin eliyle fıkhi meseleler naslardan çıkarsama yapılarak, araştırma ve gözden geçirilmeye başlanmış ve fıkhın feri meseleleri daha çok elde edilmiştir. Şeyh Müfid’le zirve yapan bu yöntem, Seyyid Murtaza ile devam etmiştir.

Avantajları:

  • Bu dönemde ilk defa, fıkıh meseleleri rivayetlerin nakledilme yönteminden çıkarak, teknik bir hal almıştır;
  • Usul-u fıkıh alanında Şia fakihleri tarafından tam ve kapsamlı metinler yazılmıştır;
  • Hadis ve rivayetlerin has bir şekilde bahsetmediği konuların hükümleri, içtihat yöntemi ile açıklanmış ve bu alanda kitaplar yazılmıştır;
  • İbn-i Ebi Akil, İbn-i Cüneyt, Şeyh Müfit ve Seyyid Murtaza gibi ünlü fakihler, bilim ve fekahet (fıkıh) arsasına adımlarını atmışlardır.[19]

İçtihadın Beyan ve Zirve Çağı

Bu dönemde Şia fıkhı, Şeyh Tusi’nin yaşamının tamamını içine almaktadır. Şia’nın en büyük ve en etkili fakihlerinden biri olan Şeyh Tusi, hicretin 385. yılında Horasan’da dünyaya geldi. Seyyid Murtaza’nın vefatından sonra, Şia’nın merceiyet ve taklit mercilik yetkisini eline aldı. Kendisi fıkıhta kaç tane derin ve önemli şey başarmıştır:

  1. Şia içtihadına mükemmeliyet ve erişkinlik kazandırdı;
  2. Şia fıkhında eksiksiz ve seçkin kitaplar kaleme aldı;
  3. Ehli sünnet içtihadı karşısında Şia içtihadına istiklal ve bağımsızlık kazandırdı.

Bu dönemin avantajları:

  • İçtihat kemal ve erişkinliğe ulaştı. Bilhassa Şeyh Tusi, o çağda gündemde olan tüm füru-u konuları kendi usulüne göre kategorize etmiştir;
  • Karşılaştırmalı fıkıh kitapları düzenlenmiştir;
  • Şer'i hükümlerin kaynağı olarak, icmanın da bir kaynak olarak kabul edilmesi;
  • Şia arasında büyük âlimlerin ortaya çıkması ve önemli fıkıh kitaplarının kaleme alınması.[20]

İçtihat ve Taklidin Gerileme ve Duraklama Çağı

Şeyh Tusi’nin vefatından (460 h.k.) İbn-i İdris-i Hilli’nin (598 h.k.) dönemine, yaklaşık bir yüzyıl kadar İslami hükümler konusunda hiçbir müçtehit kendi görüşünü açıklamamış ve daha çok önceki görüşleri tekrarlamışlardır. Bu durum, Şeyh Tusi’nin bilimsel makamını ve ayrıca ortaya koyduğu güçlü kaynaklarla istidlallerde bulunduğunu ortaya koymaktadır. Bazen de yeni bir görüş ortaya koymak, Şeyh Tusi’nin makamına bir çeşit saygısızlık olarak algılanmaktaydı. Bundan dolayı bu dönemde çok sayıda kitap yazılmamıştır. İçtihat kapısını yeniden açan ilk kişi İbn-i İdris-i Hilli olmuştur. Kendisi bu dönemin âlimlerini “mukallide” olarak adlandırmıştır.[21]

Fakihler: Elbette bu dönemde de bazı müçtehit ve fakihler ortaya çıkmış ve kendilerinden eserler bırakmışlardır. Onlardan ünlü olanları şunlardır: Fazıl b. Hasan Tabersi, Kutbuddin-i Ravendi, Ahmed b. Ali Tabersi, İbn-i Hamza, İbn-i Şehriaşub,[22] Ebu Salih Halebi, Abdulaziz b. Berrac, Sallar-ı Deylemi, İbn-i Zühre, Kutbuddin-i Beyhaki.[23]

Eleştiri ve Müçtehitlerin Yeniden Ayağa Kalkma Çağı

Beşinci yüzyılın ikinci yarısı ve altıncı yüzyılın tamamını etkisi altına alan bu durum, altıncı yüzyılın sonunda İbn-i İdris-i Hilli gibi fakihler tarafından hoş görülmemiş ve tahammül edilir gibi bulunmamıştır. Dolayısıyla İbn-i İdris, kendi çağındaki başka fakihlerle birlikte Şeyh Tusi’ye muhalefet tabusunu yıkma girişiminde bulunmuş ve Şeyh Tusi’nin bazı görüşlerine eleştiriler getirmeye başlamıştır. “Serair” adlı kitabında Şeyh Tusi’nin tüm fıkıh görüşlerini ele almış ve onların eleştirisine koyulmuştur. Bu yöntem, yavaş yavaş Muhakkik-i Hilli, Allame Hilli ve Fahrü’l Muhakkikin gibi fakihler tarafından da takip edilmiştir. Bu şekilde Şia fıkhı yeniden gelişmeye ve tekâmül bulmaya başlamıştır. Bu dönem, İbn-i İdris’le başlamış ve on birinci yüzyılda Ahbarilerin ortaya çıkışıyla devam etmiştir.[24]

Avantajları:

  • Şia fıkhında içtihadın geri dönüşü ve yavaş yavaş tekâmül bulması;
  • Fıkıh kitaplarında ortaya konulan düzen ve sıralamanın daha derli toplu olarak düzenlenmesi;
  • Şia fakihlerinin farklı ve zıt olarak fıkıh görüşlerini ortaya koyan kitapların ortaya çıkışı, örneğin: Allame Hilli’nin Muhtelef kitabı ve Seyyid Cevad Amuli’nin Miftahu’l Keramet kitabı.[25]
  • Fıkıh ve fıkhi konuların, Muhakkik-i Hilli’nin kaleme aldığı Şerai' kitabı ve Allame Hilli’nin kaleme aldığı İrşadu’l Ezhan kitabı ile yaygınlık kazanarak gelişmesi;
  • Fahrettin Hilli’nin İzahu’l Fevaid ve Şehid-i Evvel’in Lüm’etü’d Demeşkiye gibi kitaplarına açıklamalar yazılarak, kitap metinlerinin genişlemesi;
  • Muhakkik-i Kereki’nin yazdığı Camiu’l Mekasid kitabı gibi kitapların ortaya çıkışı ile hükümet fıkhı ile ilgili konuların gelişmesi;
  • Mukaddes-i Erdebili’nin yazdığı Mecmeu’l Fevaid ve Seyyid Muhammed Amuli’nin yazdığı Medariku’l Ahkâm gibi kitaplarla fıkıh, usul, rical ve hadislerin arındırılma dönüşümüne gidilmesi.[26]

Fakihler: İbn-i İdris-i Hilli, Seyyid İbn-i Tavus, Muhakkik-i Hilli, Allame Hilli, Fahru’l Muhakkikin, Şehid-i Evvel, Muhakkik-i Kereki, Şehid-i Sani, Muhammed İbn-i Ali Cebel Amuli , Hasan b. Zeynuddin, Şeyh Behai, Fazıl-ı Mikdad, İbn-i Fehd-i Hilli, İbn-i Ebi’l Cumhur İhsai, Mukaddes-i Erdebili,[27] Yahya b. Said-i Hilli, Hace Nasrattin-i Tusi.[28]

Fıkhın Dallara Ayrılması ve Ahbarilerin Ortaya Çıkma Çağı

Onbirinci yüzyılda Şia âlimlerinden bazıları Şia fıkhının istinbat kaynağının yalnızca kitap (Kur’an) ve sünnet olduğunu iddia etmiş ve o zamana kadar kabul gören görüşü reddetmişlerdir. Bu görüşün birkaç sebebi vardır: Usul ilminin müessisi (kurucusu) Ehli sünnettir ve İmamlar bu kaideden istifade etmemişlerdir. Nihayetinde bu kaideler, Ehlibeyt'in (a.s) hadislerinin önemini yitirmesine neden olmaktadır. Dolayısıyla onların görüşüne göre içtihat sürecinde, usul-u fıkıh kitaplarında ortaya konulan kaidelere bağlı olmamak gerekir. Bu grubun en önemli lideri El-Fevaidu’l Medine kitabının yazarı Muhammed Emin Esterabadi idi. Esterabadi, kadimeyn’den (İbn-i Cüneyt ve İbn-i Ebi Akil), Şehideyne (Şehid-i Evvel ve Sani) tüm müçtehitleri eleştirmekte ve hepsini Ehli sünnet mektebinin takipçileri olarak adlandırmaktaydı. "El-Fevaidu’l Medine" kitabını müçtehitleri reddetmek için yazmıştır.[29]

Özellikler ve Avantajlar:

Fakihler: Bu dönem Ahbari mezhebinin ortaya çıktığı dönemdir. Şia’nın fıkıh istinbat kaynağının yalnızca kitap ve sünnet olduğunu iddia eden Ahbariler, usul kaidelerine istinat etmeye karşı şiddetle mukavemet etmekteydiler. Buna rağmen, yine de usuli fakihler bulunmaktaydı. Bu dönemin en meşhur fakihleri şunlardır:

  • Ahbari düşünceli fakihler: Muhammed Emin Esterabadi, Molla Salih-i Mazenderani, Molla Muhsin Feyz-i Kaşani, Şeyh Yusuf Bahrani, Muhammed Bakır Meclisi, Seyyid Nimetullah Cezairi.
  • Usuli Fakihler: Fazıl Cevad, Muhammed Bakır Sebzivari, Ağa Cemal Hansari, Şeyh Behai, Fazıl-ı Hindi, Muhakkik-i Hansari, Mir Damad.[30]

Ahbariliğin Kırılma Çağı

Onüçüncü yüzyılda ve yaklaşık bir asır boyunca Ahbariliğin yaygınlık kazanmasından sonra, Vahid-i Behbahani gibi alimler tarafından Şia içtihadı yavaş yavaş ilerlemeye başladı. Vahid-i Behbahani, öğrencileri ile birlikte ilk önce Ahbarilerin soru ve şüphelerine yanıt vererek, usuli kaidelerle istinbatın ihtiyaç olduğunu ispat etti. Bu sebeple, Fevaidu’l Hairiyye kitabını kaleme aldı. Ahbari düşüncesinin kırılmasının ardından, bilim adamları ve âlimler istinbatın sahih yolunu güçlendirip, takviye etmek için büyük çabalar harcadılar; bu zeminede çok değerli kitaplar kaleme aldılar.

Avantajlar:

  • Usulilerin ayaklanması neticesinde, Ahbari düşüncesinin şiddetli bir şekilde kırılması;
  • Ehli sünnetin, usul bilimine kattığı ve Şia istinbatında etkisi olmayan Kıyas, İstihsan, Mesaili Mürsele, Sedd ve Feth Zerai gibi konuların yavaş yavaş çıkarılıp silinmesi;
  • Usuliler ve Ahbariler arasında usul biliminde anlaşmazlık konusu olan "akli mukaddimeler yolu ile katiyetin hüccet oluşu", "kati akli delilin nakli delile önceliği", "kitap zuhurunun hücciyeti", "şüpheyi hükmiye tahrimiyede beraat aslının konumu" gibi konuların tedrici bir şekilde usul ilmine girmesi.[31]

Fakihler: Bu dönemin fakihlerini, müessisine ilave olarak iki kategoride ele alabiliriz:

  • Birinci kategori: Seyyid Muhamed Mehdi Bahru’l Ulum, Şeyh Cafer Kaşifu’l Gıta, Mirza Ebu’l Kasım Kummi, Seyyid Ali Tabatabai ve Şeyh Esedullah Şuşteri gibi Vahid-i Behbahani’nin doğrudan olan öğrencileri.
  • İkinci kategori: Seyyid Muhsin A’reci Kazimi, Şerif-i Ulema diye ünlenen Muhammed Şerif b. Hasan Ali, Seyyid Muhammed Mücahit, Muhammed Salih Bergani, Seyyid Abdullah Şubber, Molla Ahmed Neraki ve Muhammed Hasan Necefi gibi bir önceki kategorideki bazı âlimlerin öğrencileri.[32]

Yeni İstinbat Çağı

Bu dönem, gerçekte yöntem ve tarz olarak bir önceki dönemin devamı niteliğindedir. On üçüncü yüzyılın sonlarında başlamış ve on dördüncü yüzyılın ortalarına kadar sürmüştür. Bu yüzyılın kendisi üç fıkıh dönemini içine almaktadır. İleride bu üç dönemin ayrıntılarına değinilecektir.

Avantajlar:

  • İstinbatta usuli meselelerin uygulanmasında büyük bir dikkat ve araştırmalara gidilmesi;
  • Usuli meselelerde akli ve rasyonel delillerden istifade edilmesi;
  • İstinbatta Şeyh Ensari’nin yenilikçi uygulamaları;
  • İçtihat sürecinde Ehli sünnetin usul-u fıkhından yararlanmaması;
  • Usul-i ameliye ve belirtiler akımı konularının birbirinden ayrıştırılması ve belirlenmesi;
  • Müstehdese konularında tartışma ve araştırmalara gidilmesi.[33]

Bu Çağın Dönemleri

Bu çağda, Şia fıkhı birkaç aşamayı kat etmiş ve her aşamada, büyük fakihler fekahet meydanına adım atmışlardır. Bu yüzyıl, Şeyh Ensari ile başlamış ve Muhammed Kazım Horasani’nin öğrencileri ile sona ermiştir. Bu çağın dönemleri şunlardan ibarettir:

  • Fıkıh ve usul dönemlerinin dönüşümü: Şeyh Murtaza b. Emin Tusteri Necefi, İmamiye Şia’sının iki yüzyıl boyunca yönteminden istifade ettiği en büyük fakihlerinden birisidir. Kendisi fıkıh ve usul biliminde şaşırtıcı değişimlere imza atmıştır. Şöyle ki son iki yüzyılda yazılan usul-u fıkıh kitapları daha çok onun sözlerine yönelik yazılmıştır. Onun üzerinde en büyük etkiyi üstadı Molla Ahmed Neraki bırakmıştır. En önemli fıkıh kitabı, fıkhın muamelat kısmını içeren "mekasib" kitabıdır.[34]
  • Şeyh Ensari’nin görüşlerinin incelenme ve eleştirilmesi: Bu dönemde Şeyh Ensari’nin ortaya koyduğu görüşler, Molla Ali Keni, Muhammed Hasan Şirazi, Ağa Rıza Hemedani, Muhammed b. Muhammed Taki Al-i Bahru’l Ulum, Seyyid Kazım Yezdi, Abdullah Mamagani ve sonralarda Muhammed Kazım Horasani gibi âlimler tarafından eleştiri ve incelemelere tabi tutulmuştur.[35]
  • Ahund-u Horasani’nin görüşlerinin ortaya çıkması ve üç usuli ekolün doğuşu: Bir önceki dönemin sonunda Ahund Molla Kazım Horasani, fıkıh ve usul konularında yeni bir yöntem ve uygulama başlatmıştır. Ondan sonra öğrencileri üstatlarının görüş ve düşüncelerini inceleme ve eleştiriye tabi tutmuşlardır. Bu eleştiri ve incelemelerin sonucunda üç usuli ekol ortaya çıkmıştır. Muhammed Hüseyin Garevi İsfahani, Ağa Ziya Iraki ve Muhammed Hasan Naini, Şia usul-i fıkıh biliminin gelişme ve tekâmül bulmasında çok önemli roller üstlenmişler; her biri farklı bir yaklaşımla bu bilime katkıda bulunmuşlardır.

Fıkhi Ekol ve Okullar

Bazı fakih ve müçtehitler, Şia'nın fıkıh tarihi boyunca yalnızca öncekilerin görüşlerini beyan etme ve onların delillerinin açıklayıcısı olmamış; aynı zamanda fetva verme ve görüş belirtmede bağımsız olmuş ve kendi özel yöntemlerini kaynaklardan istinbatlarında kullanmışlardır. Fıkıh ekolü, kişinin kendisine has yöntem ve metoduna dayanan ahkâm istinbatı yolunda mevcut özellikler mecmuasıdır. Usul ve fıkıh kaidelerinin gelişme ve dönüşümüne neden olmaktadır. Bir fıkıh ekolünün diğer bir özelliği, taklitten sakınma, içtihadın aşama aşama tekâmülü ve diğer fakihlere tesir bırakabilmesidir.[36] İlk günden günümüze kadar Şia fıkhında bir kaç tane fıkıh ekolü ortaya çıkmış; her biri içtihadın gelişme ve tekâmülünde etkin bir rol üstlenmiştir. Önemli fıkıh ekolleri genel bir bakışla şunlardan ibarettir:

Medine Ekolü

Bu fıkıh ekolü, İslam hükümetinin Medine’de teşkil olmasıyla birlikte Medine’de doğmuş ve İmam Cafer-i Sadık (a.s) dönemine kadar sürmüştür. İlk fıkıh mektebi, bu şehirde doğmuş ve Şia fakihleri orada toplanmışlardır. Bu topluluk, İmam Ali (a.s), Hz. Fatıma (s.a), İmam Hasan (a.s) ve İmam Hüseyin’den (a.s) sonra, İbn-i Abbas, Salman-ı Farisi, Ebu Zer-i Gaffari, Ebu Rafi İbrahim’dir.

Bu dönemin önemli özellikleri şunlardan ibarettir:

  • Hadis içerikli kitapların kısıtlı bir şekilde düzenlenmesi ve hadislerin bir araya getirilmesinden korkulması;
  • Şia ve Sünni fıkhında önemli ve göze çarpan farkların gözlemlenmemesi;
  • Şer'i hiçbir delil ve nassın olmadığı yerlerde içtihat için gerekli bir metodun olmaması.[37]

Kufe Ekolü

İmam Cafer-i Sadık'ın (a.s) ömrünün son dönemlerinde Şia fıkhı Medine’den Kufe’ye taşınmış ve çok sayıda sahabe, tabiin ve fakih de bu şehre göç etmiştir. İmam Cafer-i Sadık (a.s) birkaç yıl orada yaşamıştır. O dönemdeki Ben-i Ümeyye ve Ben-i Abbas arasındaki çatışmalar, Şia mektep ve fıkhının gelişmesi için uygun bir fırsat doğurmuştur.
Bu fıkıh ekolünün en önemli özellikleri şunlardan ibarettir:

  • Hadislerin yazım ve düzenlenmesine özel önem verilmesi;
  • Kur’an’da doğrudan cevabı olmayan yeni mustehdese konularının ortaya çıkması ile Şia ve Ehli sünnet fıkhında ayrılık daha da netleşmiştir. Şia, bu konularda Ehlibeyt İmamlarına (a.s) müracaat etmiş; ancak Sünni fakihler kıyas, istihsan, tahmin ve zanna başvurmuşlardır;
  • Bir konu hakkında raviler arasında anlaşmazlıkların ortaya çıkması; aykırı ve mütaariz ravilerin çıkışı;
  • Çeşitli fıkıh mezheplerinin ortaya çıkması: Hambeli, Maliki, Şafii, Hanefi ve Ehlibeyt (a.s) mektebi;
  • Şer'i hükümlerin istinbatı için İmamlar (a.s) tarafından kural ve ölçülerin ortaya konulması. "İstishab", "Beraat", "İhtiyat", "Tahyir" ve "Taharet kaidesi" gibi kaideler bunlardan bazılarıdır.[38]

Kum ve Rey Ekolleri

Dördüncü yüzyılda büyük gaybetin başlaması ile beşinci yüzyılın başlarına kadar fıkıh ilmi çalışmaları, Kum ve Rey şehrine taşınmıştır. Şia fıkhının Irak’tan İran’a taşınmasının nedeni, Abbasiler tarafından Şia fakihlerinin eziyet ve işkence edilmesinden dolayıdır. Kum ve Rey şehirleri Ehlibeyt (a.s) mektebinin neşr ve yayılması için güvenli ve emniyetli yer olarak sayılmaktaydı. Bu dönemde Ali b. İbrahim, Muhaddis Kuleyni, İbn-i Kavleveyh, Ali b. Babeveyh, Şeyh Saduk, Muhammed b. Babeveyh ve kardeşi Hüseyin b. Babeveyh Şia fıkhına büyük hizmetlerde bulunmuşlardır.

Bu ekolün en önemli özelliği olarak iki konuya değinmek mümkündür:

  • Hadislerin düzenlenmesi, sıraya konulması ve toplanmasındaki gelişme. "El-Kâfi" ve "Men La Yahduruhu’l Fakih" kitapları bu iddianın tanıklarıdır.
  • Fakihlere sorulan soruların yanıtları kalıbında yazılan yeni fıkıh kitapları. Bu kitaplardaki fıkhi konular, sade bir şekilde anlatılmakta ve fakihler sorulan sorulara masumlardan (a.s) nakledilen hadislerle cevap vermeye çalışmışlardır. Bu kitaplarda fıkıh kısımları çokça göze batmamakta ve verilen fetvalar daha çok rivayet ve hadis kalıbında idi.

Bağdat Ekolü

Bağdat şehri, küçük gaybetin sonlarında ve büyük gaybetin başlarında Şia fıkhının bilimi ve temeli konumundaydı. Bu durum Hülagû Han’ın saldırılarına kadar sürmüştür.

Bu ekol çok sayıda önemli ve belirgin özelliklere sahiptir:

  • Şeyh Müfid (413 h.k.), Seyyid Murtaza (436 h.k.) ve Şeyh Tusi (460 h.k.) gibi büyük fakihlerin ortaya çıkarak, öteki fakih ve muhaddislerin öncülüğünü yapmaları.
  • Karşılaştırmalı ve Mukarin fıkıhların doğuşu: Bu dönemde, el-İntisar ve Nasiriyat kitapları Seyyid Murtaza tarafından ve el-Hilaf, Şeyh Tusi tarafından bu amaç için yazılmıştır.
  • Bu dönem fakihlerinin kelam konularındaki başarısı: Bu şehir fakihlerinin bir diğer özelliği de fıkıh dışında kelam bilimine de vakıf olmaları ve uzmanlıklarıdır.
  • Usul-u fıkıh kitaplarının temellerinin atılması: Bu dönemde Seyyid Murtaza’nın yazdığı ez-Zarie ve ondan sonra Şeyh Tusi’nin yazdığı el-Udde adlı usul kitaplarının yazılması ile usul-u fıkıh konuları resmi olarak ortaya çıkmıştır.
  • İçtihadın istikrar bularak sabitlenmesi: Bu dönemin bir diğer özelliği de Şia fıkhında Şeyh Müfit tarafından, içtihat metodunun sabitlenmesi ve istikrar bulmasıdır.
  • Kur’an tefsirine yönelim: Bu ekolün seçkin fakihleri, fıkhın dışında Kur’an tefsiri konularında da ders halkaları kurmuşlardır. Seyyid Murtaza’nın Emali kitabı Şia tefsirini, edebi-kelami tahlil ve analizler yönünden yeni bir aşamaya katmıştır. Şeyh Tusi tarafından kaleme alınan Tibyan tefsiri de bu dönemin meşhur Şia tefsirlerindendir.[39]

Necef Ekolü

Bu şehrin ekolü, beşinci yüzyıldan günümüze kadar sürmüştür. Bu 11 yüzyılda çeşitli iniş çıkışlar yaşanmıştır. Bu dönem için üç gelişme çağından bahsedilebilir:

  • Birinci dönem: Seyyid Murtaza’nın vefatından sonra Bağdat’ta Şeyh Tusi’nin evine gerçekleştirilen saldırının ardından, Şeyh Tusi bu şehri terk etmiş ve Necef’e göç etmiştir. Orada güçlü öğrenciler yetiştirmeye koyulmuştur.

Bu fıkıh ekolünün en önemli özelliği, "rical" ilmine bağlılık ve ravilerin kaydedilmesidir. Bu dönemde Rical-ı Keşşi ve Şeyh Tusi’nin yazdığı el-Fihrist ve Rical kitapları özenle ve çok düzenli bir şekilde kaleme alınmıştır.[40]

  • İkinci dönem: Şeyh Tusi’nin (r.a) vefatının ardından, Necef fıkıh ekolü yavaş yavaş fıkhi özelliğini yitirmeye başlamış ve uzun bir süreliğine fıkıh merkezi, Necef’ten Hille ve Lübnan’ın güneyine taşınmıştır. Bu durum Muhakkik-i Erdebili’nin (993 h.k.) zamanına kadar sürmüş ve onunla birlikte bu ekol yeniden gelişerek büyümeye başlamıştır. Öyle ki Hasan Amuli ve Seyyid Muhammed Amuli, Cebel Amul’dan Necef’e göç etmiştir.[41]
  • Üçüncü dönem: Kerbela’da Ahbarilerin ortaya çıkması ile birlikte, Necef’te seçkin fakihler zuhur etmiştir. Bir asır boyunca bu şehir, yeniden Şia'nın fıkıh merkezi olarak gündeme gelmiştir. Bu şehir Şeyh Cafer Kaşifu’l Gıta (1227 h.k.) ve öğrencisi Muhammed Hasan Necefi (1266 h.k.) tarafından yeniden gelişmeye başlamış ve Şeyh Murtaza Ensari (1281 h.k.), Mirza Hasan Şirazi (1320 h.k.), Mirza Habibullah Reşti (1312 h.k.), Mirza Muhammed Hasan Aştiyani (H. 1248), Muhammed Hasan Mamagani (1323 h.k.), Muhammed Kazım Horasani (1329 h.k.), Mirza Naini (1355 h.k.), Ağa Ziya Iraki (1361 h.k.) ve Muhammed Hasan İsfahani (1361 h.k.) gibi usuli fakihlerle sürmüştür.

Bu ekol ve havza, Ebu’l Kasım Hu'i, Seyyid Muhsin Tabatabai Hekim, Seyyid Ahmed Hansari ve Muhammed Taki Hansari gibi fakihlerle hayatına devam etmiştir.[42]

Hille Ekolü

İki asır boyunca Şia’nın fıkıh ve fekahet merkezi olan ve büyük fakihler yetiştiren Hille şehri Irak’ın güneyinde yer almaktadır. Muhammed b. İdris-i Hilli (598 h.k.), Muhakkik-i Hilli (676 h.k.), Fahrü’l Muhakkikin (771 h.k.), Seyyid İbn-i Tavus (664 h.k.) gibi büyük fakihler bu şehirde ortaya çıkmışlardır. Bu dönemde yazılan kitapların özellikleri:

  • Bu asırdaki fıkıh kitaplarının sistemli ve dakik olarak düzenlenmesi;
  • Fıkıh kitaplarının sade ve rahat bir tarzda kaleme alınması;
  • Fıkıh baplarının iki bölümde düzenlenmesi;
  • Hadis çeşitlerinin ortaya çıkması ve hadislerin "hasan", "zayıf", "doğru" ve "muvassak" diye bölünmesi.[43]

Cebel Amul ve Cizyen

Şehid-i Evvel’in Lübnan’ın güneyinde bulunan Cebel-i Amul’a hicret etmesi ile bu şehir fıkhi bir ekole dönüşmüş ve Şia dünyasına meşhur fakihler kazandırılmıştır. Bu bölgenin ünlü fakihleri şunlardır: Şehid-i Evvel, Muhakkik-i Kereki (945 h.k.), Şehid-i Sani (965 h.k.), Seyyid Muhammed Amuli (1009 h.k.), Şeyh Behai (1132 h.k.). Bu ekolün avantaj ve özellikleri şunlardan ibarettir:

  • Fıkıh kaide ve kurallarının yazılması ve tedvin edilmesi;
  • Hadislerin seçilerek "zayıf" ve "sahih" hadis diye ayrıştırılması;
  • Fıkıh usulü ilminin Mealimu’d-Din kitabının yazılması ile arındırılması;
  • Rivayet ve hadislere amel etme konusunda zorluklar çıkarılması ve hadislerin kaynak ve belgelerine istinat edilmesi.[44]

İsfahan Ekolü

On birinci ve on ikinci asırda İsfahan havza ve ekolü, hükümetle birlikte revaç bulmuştur. Bu havzada gelişen fakihlerin hükümetle has bir ilişkisi bulunmakta ve bazıları Şeyhülislam makamına getirilmiştir. Halkın kadılık, Cuma ve cemaat gibi işleri bunlara bırakılmıştır. Bu ekolde ortaya çıkan ve hükümetle ilişkileri olan önemli fakihler şunlardan ibarettir: Muhammed Taki Meclisi (1070 h.k.), Şeyh Behai (1031 h.k.), Muhammed Bakır Mirdamad, Muhammed İsmail Hacevi (1173 h.k.), Muhammed Bakır Sebzivari (1090 h.k.), Ağa Cemal Hansari (1125 h.k.). Bu ekol ve havzanın önemli özelliklerinden birisi, felsefe ve hikmetin revaç bulması, Mirdamad ve Molla Sadra felsefelerinin gelişmesidir.

Kerbela Ekolü

Afganların İsfahan’a saldırması ve bu bölgede yaşanan karışıklıklarla birlikte, bu bölgedeki fakihler Kerbela’ya doğru hareket etmişlerdir. Şeyh Yusuf Bahrani’nin (1186 h.k.) Kerbela’ya girmesi ile birlikte bu ekol ve havza farklı bir oluşumla karşı karşıya gelmiştir. Kendisi Ahbariliğin vasat yaklaşımına sahipti. Onunla birlikte Vahit Behbahani bu şehirde çok büyük ders halkaları teşkil etmekte ve çok büyük öğrenciler yetiştirmekteydi. Seyyid Mehdi Bahru’l Ulum (1205 h.k.), Seyyid Ali Tabatabai (1232 h.k.), Seyyid Muhammed Mücahid (1242 h.k.), Molla Ahmed Neraki (1245 h.k.), Molla Mehdi Neraki ve Mirza Ebu’l Kasım Kummi (1232 h.k.) gibi fakihler bu ekolün ünlülerindendir.[45] Vahit Behbahani’nin havza dersleri kendine has bir tarzla ortaya konulmakta ve bu esasa göre ortaya koyduğu yöntemin fıkhi bir ekol olduğunu söylemek mümkündür. Onun ekolünde büyük fakihler yetişmiştir. Vahit Behbahani ve öğrencilerinin benimsediği fıkıh ekolünün en önemli özelliği, Ahbariler tarafından saldırılara uğrayan ve inzivaya itilen rical ve usul-u fıkıh bilimlerine önem vermeleridir.

Kum (Çağımızın) Ekolü

Kum şehri, üçüncü yüzyılda bilim ve bilginin merkezi olsa da Şeyh Abdulkerim Hairi’nin bu şehre gelmesi ile bu şehrin havzası gelişmeye başlamış ve Şia dünyasına çok büyük fakih ve âlimler kazandırmıştır. Bu havza ve ekolün en meşhur fakih ve âlimlerinden bazıları şunlardan ibarettir: Seyyid Hüseyin Burucerdi (1281 h.k.), Seyyid Ruhullah Humeyni (1368 h.k.), Seyyid Muhammed Rıza Gulpeygani, Muhammed Taki Hansari, Seyyid Şehabuddin Necefi Mer’aşi. Şu anda bu havza kendine has bir şekilde gelişmekte; fıkıh ve usul ders halkaları gelişerek, yaygın bir biçimde devam etmektedir.[46]

Kaynakça

  1. Ferahidi, c. 3, s. 370.
  2. Mişkini, s. 180.
  3. Bir grup araştırmacı, c. 3, s. 350.
  4. Bir grup araştırmacı, c. 3, s. 325.
  5. Cennati, Muhammed İbrahim, Menabi-i İçtihat ez Didgah-ı Mezahib-i İslami, s. 6, Hürremşahi’nin nakli ile, Danışname-i Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c 2, s. 1641.
  6. Cennati, Muhammed İbrahim, Menabi-i İçtihat ez Didgah-ı Mezahib-i İslami, s. 6, Hürremşahi’nin nakli ile, Danışname-i Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c 2, s. 1641.
  7. Muzaffer, c. 2, s. 62.
  8. Aklın içtihattaki yeri.
  9. Dairetu’l Maarif-i Fıkh-ı Mukarin, s. 376.
  10. Usul-u Fıkh, Muzaffer, s. 81, 82.
  11. Aşina-i ba Ebvab-ı Fıkh, Muhammed İsmail Nuri.
  12. Cennati, s. 25, 26.
  13. Gürci, s. 17, 18.
  14. Cennati, s. 26, 31.
  15. İbn-i Haldun, Mukaddime, Cennati’nin nakli ile, s. 29.
  16. Gürci, s. 117.
  17. Gürci, s. 117, 122.
  18. Gürci, s. 123, 125.
  19. Gürci, s. 140, 141.
  20. Gürci, s. 180, 183.
  21. Gürci, s. 123.
  22. Gürci, s. 224, 227.
  23. Fıkıh ve Fukaha İmamiye der Guzer-i Zaman, s. 99, 129.
  24. Gürci, s. 227.
  25. Gürci, s. 228.
  26. Fıkıh ve Fukaha-i İmamiye der Guzer-i Zaman, s. 145, 222.
  27. Gürci, s. 228, 237.
  28. Fıkıh ve Fukaha-i İmamiye der Guzer-i Zaman, s. 141, 143.
  29. Gürci, s. 237.
  30. Bkz. Fıkıh ve Fukaha-i İmamiye der Guzer-i Zaman, s. 223, 260; Gürci, s. 238, 241.
  31. Gürci, s. 259.
  32. Fıkıh ve Fukaha-i İmamiye der Guzer-i Zaman, s. 261, 292; Bkz. Gürci, s. 242.
  33. Gürci, s. 265.
  34. Fıkıh ve Fukaha-i İmamiye der Guzer-i Zaman, s. 295, 298.
  35. Fıkıh ve Fukaha-i İmamiye der Guzer-i Zaman, s. 299, 324.
  36. Deramed-i ber Çekunegi-i Tekvin-i Mekatib-i Fıkhi der Şia.
  37. Aşina-i ba Muhimterin Mekatib ve Devreha-i Fıkhı Şia.
  38. Aşina-i ba Muhimterin Mekatib ve Devreha-i Fıkhı Şia.
  39. Fıkıh ve Fukaha-i İmamiye der Guzer-i Zaman, s. 18, 20.
  40. Fıkıh ve Fukaha-i İmamiye der Guzer-i Zaman, s. 21.
  41. Fıkıh ve Fukaha-i İmamiye der Guzer-i Zaman, s. 29.
  42. Fıkıh ve Fukaha-i İmamiye der Guzer-i Zaman, s. 32, 34.
  43. Fıkıh ve Fukaha-i İmamiye der Guzer-i Zaman, s. 22, 26.
  44. Fıkıh ve Fukaha-i İmamiye der Guzer-i Zaman, s. 26, 29.
  45. Fıkıh ve Fukaha-i İmamiye der Guzer-i Zaman, s. 31, 32.
  46. Fıkıh ve Fukaha-i İmamiye der Guzer-i Zaman, s. 34.
  1. Naslardan hüküm çıkarma anlamında fıkıh usulü terimidir. “Nebeta” kök fiilinin istifal ölçüsünde mastarı olan istinbât, sözlükte araştırmak, peşine düşmek, sonuca varmak ve gizli bir şeyi açığa çıkarmak gibi mânalara gelir. İstinbât, 'fıkıh usulü' terimi olarak “ictihad ve kavrayış yoluyla naslardan hüküm çıkarmak” demektir. Bu mana ile ilgili olarak kuyu kazan bir kimsenin suya erişmesi, su çıkarmasına da istinbat tabiri kullanılmıştır. Kur’an-ı Kerîm’de bir defa geçen kelime (Nisâ 4/83) burada “bir işin iç yüzünü, gerçeğini anlamak, düşünmeyi gerektiren kapalı bir haberden kastedilen mânaya ulaşmak” anlamındadır. Istılahta "istinbatu'l ahkâm" bir müçtehit veya fakihin kavrayış ve dirayetini kullanarak, anlayış gücü ve içtihadıyla nasların gizli mana ve hükümlerini açığa çıkarmasına denilmiştir. Bilindiği gibi Fıkıh Usulü ilmine göre, İslami hükümlerin kaynağı önce Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a) ve masum İmamların sünneti (a.s), dolayısıyla hadislerdir. Kur’an-ı Kerim ayetlerinin lafızları gibi hadis lafızlarının hepsi sarih değildir ve aralarında vazih, yani hükme delâleti açık olanları olduğu gibi, müphem, hafi, müşkül, mücmel olanları da vardır. Sarih bulunduğu kadar, mecaz veya kinaye yollu kullanılmış olanlarına da rastlanır. Bazı hadislerin bir hükme delaleti açıktır. Bazılarının delaleti ancak tefsirle anlaşılır. Bazı hadis lafızlarının taşıdığı hüküm umumi ve bazısının ise, hususidir. Kısacası hadis lafızları içinde hâs, umum, müphem, müşkül, hafi, mücmel olanları; mecaz ya da kinaye yollu söylenenleri ve birbirleriyle çelişik görünenleri mevcuttur. Ayrıca Kur’an-ı Kerim'de olduğu gibi hadiste de nesh vaki olmuştur. Dolayısıyla hadislerin de nasih ve mensuhu vardır. Bütün bu ve buna benzer özellikleri dikkatten uzak tutmamak kaydıyla, hadisleri inceleyip onlardan şer’i bir mesele hakkında hüküm çıkarmak, istinbatın esasını oluşturur.
  2. Rivayet ve hadislerin tearuz (çakışma ve uyumsuzluk) ettiği yerlerde çözüm için masumlar (a.s) vesilesiyle belirtilen çözüme dayalı hadisler.

Bibliyografi

  • Hürremşahi, Bahattin, Danışname-i Kur’an ve Kur’an Pejuhi, Tahran, Dustan, Nahit, 1377 h.ş.
  • Rabbani, Muhammed Hasan, Fıkıh ve Fukaha-i İmamiye der Guzer-i Zaman, Tahran, çap ve neşri Beynelmileli, 1386 h.ş.
  • Keriminiya, Muhammed Mehdi, Aşina-i ba Muhimterin Mekatib ve Devreha-i Fıkhı Şia, Mecelle-i Marifet, sayı: 93, s. 43, 59.
  • Meşkini, Ali, Istılahat-ı Fıkhi ve Usuli, Kum, el-Hadi, 1416 h.k, altıncı baskı.
  • Muzaffer, Muhammed Rıza, Usul-u Fıkıh, Kum, İsmailiyan, 1375 h.ş, beşinci baskı.
  • Şehabi, Mahmut, Edvar-i Fıkıh, Tahran, Vezarat-ı Ferhengi ve İrşad-ı İslami.
  • Cennati, Muhammed İbrahim, Edvar-ı Fıkıh ve Keyfiyeti Beyan-ı An, Tahran, Müessese-i Keyhan, 1374 h.ş.
  • Ebu Zühre, Muhammed, Tarih-i Mezahibu’l Fıkhiye, Daru’l Fikr el-Arabi, 1971 m.