91. Hutbe
"el-Eşbah hutbesi" olarak bilinir. Bu hutbe onun en değerli ve yüce hutbelerindedir. Me’sade b. Sadaka’nın, İmam Sadık’tan (a.s) rivayet ettiğine göre, Emir’el-Müminin (a.s) bu hutbeyi Kûfe minberinde okudu. Bir adam gelip, kendisine şöyle dedi: “Ya Emir’el Müminin! Şu maddi gözlerimizle göreceğimiz gibi, bize Rabbimizi anlat ki ona karşı olan sevgimiz daha fazla artsın ve onu daha iyi tanıyalım.” Bunun üzerine Emir’el Müminin (a.s) kızıp “Cemaat namazına” diye seslendi. Halk öylesine geldi ki cami dolup taştı. Sinirli ve rengi değişmiş bir şekilde minbere çıktı. Allah’a hamd edip, Resulü’ne salat ve selamdan sonra şu konuşmayı yaptı:
Hamd, kısmakla, vermemekle varlığı artmayan, vermek ve cömertlikte bulunmakla da varlığı azalmayan Allah’a aittir. Çünkü ondan başka her verenin varlığı azalır ve her vermeyen kınanır. Nimetleriyle kullarına ikramda bulunan, faydalarıyla faydalandıran O’dur. Yaratıkları, onun rızkını yiyenlerdir. Onların rızkını garantilemiş, yiyeceklerini takdir etmiştir. Kendine rağbet edenlere ve nezdindekileri isteyenlere açık yolunu göstermiştir. Kendinden istenilmeyenlere, istenilenlerden daha az cömert değildir. O, öncesi olmayan, dolayısıyla kendisinden önce var olabilecek bir varlık bulunmayan Evvel’dir. O, sonrası olmayan, dolayısıyla kendisinden sonra olabilecek bir varlık bulunmayan Ahir’dir. Göz bebeklerini zatını görmekten, idrak etmekten aciz bırakmıştır. Değişen bir zamanı yoktur ki değişimiyle hali de değişsin. Bir mekânı yoktur ki başka yere intikali caiz olsun. Dağlardaki madenlerden çıkanları, denizlerdeki sedeflerin gülümsemesinden çıkan gümüş, saf altın, kaygan inciler ve mercan salkımlarını devşirip verse, bütün bu bağışlar cömertliğine tesir etmez, varlık genişliğini eksiltmez. Nimet hazineleri, insanların isteklerinin tüketemeyeceği kadar çoktur. O, öyle bir cömerttir ki isteyenlerin arzuladığı şeyler nimetini azaltmaz, ısrarla isteyenlerin ısrarı onu cimri yapmaz.
Ey soru soran, bir bak! Kur’an sana O'nun sıfatlarından neyi anlatıyorsa, ona uy; hidayeti gösteren nuru ile ışıklan; şeytanın bilmeni mükellef kıldığı ama Kitap'ta sana farz kılınmayan, Resulullah’ın (s.a.v) sünnetinde ve hidayet önderlerinde de eseri olmayan şeylerin ilmini şanı yüce olan Allah’a bırak. Allah’ın, üzerindeki nihai hakkı budur.
Bil ki ilimde derinleşenler, örtülüp gizlenmişleri tefsir etme hususunda bütün bilgisizliklerini ikrar edişleri, kendilerini büyük gayb kapılarına girmekten müstağni kıldığı kimselerdir. İlimleriyle kuşatıp kavramadıkları şeylerdeki acizliklerini itiraf etmeleri sebebiyle, Allah da onları övmüştür. Allah, onların künhünden bahsetmekle mükellef kılınmadıkları şeylerde derinleşmemelerini, “ilimde derinleşme” olarak isimlendirir. Sen de bununla yetin; şanı yüce ve münezzeh olan Allah’ın azametini aklınla ölçmeye kalkışma. Sonra helak olanlardan olursun.
Öyle bir kudret sahibidir ki vehim ve akıllar O'nun kudretinin derecesini anlamaya çalışsa, vesvese tehlikesinden uzak yüce bilginlerin zekâsı melekût gaybının derinliklerini derk etmek için çabalasa, aşk ve iştiyak dolu kalpler sıfatlarının niteliklerini anlamak için çırpınsa, akıllar anlatılmaz bir biçimde oldukça ince yollardan zatının ilmini elde etmek için yürümeye kalksa, yine de hepsi eli boş geri döner ve gaybın karanlıklarında kendi kurtuluşları için Allah-u Teâlâ’ya sığınırlar. (Hiç kimse zatının künhüne eremez.) Büyük çaba ve telaşlarına rağmen ümitlerini kesince geri dönerler. Allah’ı tanımanın künhüne erişilemeyeceğini, beşeri nakıs akıl ve fikirlerle O’nu derk edemeyeceklerin, izzet ve celalinin bilginlerin kalbinden dahi geçmeyeceğini itiraf ederler.
O, hiç bir örneğe bakmadan, kendisinden önce hiç bir yaratıcı ve mabudun takdirini örnek almadan ilk defa yaratandır. Kudretinin melekûtunu ve hikmetinin eserlerini ifade eden inceliklerini bize göstermesi ve her varlığın sadece O’nun kudretiyle ayakta durabildiğini itiraf etmesi, bir hüccet olarak bizleri gayr-i ihtiyari O’nu tanımaya ve marifetine sevk etmiştir.
Eşsiz, örneksiz, yoktan var ederek, sanatının eserleri, hikmetinin delilleri, yarattıklarında apaçık ortadadır. Her yarattığını, varlığına hüccet ve delil kılmıştır. Yarattığı sussa da açık bir dille tedbir ve tasarrufuna delildir ve eşsiz/örneksiz yaratıcısına delaleti sabittir.
(Ey Rabbim!) Şahadet ederim ki seni yarattıklarının uzuvları gibi "uzuvları var" sanıp, onlara benzeten, hikmet ve tedbirince ete, deriye büründürdüğün kemiklerin benzerine sahip olduğunu sanan (sana cisim isnad eden kimse), sana dair bilgi ve düşüncelerini bir esasa bağlayamamış; kalbi, eşin ve örneğin olmadığına yakin etmemiştir. Sanki o, kıyamette uyanların uydukları şeylerden beri olduklarını ilan ettiklerini duymamıştır: “Allah’a andolsun sizi âlemlerin Rabbiyle bir tuttuğumuz zaman, apaçık bir sapıklık içindeydik.”
Putlarına benzeterek sana eş koşanlar, vehimleriyle sana yaratılmışların elbisesini giydirenler, zanlarıyla seni cisimler gibi parçalara ayıranlar ve kusurlu akıllarıyla seni de yaratıkların gibi farklı kuvvelerin bileşiği bilenler yalan söylemiştir.
Şahadet ederim ki seni yarattıklarından birine denk tutan, onu sana eş tutmuş olur; sana eş koşan indirdiğin muhkem ayetleri ve ona şahadet eden apaçık delilleri inkâr etmiş olur. Şüphesiz akıllara sığmayan, dolayısıyla da düşünce esintileriyle nitelendirilemeyen Allah sensin. Hatırlara gelen düşüncelere sığmazsın. Bu yüzden varlığına sınır konamaz; akıllar tasarrufta bulunamaz.
...O, yarattıklarını takdir etti; takdirini sağlamlaştırdı; düzenledi; çok iyi düzenledi; onu takdir ettiği yöne yöneltti; o da belirlenen hududunu aşmadı; kusur edip hedefi şaşırmadı ve onun iradesiyle bir işle emrolunduğunda zorluk çıkarmadı. Nasıl zorluk çıkartsın! Oysa her şey onun meşiyetiyle vücuda gelmektedir.
Eşyanın bütün türlerini, düşünceye dalmadan, vücudunda gizli tabiattan yardım almadan, zamanların hadiselerinden doğan tecrübeden faydalanmadan ve şaşılacak işlerini yoktan var ederken, ona yardım eden bir ortağı da olmadan yarattı. Yaratışını emriyle tamamladı; yarattıkları da boyun eğip itaat etti ve çağrısına uydu. Boyun eğmek ve çağrısına uymakta ağır davranan da, geride kalan da olmadı.
Her şeyi düzeltip eğriliğini giderdi; sınırlarını tayin etti; kudretiyle aykırıları uzlaştırdı ve yakınlık sebeplerini birleştirdi. Yarattıklarını sınır, miktar, tabiat, şekil ve duruş bakımından muhtelif cinslere ayırdı. Yarattıklarını sağlam bir şekilde inşa etti ve onları iradesi üzere, yoktan var edip, ilk kez yarattı.
...O, göklerin alçak, yüksek ve geniş aralıklarını bir şeye asılı olmaksızın düzenledi; yarıklarını kapadı ve onları birbirine kaynaştırdı. Buyruğuyla gökten inenlere ve yaratıkların amelleriyle göğe yükselenlere (meleklere) çıkış zorluğunu kolay kıldı.
Bir duman yığınıyken onu (göğü) çağırdı da bir araya gelip (çekim gücüyle), birbirini tuttular. Kapandıktan sonra kapalı kapılarını açtı (santrifüj kuvvetiyle aralarını açtı) ve yollarına parıl parıl parlayan yıldızlardan gözcüler dikti. Onları, boşlukta titrememeleri için kudretiyle kavradı. Emrine teslim olup, durmalarını emretti. Güneşi, gündüzleyin her şeyi aydınlatan ve Ay'ı da parlaklığıyla gecenin karanlığını gideren bir ayet kıldı. İkisini de yerlerine yerleştirip, yürüttü. Seyirleri sırasında onlara konaklar tayin ederek, onlarla geceyle gündüzün ayrılmasını, seyirleriyle yılların sayılmasını ve sayıların hesabının bilinmesini diledi de dileği yerine geldi.
Sonra bulundukları boşlukta hareket ettikleri yörüngeyi tayin etti. Göğü gizli/ışıkları zor görülen ve ışıkları göğü pırıl pırıl aydınlatan yıldızlarla bezedi. Gizlice dinleyenleri (şeytanları) parlak meteorlarla taradı. Yerinde sabit, gezegen, inen, çıkan, uğurlu ve uğursuz tüm yıldızları emriyle müsahhar kıldı.
...Sonra o münezzeh Allah, göklere yerleştirmek ve melekûtunun yüce göğünü bayındır kılmak için, meleklerden güzel bir topluluk yarattı. Onlarla fezasının genişliklerini ve açık yerlerini doldurdu; mukaddes dergâhtaki bu meleklerin yüksek tespih sesleri, geniş gökyüzünde, hicab perdeleri ve celal katında yankılanmaktadır.
Kulakları sağır eden o feryatların ardında, bakışları kendisine ulaşmaktan caydıran ışık katları bulunur ki bakışlar onun sınırlarından geri dururlar.
Onları çeşitli şekillerde ve ölçülerde yaratmıştır. Kanatları vardır. O’nun gücünün yüceliğini tesbih ederler. O’nun eseri olan bir yaratığı kendilerine mal etmezler. Yaratılışı O’nun zatına mahsus olan tek bir şeyi O’nunla birlikte yarattıklarını iddia etmezler. “Bilakis onlar şerefli kullardır. Sözlerinde O’ndan öne geçmezler. Ancak O’nun emriyle iş görürler.”
Allah, onları "vahyin eminleri" olarak yaratmış; onlara peygamberleri için emir ve nehiy emanetleri yüklemiş ve onları kuşkulardan korumuştur. Hiç birisi onun razı olduğu yoldan sapmaz. Onlara gerekli yardımı sağlamıştır. Kalplerine huşu, tevazu ve sekine hissettirmiştir. Onlara yüceliğini söyletmek için kolay kapılar açmış ve tevhit nişanelerini gösteren apaçık meşaleler dikmiştir. Günah yükleri onları ağırlaştırmamış ve gece ile gündüzün peş-peşe gelmesi onları ölüme doğru sevk etmemiştir. Kuşku kıvılcımları dal budaklarıyla, azimli imanlarını hedef almamıştır. Zanlar, yakinlerinin köklerine nüfuz etmemiştir. Aralarında kin ateşi alevlenmemiştir. Şaşkınlık, benliklerindeki ilahi marifeti ve kalplerindeki Allah’ın büyüklük ve celal heybetini selbetmemiştir. Vesveseler, aralarında amacına erememiştir ki kötülüğünü onların düşüncesi üzerinde deneyebilsin.
Onlardan yağmur yüklü bulutların, büyük yalçın dağların ve şaşırtıcı karanlıkların yaratışında bulunanlar vardır. Ayakları alt zeminin sınırlarını aşmışları vardır ki hava deliklerine konmuş beyaz bayrakları andırırlar. Altlarında hoş bir esinti, belli bir noktaya kapatmıştır onları. O’na ibadetle meşgul olmaları, onları başka şeylerle meşgul olmaktan alıkoymuştur. İmanın hakikatleri, kendileriyle Hakk marifeti arasında bir bağ kurmuştur. Allah’a yakinleri, onları her şeyden kesip koparmış ve O’na yöneltmiştir. O’ndakileri isteyişleri, başkasındakileri isteyişe engel olmuştur. O’nu tanımanın tadını almışlar ve sevgisini kana kana içmişlerdir. Kalplerinin her zerresi, O'nu görmedikleri halde korkusuyla doludur. Hep ibadet halinde olmaları, bellerini bükmüştür. Hep onu istemeleri, niyazlarını tüketmemiştir. Yüce makamları, huşu ipini boyunlarından çıkarmamıştır; kendilerini beğenip de geçmiş amellerini abartmamışlardır; Allah'ın azameti karşısında huşu içinde olmaları iyiliklerini büyük saymalarına neden olmamıştır; uzun süreli ibadetlerinde gevşekliğe kapılmamışlardır; rağbetleri azalmamış ve bundan dolayı da Allah'tan ümitlerini kesmemişlerdir. O kadar münacatta bulunmalarına rağmen, dillerinin ucu (damakları) kurumaz. Meşgaleler, onlara sahip değildir ki yakarışları kesintiye uğrasın. Omuz omuza kulluk makamında saf tutmuşlardır. İşin kolayına kaçış, O’nun emirlerine uymada onları kusura sevk etmemiştir. Dalgınlık körlüğü, ciddiyetlerinin kararlılığını aşmamıştır. Şehvetlerinin kurnazlığı, himmetlerine etki etmez. Arşın sahibini ihtiyaç günlerinin zahiresi olarak kabul etmişlerdir. İnsanlar Allah'tan yüz çevirince, onlar sadece Allah'a rağbet eder ve yönelirler; hiç bir zaman Allah’a ibadetlerine son vermezler; Allah’ın emirlerine itaat şevklerini gevşetmezler ve Allah’a itaati sevdiren şey, onların kalplerinde duydukları sevgidir. Asla Allah’tan korku ve ümitlerini kesmezler. Korku nedenleri ortadan kalkmamıştır ki ciddiyetlerinde gevşekliğe kapılsınlar. Tamahlar, onları gafil avlamamıştır ki dünya telaşını ahiret işlerine tercih etsinler.
Yapmış olduklarını büyük görmezler. Böyle yapsalardı, umutları korkularını silerdi. Şeytan kendilerine musallat olmadığından, Rablerine karşı çıkmadılar; birbirlerine düşmediler; kötü davranışlar onları birbirinden ayırmadı; hasetten dolayı birbirinden yüz çevirmediler; şek ve şüphe nedenleri onları bölük pörçük kılmadı ve görüş farklılıkları onları dağıtmadı. Onlar iman kullarıdır; asla şek, şüphe, gevşeklik ve yorgunluk kulluk ipini boyunlarından çözemez. Gök katlarında secde veya süratle iş gören bir meleğin olmadığı yer yoktur. İbadet edip durmalarıyla, Allah’a dair bilgileri artar ve kalplerinde Rablerinin izzeti daha da büyür.
Yeryüzünü büyük dalgaların şiddeti ve dolgun denizlerin baskınlığıyla doldurmuştur. Yüksek dalgaları çarpışmış ve büyük parçaları birbirine girmiştir. Suyun dalgalanmasından dev gibi köpükler oluşmuştur. Çarpışan sular onun ağırlığı altında kalmış; derken dinginleşmiş ve iyice yatışmıştır; homurtulu dalgalardan sonra sinip kalmış ve itilip kakılan tutsak durumuna düşmüştür. Sonra yeryüzü suların engin yerlerinde serilip oturmuştur. Burnunun büyüklüğünden, kibrinden, taşkınlığından ve kabarmasından sıyrılarak, ağırbaşlı, oturaklı ve uysal olmuştur. Azgın sular kıyılardan ve sarp kayalıklardan eteklere inince, oluklarından pınarlar fışkırıp dere yataklarını doldurmuştur. Sonra suların hareketlerine aşınmaz kaya parçalarıyla yön verilmiş; dağların yüzeye yerleşmesiyle çalkantı da dinmiş oldu; çukurlar doldu ve düzlüklerde su seviyesi yükseldi. Yer ile gök arasında açıklık meydana çıktı. Yaşayanlar için esintili bir atmosfer hazırladı. Muhtaç oldukları şeylerle birlikte yeryüzü halkını yarattı. Pınar sularının tepelere ulaşmadığı ve yetişmek için ırmak yataklarının bulunmadığı verimli toprakları ihmal etmeyerek, diriltici ve bitki çıkarıcı bulutlar yarattı. Birbirinden ayrı olan parlak bulut parçalarını birleştirdi. Beyaz, yoğun ve sulu bulutları harekete geçirdi; bulutlar da yağmaya hazır hale geldi. Etrafında şimşek çakmaya başladı ama beyaz, dev ve yoğun bulutların parlaklığı azalmadı; peş peşe bulutlar gönderdi. Bu bulutlar yeri ihata edince, rüzgâr onları sürükleyip, yağmur tanelerini döktü. Bulut, içindeki bol suyunu döktüğünde bunlarla yerin kıraçlığından bitkiler çıkarmış ve dağ eteklerinde ot bitirmiştir. Bu dağlar giydirildiği çiçeklerle ve bahçelerle göz alıcı olmuş; çiçekler, dağların takındığı pırıl pırıl kolyeler olmuştur. Bu nimetleri, insanlara bir azık ve hayvanlar için rızık olarak yarattı. O, dağ aralarında yollar açmış ve yolculara en iyi yol için meşaleler koymuştur.
Yeryüzünü döşeyip, işini bitirince, Âdem’i yarattıkları arasından seçmişti. Onu insan yaratılışının ilk türü kılarak, cennetine yerleştirdi ve bol rızkını temin etti. Nehyettiği hususları kendisine işaret edip, bildirdi. Acelelik yapması "itaatsizlik" anlamı taşıyacak ve makamını tehlikeye sokacaktı. Ama nehyettiklerini onun ezeli ilmine uygun olarak yapınca, Âdemi tevbe etmesinden sonra yeryüzüne indirdi ki nesliyle birlikte yeryüzünü bayındır kılsın ve onunla kullarına hücceti tamamlasın. Âdem’in ruhunu kabzettikten sonra da kullarını Rabbani hüccetlerinden ve kendi marifetiyle kulları arasındaki bağdan mahrum bırakmadı. Seçtiği peygamberlerinin dilinden gönderdiği hüccetleri vesilesiyle birbiri ardınca her dönemde mesajlarını insanlara ulaştırmış ve insanlarla ahitleşmiştir. Peygamberimiz Muhammed (s.a.v) vesilesiyle de hüccet tamam olmuş ve hiç bir mazeret yeri kalmamıştır ve günahkârlar hakkındaki tehdidi sona ermiştir.
O, rızkı azaltıp, çoğaltarak düzenlemiş; dar ve geniş olarak bölmüştür. Bu düzeni, kolayını ve zorunu isteyecek olanları tespit etmek, zengin ve fakirin şükrünü ve sabrını denemek için adalet üzere kurmuştur. Bolluğa sıkıntıları, sağlığına hastalıkları, sevinçlerine kederleri eklemiştir. Ömürleri uzatıp kısaltarak, öne salıp erteleyerek yaratmıştır. Ölüme bir takım sebepler takdir etmiş ve ölümü, hayat düğümlerini çözen bir unsur kılmıştır.
O, gizleyenlerin içindeki sırrı, fısıldaşarak konuşulanları, kuşkuları ve kesin inançları, gafil olunanları, gönüldekileri, görünmeyenleri, kulakların gizlice dinlediklerini, karıncaların yazlıklarını, haşeratın kışlıklarını, yaslı kadınların hazin inleyişlerini, ayakların yavaş sesini, meyvelerin gizlendiği tomurcukların perdelerinin içini, dağ ve vadilerdeki vahşi hayvanların inini, sivrisineklerin ağaçların dal ve yaprakları arasında gizlendiği yeri, yaprakların dallara iliştiği yeri, nütfenin sulpten döküldüğü yeri, bulutların çıkıp kaynaşmasını, damlaların buluttaki yığınağını, kasırgaların kuyruklarıyla taşıdıklarını, yağmurların selleriyle süpürdüklerini, kum ve çakıl tepelerinde gizlenen haşereleri, kanatlıların dağ zirvelerindeki durağını, cıvıldayanların karanlık yuvalarındaki şakımalarını, sedeflerin içinde gizli incileri, deniz dalgalarının bağrındakileri, gece karanlığının gizlediği veya gündüz aydınlığının açtığı, karanlığın ve aydınlığın kendisini takip ettiği şeyi, ayak izini, hareket hissini, sözün kaynağını, dudak kıpırtısını, ruhun karar yerini, zerrenin ağırlığını, her hüzünlünün inleyişini, ağaçtaki meyveleri, düşen yaprağı, nutfe yatağını, kan dolaşımını ve kan pıhtılaşmasını bilmektedir. Bu, ona zor gelmez. Yarattıklarını yaşatma ve gözetmekte güçlük çekmez. İşlerini yürütmek ve yaratılmışları gözetmek, usanıp ara vermeden yaptığı işlerdendir. İlmi onları ihata etmiştir. Sayılarını bilir. Adaleti hepsini kuşatmıştır. Yarattıkları onu övmede kusur ettiği halde, yine de fazlı ve keremi devam etmiştir.
Ey Allah’ım! Sen, bütün güzel vasıfların sahibisin ve çok övülmeye layıksın. Ümit beslenenlerin en hayırlısı sensin. İsteneceklerin en hayırlısı da sensin.
Allah’ım! Bana öyle şeyler bağışladın ki senden başkasına hamd ve sena edemem. Ümitsiz kılanları ve güvenilir olmayanları dilimle övemem. Sen dilimi, insanları övmekten ve yaratılmış kullara sena etmekten uzak kıldın.
Allah’ım! Her övenin övgüsünün bir karşılığı ve armağanı vardır. Ben de bunun için, rahmet ve mağfiret hazinelerinin kılavuzu olarak, sana ümit bağladım.
Allah’ım! Bu makam, sana özgü tevhide erenlerin ve bu övgü ve makamlara senden başkasını layık görmeyenlerin makamıdır. Sana, senden başkasının zenginleştiremeyeceği şekilde muhtacım. Kereminden başkası, beni bu fakirlikten kurtaramaz. Bize bu mekânda rızanı ihsan eyle. Bizi senden başkasına el açtırma. “Senin her şeye gücün yeter.”