Tebliğ Ayeti

Öncelik: aa, kalite: c
linksiz
navbox'siz
yönlendirmesiz
wikishia sitesinden
(Tebliğ ayeti sayfasından yönlendirildi)

Tebliğ Ayeti (Arapça: آية التبليغ), Maide Suresinin 67. ayeti kerimesi olmakla birlikte Hz. Resul-i Kibriya Efendimize (s.a.a) nazil olan son ayetlerdendir. Bu ayete göre, Hz. Resulullah (s.a.a), çok önemli ve hayati bir görevi insanlara tebliğ etmekle görevlendirilmiştir. Ayetin tasrih ettiğine göre, mesaj o kadar önemlidir ki eğer Hz. Resulullah (s.a.a) o mesajı tebliğ etmezse, peygamberlik görevini yerine getirmemiş sayılacaktır.
Şia ve bazı Ehlisünnet âlimlerine göre bu ayet Veda Haccında ve Gadir Vakıasının gerçekleştiği Zilhicce Ayının 18'inden az önce nazil olmuştur. Şia inancına göre, o mesajın konusu, Hz. Ali'nin (a.s) halifelik ve velilik konusudur. Ayet nazil olduktan sonra Hz. Resul-i Kibriya Efendimiz (s.a.a) “Gadir-i Hum” denen yerde Hz. Ali'yi (a.s) kendisinden sonraki halife ve ardılı olarak tanıtmıştır.

Tebliğ Ayeti

“يَا اَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ وَاِنْ لَمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ وَاللّٰهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِى الْقَوْمَ الْكَافِرٖينَ”

“Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O’nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah, seni insanlardan korur. Şüphesiz Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmeyecektir.”

Ayetin anlamı tek başına ele alındığında gayet açıktır. Tehdit üslûbu ile Peygamber Efendimize (s.a.a) aldığı mesajı tebliğ etmesini emrediyor ve yüce Allah'ın kendisini insanlardan koruyacağını vaat ediyor. Fakat bulunduğu yer bakımından incelendiğinde hayret verici bir durum ortaya çıkıyor. Çünkü Ehlikitab'ın durumuna değinen, Allah'ın haramlarını çeşitli şekillerde çiğnemeleri ve ayetlerini inkâr etmeleri gerekçesi ile onları kınayan ve azarlayan ayetler arasında yer alıyor. Ayrıca ayetin kendisi ve içindeki cümleler arasındaki bağlantı üzerinde derin bir incelemeye girişilince, insanın hayreti ve şaşkınlığı kat kat artıyor.

"Allah seni insanlardan korur" cümlesi gösteriyor ki, Hz. Peygamber’e (s.a.a) indirilen ve duyurulması emredilen konu önemli bir konudur; Hz. Peygamber’in (s.a.a) şahsı veya tebliğinin başarısı açısından Allah'ın dini ile ilgili tehlike içermektedir. Öte yandan Yahudilerin ve Hristiyanların Hz. Peygamber’e (s.a.a) yönelik tehlikelerini, onun tebliği durdurmasına veya bir süre için ertelemesine yol açacak kadar büyük görmek ve bu gerekçe ile Allah'ın onu koruyacağını vaat etmesine ihtiyaç duyduğunu düşünmek de anlamsızdır. Çünkü Medine'ye göç ettiği ilk günlerde bile Hz. Peygamber (s.a.a) için böyle büyük bir tehlike söz konusu olmamıştır ki, o günlerde Yahudiler Hayber gibi çatışmalara yol açacak derecede şiddet ve saldırganlık gösteriyorlardı. Üstelik bu ayet, Yahudilere yönelik şiddetli bir emir ve keskin bir ifade de içermiyor. Oysa daha önce Yahudilere bundan daha şiddetli, daha ağır ve daha sert emirleri tebliğ etmesi istenmiştir.

Genel tebliğinde Hz. Peygamber (s.a.a) bundan daha ağır mesajları tebliğ etmekle görevlendirilmiştir. Kureyş kâfirlerine ve müşrik Araplara tevhit ilkesini ve putperestlikten vazgeçmelerini tebliğ etmiştir. Üstelik Kureyşli kâfirler ile müşrik Araplar Yahudilerden ve diğer Ehlikitap'tan daha kaba, daha saldırgan, daha kan dökücü ve daha cüretli idiler. Buna rağmen yüce Allah onlara yönelik tebliğinde Hz. Peygamber’i (s.a.a) ne tehdit etmiş ve ne de kendisini onlardan koruyacağını vaat etmişti.

Şu da var ki Ehlikitab'ın durumunu ele alan ayetler, Maide suresinin büyük bölümünü oluşturur. Bu surenin Ehlikitap hakkında indiği kesindir. Bu surenin indiği sırada Yahudilerin gücü kırılmış ve ateşleri sönmüştü. Başlarına ilâhî gazap ve lânet çökmüştü. "Ne zaman savaş için bir ateş yaktılarsa, Allah onu söndürdü."

Bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.a) Allah'ın dini hakkında onlardan korkmasının anlamı yoktur. Çünkü o sırada İslâm'ın egemenlik alanı içinde barış ortamına girmişler ve Hristiyanlarla birlikte cizye vermeği kabul etmişlerdi. Bu yüzden Allah'ın, Hz. Peygamber’e (s.a.a) onlardan korktuğunu ve aldığı emri onlara tebliğ etme konusunda sıkıntıya düştüğünü söylemesi de anlamsızdır. Üstelik Hz. Peygamber (s.a.a), onlara bundan daha önemli emirler tebliğ etmiş; bundan önce daha tehlikeli ve korkutucu durumların ortasında kalmıştır.

Dolayısıyla bu ayetin anlam bütünlüğü bakımından önceki ve sonraki ayetlerle ortak bir nitelik taşımadığı, onlarla bağlantılı olmadığı, tek başına indiği ve ayrı bir ayet olduğu hususunda şüphe etmemek gerekir.[1]

Nüzul (İniş) Sebebi

Bu ayeti kerime, Veda Haccında Hz.Peygamber’in (s.a.a) kendisinden sonra Hz. Ali’nin (a.s) yerine geçmesini ilan etmek için Gadir Hum’da nazil olmuştur.[2]

Allah Resulü’nün (s.a.a) münafıkların İslam’a karşı yapacağı komplolardan endişe etmesi sonucu Hz. Ali’nin (a.s) vilayetini tebliğ etmeği geciktirmesi üzerine vahiy meleği nazil oldu ve bu ayetin inişiyle İmam Ali’nin (a.s) vilayetinin tebliğ edilmesini vurgulamakla birlikte Allah Resulüne (s.a.a) İmam Ali’nin (a.s) münafıkların kötülüklerinden korunacağı vaadini verdi.[3]

Tefsiru’l-Ayyâşî'de müellif Ebu Salih'ten, o da İbn-i Abbas ve Cabir b. Abdullah'tan şöyle dediklerini rivayet eder: "Yüce Allah, Peygamberine Hz. Ali'yi insanlar arasında alem olarak dikerek, onun veliliğini ilân etmesini emretti. Hz. Peygamber (s.a.a) insanların, amcasının oğlunu kayırdığını söyleyerek, kendisini suçlayacaklarından korktu. Fakat Allah ona, "Ey Elçi! Rabbin tarafından sana indirilen mesajı tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O'nun elçisi olma görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur." ayetini indirdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.a), Gadir-i Hum günü onun veliliğini ilân etti."[4]

Yine Tefsiru’l-Ayyâşî'de müellif, Hannan b. Sedir'den, o da babasından İmam Muhammed Bâkır'ın (a.s) şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Veda Haccı sırasında Cebrail (a.s), Hz. Peygamber’e (s.a.a) Hz. Ali'nin (a.s) halifeliğini emreden "Ey Elçi! Rabbin tarafından sana indirilen mesajı tebliğ et..."ayetini indirince, Hz. Peygamber (s.a.a) Cuhfe'ye gelinceye kadar insanların korkusundan üç gün durdu (sustu) ve Hz. Ali'nin (a.s) elini tutmadı (veliliği ve halifeliğini ilân etmedi)."

"Gadir-i Hum günü Cuhfe'ye varınca, “Mehyaa” denen yerde konakladı ve 'Haydin namaza!' diye seslendi. İnsanlar toplanınca, 'Size kendinizden evlâ kimdir?' diye sordu. İnsanlar yüksek sesle, 'Allah ve O'nun Peygamberi' diye bağırdılar. Hz. Peygamber (s.a.a) aynı soruyu ikinci ve üçüncü kez sordu. Yine, 'Allah ve O'nun Peygamberi' dediler."

"Arkasından Hz. Ali'nin (a.s) elini tutarak şöyle dedi: 'Ben kimin mevlâsı isem, Ali de onun mevlâsıdır. Allah'ım! Onu dost edineni dost edin ve ona düşman kesilene düşman kesil. Ona yardım edene yardım et; onu yalnız bırakanı yalnız bırak. O benden ve ben de ondanım. Harun, Musa için ne idi ise, o da benim için odur. Yalnız benden sonra başka peygamber gelmeyecektir."[5]

Kaynakça

  1. el-Mizan, c. 6, s. 87.
  2. Vahidi, s. 165; Suyuti, c. 3, s. 117; Nişaburi, c. 1, s. 250; Kuleyni, c. 1, s. 290, hadis: 6; Saduk, Meaniu’l Ahbar; Ayyaşi, c. 1, s. 233; Bahrani, c. 1, s. 490, hadis: 11.
  3. Ayyaşi c. 1, s. 331, hadis: 152.
  4. Tefsiru’l-Ayyâşî, c. 1, s. 331, h: 152
  5. Tefsir'ul-Ayyâşî, c. 1, s. 332, h: 153

Bibliyografi

  • er-Razi, Hüseyin, Sebilu’n-Necat fi Tetimmeti’l Müracaat, Beyrut, 1402 h.k.
  • Bahrani, Seyyid Haşim, el-Burhan fi Tefsiri’l Kur’an, Kum, Müessesetu el-Bi’se, 1415 h.k.
  • Suyuti, Celaluddin, ed-Durru’l Mensur fi’t Tefsiri bi’l Me’sur, Beyrut, Daru’l Fikir, 1414 h.k.
  • Şeyh Saduk, Meaniu’l Ahbar, tercüme: Abdulali Muhammedi, Tahran, Daru’l Kutubu’l İslamiye, 1372 h.ş.
  • Ayyaşi, Muhammed b. Mesud, Tefsir-i Ayyaşi, be Kuşeş-i Resuli Mehellati, Tahran, el-Mektebetu’l İlmiyye el-İslamiyye.
  • Kuleyni, Muhammed b. Yakup, el-Kâfi, be Kuşeş-i Ali Ekber Gaffari, Beyrut, Daru’t-Taaruf, 1401 h.k.
  • Mekarim Şirazi, Nasır ve Digeran, Tefsir-i Numune, Tahran, Daru’l Kutubu’l İslamiye, 1375 h.ş.
  • Nişaburi, Hâkim, Şevahidu’t-Tenzil, be Kuşeş-i Muhammed Bakır Mahmudi, Tahran, Vezaret-i Ferheng ve İrşad-ı İslami, 1411 h.k.
  • Vahidi, Ali b. Ahmed, Esbabu’n-Nuzul, be Kuşeş-i Eymen Salih Şaban, Kahire, Daru’l Hadis.