Nübüvvet (Arapça: النبوة), insanların hidayeti için Allah tarafından görevlendirilen haberci ve elçi anlamına gelir. Yaratılışın hedefine ulaşması ve insanın istenilen noktaya ulaşması için peygamberlerin gönderilmesi zorunludur. Peygamberlerin en önemli özelliği vahiy, mucize ve ismet sıfatına sahip olmalarıdır.

Şia İnançları
Teoloji
TevhidZati TevhidSıfati TevhidEfali Tevhidİbadette Tevhid
FüruuTevessülŞefaatTeberrük
Adalet (İlahi Fiiler)
Hüsn ve KubhBedaEmru'n Beyne'l Emreyn
Nübüvvet
Peygamberlerin İsmetiİslam Peygamberinin HatemiyetiGaybet İlmiMucizeKur’an’ın Tahrif Olmadığı
İmamet
İnançlarİmam'ın Tayin Edilmesinin Gerekliliğiİmamların İsmetiTekvini Velayetİmamların Gayb İlmiGaybet (Küçük Gaybet, Büyük Gaybet), İntizar, ZuhurRic'at
İmamlar
Mead
BerzahCismani MeadHaşirSıratAmel DefteriMizan
Belirgin Konular
EhlibeytOn Dört MasumTakiyeMerceiyyet

Nübüvvet öğretileri dinin ilke ve usullerinden sayılmaktadır ve Müslüman olmak için ona inanmak şarttır. Kur’an ve nebevi sünnette isimleri belirtilen peygamberler ile İslam dininin peygamberi Hz. Muhammed (s.a.a) bu anlamda Allah tarafından görevlendirilen peygamberlerdendir. Nübüvvet, Hz. Âdem (a.s) ile başlamış ve Kur’an ayetlerinin tasrihi ile Hz. Muhammed Efendimizle (s.a.a) sona ermiştir. Şialar ve Sünniler bu konuda aynı görüşe sahiptirler.

Etimoloji

Sözlük Anlamı

Nübüvvet: “n-b-e” veya “n-b-v” kökündendir. Bu sözcük Arapçada birkaç anlamda kullanılmıştır. Haberci[1], yüksek makam[2], mekândan çıkış[3], aydın yol[4] ve gizli ses[5] bu manalardandır.

Risalet: “r-s-l” kökünden ve mesaj, haber, kitap, peygamberlik, memuriyet ve gönderilmiş[6] anlamlarına gelen mastar isimdir.[7] Çoğulu, “resail”[8] ve “risalat”tır.[9]

Resul: bu kelime de “r-s-l” maddesinden olup, huzurla kalkmak anlamında bir mastardır. Dini terminolojide inanç ve ahkâm[10] tebliği için gönderilmiş, elçi, haberci ve kendisine vahyolunan demektir.[11]

Nebinin Doğru Telaffuzu

Sözlük bilimcilerin çoğunun görüşüne göre, “Nebi” kelimesinin telaffuzu, eğer “nebi” kelimesi “n-b-e” (نبأ) (hamzalı bir şekilde) maddesinden türemiş olursa, “nebi” kelimesini hamzalı bir şekilde de “nebi” olarak (نبیء) telaffuz edebiliriz. Ama hamzası olmadan kullanılması daha doğrudur. Ancak eğer “nebi” kelimesi makam yüceliği ve ululuk anlamına gelen nübüvvet ve nebavet (نباوة و نبوّة) maddelerinden türemiş olursa, “nebi” kelimesini sadece hamzasız olarak telaffuz etmek gerekir.[12]

Terim Anlamı

“Nübüvvet” sözcüğünün anlamı hakkında Müslüman düşünürler ve âlimler her görüş ve ideoliji ile nübüvvet için tanımlar ileri sürmüşlerdir. Bazıları “nübüvveti” özellik ve gerekleri ile tanımlamış, bazıları ise, dakik ve kapsayıcı tanımlar ileri sürmek için çaba sarf etmişlerdir. Tüm bu tanımların ana özelliğinde şu noktalar vardır:

  • Nebi, kesinlikle insandır.[13]
  • Davetin amacı, insanların hidayetidir.[14]
  • Davetin içeriği, insanların yaşamındaki nazari ve pratik yönler için ilahî marifet ve bilgilerdir ve aynı zamanda insanları dünya ve ahiret saadet ve mutluluğuna ulaştırmaya yöneliktir.[15]
  • Haberin kaynağı, Allah Teâlâ’dır.[16]
  • Vahyin ulaştırılması insandan vasıtasız olarak gerçekleşmektedir.[17]
  • Allah’ın mesajını insanlara ulaştırmaktadırlar.[18]

Dolayısıyla peygamber, insanların hidayeti için başka insanların vasıtası olmadan ilahî kaynaktan aldığı marifet ve bilgileri halka iblağ eden insandır.[19] Bu şekilde birkaç bileşenle nebinin tanımı kısıtlanmaktadır.

Nebi ve Resul

“Nebi” ve “resul” kelimesi arasındaki farklar ve ilişkiler konusu kelam ilminin kapsamlı tartışmalarındandır. Ahzab suresi 40. ayet gibi, Kur’an’ın bazı ayeti kerimelerinde Hz. Resul-ü Kibriya Efendimiz (s.a.a) için hem “resul” ve hem de “nebi” kelimeleri birlikte kullanılmıştır. Müfessir ve mütekellimler arasında bu iki kelime arasındaki farklar ve ilişkiler ayrıntılı bir biçimde tartışılarak ele alınmıştır.

Bunlardan bazıları “resul” ve “nebi” kelimelerinin anlam yönünden müteradif ve mısdak yönünden de bir olduklarını ileri sürmüşlerdir. Bunlara göre nebi, resuldür ve resul de nebidir.[20] Buna karşın ünlü görüşe göre nebi ve resul, mısdak açısından umumi ve hususi mutlaktırlar. Yani her resul, nebidir; ancak her nebi resul değildir. Dolayısıyla bu görüşe göre, nübüvvet makamı insanların ulaşamayacağı derecede yer alan yüce bir makamdır ve bu makam, bazı enbiyaların risalet makamına ulaşmalarına ortam hazırlayıcıdır.[21]

Benzerlikleri

Risalet de nübüvvet gibi Allah tarafından kulları için gönderilmiş bir hilafet makamı ve Allah ile kulları arasındaki vasıtadır. Resul, Allah’ın istedikleri dışında bir şeyi istememekte ve risalet görevini yerine getirmek ve Allah’ın emirlerini insanlara ulaştırmak dışında bir amacı yoktur.[22]

Farkları

“Resul” ve “nebi” arasındaki farklar, bu ikisi arasında farklılık olduğunu ileri süren teoriye muvafık mütekellimler arasında farklı görüşleri barındırmaktadır.[23] Bu konudaki en önemli görüşler şunlardan ibarettir:

  • Resul, yeni bir şeriat sahibi peygamberdir veya bir önceki şeriatın bazı hükümlerini geçersiz kılmak ve nesh etmek için görevlendirilmiş bir peygamberdir.[24] Nebi ise, bir önceki şeriatın maarif ve hükümlerini tanıtmak ve açıklamak için gönderilmiş peygamberdir.[25]
  • Resul, uykuda ve uyanıkken kendisine vahiy olunan ve vahiy meleğini her iki halde de gören kimsedir. Buna karşın nebiye yalnızca uyku halinde vahiy olunmakta ve yalnızca uykuda vahiy meleğini görür.[26]-[27]
  • Resule vahiy, nebiye vahiyden daha yücedir. Resule vahiy, Hz. Cebrail (a.s) eliyle gerçekleşir. Buna karşın nebiye vahiy, başka bir melek, kalbi ilham veya sadık rüyalar yoluyla gerçekleşir.[28]

Elbette tüm bu farklar bir delille doğru değildir; zira bu iki sözcük bir peygambere ıtlak olmuştur. Örneğin “resul” ve “nebi” kelimeleri Hz. İsa Mesih (a.s) veya Hz. Muhammed Mustafa’ya[29] (s.a.a) ıtlak olmuştur.

Bazı hadislerde, bu itirazların yanıtında şöyle denmiştir: Hz. Peygamberin (s.a.a) kişisel meseleleriyle ilintili konularda hitap “nebi” diye gerçekleşmektedir. Örneğin: “Ey Peygamber! Eşlerine şöyle söyle…”[30] ve “resul” hitabı ise, risalet yüküyle yüklenmesi ve umumi risaletin içeriği ile ilgili olduğu konulardadır. Örneğin: “Ey Resul! tebliğ et.”[31]-[32]

Peygamberlerin Gönderilmesinin Gerekliliği

İnsanın dine olan ihtiyacı ve peygamberlerin gerekliliği konusu kelam ilminin en önemli konularındandır ve her zaman mütekellim ve filozofların ilgisini çekmiştir. Bu konu eski zamanlardan beri farklı ekollerdeki düşünürlerin tartışmalarına neden olmuştur. Bu meyanda yalnızca Hinduizm’de Brahmanlar, ilahî peygamberlerin gönderilişine ve semavi şeriatın nazil olmasını gerekli bilmemektedir. Buna karşın diğer düşünce sahipleri peygamberlik ve nübüvvetin matlup ve istenilen bir şey ve hikmet üzere olduğu, gerekli ve gerekli olmadığı konularında tartışmalar yapmışlardır. Son asırlarda da batılı bazı filozoflar, dinin afyon olduğunu iddia etmiş ve dinler ve ilahî peygamberlerin varlığını gerekli görmedikleri gibi, zararlı, gelişmeye engel, insan özgürlüğü ve milletlerin afyonu olduğunu ileri sürmüşlerdir.[33] Ve kendilerince bazı deliller ileri sürmüşlerdir.

Onlardan bazıları dinin dış yönlerine, bazıları ise yalnızca dini ilke ve tartışmalara yöneliktir.

Dinin Dışsal Yaklaşımı

Beşeri ilimlerin nazari bahislerini konu alan bu yaklaşıma göre, peygamberlerin gönderilmesi zorunlu ve gereklidir. Bu yaklaşım birkaç ön sözden oluşmaktadır:

  1. Allah, insanların yaratıcısıdır;
  2. Allah, hekimdir ve yaratmasıyla bir amaç gütmektedir;
  3. Allah’ın insanları yaratmasındaki amacı, insanların kemale ulaşmasıdır;
  4. İnsan seçme hakkına sahip bir varlıktır, dolayısıyla;
  5. Kemale ulaşmak, ihtiyari ve isteğe bağlı bazı işlerin yapılmasıyla mümkündür;
  6. İsteğe bağlı işlerin yapılması birkaç şeye bağlıdır: Doğru yolu tanımak ve bilmek, o işlerin yapılması için dışsal ortamların sağlanması ve o işlerin yapılabilmesi için bireyde gerekli güç ve kudretin olması, dolayısıyla;
  7. Lütuf kuralı ilkesine göre, Allah’ın insana hem seçme gücü ve hem de doğru yolu tanıma ortamını sağlayarak tanıtması gerekir;
  8. Buna karşın insanın tanıma ve kavrayış araçları his, akıl ve vahiydir;
  9. His ve akıl aracı, kişinin ferdi-toplumsal, maddi-manevi ve dünyevi-uhrevi yönlerini kapsayan saadet ve mutluluk yolunu tanımak için yeterli değildir, dolayısıyla;
  10. Hekim ve latif olan Allah-u Teâlâ’nın insana, beşerin yaratılışındaki ilahî amaçlarının gerçekleşmesi için his ve akıl dışında başka bir yol daha göstermesi gerekmektedir. Bu yol, vahiyle ve gayb âlemiyle irtibattan başka bir şey değildir.
  11. Gayb âlemiyle irtibat ve vahiy almak, her insanın üstesinden gelebileceği bir şey değildir. Dolayısıyla yalnızca bazı insanlar yaptıkları bazı doğru işlerden dolayı bu güç ve kudrete ulaşabilirler.[34]

Dinin İçsel Yaklaşımı

Dini öğretilere göre peygamberlerin gönderilmesinde bazı hikmetler yatmaktadır. Onlardan bazıları şunlardır:

  • Fıtri şeyleri canlı tutmak ve aklın kapsadığı belirsizlikleri bertaraf etmek[35];
  • Kullara olan hüccetin tamamlanması ve onlar için bahane ve özür kapısının kapatılması)[36]-[37];
  • Şeriatın insanlara iblağ edilmesi ve ilahî hükümlerin onlara ulaştırılarak açıklanması[38];
  • İnsanları eğitmek ve yetiştirmek[39];
  • Adalet ve eşitliğin sağlanması ve insanların birbirlerine olan zulümlerinin önünü almak[40];
  • Tağuta olan kulluklardan ve başka insanların zulüm ve zorbalıkları altında inleyen kulların kurtarılarak, özgürleştirilmesi.[41]-[42]

Brahmanların Şüphesi

Bazıları, Allah’ı tanımak ve semavi öğretileri anlamak için nübüvvete ve peygamberlerin gönderilmesine ihtiyaç olmadığını ileri sürmüş ve insanın kendi aklına dayanarak mutluluk yolunu yakalayabileceğini ve Allah’ı tanıyabileceğini iddia etmişlerdir. Eski zamanlarda Brahmanlar[43], Sabiin, Reenkarnasyona[44] inananlar ve Sumniyeler[45], son zamanlarda ise, deistler bu görüşe sahiptirler. Onlar bu görüşleri için kendilerince birkaç delil ileri sürmüşlerdir. Bu görüş, Brahmanlar dışında, Ahmed b. Tayyip Sorhi ve Kutbuddin-i Ravendi gibi Müslüman düşünürlere de atfedilmiştir.[46] Deistlerin ileri sürdükleri en önemli delilleri şunlardan ibarettir:

“Peygamberlerin mesajları ya aklın dedikleri ile aynıdır; bu durumda akıl varken peygambere ve onun mesajına ihtiyaç yoktur; ya da akla aykırıdır, bu durumda akıl o mesajı kabul etmekten kaçınmaktadır.[47] Ve dolayısıyla akli ve rasyonel olarak (akıl kabul etmediği için) onu reddetmek gerekir.”[48]

Ancak bu iddia doğru değildir, zira:

Aklın kabul ettiği ve reddettiği şeyler dışında üçüncü bir şık daha vardır. O da aklın reddetmediği, buna karşın aklın idrak etmekten aciz olduğu bazı öğretilerdir. Şöyle ki vahyi öğretiler iki türlüdür: Ya akıl onları idrak etme gücüne sahiptir (örneğin usul-u din gibi) ya da o öğretileri doğru bir şekilde idrak etme gücünden acizdir. Böyle bir yerde akıl sessizliğe bürünmekte ve görüş bildirmemektedir.

Beşer aklının bağımsız olarak idrak etmekten aciz olduğu yerlerde akıl bir şey söylememekte ve sessizliğe bürünmektedir. Örneğin mebde ve mead’ın bilinmesi, Allah’ın sıfatları, doğru bir yaşamın yolu[49] ve bunun gibi yerlerde vahiy bize doğru yolu gösterebilir. Ancak aklın tek başına ulaşabileceği ve öğrenebileceği şeylerde vahiy, o konuda tekit konumunda olmakta ve dindar insanların ona olan itimadını ortaya koymaktadır.[50]

Peygamberlerin Amaç ve Faydaları

Peygamberlerin gönderilmesinin nedeni, insanın yaratılış amacının tahakkuku ve gerçekleşmesine yöneliktir. Öyleyse peygamberlerin gönderilmesinin temel nedeni, insanın yaratılması hedefi ile aynıdır. Bu ana amacın yanı sıra, bazı ikincil amaçlar da bulunmaktadır. Bunlar, Kur’an-ı Kerim’in, peygamberlerin ve nübüvvetin ispatı için açıkladığı bazı delillerdir. Bu amaç ve hedeflerden en önemlileri özet olarak şunlardan ibarettir:

  • Toplumda tevhidin tamamlanması ve tekmili

İnsanın yaratılma amaçlarından birisi, insanın seçme hakkına dayalı güzel amelleri yapması ve Allah’ı tanıma doğrultusunda elde ettiği marifetler ışığındaki tekâmülüdür. Allah’ın marifet kemali, tevhidin idrak edilmesi ve her türlü şerikin Allah-u Teâlâ’dan uzak tutulmasıyla mümkündür. Bu durum, peygamberlerin yardımıyla mümkündür. Peygamberler, Allah tarafından insanı şirk ve put perestlik zilletinden kurtarması ve onları Allah’ın birliğine ve tevhide davet etmesi için görevlendirilmiştir. Kur’an-ı Kerim bu konu hakkında şöyle buyurmuştur: “Andolsun ki biz, «Allah'a kulluk edin ve Tâğut'tan sakının» diye (emretmeleri için) her ümmete bir peygamber gönderdik.” (Nahl, 36) Hz. Ali (a.s) da bu konuya benzer bir açıklamada bulunarak şöyle buyurmuştur:

“Allah, peygamberleri, tevhit ve Allah’ın sıfatlarını bilmeleri ve O’nun rububiyet ve birliğine iman etmeleri için gönderdi.”[51]
  • Eğitim ve Öğretim

Nübüvvetin faydalarından biri de insanların öğretim, dini terbiye ve eğitim almalarıdır. Aşağıdaki ayette buna işaret edilmiştir: “Çünkü ümmîlere içlerinden, kendilerine âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara Kitab'ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O'dur. Kuşkusuz onlar önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler.” (Cuma, 2)

  • Adalet ve Eşitliğin Sağlanması

Peygamberlerin amaçlarından biri, zorbaların karşısında zayıf düşmüş insanları desteklemektir:

“Andolsun biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve mizanı indirdik.” (Hadid, 25)

Bu ayet-i kerimeye göre, peygamberler mucize ve açık delillerle insanları hakka davet etmek, aralarında adaleti sağlamak ve zalimler karşısında onları uyandırıp kıyam etmeleri için gönderilmiştir.

  • İnsanların Özgürlüğü

İnsanın şeytan ve nefsi emarenin boyunduruğundan kurtularak, tekamül ve maneviyata doğru yol alması, hak ve batıl yolu bilmesine bağlıdır. Peygamberler, vahiy yoluyla elde ettikleri hidayet ve saadet programını dünya ve ahiret yönünde ihtiyaç duyulan tüm marifetleri insanlara göstermektedirler. Şu ayet-i kerime bu meseleye işaret etmektedir:

“Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber'e uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.” (A’raf, 157)

Bu açıklama ile insanlar için gerçek özgürlük peygamberlerin varlığına bağlıdır.

  • Zulmetten Kurtuluş

İnsanların fikirsel, inançsal, ahlaki ve ameli zulmet ve karanlıklardan kurtulması ve hayat ve yaşantının nur ve aydınlık yönüne doğru hareket etmesi de nübüvvetin amaçlarındandır:

“Elif. Lâm. Râ. (Bu Kur'an), Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, yani her şeye galip (ve) övgüye lâyık olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır.” (İbrahim, 1)

  • Müjdeci ve Uyarıcı

Peygamberlerin bir başka faydası da iyi ve salih insanlara müjde vermek ve onları kötü işlerden ve Allah’a itaatsizlikten sakındırmaktır. Allah-u Teala, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Biz, peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz.” (En’am, 48)

  • Hüccetin Tamamlanması

Peygamberler olmasaydı, inatçı insanların ‘peygamberler olsaydı, bizler kolumuzu açıp onları karşılardık ve onlara güzel davranırdık’ demeleri mümkün olurdu:

“(Yerine göre) müjdeleyici ve sakındırıcı olarak peygamberler gönderdik ki insanların peygamberlerden sonra Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın! Allah izzet ve hikmet sahibidir.” (Nisa, 165)

  • '• Anlaşmazlıkların Giderilmesi İçin Hakemlik

İnsan toplumları her zaman anlaşmazlık ateşinde yanmış ve yanmaktadır. Kendileri de aralarındaki anlaşmazlığın giderilmesinde başarılı olamamaktadırlar. Çünkü bilgi ve bilimleri her yönden sınırlıdır. Öte yandan kendini beğenmişlik ve bencillik genelde başkalarına itaat etmelerine izin vermemektedir. Ancak Allah’ın sonsuz ve sınırsız ilim deryasından ve okyanusundan ilimlerini alan peygamberler, diğer insanlardan daha üst bir düzeyde yer almaktadır. Dolayısıyla peygamberler anlaşmazlıkların giderilmesinde önemli bir role sahiptirler. Kur’an bu konuda şöyle buyurmaktadır:

“İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi. İnsanlar arasında, anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da gönderdi. Ancak kendilerine kitap verilenler, apaçık deliller geldikten sonra, aralarındaki kıskançlıktan ötürü dinde anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenlere, üzerinde anlaşmazlığa düştükleri gerçeği izniyle gösterdi. Allah dilediğini doğru yola iletir.” (Bakara, 213)

  • Tam ve Eksiksiz Yaşam ve Hayata Davet

“Ey inananlar! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resûlüne uyun. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız.” (Enfal, 24)

Yukarıdaki ayet bi’setin amaçlarından biri olarak, maddi, manevi, kültürel, ekonomik, siyasi, ahlaki ve sosyal yaşam olmak üzere yaşantı ve hayatın tüm yönlerine değinmektedir.[52]

Peygamberlerin Özellikleri

Gayp Âlemiyle İlişkileri

Peygamberlerin en önemli ve temel özelliği, gaybi ilimleri ile olan ilişkileri ve vahiy aracılığı ile ilahî mesajları almalarıdır. Vahiy, dini terminolojide özel öğretiler ve kati bilgilerdir; Allah katında seçilen bazı insanlara indirilmektedir. Bunun sonucunda gayp âleminden bir kapı ve mana âleminden yeni ufuklar enbiyanın üzerine açılır.[53]

Mucize Kudretine Sahip Olmaları

Allah tarafından gönderilen her peygamberin olağanüstü güç ve kudreti bulunmaktadır. Peygamberler insanoğlunun yapmaktan aciz olduğu ve insanüstü olan bu güçle bir veya birkaç şey yapabilmektedirler. Bu olağanüstü işleri yapmak, onların ilahi yardımlarla donatıldığını ve Ondan yararlandıklarını göstermektedir. Bu olağanüstü işler, peygamberlerin davetlerinin ve sözlerinin ilahî olduğunun bir kanıtıdır.

Bu olağanüstü işleri yapmak mucize olarak adlandırılmaktadır. Kısacası mucizeden maksat, nübüvvet (peygamberlik) iddiası ve meydan okuma ile birlikte karşısında kimsenin bir şey yapamayacağı ve önünü alamayacağı olağanüstü işlerin yapılmasıdır.[54]

İsmet (Masumiyet)

Peygamberlerin bir diğer belirgin özelliği de insanların onlara güvensizliğine neden olabilecek işlerden uzak durmaları ve korunmalarıdır. İmamiye mütekellimlerin görüşüne göre ismetten maksat, Allah’ın lütfu sayesinde insanın günahtan kendi isteği ile kaçınması ve imtina etmesidir.[55] Bu özellik, Allah tarafından kuluna verilen nefsani bir meleke ve lütuftur. Şöyle ki her ne kadar günah işleme gücü olsa da artık onda itaatsizlik veya günah işleme motivasyonu bulunmamaktadır.[56] Peygamberlerin ismet ve masumiyeti kaç konuyu kapsamaktadır:

  • Şirk ve küfürden (kâfirlikten) ismet
  • Vahyin alınması, korunması ve iblağ edilmesinde ismet
  • Şer’i hükümleri yerine getirmede ismet
  • Şer’i hüküm mevzularının teşhisinde ismet
  • Günlük işlerde hata ve yanlıştan ismet ve masumiyet.

Velayet

Velayetten maksat, başka insanlar hakkında bir şekilde tasarrufta bulunmaya ruhsat ve onlara yöneticilik anlamına gelen Allah’a yakınlıktır.[57] Bu velayet: tekvini ve teşrii olmak üzere ikiye ayrılır:

  • Tekvini velayet ya da Tekvinde velayet

Bu velayetten maksat; dünya ve dünya ötesindeki varlıklara yöneticilik ve onların durumlarında değişikliği beraberinde getirecek onlara doğrudan tasarruf hakkıdır. Teşrii velayet de kendi arasında birkaç kısma ayrılmaktadır: tefsiri velayet, içtimai velayet, politik yöneticilik ve şer’i hükümlerin teşriinde velayet.

    • Tefsiri velayet: Kur’an-ı Kerim’in içinde hata olmayacak şekilde tefsir ve yorum hakkına sahip olunması.
    • İçtimai velayet: Allah tarafından bazı insanlara özel olarak verilen liderlik ve başka insanlara yöneticilik hakkı.
    • Hükümlerin teşriinde velayet: Şer’i hükümlerin teşri edilmesi ve kanun koyma hakkıdır.[58]

Velayet tüm kısımlarıyla birlikte Allah’a özgüdür. Bazı durumlarda peygamberlere ve bazı insanlara velayet hakkı verilmiştir. Peygamberler tekvini ve içtimai velayete sahiptirler. Yeni din getirmeyen peygamberler, tefsiri velayete de sahiptir.

Hükümlerin teşrii velayeti konusunda, İmamiyyenin meşhur görüşü şudur: Yalnızca İslam Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.a) o da yalnızca birkaç özel hükümde, böyle bir hakka sahip olmuştur ve Allah’tan başka hiç kimsenin ilk şer’i hükümleri teşri etmeye hakkı yoktur. Bu birkaç özel hüküm şunlardan ibarettir: Dört rekâtlı namazlara iki rekât namazın eklenmesi, akşam namazına üçüncü rekâtın eklenmesi, her ay üç gün istihbab ve sarhoş edici her şeyin haram oluşu.[59]

Sözlerinin Hüccet Oluşu ve İtaatinin Gerekliliği

Peygamberlerin bir diğer özelliği, sözlerinin başka insanlara hüccet ve kanıt oluşudur. Peygamberlerin günah ve hatadan masumiyet ve velayetlerinden dolayı sahip oldukları bu özellikten maksat, peygamberlerin sözlerindeki delil ve kanıtlardan dolayı değil, resulün zati kişiliği ve kişisel haklarından dolayıdır. Bu onların sözlerinin sıhhatini tazmin etmekte ve halkın onlara bağlılıklarına neden olmaktadır. Yani insanlar, peygamberin nübüvvetini kabul ettikten sonra, artık onların diğer söz ve mesajları için onlardan delil ve kanıt istememektedirler.[60]

Sözlerinin dayanağı, ortaya koydukları delilden dolayı değil, kendi kişilikleridir. Elbette peygamberlerin sözlerinden maksat, onların sözlerinin istidlal içerikli ve makul olmadığı anlamında değildir. Bilakis kendi sözleri için delil getirmeye ihtiyaç duyulmamasıdır.[61] Bu özellikten dolayı ilahî peygamberlerin itaatleri, Allah’a itaatle aynı ayardadır ve insanların onlara uymaları lazım ve farzdır.[62] İnsanlara Allah’a itaat ettikleri gibi peygamberlere itaat etmeleri emredildi.[63]

Gayb İlmi

İlahî peygamberler, insanları kemale ulaştırmak ve Allah’a yakınlaştırma maksadıyla batıni ve toplumsal velayetle donatılmıştır. Liderlik ve insanların hidayet işini daha iyi yapmaları için hükümlerin teşri nedenini, kriterlerini ve bazı işlerin tekvinini bilmeleri de gerekir. Kur’an-ı Kerim, “ilim” ve “hikmeti” peygamberlerin iki özelliği unvanı ile belirtmiş ve peygamberlerin bazı şeylere ilim ve bilgilerinin olduğunu belirtmiştir. Bu ilim aşağıdakileri kapsamaktadır:

  • Başka kitaplara ilim,
  • İlahî isimlere ve tekvini işlere ilim,[64]
  • Başka bilimlere ilim. Örneğin Hz. Davud’un (a.s) zırh yapımını bilmesi,[65] Hz. Süleyman’ın (a.s) kuşların dilini bilmesi ve cinlere hükümranlığı[66] veya Hz. Yusuf’un (a.s) sahip olduğu rüya tabirlerini ve gayp ilimlerini bilmesi.[67]

Gayp ilminden maksat, duygu ve hislerle idrak edilemeyen gizli şeylerden haberdar olmak demektir. Bu ilim Allah’a mahsustur ve yeterliliği olan ve bu özellikten kötü bir şekilde istifade etmeyen kişilere de Allah kişinin kendi kapasitesi ölçüsünde vermektedir.[68]

Peygamberlerin Ard-Arda Gönderilmesinin Hikmeti

İnsanoğlunun ilk yaratılışından itibaren, hidayet araçlarına olan ihtiyacından dolayı, ilahi peygamberler bulunmaktaydı. Peygamberlerin sayısı ve ard-arda gönderilmesinin nedeni gibi sorular insanın zihnini kurcalamaktadır. Toplumlara neden bu kadar peygamber geldi? Neden ilk günden din kamil olmadı? Dini kaynaklara baktığımızda peygamberlerin ard-arda gönderilmesinin felsefesi hakkında birkaç faktör belirtilmiştir:

  • Dinin Temel İlkelerinin Değişmeden ve Unutulmaktan Korunması

Çok sayıda peygamberin gönderilmesinin nedeni, insanoğlunun hidayeti ve dini öğretilerin insanlar tarafından değişikliklere uğramalarından dolayıdır. İnsanlar zamanla yeryüzüne yayıldıktan ve aralarındaki sosyal ilişkiler arttıktan sonra, bir takım anlaşmazlıklar yaşanmaya başladı. Dikta ve zorbalar, zayıf halktan yararlanmak ve onları sömürme peşinde koşmaktaydılar. İdeal bir toplumun kurulması, eşit ve kardeşçe yaşamın sağlanması için mücadele eden peygamberler bu zorbaların karşısında durdular. Bu koşullar altında bu zorba güçler için peygamberlerle mücadele etmenin en kolay yolu, onların öğretilerini, getirdiklerini ve dinin temel ilkelerini değiştirmek ve bozmak yolunu seçmeleri gayet doğaldır.[69] İnanç ve ameli olarak tahrif, örneğin, meleklerin kız olduğunu ileri sürmek, Hz. İsa ve Hz. Üzeyr’in Allah’ın çocukları olduğunu iddia etmek, teslis, haram ve helallerin yer değiştirmesi ve ameli olarak dine bidat bulaştırmaktır.[70] İlahi mesajların halklar arasında kalıcı kalması, unutulmaya yüz tutmaması ve tahriften korunması için tarihin her devresinde bir önceki öğretileri tebliğ edecek veya yeni yeni öğretiler getirerek, dini öğretileri doğru bir şekilde insanlara sunacak kişilere (peygamberlere) ihtiyaç vardır.

  • Semavi kitapların Yok Olması

Hz. Ebu Zer’den (r.a) nakledilen bir rivayete göre, insanların hidayeti için Allah tarafından peygamberlere çok sayıda kitap nazil olmuştur. Buna rağmen farklı din takipçileri fikri ve düşünsel olgunluğa ermediklerinden dolayı, zamanın geçmesiyle birlikte bu kitapları koruyamamış, onlardan bir çoğu ortadan kaybolmuş ve sonraki nesiller onlardan yararlanamamışlardır.[71] Dolayısıyla peygamberlerin gelip kaybolan kitaplardaki konu ve öğretileri insanlara açıklamaları gerekmekte ya da yeni bir reçete ile insanların hidayet ve saadeti için yeni bir din getirmeleri gerekmektedir.

  • İhtiyaç ve Koşulların Değişmesi

Tüm dinlerdeki temel öğretiler müşterek, sabit ve değiştirilemez olsa da, bazı dini öğretiler insanların duyduğu ihtiyaçlar, zaman ve çıkarların gerektirdiğine göre belirlenmiştir. İhtiyaçların, şart ve koşulların değişmesi ile hükümleri de değişkenlik kazanmaktadır.[72] Örneğin yaptıkları hatalardan dolayı İsrailoğullarının cezalandırılması, itaatsizlikleri ve ubudiyet ruhiyelerinin güçlendirilmesi için Yahudilerin dininde bazı dini hükümler yer almaktaydı. Açıktır ki bu hususiyetin bertaraf olması veya muhatapların değişmesi ile artık bu maslahatlara gerek kalmamakta ve onların hükümleri nesh edilmektedir.

  • • İnsanoğlunun Anlayış ve Kabiliyetinin Gelişmesi

Beşeriyet, zamanın geçmesi ve yaşam koşulların değişmesi ile toplu ve ferdi akıldan yararlanarak, ilahî peygamberlerin sunduğu öğretilerin yardımı ile yavaş yavaş tekamüle ermekle ilerlemiştir. Ömrü uzadıkça, yeni ve tam öğretileri elde etmek için insanın kabiliyeti artmıştır. Bu durumu, dinlerdeki öğretilerin tahakkuk bulması ve onların birbirleriyle karşılaştırılmasıyla açıklamak mümkündür. Bundan dolayı bazı Müslüman filozoflar, Hz. Adem’den (a.s) ahir zaman ümmetine kadar insanların yeteneklerinin gelişmekte olduğunu söylemişler. Dolayısıyla peygamberlerin ard-arda gelerek, ümmetlerinin kendi zamanına özgü kabiliyet ölçüsüne göre saadet ve mutluluk programı yapmaları gerekmektedir.[73]

Peygamberlerin Sayısı

Bazı rivayetler esasına göre, peygamberlerin sayısı 124 bindir. Hz. Resulullah’tan (s.a.a) nakledilen bir rivayete göre, Allah-u Teâlâ insanların hidayeti için 124 bin peygamber göndermiştir. Bu konuda Hz. Resulullah’tan (s.a.a) nakledilen güvenilir rivayet şudur:

“Allah, yüz yirmi dört bin peygamber gönderdi. Ben onların en değerlisi ve Allah’a en yakın olanıyım. Ve yine onların sayısı kadar, yani yüz yirmi dört bin vasi yarattı. Onların arasında Ali, Allah katında en üstünü ve en değerlisidir.”[74]

İlk Peygamber

Hz. Âdem (a.s), ilk insan ve tüm insanların babasıdır. Allah, kendi ruhundan ona üflemiş[75] ve sonra Hz. Âdem’in (a.s) yaratılışından dolayı kendisini övmüştür.[76] Ona secde etmeleri meleklere emredilmiştir.[77] Hz. Âdem’in (a.s) eşi Hz. Havva’dır.[78] Yasaklanmış meyveden yedikleri için cennetten kovulmuşlardır. O, Allah’ın yeryüzündeki ilk halifesi ve ilahî peygamberlerin ilkidir.

Son Peygamber

Hz. Muhammed b. Abdullah b. Abdulmuttalib (s.a.a), (fil yılı/570 m. Mekke – Hicrî 11/632 m. Medine) İslam Peygamberidir. Ulu’l Azm Peygamberlerinden ve Allah’ın son elçisidir. Kur’an en önemli mucizesidir. Tek tanrıcılık (Tevhit) inancının münadisi ve güzel ahlaka davetçi idi. Ayrıca hükümetin başı, yasa koyucu, sosyal reformcu ve savaş komutanı idi. Müşrik Arabistan toplumunda dünyaya gelmesine rağmen, yaşamı boyunca putlara tapmaktan uzak durmuş, toplumda yaygın olan çirkin davranışlardan sakınmıştır. Kırk yaşında Allah tarafından peygamberliğe seçilmiştir. En önemli mesajı “tevhide davet” idi ve gönderilişinin nedenini “güzel ahlakı tamamlamak” olarak açıklamıştır.

Hz. Peygamber (s.a.a) kendisinden sonra Kur’an ve Ehlibeyte (a.s) sarılmalarını ve onlardan ayrılmamalarını Müslümanlardan istemiş ve Gadir vakası gibi, çeşitli etkinlik ve ortamlarda İmam Ali’yi (a.s) kendi yerine halef ve ardıl olarak atamıştır.

Kitap Sahibi Peygamberler

Bazı peygamberler semavi kitap sahibiydiler. Bu peygamberler tarafından alınan ilahî mesajlar, “kutsal kitap” veya “semavi kitap” adıyla toplanırdı. Bu kitaplar, o din takipçilerinin dini dayanağı, inanç ve amel ölçüsüydü. Nazil olan kitaplar şunlardan ibarettir:

Tebliğ ve Teşri Peygamberleri

İnsanların yaşantısı Hz. Nuh’un (a.s) çağına kadar sade ve toplumsal yaşamın zorluklarından uzak bir halde seyretmekteydi. Sosyal ihtiyaçlar ve toplu etkileşimler için sosyal hükümler ve yasa koymaya ihtiyaç hissedilmemekteydi. Zorba ve diktalar henüz ortaya çıkmamıştı. Bundan dolayı Hz. Nuh’un (a.s) çağına kadar yalnızca vahyani öğretilerin açıklanmasına ihtiyaç duyulmaktaydı. O döneme kadarki peygamberler arasındaki tek fark, dini talimlerin ölçüsü ve niteliği idi. Hz. Nuh’un (a.s) dönemine kadar süredeki nübüvvet için şöyle demek mümkündür: Hz. Adem’den (a.s) Hz. Şeys (a.s) ve Hz. İdris’e (a.s) kadar olan peygamberlerin peygamberliği, tanıtım amaçlıydı. Tek görevleri Allah’ın varlığı, sıfatları ve Mead gibi dini inanç öğretilerini tanıtmak ve açıklamaktı.

Ancak beşerin ilerleyen çağlarda gelişmesi ve toplumsal bağların teşkil edilerek yayılması ile toplumlar arasında yaşanan çatışma ve çekişmeler, zengin ve zorba tabakanın ortaya çıkması ve dinin konumlarını tehlikeye soktuğu kişilerce her gün saldırıya uğraması ve karşı konulması ile birlikte, o günden sonraki peygamberlerin tanıtım ve tebliğ görevleri dışında vahiyden aldıkları ilham ile ahkamın tebliği, ahlaki öğretilerin insanlar arasında yaygınlaştırılarak, terbiye görmesi, ibadi, siyasi ve sosyal yasa ve kanunlar konulmasını da gerekli kılmıştır. Kısacası Allah tarafından insanlar için yasa ve kanunlar getirmelerini zorunlu kılmıştır.[80] Ulu’l-Azm peygamberlerine özgü olan bu tür nübüvvete “Teşrii nübüvvet” denir.

Ulu’l-Azm Peygamberleri

Bir kısım peygamberlere “Ulu’l Azm” peygamberi denir. Anlamı, kaç tane oldukları, evrensel risalete sahip olup olmadıkları konularında farklı görüşler bulunmaktadır. Meşhur görüşe göre bu peygamberler, şeriat sahibi olan peygamberler; Hz. Nuh (a.s), Hz. İbrahim (a.s), Hz. Musa (a.s), Hz. İsa (a.s) ve Hz. Muhammed’dir (s.a.a).[81]

Hatemiyet

Hatemiyet, kelami bir kavramdır ve tüm Müslümanların ortak bir öğretisidir. Şöyle ki Hz. Muhammed’den (s.a.a) sonra başka bir peygamber ve din gelmeyecektir. Bu kavram Kur’an’ın kendisinden alınmıştır. Ahzab suresinin 40. Ayet-i kerimesinde Hz. Muhammed Efendimiz (s.a.a) için “Hatemu’n-Nebi” tabi kullanılmıştır. Hatemiyete inanç, hem Peygamber efendimizin (s.a.a) zamanında ve hem de ondan sonraki dönemlerde kabul edilmiş olan açık bir emirdir.[82] Bu öğreti her zaman dinin zaruretlerinden sayılmıştır. Şu anlamda ki her kim Hz. Resul-ü Kibriya Efendimizin (s.a.a) nübüvvetini kabul ederse, kesinlikle onun son peygamber olduğunu da kabul etmek zorundadır.[83] Nübüvvetin sona ermesinin hikmeti konusunda bir çok faktör sayılmıştır. Örneğin: Kur’an’ın her türlü değişiklikten korunmuş olması, İslam dininin tam ve kapsayıcı olması, beşerin ihtiyaçlarının değişmesi ve muhatapların kemal ve akıllarının olgunluğa ermesi.

Umumi ve Has Nübüvvet

Genel bir kategorilendirmede, nübüvvet umumi ve has olmak üzere ikiye ayrılır. Tüm peygamberler hakkındaki konularla ilintili meseleler “umumi” ve yalnızca İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.a) hakkındaki konularla ilintili meselelere de “has nübüvvet” denir.[84]

Ek Okumalar

Genel Kitaplar

Kitabın Adı Yazar Yayınevi
Amuzeş-i Kelamı İslami (2.cilt) Muhammed Saidi Mehr Taha
Rah ve Rahnema Şinasi Muhammed Taki Misbah Yezdi İmam Humeyni
Ferheng-i İlm-i Kelam Ahmed Hatemi Taha
Amuzeş-i Akaid Muhammed Taki Misbah Yezdi Sazman-ı Tebligat
Nübüvvet Murtaza Mutahhari Sadra

İhtisasi Kitaplar

Kitabın Adı Yazar Yayınevi
Pasoh be Şübehat-i Kelami Muhammed Hüseyin Kadirdan Karameliki Pejuheş-i Ferheg ve Endişe
ez-Zehire fi İlmi Kelam Seyyid Murtaza Neşr-i İslami
Muhazerat fi İlahiyat Ali Rabbani Gulpeygani Neşr-i İslami

Kaynakça

  1. İbn-i Manzur, c. 1, s. 162.
  2. Tureyhi, c. 1, s. 405.
  3. Feyumi, c. 2, s. 591.
  4. Halil b. Ahmed, c. 8, s. 382.
  5. Cevheri, c. 1, s. 74.
  6. İbn-i Manzur, c. 1, s. 283.
  7. Dehhuda, c. 7, s. 84, 105.
  8. Halil b. Ahmed, c. 7, s. 341.
  9. Hatemi, c. 1, s. 121.
  10. Curcani, et-Tarifat, s. 49.
  11. Telif kurulu, s. 159.
  12. Tusi, el-İktisad fi ma Yeteallaku bil İ’tikad, s. 245.
  13. İbrahim, 11.
  14. Bahrani, Kavaidu’l Meram fi İlmi’l Kelam, s. 122.
  15. Bakara, 129.
  16. Fazıl Mikdad, en-Nafiu Yevme’l Haşr, s. 34.
  17. Hilli, Menahicu’l Yakin fi Usulu’d-Din, s. 403.
  18. Hilli, el-Hadi Aşer, s. 34.
  19. Sadıki, s. 184.
  20. Maverdi, s. 184.
  21. Mustafavi, c. 3, s. 116.
  22. Mustafavi, c. 3, s. 118.
  23. Maverdi, s. 51.
  24. Bağdad-i, Usulu’d-Din, s. 154.
  25. Askeri, Mu’cemu’l Furuku’l Lügat, s. 531.
  26. Askeri, Mu’cemu’l Furuku’l Lügat, s. 362.
  27. Kuleyni, c. 1, s. 176.
  28. Curcani, et-Tarifat, s. 105.
  29. Meryem, 51.
  30. Ahzab, 28.
  31. Maide, 67.
  32. Mustafavi, c. 3, s. 116.
  33. Rabbani Gulpeygani, s. 19, 20.
  34. Misbah Yezdi, Amuzeş-i Akaid, s. 177, 178; Misbah Yezdi, Rah ve Rahnema Şinasi, s. 16.
  35. İbn-i Arabi, c. 2, s. 448.
  36. Müderrisi, s. 257.
  37. Tabatabai, el-Mizan fi Tefsiri’l Kur’an, c. 2, s. 141.
  38. Sebzivari, Muhammed b. Habib, s. 558.
  39. Cuma, 2.
  40. Tabatabai, el-Mizan, c. 3, s. 199.
  41. Kuleyni, c. 8, s. 386.
  42. Tabatabai, el-Mizan, c. 12, s. 243.
  43. Fahri Razi, Mefatihu’l Gayb, c. 19, s. 157.
  44. Curcani, Şerhu’l Mevakif, c. 8, s. 234.
  45. Taftazani, Şerhu’l Akaidu’n-Nesefiye, s. 85.
  46. Fahuri ve Halil el-Cer, Tarih-i Felsefe der Cihan-ı İslam, s. 343.
  47. Hilli, Keşfu’l Murada fi Şerh-i Tecridi’l İ’tikad, s. 345.
  48. Lahici, Şerhu’l Usulu’l Hamse, s. 380.
  49. Petersun ve Başkaları, s. 48.
  50. Şerif Murtaza, ez-Zehire fi İlmi’l Kelam, s. 324; Hilli, el-Elfeyn, s. 345.
  51. Nehcü’l Belağa, 143. Hutbe.
  52. Misbah Yezdi, s. 23, 56.
  53. Tabatabai, Vahiy ya Şuur-u Mermuz, s. 104.
  54. Mufid, en-Nuketu’l İ’tikadiye, s. 35.
  55. Şerif Murtaza, Resilu’ş-Şerif el-Murtaza, s. 326.
  56. Hilli, el-Babu el-Hadi Aşer, s. 9.
  57. Tabatabai, el-Mizan, c. 6, s. 124.
  58. Cevadi Amuli, Velayet-i Fakih, s. 124
  59. Kuleyni, c. 1, s. 265.
  60. Suruş, Best-i Tecrübe-i Nebevi, s. 135.
  61. Suruş, Best-i Tecrübe-i Nebevi, s. 135.
  62. Nisa, 59.
  63. Tabatabai, el-Mizan, c. 4, s. 388, 389.
  64. Ali b. İbrahim, Tefsir-i Kummi, c. 1, s. 46.
  65. Enbiya, 80.
  66. Neml, 16.
  67. Yusuf, 21.
  68. Tabatabai, el-Mizan, c. 15, s. 393.
  69. Mutahhari, Camie ve Tarih, s. 212.
  70. En’am, 140.
  71. Mutahhari, Vahiy ve Nübüvvet, s. 182.
  72. Kayseri, Şerh-i Fususu’l Hikem, c. 1, s. 136.
  73. Sadru’l Müteellihin, Şerh-i Usul-u Kafi, Kitabu’l Hüccet, s. 124.
  74. Meclisi, c. 11, s. 30.
  75. Hicr, 29.
  76. Muminun, 14.
  77. Bakara, 34.
  78. Nisa, 1.
  79. Kuleyni, c. 1, s. 240.
  80. Sebzevari, Şerhu’l Esmau’l Hüsna, s. 552, 553.
  81. Tabatabai, el-Mizan, c. 2, s. 141, 142.
  82. Amedi, s. 360.
  83. Bağdadi, Kitabu Usulu’d-Din, s. 162; Ayrıca Bkz. Fazıl Mikdad, s. 84; Alusi, c. 22, s. 34.
  84. Porsiman-ı Danişcuyi

Bibliyografi

  • İbn-i Arabi, Muhyiddin Muhammed, Tefsir-i İbn-i Arabi, Beyrut, Daru İhya et-Turas el-Arabi, 1422 h.k.
  • İbn-i Manzur, Muhammed b. Mukrim, Lisanu’l Arab, Beyrut, Daru Sadır, m. 2000.
  • Alusi, Mahmud b. Abdullah, Ruhu’l Maani, Beyrut, Daru İhya et-Turas el-Arabi.
  • Amedi, Ali b. Muhammed, Gayetu’l Meram fi İlmi’l Kelam, Hasan Mahmut Abdullatif baskısı, Kahire, 1971.
  • Bahrani, İbn-i Meysem, Kavaidu’l Meram fi İlmi’l Kelam, Kum, Ayetullah Necefi Mer’aşi Kütüphanesi, ikinci baskı, 1406 h.k.
  • Bağdadi, Abdulkahir, Usul-u Din, Beyrut, Daru’l Kutubu’l İlmiye, 1401 h.k.
  • Perestun Michael ve başkaları, Akıl ve İtikadi Dini, tercüme: Ahmed Neraki ve İbrahim Sultani, Tahran, 1389 h.ş, yedinci baskı.
  • Taftazani, Saduddin, Şerhu’l Akaidu’n-Nesefiye, Kahire, Mektebet el-Kulliyat el-Ezheriye, 1407 h.k.
  • Curcani, Seyyid Şerif, et-Tarifat, dördüncü baskı, Tahran, Nasır Husrev, 1412 h.k.
  • Bir grup yazar, Şerh el-Mustalahatu’l Kulliye, Meşhed, Astan-ı Kuds-i Razavi, 1415 h.k.
  • Cevadi Amuli, Velayet-i Fakih, Velayet-i Fekahet ve Adalet, altıncı baskı, Kum, Neşr-i İsra, 1385 h.ş.
  • Cevheri, Sihahu’l-Lügat, Kelam-ı Nur yazılımı.
  • Hilli, Hasan b. Yusuf, el-Elfeyn, Kum, Müessese el-İslamiye, 1423 h.k.
  • Hilli, Hasan b. Yusuf, el-Babu el-Hadi Aşer, Tahran, Müessese-i Mutalaat-ı İslami, 1365 h.ş.
  • Hilli, Hasan b. Yusuf, Keşfu’l Murada fi Şerhi Tecridi’l İ’tikad, dördüncü baskı, Kum, Neşr-i İslami, 1413 h.k.
  • Hilli, Hasan b. Yusuf, Minhacu’l Yakin fi Usulu’d-Din, Tahran, Neşru Daru’l Usvet, 1415 h.k.
  • Hatemi, Ferheng-i İlm-i Kelam, Tahran, Neşr-i Seba, 1370 h.ş.
  • Dehhuda, Ali Ekber, Lügat Name, Tahran, Müessese Lügat Name Dehhuda, 1334 h.ş.
  • Razi, Fahri Razi Muhammed, Mefatihu’l Gayb, üçüncü baskı, Beyrut, Daru İhya et-Turas, 1420 h.k.
  • Rabbani Gulpeygani, Ali, Kelam-ı Tatbiki, Kum, Merkez-i Cihan-ı Ulum-u İslami, 1385 h.ş.
  • Sebzevari, Muhammed b. Habibullah, İrşadu’l Ezhan fi Tefisiri’l Kur’an, Beyrut, Daru Taarif lil-Matbuat, 1419 h.k.
  • Sebzevari, Molla Hadi, Şerhu Esmau’l Hüsna, Tahran, Tahran Üniversitesi, 1372 h.ş.
  • Suruş, Abdulkerim, Best Tecrübe Nebeviye, beşinci baskı, Tahran, Müessese Ferheng-i Sırat, 1385 h.ş.
  • Şerif Murtaza, Ali b. Musa, ez-Zehire fi İlmi’l Kelam, Kum, Müessese Neşr-i İslami, 1411 h.k.
  • Şerif Murtaza, Ali b. Hasan, Resailu’ş-Şerif el-Murtaza, Kum, Daru’l Kur’ani’l Kerim, 1405 h.k.
  • Sadıki, Hadi, Der Amedi ber Kelam-i Cedid, Kum, Kitab-ı Taha ve Neşr-i Maarif, ikinci baskı, 1383 h.ş.
  • Sadru’l Müteellihin, Muhammed b. İbrahim, Şerhu Usulu’l Kafi, Kitabu’l Hüccet, Tashih Muhammed Havacevi, Tahran, Müessese Mütalaat ve Tahkikat-ı Ferhengi, 1370 h.ş.
  • Tabatabi, Muhammed Hüseyin, el-Mizan fi Tefsiri’l Kur’an, beşinci baskı, Kum, Neşr-i Camiu Müderrisin, 1417 h.k.
  • Tabatabi, Muhammed Hüseyin, Vahiy ya Şuur-u Merbuz, Merkez-i Neşr ve Tevz-i Kitab, 1337 h.ş.
  • Tureyhi, Fahrettin b. Muhammed, Mecmeu’l Bahreyn, Defter- Neşr-i Ferheng-i İslami, 1387 h.ş.
  • Tusi, Muhammed b. Hasan, el-İktisad fi-ma Yetaellaku bil-İ’tikad, Beyrut, Daru’l Avda, ikinci baskı, 1406 h.k.
  • Askeri, Hüseyin b. Abdullah, Mu’cemu’l Furuku’l-Lüğaviyye, Kum, Müessese Neşr-i İslam, üçüncü baskı, 1384 h.ş.
  • Fahuriyna ve Halil el-Cer, Tarih-i Felsefe der Cihan-ı İslam, tercüme: Muhammed Ayeti, Tahran, Sazman-ı İntişarat ve Amuzeş-i İnkılab-ı Ferhengi, ikinci baskı, 1385 h.ş.
  • Fazıl Mikdad, Muhammed b. Hasan, el-İ’timad fi Şerh-i Vacibu’l İ’tikad, Safaaddin Basri baskısı, Meşhed, 1412 h.k.
  • Fazıl Mikdad, Muhammed b. Hasan, en-Nafiu Yevme’l Haşr, Şerhu’l Babu Hadi Aşer, Tahran, Müessese Mutalaat-ı İslami, 1365 h.ş.
  • Ferahidi, Halil b. Ahmed, el-Ayn, ikinci baskı, Kum, Neşr-i Hicret, 1409 h.k.
  • Fayumi, Ahmed b. Muhammed, Misbahu’l Munir fi Garibi’l Şerhi’l Kebir lil-Rafii, ikinci baskı, Kum, Neşr-i Hicret, 1414 h.k.
  • Kummi, Ali b. İbrahim, Tefsir-i Kummi, Daru’l Kummi, Kum, dördüncü baskı, 1367 h.ş.
  • Kuleyni, Muhammed b. Yakub, Usulu’l Kafi, Tahran, Daru’l Kutubu’l İslamiye, 1365 h.ş.
  • Kayseri, Davud, Şerh-i Fususu’l Hikem, Kum, Neşr-i Envaru’l Hadim, 1416 h.k.
  • Lahici, Abdulcabbar, Şerhu’l Usulu’l Hamse, Beyrut, Daru İhya et-Turas el-Arabi, 1422 h.k.
  • Maverdi, Ali b. Muhammed, İ’lamu’n-Nübüvvet, Daru’l Kutubu’l Arabi, 1987 h.k.
  • Müderrisi, Muhammed Taki, Min Hüde’l Kur’an, Tahran, Neşr-i Daru Muhibi’l Hüseyin, 1386 h.ş.
  • Misbah Yezdi, Rah ve Rahnema Şinasi, Kum, İntişarat-ı Müesese İmam Humeyni, 1386 h.ş.
  • Misbah Yezdi, Muhammed Taki, Amuzeş-i Akaid, on yedinci baskı, Tahran, Müessese Çap ve Neşr-i Beyne’l Milel-i Sazman-ı Tebligat, 1384 h.ş.
  • Mustafavi, et-Tahkik fi Kelimati’l Kur’an, Tahran, Tercüme ve Neşr-i Kitab-ı Bonkah, 1360 h.ş.
  • Mutahhari, Murtaza, Camie ve Tarih, Tahran, Neşr-i Sadra, 1372 h.ş.
  • Mutahhari, Murtaza, Vahiy ve Nübüvvet, Tahran, Neşr-i Sadra, 1385 h.ş.
  • Müfid, Muhammed b. Muhammed b. Numan, en-Nuketu’l İ’tikadiye, Kum, Kongre-i Cihan-i Şeyh Müfid, 1413 h.k.