Abdest Ayeti

Öncelik: b, kalite: c
linksiz
kategorisiz
yönlendirmesiz
wikishia sitesinden

Abdest Ayeti (Arapça:آية الوضوء); Maide Suresinin altıncı ayetinin bir bölümünde abdestin alınış şekline değinilmektedir. Bu ayeti kerimenin bazı terimlerinin manaları konusunda Şia ve Ehlisünnet arasında görüş ayrılıkları bulunmaktadır.

Kur’an-ı Kerim'de abdestin alınış şeklinden bahseden başka bir ayet bulunmamaktadır. Ancak Şia hadis kaynaklarında abdest ve abdestin detaylarına dair 560'tan fazla rivayet nakledilmiştir.

Ayetin Metni ve Tercümesi

Abdest Ayeti
یا أَیهَا الَّذینَ آمَنُوا إِذا قُمْتُمْ إِلَی الصَّلاةِ فَاغْسِلُوا وُجُوهَکُمْ وَ أَیدِیکُمْ إِلَی الْمَرافِقِ وَ امْسَحُوا بِرُؤُسِکُمْ وَ أَرْجُلَکُمْ إِلَی الْکَعْبَین
“Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklerinizle beraber ellerinizi yıkayın, başlarınızın bir kısmını ve ayaklarınızı da iki tümsek/çıkıntıya kadar mesh edin.”
Mâide Suresi 6. Ayet


Ellerin Yıkanması

Yüzün ve Ellerin Yıkanma Şekli

Şia fakihleri, abdest almak için ellerin dirseğin biraz üst kısmından parmak uçlarına kadar yıkanmasının farz olduğuna inanmaktadırlar. Ama Ehlisünnet'in geneli kolları yukarıdan aşağıya ya da aksi şekilde yıkama konusunda şahsın ihtiyar sahibi olduğunu, ancak aşağıdan (parmak uçlarından) yukarıya doğru yıkanmasının müstehap olduğunu söylemektedirler. [1] Bu fikir ayrılığı, rivayetlerin yanı sıra ayetteki “ila” edatına yüklenen anlamdan da kaynaklanmaktadır.

Şia fakihlerinin delili: Peygamber efendimizin (s.a.a) kollarını yukarıdan aşağıya doğru yıkadığını beyan eden hadisler[2] ve masum imamların (a.s) rivayetleridir.[3]

Ayetteki “İla” Edatının Anlamı

Şia inancına göre ayetteki “ila” edatı, yıkamanın şeklini ve yönünü değil, yalnızca yıkamanın haddi ve miktarını belirtmek içindir. Zira "el" manasına gelen “yed” kelimesi, Arapçada üç farklı anlamda kullanılmaktadır:

  1. Parmak uçlarından bileğe kadar.
  2. Parmak uçlarından dirseğe kadar.
  3. Parmak uçlarından omza kadar.

Bu ayeti kerimede “ila” edatı, yıkamanın şeklini ve yönünü değil, ellerin yıkanmasındaki gerekli miktarın dirseklere kadar olduğunu belirlemektedir. Örneğin bir boyacıya duvarın bu bölümüne kadar olan yerini boya dediğimizde “bölümüne kadar olan yer” den maksat fırçayla aşağıdan o yere kadar boyaması değil, boyayacağı yerin alan ve sınırıdır. Hatta ayette “ila” nın "mesir ve yolun sonu" anlamında gelebilmesi ve kullanılabilmesi için, bir şeyin başlangıç noktası manasına gelen “min” kelimesi dahi gelmemiştir. Mesela başka bir örnekte bir caminin bakıcısına “Camiyi kapıdan mihraba kadar süpür” dendiğinde, nereden başlayıp, nerede biteceği değil, burada süpürülmesi gereken yerin sınır ve miktarı beyan edilmiştir.

Ehlibeyt'in (a.s) vesilesiyle beyan edilen Resulü Kibriya’nın amel ve sünneti bu mananın en büyük şahididir.[4][5]

Ayakların Yıkanması veya Mesh Edilmesi

Dosya:Re941.jpg
Başın ve Ayakların Mesh Edilme Şekli

Şialar abdest ayetine ve Ehlibeyt'in (a.s) rivayetlerine istinat ederek abdestte ayakların mesh edilmesi gerektiğine, Ehlisünnet ise ayakların yıkanması gerektiğine inanmaktadırlar. Mesh etme veya yıkama noktasında var olan ihtilafın kaynağı, “ercul” (ayaklar) kelimesinin irabı (yani harekesi) ve onun bir önceki kelimeye atfedilme şeklidir.

“Erculekum” kelimesi iki şekilde kıraat edilmiştir: Mansub (Erculekum) ve mecrur (Erculikum).

Meşhur Olan Kıraat

Meşhur olan okunuşa göre “Erculekum”deki "Lam" harfi fetheli olarak okunmuş ve mansuptur. Arap edebiyatında bu kelimenin mansup olması konusunda iki delil zikredilmiştir:

  • “Erculekum” kelimesi “İmsehu” fiilinin mefulü ve mahallen mansup olan “Biruusikum”a atıftır. Buna göre ayaklar da baş gibi mesh edilmelidir.
  • “Erculekum” kelimesi “Fağsilu” fiilinin mefulü ve mansup olan “Vucuhekum”a atıftır. Buna göre de ayaklar yüz ve eller gibi yıkanmalıdır.[6]

Şialar, birinci ihtimali destekleyen sünnet ve rivayetlere ek olarak, ikinci ihtimalin Arap dili edebiyatına göre Kur’an’ın fesahatiyle uyuşmadığına inanmaktadırlar. Zira “Erculekum” kelimesinin yakınındaki kelimeye atfedilme imkânı olduğu halde, son bulmuş ve “İmsehu” cümlesi ile yeniden başlamış olan önceki cümlenin mefulüne atfedilmesi fesahate uygun değildir. “Ba” harfi cerrinin “Ruusikum” kelimesinin başına gelme sebebi de başın ve ayakların üst kısımlarından bir bölümünün mesh edilmesinin yeterli olduğunu belirtmek içindir.

Ehlisünnet'ten İki Açıklama

Bazı Ehlisünnet âlimleri, abdest ayetindeki yıkamanın meshi de kapsadığını ama bunun aksinin doğru olmadığını belirtmişlerdir. Yani yıkamak şundan ibarettir: Çok rutubetli ıslaklık. Ama bunun tersi doğru değildir. Dolayısıyla eğer bir kimse ayaklarını yıkamışsa kesin olarak abdestini doğru bir şekilde almış olur. Zira eğer meshin farz olduğunu kabul etmiş olduğumuzu farz edersek, ayaklarını yıkayan bir kimse aynı zamanda mesh de etmiştir. Ama ayaklarını mesh eden bir kimse için eğer gerçekten yıkamak farz idiyse, bu durumda üzerindeki teklif kalkmamış olur ve bu kimse yalnız mesh etmiştir. Oysaki bu farz etmeğe göre yıkamak farz idi.[7]

Bu görüşe şöyle cevap verebiliriz: Gesl (yıkamak) ve mesh iki ayrı mefhumdur. Bunlar birbiri ile örtüşmemekte ve birbirinin yerini almamaktadır. Yani ne yıkamaya mesh ve ne de meshe yıkamak denebilir. Örfte, ayağını yıkayan kimseye "ayağını mesh etmiş" denmez. Eğer bu doğru olsaydı, başını mesh edeceği yerde yıkayan kimsenin abdesti de doğru olması gerekirdi. Oysaki Ehlisünnet'in kendisi de böyle bir inanca sahip değildir.[8]

Ehlisünnet âlimlerinden Reşit Rıza da şöyle demektedir: Akli açıdan yıkamak, mesh etmekten daha uygundur. Yıkamak temizliktir ve bu şekilde Âlemlerin Rabbi karşısında namaza durmak daha münasiptir.[9]

Hiç şüphesiz bu görüş de doğru değildir. Zira abdest, ibadetlerdendir ve ibadetler de tevkifidir. Yani Allah ve Resulü'nün (s.a.a) belirlediği gibi yapılması gerekmektedir. Bizler kendi zevk ve isteklerimize göre bir şeyi ona ekleyemez ve eksiltemeyiz. Eğer ayaklar temiz değilse, abdestten önce veya abdestten sonra ayaklar yıkanmalı ve abdestin alınış şekli değiştirilmemelidir.[10]

Meşhur Olmayan Kıraat

Meşhur olmayan bir kıraate göre de "lam" harfi mecrur olan “Erculikum”un sadece bir terkibi vardır. “Erculikum” kelimesi “Ruusikum”a atfedilmiş ve hükmü de başta olduğu gibi mesh edilmesidir. Bu konuda bazı Ehlisünnet âlimleri şöyle bir açıklamada bulunmuşlardır: “Yıkanan üç uzuv arasında yer alan "Ercül" (ayaklar)a suyun dökülmesiyle yıkanıyor. Yıkanma işleminde nehyedilen israfa yol açabileceğinden dolayı, abdestte mesh edilen üçüncü uzva (Ruus) atfedilmektedir. Bu atıf, onun mesh edilmesi için değildir. Sadece suyun üzerine dökülmesinde iktisatlı davranmanın gerekli olduğu içindir.”[11]

Ayetteki “Ka’beyn”nden Maksat Nedir?

“Ka’b” kelimesinin tesniyesi olan “Ka’beyn” için üç mana zikredilmiştir:

  1. Ayağın üzerindeki kemik çıkıntısı.
  2. Ayakla bacağın arasındaki mafsal (bilek).
  3. Ayağın mafsal kısmının iki tarafındaki çıkıntılı kemik.[12]

Bu ayette “Ka’beyn” kelimesinin zikredilmesi hakkında Şia ve Ehlisünnet alimleri arasında görüş ayrılığı bulunmaktadır.

Ehlisünnet âlimlerinin görüşüne göre “Ka’b” ayağın iki tarafındaki kemik çıkıntısıdır. Dolayısıyla her ayakta bir bilek olduğundan ayette “Ka’beyn” olarak gelmiş ve sadece abdest alan şahsın bir ayağı kastedilmiştir. Ama “Merafık” kelimesi abdestin tamamı nazara alındığı için, çoğul olarak getirilmiştir.[13]

Şia alimleri, Ka’b kelimesi için zikredilen üçüncü manayı reddederek, bazıları birinci ve bazıları da ikinci manayı tercih etmişlerdir. Ka’b kelimesinin tesniye olarak (Ka’beyn) getirilmesinin sebebini ise, her ayaktaki iki çıkıntı olmasından dolayı değil, belki her ayakta bir çıkıntı olmasından kaynaklandığını belirtmişlerdir. Dolayısıyla iki ayakta iki çıkıntı anlamında Ka'beyn kelimesi gelmiştir. [14][15]

Ehlisünnet Görüşlerinin Eksikleri

  • Ehlisünnet'in görüşüne göre her insanın dört ka’b’ı bulunmaktadır. Dolayısıyla “kiab” olarak çoğul halinde getirilmesinin yanlış olmayacağı gibi, Ehlisünnet'in görüşü olan üçüncü manayla uyuşmakla birlikte bir önceki ibaretin de (merafık) siyakıyla da mutabık olurdu. Oysaki Kur’an-ı Kerim bu tabirden istifade etmemiştir.[16][17]
  • Eğer ayetin kastı tek ayaksa, şayet o zaman bir ayağın üzerine mesh edilmesinin yeterli olabileceği neticesi alınabilir. Ama Ehlisünnet'in fetvasına göre iki ayağı da yıkamak farzdır.
  • Diğer bir sorun da şudur: Bu durumda mesh edilmenin sonunun nereye kadar ve hangi ka’b’a doğru olacağı belirsiz olacaktır.

Kaynakça

  1. El-Fıkhu Ale’l Mezahibi’l Hamse, s. 80; El-Fıkhu Ale’l-Mezahibi’l-Erbaa, c. 1, s. 65, Mebhasu Adedu’s Sünen ve Gayruha.
  2. Bakınız; Vesailu’ş Şia, c. 1, s. 387, Ebvabu’l-Vuzu, 15. bab, Babu Keyfiyyetu’l-Vuzu ve Cümletin min Ahkamihi.
  3. Vesailu’ş-Şia, c. 1, Ebvabu’l-Vuzu, 19. bab, 1.hadis
  4. Daha fazla bilgi için bakınız: Ata-yi İsfahani, Ali, Çera? Çera?, s. 19 - 27.
  5. Şeyh Kuleyni, Zürare kanalıyla İmam Bakır’ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakletmektedir: “Size Peygamberin (s.a.a) nasıl abdest aldığını nakledeyim mi?" Ben "evet" dedim. İmam (a.s) bir miktar su hazırlamalarını ve suyu önüne koymalarını istedi. Ardından kollarını dirseklerine kadar sıvadı ve sağ el avucunu abdest suyuna sokarak şöyle buyurdu: "Eğer el temiz ise böyle yapılmalıdır". Ardından suyu avucuna aldı ve alnına döktü ve "Bismillah" diyerek suyu yüzüne akıttı. Sonra elini yüz ve alnına sürdü. Ardından sol elini suyla doldurdu ve sağ elinin dirseğine dökerek suyu bileklerine doğru akıttı. Bu esnada su parmaklarına kadar aktı. Ardından sağ elini suyla doldurarak sol elinin dirseği üzerine döktü ve bileğine doğru çekti (dirseğinden aşağısını sıvazladı). Öyle ki su parmak uçlarından aktı. Sonra başının önünü ve ayaklarının üzerini sağ ve sol elinde kalan ıslaklıkla mesh etti. Zurare, İmam Bakır’ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Bir şahıs müminlerin önderinden (a.s) Hz Peygamberin (s.a.a) abdest alışı hakkında sordu. İmam Ali (a.s) ona meseleyi tam olarak bu şekilde nakletti.” Kuleyni, Kâfi c. 3, s. 25, hadis 4.
  6. Açıklama: “Ruusikum” kelimesinin mecrur olmasına rağmen harf cer ile "ruusikum"un mecmuu, yani “Biruusikum” kelimesi “İmsehu”nun mefulüdür ve mahallen mansuptur. “Erculekum” kelimesi de “Biruusikum” kelimesinin mahalline atıftır ve onun hükmüyle aynıdır; yani mesh etmektir. Dolayısıyla ayakları da baş gibi mesh etmemiz gereklidir.
  7. Mefatihu’l-Gayb, c. 11, s. 306; El-Menar Tefsiri, s. 233.
  8. El-Mizan fi Tefsiri’l-Kur’an, Tercüme: Musevi Hemedani, c. 5, s. 363.
  9. Tefsiru’l-Kur’an-i’l-Hekim (El-Menar Tefsiri), c. 8, s. 331.
  10. Tusi, Tehzibu’l Ahkam, c. 1, s. 62, hadis 20; Daha fazla bilgi için: Şeyh Mufid, el-Meshu ale’r-Ricleyn, s. 25,.
  11. El-Keşşaf en Hegaigi't-Tenzil, c. 1, s. 611.
  12. Mekarim Şirazi, Nasır, Tefsir-i Numune, c. 4, s. 288, Daru’l-Kutubi’l-İslamiyye, Tahran, çapı evvel, 1374; Ferheng-i Ebcedi, Arabi – Farsi, s. 730.
  13. Fethu’l Kadir, c. 2, s. 22; el-Mugnie, s. 44 - 45.
  14. Gonyetu’n-Nuzu ila İlmi’l-Usul-i ve’l Furu, s. 58; Ayrıca Kamusu Kur’an kitabında da buna benzer bir konu şöyle zikredilmiştir: Ka’beyn kelimesinin tesniye olarak getirilmesi, her ayakta bir ka’b’ın olduğunu anlatmak içindir. “Merafik” olarak getirilen eller konusunda ise, halkın geneline nispet verildiği apaçıktır. Yoksa her insanda iki dirsek veya iki el olduğu malumdur. Eğer “ile’l ka’b” denseydi, o zaman her ayakta iki tane olduğu ihtimali verilebilirdi. Kamusu Kur’an, c. 6, s. 113.
  15. Tefsir-i Şahi, c. 1, s. 31; Tefsir-i Şahi kitabının sahibi şöyle yazmaktadır: Ka’beyn denmesinin sebebi, ayetteki ka’b’den kastın Amme’nin (ehlisünnetin) söylediği "Zunbub"un (ayağın mafsal kısmının iki tarafındaki çıkıntılı kemik) olmadığındandır. Ka’beyn bazılarının da belirttiği gibi, mafsal ya da ayağın kubbesidir. Zira eğer Ka’beyn’den kasıt, "Zunbubeyn" olsaydı, tesniye (Ka’beyn) olarak değil, cem sığasıyla (Ki’ab) olarak getirilmesi gerekirdi. Çünkü iki ayağının sağ ve sol tarafında olmak üzere her insanda dört tane "Zunbub" bulunmaktadır. Nitekim "Mirfak" kelimesinin de cem olarak (Merafik) getirilmesinde başka bir ihtimale sebep olmazdı. Zira biri sağ ve diğeri de sol kolunda olmak üzere her insanda iki dirsek bulunmaktadır. Mısdakın muhakkak olması için cem olarak getirilen bu kelimeyi (merafik) mükelleflerinin geneline hamledilmesi lüzum eder. Ancak ka’b’da eğer cem olarak getirilseydi, her fertte cem’in tahakkuk etmesi için mükelleflerin her ferdine hamletme gereği olmazdı. Dolayısıyla ka’b kelimesinin tesniye olarak zikredilmesinin sebebi, biri sağ ayakta ve diğeri ise sol ayakta olmak üzere her fertte iki tane ka’b’ın olduğundan dolayıdır.
  16. Tefsiri Tesnim, c. 22, s. 96.
  17. El-İntisar fi infiradati’l-İmamiyye, s. 116.

Bibliyografi

  • Kur’an-ı Kerim.
  • El Fıkhu ale'l Mezahibi'l Erbaa, Abdurrahman Ceziri, Daru’s Sakaleyn, Beyrut.
  • El Fıkhu ale'l Mezahibi'l Erbaa, Muhammed Cevad Muğniye, Daru’t Teyyaru’l Cedid, Beyrut.
  • Çera Çera, Ali Atayi İsfahani, Emiru’l İlm.
  • Vesailu’ş Şia, Şeyh Hürr’ü Amuli, Muhammed b. Hasan, Müessesetu A’lu’l Beyt (a.s), Kum, 1409.
  • Seyyid Muhammed Hüseyin, el-Mizan fi Tefsiri’l Kur’an, Müessesetu’n Neşri’l İslami.
  • Kuleyni, Muhammed b. Yakup, Kafi, Daru’l Kutubi’l İslamiye, 1407.
  • Mefatihu’l Gayb, Razi, Fahruddin b. Ömer, Dâr-u İhyai't-Türasi'l-Arabî, çapı sevvum, Beyrut, 1420.
  • Tefsiri Numune, Mekarim Şirazi, Nasır, Daru’l Kutubi’l İslamiye, Tahran, çapı evvel, 1374.
  • Ferhenği Ebcedi, Bestani, Fuad Efram, Mehyar, Rıza, Ferhenği Ebcedi Arabî – Farsi, İslami, Tahran, çapı dovvum, 1375.
  • Fethu’l Kadir, Şevkani, Muhammed b. Ali, Daru İbn Kesir, Daru’l Kelimi’t Tayyib, Demeşk, Beyrut, çapı evvel, 1414.
  • El-Muknie, Şeyh Mufid, Muhammed b. Muhammed b. Numan, el-Muknie, Kongreyi Cihaniyi Hezare Şeyh Mufid, Kum, çapı evvel, 1413.
  • Gonyetu’n Nuzu ila İlmi’l Usul-i ve’l Furuu, İbn Zuhre Halebî, Hamza b. Ali, Müessesei İmam Sadık (a.s), Kum, çapı evvel, 1417.
  • Kamusu Kur’an, Seyyid Ali Ekber Kurşi, Daru’l Kutubi’l İslamiye, Tahran, 1371.
  • Tefsiri Şahi, Curcânî, Seyyid Emir Ebu’l Futuf Hüseyni, Nevid, Tahran, çapı evvel, 1404.
  • Tefsiri Tesnim, Cevad Amuli, Abdullah, İsra, Kum.
  • El-İntisar fi İnfiradati’l İmamiyye, Seyyid Murtaza, Ali b. Hüseyin, Defteri İntişaratı İslami, Kum, çapı evvel, 1415.

Dış Bağlantılar