Tebliğ Ayeti
Ayetin Özellikleri | |
---|---|
Ayetin Adı | Tebliğ Ayeti |
Numara | 67 |
Sure | Maide Suresi |
Cüz | 6 |
İçerik Bilgileri | |
Nüzul Sebebi | İmam Ali aleyhi selamın velilik ve halifeliyi |
Nüzul Yeri | Mekke |
Konu | İtikadi |
Hakkında | Gadir Vakıası |
İlgili Ayetler | İkmal Ayeti ve Velayet Ayeti |
Tebliğ Ayeti (Arapça: آية التبليغ), Maide Suresinin 67. ayeti kerimesi olmakla birlikte Hz. Resul-i Kibriya Efendimize (s.a.a) nazil olan son ayetlerdendir. Bu ayete göre, Hz. Resulullah (s.a.a), çok önemli ve hayati bir görevi insanlara tebliğ etmekle görevlendirilmiştir. Ayetin tasrih ettiğine göre, mesaj o kadar önemlidir ki eğer Hz. Resulullah (s.a.a) o mesajı tebliğ etmezse, peygamberlik görevini yerine getirmemiş sayılacaktır.
Şia ve bazı Ehlisünnet âlimlerine göre bu ayet Veda Haccında ve Gadir Vakıasının gerçekleştiği Zilhicce Ayının 18'inden az önce nazil olmuştur. Şia inancına göre, o mesajın konusu, Hz. Ali'nin (a.s) halifelik ve velilik konusudur. Ayet nazil olduktan sonra Hz. Resul-i Kibriya Efendimiz (s.a.a) “Gadir-i Hum” denen yerde Hz. Ali'yi (a.s) kendisinden sonraki halife ve ardılı olarak tanıtmıştır.
Tebliğ Ayeti
“يَا اَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ وَاِنْ لَمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ وَاللّٰهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِى الْقَوْمَ الْكَافِرٖينَ”
- “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O’nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah, seni insanlardan korur. Şüphesiz Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmeyecektir.”
Ayetin anlamı tek başına ele alındığında gayet açıktır. Tehdit üslûbu ile Peygamber Efendimize (s.a.a) aldığı mesajı tebliğ etmesini emrediyor ve yüce Allah'ın kendisini insanlardan koruyacağını vaat ediyor. Fakat bulunduğu yer bakımından incelendiğinde hayret verici bir durum ortaya çıkıyor. Çünkü Ehlikitab'ın durumuna değinen, Allah'ın haramlarını çeşitli şekillerde çiğnemeleri ve ayetlerini inkâr etmeleri gerekçesi ile onları kınayan ve azarlayan ayetler arasında yer alıyor. Ayrıca ayetin kendisi ve içindeki cümleler arasındaki bağlantı üzerinde derin bir incelemeye girişilince, insanın hayreti ve şaşkınlığı kat kat artıyor.
"Allah seni insanlardan korur" cümlesi gösteriyor ki, Hz. Peygamber’e (s.a.a) indirilen ve duyurulması emredilen konu önemli bir konudur; Hz. Peygamber’in (s.a.a) şahsı veya tebliğinin başarısı açısından Allah'ın dini ile ilgili tehlike içermektedir. Öte yandan Yahudilerin ve Hristiyanların Hz. Peygamber’e (s.a.a) yönelik tehlikelerini, onun tebliği durdurmasına veya bir süre için ertelemesine yol açacak kadar büyük görmek ve bu gerekçe ile Allah'ın onu koruyacağını vaat etmesine ihtiyaç duyduğunu düşünmek de anlamsızdır. Çünkü Medine'ye göç ettiği ilk günlerde bile Hz. Peygamber (s.a.a) için böyle büyük bir tehlike söz konusu olmamıştır ki, o günlerde Yahudiler Hayber gibi çatışmalara yol açacak derecede şiddet ve saldırganlık gösteriyorlardı. Üstelik bu ayet, Yahudilere yönelik şiddetli bir emir ve keskin bir ifade de içermiyor. Oysa daha önce Yahudilere bundan daha şiddetli, daha ağır ve daha sert emirleri tebliğ etmesi istenmiştir.
Genel tebliğinde Hz. Peygamber (s.a.a) bundan daha ağır mesajları tebliğ etmekle görevlendirilmiştir. Kureyş kâfirlerine ve müşrik Araplara tevhit ilkesini ve putperestlikten vazgeçmelerini tebliğ etmiştir. Üstelik Kureyşli kâfirler ile müşrik Araplar Yahudilerden ve diğer Ehlikitap'tan daha kaba, daha saldırgan, daha kan dökücü ve daha cüretli idiler. Buna rağmen yüce Allah onlara yönelik tebliğinde Hz. Peygamber’i (s.a.a) ne tehdit etmiş ve ne de kendisini onlardan koruyacağını vaat etmişti.
Şu da var ki Ehlikitab'ın durumunu ele alan ayetler, Maide suresinin büyük bölümünü oluşturur. Bu surenin Ehlikitap hakkında indiği kesindir. Bu surenin indiği sırada Yahudilerin gücü kırılmış ve ateşleri sönmüştü. Başlarına ilâhî gazap ve lânet çökmüştü. "Ne zaman savaş için bir ateş yaktılarsa, Allah onu söndürdü."
Bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.a) Allah'ın dini hakkında onlardan korkmasının anlamı yoktur. Çünkü o sırada İslâm'ın egemenlik alanı içinde barış ortamına girmişler ve Hristiyanlarla birlikte cizye vermeği kabul etmişlerdi. Bu yüzden Allah'ın, Hz. Peygamber’e (s.a.a) onlardan korktuğunu ve aldığı emri onlara tebliğ etme konusunda sıkıntıya düştüğünü söylemesi de anlamsızdır. Üstelik Hz. Peygamber (s.a.a), onlara bundan daha önemli emirler tebliğ etmiş; bundan önce daha tehlikeli ve korkutucu durumların ortasında kalmıştır.
Dolayısıyla bu ayetin anlam bütünlüğü bakımından önceki ve sonraki ayetlerle ortak bir nitelik taşımadığı, onlarla bağlantılı olmadığı, tek başına indiği ve ayrı bir ayet olduğu hususunda şüphe etmemek gerekir.[1]
Nüzul (İniş) Sebebi
Bu ayeti kerime, Veda Haccında Hz.Peygamber’in (s.a.a) kendisinden sonra Hz. Ali’nin (a.s) yerine geçmesini ilan etmek için Gadir Hum’da nazil olmuştur.[2]
Allah Resulü’nün (s.a.a) münafıkların İslam’a karşı yapacağı komplolardan endişe etmesi sonucu Hz. Ali’nin (a.s) vilayetini tebliğ etmeği geciktirmesi üzerine vahiy meleği nazil oldu ve bu ayetin inişiyle İmam Ali’nin (a.s) vilayetinin tebliğ edilmesini vurgulamakla birlikte Allah Resulüne (s.a.a) İmam Ali’nin (a.s) münafıkların kötülüklerinden korunacağı vaadini verdi.[3]
Tefsiru’l-Ayyâşî'de müellif Ebu Salih'ten, o da İbn-i Abbas ve Cabir b. Abdullah'tan şöyle dediklerini rivayet eder: "Yüce Allah, Peygamberine Hz. Ali'yi insanlar arasında alem olarak dikerek, onun veliliğini ilân etmesini emretti. Hz. Peygamber (s.a.a) insanların, amcasının oğlunu kayırdığını söyleyerek, kendisini suçlayacaklarından korktu. Fakat Allah ona, "Ey Elçi! Rabbin tarafından sana indirilen mesajı tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O'nun elçisi olma görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur." ayetini indirdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.a), Gadir-i Hum günü onun veliliğini ilân etti."[4]
Yine Tefsiru’l-Ayyâşî'de müellif, Hannan b. Sedir'den, o da babasından İmam Muhammed Bâkır'ın (a.s) şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Veda Haccı sırasında Cebrail (a.s), Hz. Peygamber’e (s.a.a) Hz. Ali'nin (a.s) halifeliğini emreden "Ey Elçi! Rabbin tarafından sana indirilen mesajı tebliğ et..."ayetini indirince, Hz. Peygamber (s.a.a) Cuhfe'ye gelinceye kadar insanların korkusundan üç gün durdu (sustu) ve Hz. Ali'nin (a.s) elini tutmadı (veliliği ve halifeliğini ilân etmedi)."
"Gadir-i Hum günü Cuhfe'ye varınca, “Mehyaa” denen yerde konakladı ve 'Haydin namaza!' diye seslendi. İnsanlar toplanınca, 'Size kendinizden evlâ kimdir?' diye sordu. İnsanlar yüksek sesle, 'Allah ve O'nun Peygamberi' diye bağırdılar. Hz. Peygamber (s.a.a) aynı soruyu ikinci ve üçüncü kez sordu. Yine, 'Allah ve O'nun Peygamberi' dediler."
"Arkasından Hz. Ali'nin (a.s) elini tutarak şöyle dedi: 'Ben kimin mevlâsı isem, Ali de onun mevlâsıdır. Allah'ım! Onu dost edineni dost edin ve ona düşman kesilene düşman kesil. Ona yardım edene yardım et; onu yalnız bırakanı yalnız bırak. O benden ve ben de ondanım. Harun, Musa için ne idi ise, o da benim için odur. Yalnız benden sonra başka peygamber gelmeyecektir."[5]
Devamı...
|
---|
Tefsir'ul-Ayyâşî'de Ebu'l-Carud'dan naklen İmam Muhammed Bâkır'ın (a.s) şöyle buyurduğu kaydedilir: "Ey Elçi! Allah tarafından sana indirilen mesajı tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O'nun elçisi olma görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah kâfirleri amaçlarına ulaştırmaz" ayeti indiğinde Hz. Peygamber (s.a.a), Hz. Ali'nin (a.s) elini tutarak şöyle buyurdu: 'Ey insanlar! Benden önceki peygamberlerin hepsi bir süre yaşadıktan sonra Allah tarafından çağrılıp bu çağrıya icabet ettiler. Ben de çağrı alıp bu çağrıya icabet etmek üzereyim. Ben sorumluyum; siz de sorumlusunuz. Ne diyeceksiniz?' Hep bir ağızdan, 'Senin, Allah’ın mesajını tebliğ ettiğine; insanlara nasihat ettiğine ve görevini yerine getirdiğine şahitlik ederiz. Allah seni diğer peygamberlere verdiği mükâfatların en üstünü ile mükâfatlandırsın' dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.a), 'Allah'ım! Şahit ol' dedi." "Sonra sözlerine şöyle devam etti: 'Ey Müslümanlar! Sözlerimi burada olanlar olmayanlara iletsin. Bana inananlara, beni tasdik edenlere Ali'nin veliliğini vasiyet ediyorum. Haberiniz olsun ki, Ali'nin veliliği benim veliliğimdir. Bu, Allah'ın bana yönelik bir ahdidir ve bunu size tebliğ etmemi emretti. Söylediklerimi işittiniz mi?' -Bunu üç kez tekrarladı- Bu arada birisi şöyle dedi: İşittik, ey Allah’ın elçisi!" [c.1, s.334, h:155] “el-Besâir” adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Fudayl b. Yesar'dan şöyle rivayet eder: "İmam Muhammed Bâkır (a.s), 'Ey Peygamber! Rabbin tarafından sana indirilen mesajı tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O'nun elçisi olma görevini yerine getirmemiş olursun' ayetindeki mesajın Hz. Ali'nin (a.s) velâyeti olduğunu buyurdu." [s.515, h:40] Ben derim ki: Bu ayetin “Velâyet ve Gadir-i Hum” konusu hakkında olduğunu “el-Besair'in” yanı sıra Kuleynî de el-Kâfi'de kendi rivayet zinciriyle Ebu'l-Carud'dan naklettiği uzun bir hadiste İmam Muhammed Bâkır'dan (a.s) nakleder. Aynı anlamı, Şeyh Saduk “el-Maânî” adlı eserinde kendi rivayet zinciriyle Muhammed b. Feyz b. Muhtar'dan, o da babasından rivayet ettiği uzun bir hadiste İmam Muhammed Bâkır'dan nakleder. Aynı anlamı, Tefsir'ul-Ayyâşî'de müellif, Ebu'l-Ca-rud'dan aktardığı uzun bir hadiste ve Amr b. Yezid'den, onun da babasından rivayet ettiği kısa bir hadiste İmam Sadık'tan (a.s) nakleder. [c.1, s.233, h:154] Sa'lebî Tefsiri'nden nakledilen bilgiye göre, İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurur: "Ey Elçi! Rabbin tarafından sana indirilen mesajı tebliğ et..."ayeti, Hz. Ali'nin (a.s) üstünlüğü hakkında indi. Bu ayet inince Hz. Peygamber (s.a.a), Hz. Ali'nin (a.s) elini tutarak, 'Ben kimin mevlâsı isem, Ali de onun mevlâsıdır' dedi." Yine Sa'lebî Tefsiri'nin Kelbî'ye, onun da Ebu Salih'e dayanarak, İbn-i Abbas'ın bu ayet hakkında şöyle dediği nakledilir: "Bu ayet, Ali b. Ebu Talip hakkında indi. Allah, Peygambere bu ayette Hz. Ali'nin (a.s) veliliğini tebliğ etmesini emretti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.a) Ali'nin (a.s) elini tuttu ve şunları söyledi: 'Ben kimin mevlâsı isem, Ali de onun mevlâsıdır. Allah'ım! Onu seveni sev ve ona düşman olana düşman ol." el-Burhan tefsirinin İbrahim Sakafi'ye dayanarak verdiği bilgiye göre Hudrî, Bureydet'ül-Eslemî ve Muhammed b. Ali bu ayetin Gadir-i Hum günü Hz. Ali (a.s) hakkında indiğini bildirirler. Sa'lebî Tefsiri'nden aktarılan bilgiye göre, İmam Muhammed Bâkır (a.s) şöyle buyurdu: "Bu ayetin anlamı, 'Rabbin tarafından Ali hakkında sana indirilen emri tebliğ et' şeklindedir." [el-Kâfi, c.1, s.290, h:6] el-Menar tefsirinde ise Sa'lebî Tefsirinden nakledilerek şöyle deniyor: "Hz. Peygamber’in (s.a.a) Hz. Ali'nin (a.s) veliliği hakkındaki bu sözleri, kısa sürede İslâm beldelerinde yayıldı ve dalgalandı. Haris b. Nü'man Fihrî, bu haberi alınca, devesinin sırtında Hz. Peygamber’e (s.a.a) geldi. Hz. Peygamber (s.a.a) o sırada “Ebtah” denen yerde idi. Haris devesinden indi ve onu bağladı. Arkasından sahabîlerden oluşan bir grup arasında bulunan Hz. Peygamber’e (s.a.a), 'Ey Muhammed! Sen bize Allah'tan başka ilâh olmadığına ve senin O'nun Resulü olduğuna şahitlik etmemizi emrettin. Biz de kabul ettik' dedi. Sonra İslâm'ın diğer temel ilkelerini saydıktan sonra, sözlerine şöyle devam etti: 'Sonra bunlarla yetinmedin ve amcanın oğlunun ellerini kaldırarak, onu bize üstün kıldın ve 'Ben kimin mevlâsı isem, Ali de onun mevlâsıdır' dedin. Bu, senin görüşün müdür, yoksa Allah'ın emri midir?' Hz. Peygamber (s.a.a), 'Kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a yemin ederim ki bu, Allah'ın emridir' dedi. Bunun üzerine Haris, arkasını dönüp devesine doğru yürüdü. Giderken, 'Allah'ım! Eğer bu, senin katından gelmiş gerçek ise, üzerimize gökten bir taş yağdır veya bize acı bir azap getir' diyordu." "Bunun üzerine henüz devesinin yanına varamadan Allah tarafından üzerine bir taş atıldı ve bu taş tepesinden girerek makatından çıktı. Arkasından, 'İsteyen biri, kâfirlerin başına gelecek bir azap istedi. Öyle bir azap ki onu defedecek biri yok.' (Meâric, 1-2) ayetleri indi." [el-Menar, c.6, s.464] Ben derim ki: el-Menar tefsiri, bu hadisi naklettikten sonra şu açıklamayı yapıyor: "Bu rivayet uydurmadır. Çünkü sözü edilen Mearic suresi Mekke döneminde inmiştir. Allah'ın, bazı Kureyş kâfirlerinin sözü olarak bize hikâye ettiği "Allah’ım! Eğer bu senin katından gelmiş gerçek ise..." (Enfâl, 32) ayeti ise, onların hicretten önce söyledikleri bir sözü hatırlatma amacını taşıyor. Bu hatırlatma Enfâl suresinde yer alıyor ve bu sure Bedir Savaşından sonra, Mâide suresinden birkaç yıl önce inmiştir. Bu rivayetten anlaşıldığına göre, olayda adı geçen Haris b. Nü'man Müslüman idi, fakat dinden döndü. Oysa adı sahabe arasında geçmiyor. "Ebtah" denen yer de Mekke'dedir ve Hz. Peygamber (s.a.a) Gadir-i Hum'dan Mekke'ye dönmedi; Veda Haccından sonra Gadir-i Hum'a uğradıktan sonra Medine'ye döndü." el-Menar yazarının ne kadar delilsiz sözler sarf ettiği açıkça görülüyor. "Bu rivayet uydurmadır. Çünkü sözü edilen Mearic suresi Mekke döneminde inmiştir." şeklindeki sözünü ele alalım. O böyle derken İbn-i Abbas ile İbn-i Zübeyr'den gelen ve Mearic suresinin Mekke döneminde indiğini bildiren bir rivayete dayanıyor. Fakat merak ediyorum, acaba bu rivayet ile o rivayet arasında ne fark var ki, bunu ona tercih ediyor?! Çünkü bu rivayetlerin her ikisi de haber-i vahid türündendir. Kabul edelim ki, Meâric suresi Mekke'de inmiş. Nitekim ayetlerinin çoğu içerikleri bu ihtimali destekliyor. Fakat bu, o surenin bütün ayetlerinin Mekke'de indiğinin delili olamaz. Sure Mekke inişli olmakla beraber, bu iki ayeti Mekke'de inmemiş olabilir. Nitekim incelemekte olduğumuz Mâide suresi, Hz. Peygamber’in (s.a.a) son döneminde inmiş bir Medine suresidir. Fakat sözünü ettiğimiz "Ey Elçi! Rabbin tarafından sana indirilen mesajı tebliğ et" ayeti bu surede yer alıyor. Oysa “el-Menar” yazarı, başka bazı tefsirciler gibi ısrarla bu ayetin peygamberliğin başlangıcında Mekke'de indiğini iddia ediyor. Mekke'de indiği söylenen "Ey Elçi! Rabbin tarafından sana indirilen mesajı tebliğ et" ayetinin Medine'de inen bir surede yer alması caiz olduğuna göre, Medine'de inen "İsteyen biri... istedi." ayetinin Mekke'de inen Meâric suresinde yer alması da caiz görülmelidir. “el-Menar” yazarının "Allah'ın bazı Kureyş kâfirlerinin sözü olarak bize hikâye ettiği..." diye başlayan sözü ise, önceki sözü gibi delilden yoksundur. Farz edelim ki, Enfâl suresi Mâide suresinden birkaç yıl önce inmiş olsun. Bu durum, surenin düzenlenmesi sırasında daha sonra inmiş olan bazı ayetlerin bu sureye yerleştirilmesine engel midir? Nitekim faiz ayeti ile bu tefsircilere göre Hz. Peygamber’e (s.a.a) en son inen ayet olan "Allah'a döndürüleceğiniz, çıkarılacağınız günden sakının." (Bakara, 281) ayeti, hicretin başlarında inen Bakara suresinde yer almış. Oysa Enfâl suresi, Mâide suresinden sadece birkaç yıl önce inmiş. Bunların yanı sıra “el-Menar” yazarının, "Hani onlar, 'Allah'ım! Eğer bu, senin katından gelmiş gerçek ise..."ayetinin Mekke müşrikleri tarafından hicretten önce söylenmiş bir sözü hatırlatma amacını taşıdığına ilişkin sözü de, bir başka delilden yoksun iddiadır. Aslında ayetin içeriği bu iddianın tersine delil olarak da kabul edilebilir. Çünkü bu ayette, yani "Allah'ım! Eğer bu, senin katından gelmiş gerçek ise, üzerime gökten bir taş yağdır veya bize acı bir azap getir" ayetinde işaret ismi olan "haza=bu", ayrıcı zamir olan "huve=o", başında tarif edatı bulunan "hakk=gerçek" kelimesi ve "min indike=senin katından" ifadesi yer alıyor. Söz üslûpları hakkında bilgi sahibi olan hiç kimse, ifadenin bu nitelikleri karşısında hiç tereddüt etmeden şu sonuca varır: Bu ifade, hakkı maskaraya alan, onunla alay eden müşrik bir putperestin sözü değildir. Tersine bu söz, rububiyet makamını ikrar eden, gerçeklerin O'nun tarafından belirlendiğine ve örneğin şeraitlerin O'nun katından indiğine inanan bir insanın sözüdür. Fakat bu insan, yüce Allah'a izafe edilen ve kesinlikle gerçek olduğu iddia edilen bir konuda tereddüde düşüyor. Adam bunu hazmedemiyor. Mesele ağırına gidiyor ve tükenmiş küsmüş, hayattan bıkmış bir üslûpla kendine beddua ediyor. “el-Menar” yazarının "Bu rivayetten anlaşıldığına göre olayda adı geçen Haris b. Nü'man Müslüman idi, fakat dinden döndü. Oysa adı sahabe arasında geçmiyor" şeklindeki sözü de başka bir delilsiz ifade örneğidir. Acaba Hz. Peygamber’i (s.a.a) görüp ona inananların veya ona inandıktan sonra dinden dönenlerin tam bir listesinin kaydedildiğini iddia edebilecek bir kimse var mı? Eğer böyle bir şey varsa, bu rivayet de o kategoriye giren bir belge sayılsın. “el-Menar” yazarının “Ebtah” denen yer de Mekke'dedir ve Hz. Peygamber (s.a.a) Gadir-i Hum'dan Mekke'ye dönmedi." sözüne gelince, anlaşılan, yazar 'Ebtah' kelimesini kumlu yer, çöl demek olan genel anlamında değil, Mekke'deki belli bir yer anlamında kabul etmiştir. Onun kabul ettiği anlamı destekleyecek hiçbir delil yoktur. Tersine, genel anlamı destekleyen deliller vardır. Bu rivayet de o deliller arasındadır. Başka delillerin yanı sıra, aşağıdaki beyit de bu anlamı destekleyen bir delildir: "Ben kurtuldum; oysa İbn-i Mülcem, kılıcını Ebatıh'ın şeyhi (büyüyü) olan Ebu Talib'in oğlunun kanı ile suladı." Bu beyitten, Mekke ve civarının 'Ebatıh' (ebtah'ın çoğulu) olarak adlandırıldığı anlaşılmaktadır. “Merasıd'ul-İttila” adlı eserde şöyle geçer: "İçinde küçük çakıl bulunan sel yatağına 'ebtah' denir. İbn-i Düreyd, 'Ebtah ve betha, toprak yüzeyine yayılmış ince kum tabakası demektir.' diyor. Ebu Zeyd ise, şu bilgiyi veriyor: 'Ebtah, geniş ya da dar sel yatağı demektir. Ebtah, Mekke ve Mina'ya uzak olan bir yerin de ismidir. Belki Mina'ya daha yakındır." Burası çakıllı bir bölge olduğu için 'Muhassab' ismiyle de bilinir. Buraya 'Ben-î Kinane Yamacı' da denir. (Merâsıd'ul-İttilâ'dan alınan alıntı burada son buldu.) Kaldıki, bu rivayetin aynısını Sa'lebî'den başkası da nakletmiş ama bu nakilde Ebtah'tan söz edilmemektedir. Az sonra ele alacağımız bu rivayet, “Mecma'ul-Beyan” adlı eserde yer alıyor; hem Sünnî ve hem de diğer kanallardan naklediliyor. Bütün bunlar bir yana, bu rivayet haber-i vahid türündendir. Mütevatir olmadığı gibi, doğruluğunu kanıtlayacak kesin bir ipucu da yoktur. Daha önceki araştırmalarımızı okuyanlar bilirler; biz ayrıntı niteliğindeki (fer'î) hükümler dışında diğer konularda ahad haberlere dayanmayı uygun görmeyiz. Böyle yaparken insanın hayatında dayandığı genel akıl ölçüsüne bağlı kalıyoruz. Deminden beri yaptığımız incelemenin maksadı ise, yazarın bu rivayetin uydurma olduğu sonucunu çıkarmak için dayanak olarak kullandığı delillerin sakatlığını göstermektir. Mecma'ul-Beyan tefsirinde şöyle deniyor: "Bize Seyyid Ebu'l-Hamd, ona Hâkim Ebu'l-Kasım Haskanî, ona Ebu Abdullah Şirazî, ona Ebu Bekir Cürcanî, ona Ebu Ahmed Basrî, ona Muhammed b. Sehl, ona Ensar'ın azatlısı Zeyd b. İsmail, ona Muhammed b. Eyyub Vasıtî, ona Süfyan b. Uyeyne bildirdi ki, İmam Cafer Sadık (a.s) atalarından şunu rivayet etti: Peygamber (s.a.a) Gadir-i Hum günü Ali'yi veli olarak tayin edince, 'Ben kimin mevlâsı isem, Ali de onun mevlâsıdır' dedi. Bu haber bütün beldelere yayıldı. Bunun üzerine Nü'man b. Haris Fihrî Hz. Peygamber’e (s.a.a) gelerek şöyle dedi: 'Allah'tan aldığın direktif ile bize, Allah'tan başka ilâh olmadığına ve senin Allah'ın resulü olduğuna şahadet etmemizi, cihat etmemizi, hacca gitmemizi, oruç tutmamızı, namaz kılmamızı, zekât vermemizi emrettin. Biz de kabul ettik. Sonra bunlarla yetinmeyip bu delikanlıyı başımıza tayin ettin ve 'Ben kimin mevlâsı isem, Ali de onun mevlâsıdır' dedin. Bu tayin, senin görüşün müdür, yoksa Allah tarafından bir emir midir?" Hz. Peygamber (s.a.a), 'Kendinden başka ilâh olmayan Allah'a yemin ederim ki, bu tayin Allah tarafındandır' dedi." "Bunun üzerine Nü'man b. Haris geri döndü. Giderken, 'Allah'ım! Eğer bu senin katından gelmiş bir gerçek ise, üzerimize gökten bir taş yağdır' diyordu. Tam o sırada Allah tarafından başına bir taş atıldı ve bu taş onu öldürdü. Arkasından, 'İsteyen biri, kâfirlerin başına gelecek bir azap istedi...'ayetleri indi." Bu anlamdaki bir rivayet, el-Kâfi'de de yer almıştır. [c.8, s.57, h:18] Hâfız Ebu Nuaym'ın “Nüzul'ül-Kur'ân” adlı eserinden nakledildiğine göre, Hâfız Ebu Nuaym, merfu olarak Ali b. Amir'den, o, Ebu Haccaf'tan, o, A'meş'ten, o da Atiyye'den şöyle rivayet eder: "Ey Peygamber! Rabbin tarafından sana indirilen mesajı tebliğ et" ayeti, Hz. Ali (a.s) hakkında Hz. Resulullah'a (s.a.a) indi. O sırada yüce Allah ayrıca şöyle buyurdu: "Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim; size yönelik nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'a razı oldum." (Mâide, 3) Malikî'nin “el-Fusul'ül-Mühimme” adlı eserinde şöyle dediği nakledilir: "Ebu'l-Hasan Vahidî, “Esbab'un-Nüzûl” adlı eserinde kendi rivayet zinciriyle merfu olarak Ebu Said Hudrî'den şöyle dediğini rivayet eder: “Ey Peygamber! Rabbin tarafından sana indirilen mesajı tebliğ et” ayeti, Gadir-i Hum günü Hz. Ali hakkında indi. Ben derim ki: “Feth'ul-Kadîr” adlı eserde de aynı rivayet İbn-i Ebu Hatem, İbn-i Mürdeveyh ve İbn-i Asakir aracılığı ile Ebu Said-i Hudrî'ye dayandırılarak nakledilir. Aynı rivayet, ed-Dürr'ül-Mensûr'da da yer almıştır. Şeyh Muhyiddin Nevevî'nin verdiği bilgiye göre, "Hum" Cuhfe'nin üç mil uzaklığında bir bahçenin adıdır. "Gadir" ise, bu bahçenin yanı başındaki meşhur bir gölettir. “Feth'ul-Kadîr” adlı eserde verilen bilgiye göre, İbn-i Mürdeveyh, İbn-i Mesud'un şöyle dediğini bildirir: "Biz Hz. Resulullah'ın (s.a.a) zamanında 'Ey Elçi! Rabbin tarafından sana indirilen (Ali'nin müminlerin velisi olduğu yolundaki) mesajı tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun elçisi olma görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur' diye okurduk." [c.2, s.57] Ben derim ki: Bunlar, "Ey Elçi! Rabbin tarafından sana indirilen mesajı tebliğ et..."ayetinin Gadir-i Hum'da Hz. Ali (a.s) hakkında indiğine delâlet eden rivayetlerin bir bölümüdür. "Ben kimin mevlâsı isem, Ali de onun mevlâsıdır" şeklindeki Gadir-i Hum hadisine gelince, yüzü aşkın Şiî ve Sünnî kanaldan rivayet edilen mütevatir bir hadistir. Bu hadis, çok sayıda sahabîden rivayet edilmiştir. Bunların başlıcaları şunlardır: Bera b. Azib, Zeyd b. Erkam, Ebu Eyyub Ensarî, Ömer b. Hattab, Ali b. Ebu Talib, Selman-ı Farisî, Ebuzer-i Gıfarî, Ammar b. Yasir, Bureyde, Sa'd b. Ebu Vakkas, Abdullah b. Abbas, Ebu Hüreyre, Cabir b. Abdullah, Ebu Said Hudrî, Enes b. Malik, İmrân b. Husayn, İbn-i Ebu Evfa, Sa'dane ve Zeyd b. Erkam'ın eşi. Öte yandan Ehlibeyt İmamlarının tümü (selâm olsun onlara) bu hadisin doğru olduğu görüşündedirler. Hz. Ali (a.s) “Rahbe” denen yerde insanları bu hadis hakkında yemin etmeğe çağırmış ve o toplantıda bulunan bir grup sahabî ayağa kalkarak, Gadir-i Hum günü Hz. Resulullah'tan (s.a.a) bu hadisi işittiklerine dair şahitlik etmişlerdir. Bu konudaki rivayetlerin birçoğunda verilen bilgiye göre, Hz. Peygamber (s.a.a), "Ey insanlar! Benim müminlere kendilerinden evlâ olduğumu bilmiyor musunuz?" diye sordu. Ashap, "Evet, biliyoruz." diye cevap verdiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.a), "Ben kimin mevlâsı isem, Ali de onun mevlâsıdır" dedi. Ahmed b. Hanbel'in, “Müsned” adlı eserinde veya başkalarının naklettiği çok sayıda rivayet, bu şekildedir. Sünnî ve Şiî hadisçiler, sırf bu rivayetlerin nakil zincirlerini saymak ve metinlerini incelemek için ayrı eserler hazırlamışlar ve haklarında enine boyuna geniş incelemeler yapmışlardır. Hameveynî'nin “es-Simtayn” adlı eserinde Ebu Hüreyre'ye dayanarak verdiği bilgiye göre, Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Yedinci kat göğe çıkarıldığım gece, Arşın altından 'Ali, hidayet ayeti ve bana inananların sevdiğidir. Ali'nin veliliğini tebliğ et' diyen bir ses işittim." Hz. Peygamber (s.a.a) yeryüzüne indiğinde bu görev kendisine unutturuldu. Bunun üzerine, 'Ey Elçi! Rabbin tarafından sana indirilen mesajı tebliğ et' diye başlayan ayet indi." [c.2, s.57] “Feth'ul-Kadîr” adlı eserde İbn-i Ebu Hatem'e dayanılarak verilen bilgiye göre, Cabir b. Abdullah şöyle dedi: "Peygamber (s.a.a), Ben-î Enmar savaşı dönüşünde “Zat'ur-Rakî” denen yerde bir hurmalığın başında mola verdi. Bir kuyunun başında oturdu ve ayaklarını kuyuya sarkıttı. O sırada Neccar kabilesinden “Vâris” adında bir adam 'Muhammed'i öldüreceğim' dedi. Arkadaşlarının, 'Onu nasıl öldüreceksin?' diye sormaları üzerine Vâris, 'Ondan kılıcını isteyeceğim. Kılıcını bana verince, onunla kendisini öldüreceğim' dedi. Arkasından Hz. Peygamber’in (s.a.a) yanına gelerek, 'Ey Muhammed! Kılıcını ver de onu koklayayım' dedi. Hz. Peygamber (s.a.a) ona kılıcını verdi. Fakat bu sırada eli titremeye başladı ve kılıç elinden düştü. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.a), 'Senin ile yapmak istediğin iş arasına Allah girdi' dedi. Arkasından, 'Ey Elçi! Rabbin tarafından sana indirilen mesajı tebliğ et' diye başlayan ayet indi." [c.2, s.57] Ben derim ki: “Feth'ul-Kadîr” adlı eserde daha sonra şu bilgi veriliyor: "İbn-i Hibban bu rivayeti “Sahih” adlı eserinde nakletmiştir. İbn-i Mürdeveyh de bu hikâyenin bir benzerini olayın kahramanının adını belirtmeden nakletmiştir. İbn-i Cerir de, Muhammed b. Kâb Kurezî’nin hadisinde bunun bir benzerini nakletmiştir. Gavras b. Hâris'in hikâyesi de sahih nakil ile sabittir. Bu hikâye bilinen ve meşhur bir hikâyedir." (Feth'ul-Kadîr'den yapılan alıntı burada sona erdi.) Fakat mesele, bu olayın ayetin anlamı ile örtüşüp örtüşmediğidir ki kesinlikle örtüşmemektedir. ed-Dürr'ül-Mensûr, Feth'ul-Kadîr ve başka eserlerde İbn-i Mürdeveyh'e ve Ziya'nın “el-Muhtare” adlı eserinde İbn-i Abbas'a dayanılarak verilen bilgiye göre, Hz. Peygamber’e (s.a.a), "Gökten indirilen ayetler içinde senin için en sıkıntılı olanı hangisidir?" diye soruldu. Hz. Peygamber (s.a.a) bu soruya şu cevabı verdi: "Hac dönemi günlerinde Mina'da idim. Müşrik Araplar ile halktan kendini bilmez bazı kimseler hac dolayısıyla toplanmışlardı. Cebrail inerek bana, 'Ey Elçi! Rabbin tarafından sana indirilen mesajı tebliğ et' ayetini getirdi." "Bunun üzerine (Cemre-i) Akabe'nin yanında ayağa kalkarak, insanlara şöyle seslendim: Ey insanlar! Rabbimden gelen mesajı tebliğ etmeme kim yardımcı olacak ki, ona cennet verilsin? Ey insanlar! 'La ilâhe illellah' deyin ve benim Allah'ın resulü olduğumu ikrar edin ki, felâha, kurtuluşa eresiniz ve cennete giresiniz." "Bu sözlerim üzerine oradaki erkek, kadın, çocuk, bütün kalabalık hep birlikte bana toprak ve taş atmağa, yüzüme tükürmeğe ve 'Yalancı! Dinsiz!' diye hakaret etmeğe başladılar. O sırada biri yanıma gelerek bana, 'Ey Muhammed! Tam zamanı geldi. Eğer gerçekten peygamber isen, tıpkı Nuh peygamberin yaptığı gibi, kavminin helâk edilmesi için beddua et' dedi." "Fakat Hz. Peygamber (s.a.a) beddua yerine, 'Allah'ım! Kavmimi doğru yola ilet. Çünkü onlar bilmiyorlar' dedi." "Bir süre sonra Hz. Peygamber’in (s.a.a) amcası Abbas gelerek, onu onlardan kurtardı ve kalabalığı ondan uzaklaştırdı." Ben derim ki: Daha önce açıklandığı üzere ayetin tamamı, bu hikâye ile örtüşmez. Ancak eğer bu rivayetin, ayetin sadece "Ey Elçi! Rabbin tarafından sana indirilen mesajı tebliğ et" bölümünün o gün indiğini ifade ettiği kabul edilirse, o başka. Ne var ki rivayetin zahiri, böyle bir ihtimale yer bırakmıyor. Aşağıdaki rivayet de bunun gibidir. ed-Dürr'ül-Mensûr ve Feth'ul-Kadîr'de Abd b. Humeyd'e, İbn-i Cerir'e, İbn-i Ebu Hatem'e ve Ebu'ş-Şeyh'e dayanılarak verilen bilgiye göre, Mucahid şöyle dedi: "Ey Elçi! Rabbin tarafından sana indirilen mesajı tebliğ et" ayeti inince Hz. Peygamber (s.a.a) "Ya Rabbi! Ben tek bir kişiyim; bunu nasıl yapabilirim? İnsanlar üzerime yürür." dedi. Bunun üzerine, "Eğer bunu yapmazsan, O'nun elçisi olma görevini yerine getirmemiş olursun." ifadesi indi. Aynı eserde Hasan'a dayanılarak verilen bilgiye göre, Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle dedi: "Allah, beni mesajını insanlara iletmekle görevlendirerek, gönderdi. Ben bu görevde sıkıntıya düştüm. İnsanların beni yalanlayacaklarını anladım. Fakat Allah, mesajını tebliğ etmezsem, beni azaba çarptırmakla tehdit etti ve 'Ey Elçi! Rabbin tarafından sana indirilen mesajı tebliğ et.' ayetini indirdi." Ben derim ki: Bu iki rivayette, rivayet zincirlerindeki kopukluğa ilâveten önceki rivayette olan sorun (ayet ile örtüşmezlik) vardır. Hz. Peygamber’in (s.a.a) korumaları olduğunu, fakat bu ayet inince bu korumalara yol vererek, "Allah beni koruyacağını vaat etti." dediğini ileri süren bazı rivayetler de karışıklık bakımından bu iki rivayete benzemektedir. el-Menar adlı tefsirde şöyle deniyor: "Hadislere dayalı tefsir yazarların Tirmizî'nin, Ebu'ş-Şeyh'in, Hâkim'in, Ebu Nuaym'in, Beyhakînin ve Taberî'nin sahabeden bazı kişilerden naklettiklerine göre, Hz. Peygamber (s.a.a) Mekke'de bu ayetin inişinden önce muhafızlar tarafından korunuyordu. Fakat ayet inince korunmağa son verdi. Ebu Talip, onu korumağa önem verenlerin başında geliyordu. Abbas da onu koruma görevini üstlenmişti." Aynı eserde şöyle deniyor: "Bu konu ile ilgili olarak Cabir'den ve İbn-i Abbas'tan gelen bir rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.a), muhafızlar tarafından korunuyordu. Amcası Ebu Talip, her gün Haşim oğullarından birkaç erkeği onu korumakla görevlendiriyordu. Fakat bu ayet inince Hz. Peygamber (s.a.a), 'Amca, Allah beni koruma altına aldı; artık gönderdiğin adamlara ihtiyaç kalmadı.' dedi." [c.6, s.473] Ben derim ki: Görüldüğü gibi bu iki rivayet şuna delâlet ediyor: Bu ayet, Hz. Peygamber’in (s.a.a) Mekke'de ikâmet ettiği dönemin ortalarında indi. Hz. Peygamber (s.a.a) bu dönemde mesaj iletme görevini bir süre gerçekleştirdi. Fakat insanların kendisine yönelttikleri eziyetler ve yalanlamalar ağırlaştı. Öyle ki, onlardan kendine zarar geleceğinden korkmağa başladı. Bunun üzerine tebliğ ve çağrı çalışmalarına son verdi. Fakat ikinci bir tebliğ emri aldı. Bu emir, yüce Allah tarafından tehdit içerikli idi. Aynı zamanda kendisine koruma vaat ediliyordu. Bunun üzerine daha önce yaptığı görevi tekrar yapmaya koyuldu. Bu iki rivayetten bu sonuç çıkıyor. Ama bu varsayım, Hz. Peygamber (s.a.a) için söz konusu olamaz. ed-Dürr'ül-Mensûr ile Feth'ul-Kadîr'de şöyle geçer: Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn-i Cerir, İbn-i Münzir, İbn-i Ebu Hatem, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim, İbn-i Mürdeveyh, Ebu Nuaym ve Beyhakî -her ikisi de “ed-Delail” adlı eserde- Ayşe'den şöyle dediğini naklederler: "Hz. Peygamber (s.a.a), 'Allah seni insanlardan korur.' ayeti ininceye kadar muhafızlar tarafından korunuyordu. Bu ayet inince odasının bacasından başını çıkararak, muhafızlarına 'Ey insanlar! Dağılın artık; Allah beni koruma altına aldı.' dedi." Ben derim ki: Bu rivayet, bu ayetin Medine döneminde indiğine açıkça delâlet ediyor. Taberî Tefsiri''nde "Eğer bunu yapmazsan, O'nun elçisi olma görevini yerine getirmemiş olursun." ayeti hakkında İbn-i Abbas'tan şöyle rivayet eder: "Yani, eğer sana inen ayeti saklarsan, Allah'ın elçisi olma görevini yerine getirmemiş olursun." [c.6, s.198] Ben derim ki: Eğer İbn-i Abbas, bu sözleri ile Hz. Peygamber’e (s.a.a) indirilenlerin içinden belirli bir ayeti veya belirli bir hükmü kastetmiş ise, bu açıklama doğru olabilir. Fakat eğer bu sözler ile herhangi bir ayet veya herhangi bir hükümle ilgili bir tehdit kastetmiş ise, daha önce söylediğimiz gibi ayet, bu rivayetin içeriği ile bağdaşmaz. (el-Mizan, c. 6, 86-91) |
Kaynakça
- ↑ el-Mizan, c. 6, s. 87.
- ↑ Vahidi, s. 165; Suyuti, c. 3, s. 117; Nişaburi, c. 1, s. 250; Kuleyni, c. 1, s. 290, hadis: 6; Saduk, Meaniu’l Ahbar; Ayyaşi, c. 1, s. 233; Bahrani, c. 1, s. 490, hadis: 11.
- ↑ Ayyaşi c. 1, s. 331, hadis: 152.
- ↑ Tefsiru’l-Ayyâşî, c. 1, s. 331, h: 152
- ↑ Tefsir'ul-Ayyâşî, c. 1, s. 332, h: 153
Bibliyografi
- er-Razi, Hüseyin, Sebilu’n-Necat fi Tetimmeti’l Müracaat, Beyrut, 1402 h.k.
- Bahrani, Seyyid Haşim, el-Burhan fi Tefsiri’l Kur’an, Kum, Müessesetu el-Bi’se, 1415 h.k.
- Suyuti, Celaluddin, ed-Durru’l Mensur fi’t Tefsiri bi’l Me’sur, Beyrut, Daru’l Fikir, 1414 h.k.
- Şeyh Saduk, Meaniu’l Ahbar, tercüme: Abdulali Muhammedi, Tahran, Daru’l Kutubu’l İslamiye, 1372 h.ş.
- Ayyaşi, Muhammed b. Mesud, Tefsir-i Ayyaşi, be Kuşeş-i Resuli Mehellati, Tahran, el-Mektebetu’l İlmiyye el-İslamiyye.
- Kuleyni, Muhammed b. Yakup, el-Kâfi, be Kuşeş-i Ali Ekber Gaffari, Beyrut, Daru’t-Taaruf, 1401 h.k.
- Mekarim Şirazi, Nasır ve Digeran, Tefsir-i Numune, Tahran, Daru’l Kutubu’l İslamiye, 1375 h.ş.
- Nişaburi, Hâkim, Şevahidu’t-Tenzil, be Kuşeş-i Muhammed Bakır Mahmudi, Tahran, Vezaret-i Ferheng ve İrşad-ı İslami, 1411 h.k.
- Vahidi, Ali b. Ahmed, Esbabu’n-Nuzul, be Kuşeş-i Eymen Salih Şaban, Kahire, Daru’l Hadis.