Mübahele

Öncelik: a, kalite: c
linksiz
navbox'siz
yönlendirmesiz
wikishia sitesinden
(Mubahele sayfasından yönlendirildi)

Mübahele (Arapça: المباهلة; Al-Mobahaleh), karşılıklı beddua ve lanetleşmek anlamına gelir. Kendisini haklı bilen iki kişi veya iki grup, birbirlerinin karşısında Allah'ın huzurunda ağlayarak niyaz etmekte, O'ndan yalancıya lanet etmesini istemekte ve bu şekilde kimin haklı olduğu ortaya çıkmaktadır. Bundan dolayı, İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.a) Necran Hristiyanlarına mübahele önerisinde bulunmuş ve onlar da kabul etmişlerdir. Ancak kararlaştırılan gün gelip çattığında bu işten vazgeçmişlerdir. Çünkü Hz. Peygamberin (s.a.a) en yakın ailesi (yani kızı: Hz. Fatıma (s.a), damadı: İmam Ali (a.s), torunları: İmam Hasan (a.s) ve İmam Hüseyin (a.s)) ile birlikte mübaheleye geldiğini gördüler. Bundan dolayı onun sadakatine inandılar ve bu şekilde Peygamber Efendimiz (s.a.a) bu olaydan zaferle çıkmıştır.

Hz. Peygamberin (s.a.a) Necran Hristiyanları ile mübahele hadisesi, yalnızca Hz. Peygamberin (s.a.a) iddiasının hakkaniyetini (yani İslam’a daveti) ortaya koymamış, aynı zamanda yanındakilerinin de özel faziletlerini ispat etmiştir. Çünkü tüm yâren ve akrabalarının arasından bu kişileri yanına alarak en yakınlarını bu şekilde ortaya koymuştur. Hz. Peygamberin (s.a.a) Hristiyanlarla mübahelesi Zilhicce ayının 24’ünde hicretin onuncu yılında gerçekleşmiştir. Elbette bazıları Zilhicce ayının 25’inde olduğunu belirtmişlerdir.

Mübahele’nin Sözlük Anlamı

“Mübahele” yani birbirlerini beddua ve lanete davet etmek demektir.[1] “Behelehullah” yani Allah ona lanet etsin ve kendi rahmetinden uzak etsin.[2]

Mübahele Ayeti

Ana Madde: Mübahele Ayetiفَمَنْ حَاجَّكَ فِیهِ مِن بَعْدِ مَا جَاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ فَقُلْ تَعَالَوْا نَدْعُ أَبْنَاءَنَا وَأَبْنَاءَكُمْ وَنِسَاءَنَا وَنِسَاءَكُمْ وَأَنفُسَنَا وَأَنفُسَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَل‌لَّعْنَتَ اللَّـهِ عَلَی الْكَاذِبِینَ

|“Kim sana gelen bilgiden sonra seninle bu konuda tartışırsa, de ki: Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra mübahele (beddua) edelim de Allah'tan yalancılar üzerine lânet dileyelim.” Mübahele Ayeti Al-i İmran Suresi, 61. Şia ve Sünni müfessirler bu ayetin Necran Hristiyanlarının Hz. Resulullah (s.a.a) ile münazara ve argümanlarını ortaya koydukları olaya işaret ettiğine inanmakta ve Nasranilerin Hz. İsa’nın (a.s) baba, oğul ve Ruhu’l Kudüs’ten biri olduğu konusunda ısrar etmeleri ve Efendimizin Kur’an-ı Kerim’in vahiyleri ile onun Allah’ın takvalı bir kulu ve peygamber olduğuna dair açıklamalarını reddetmeleri üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.a) mübahele teklifinde bulunmuştur.[3]

Ehlisünnet müfessirlerinin (Zamahşeri,[4] Fahri Razi,[5] Beyzavi,[6] ve başkaları) dediklerine göre “Ebnaena”dan (oğullarımız) maksat Hasan ve Hüseyin aleyhima’s-selam, “Nisaena”dan (kadınlarımız) maksat Hz. Fatıma Zehra (s.a) ve “Enfusena”dan (kendimiz veya nefsimiz) maksat Hz. Ali'dir (a.s). Yani Efendimizle birlikte bu dört kişi Al-i Aba veya Ehl-i Kisa veya Ehl-i Kisa’yı teşkil etmektedir. Bu kişilerin yüce makamlarını gösteren bu ayet, Zamahşeri ve Fahri Razi’nin dediğine göre onun peşi sıra nazil olan Tathir ayeti (Ahzab suresi, 33. ayet) onların anı, değer ve paklıklarını ortaya koymaktadır.

اِنَّمَا يُرٖيدُ اللّٰهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ اَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهٖيرًا; (Sadece ve sadece Allah, ey Ehl-i Beyt, sizden her çeşit pisliği, günahı gidermek ve sizi tam bir temizlikle tertemiz bir hale getirmek ister.)33-33

Necran Nasranileri, Hz. Peygamber efendimiz (s.a.a) ve yanında getirdiği Ehlibeyti'nin sadakat ve yiğitçe ihlasını görünce endişeye kapılmış ve ilahi azaptan korkarak mübaheleye yanaşmamışlardır. Hz. Resulullah (s.a.a) ile anlaşma yaparak kendi dinlerinde kalmak şartıyla cizye vermeye razı olmuş ve Peygamber Efendimiz (s.a.a) de onların şartını kabul etmiştir.[7]

Mübahele Günü

Hz. Resulullah’ın (s.a.a) Necran Hristiyanları ile mübahelesi hicretin onuncu yılında (m. 631) Zilhicce ayının 24’ünde gerçekleşmiştir.[8] Aynı ayın 21’inde olduğunu söyleyenler de olmuştur.[9] Şeyh Ensari, Zilhicce’nin 24’ünü yaygın görüş olarak bilmekte ve o günde gusül alınmasının müstahap olduğuna inanmaktadır.[10] Şeyh Abbas Kummi, Mefatihu’l Cinan kitabında bugünün Zilhicce ayının 24’ü olduğunu belirtmekte ve gusül ve oruç tutmanın bugünün amellerinden olduğunu zikretmektedir. Burada önemli olan şey, Şia ve Sünni tarihçi ve rivayetçilerinin yanında böyle bir günün yaşandığının kesin olduğudur.

Mübahele’de Hazır Olanlar

Hz. Fahri Kâinat Efendimizin (s.a.a) Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s), Hz. Fatıma (s.a), Hz. Hasan (a.s) ve Hz. Hüseyin’i (a.s) yanında götürdüğü kesindir. Ancak olayın ayrıntılarının nasıl olduğu, Hristiyanlardan kimlerin Hz. Resulullah’ın (s.a.a) yanına geldiği, aralarında ne gibi konuşmalar yaşandığı gibi noktalar, tarihî nakillerde farklılıklar arz eden konulardır. Yukarıda ve aşağıda zikredilecek noktalar bazı tarihî kayıtlarda zikredilen noktalardır ve hepsi adresleri ile birlikte verilmiştir.

Mübahele ayeti

Mübahale Hadisesi

Mübahele gününün sabahı, Hz. Resul-ü Kibriya (s.a.a) Müminlerin Emiri Hz. Ali’nin (a.s) evine geldi. İmam Hasan’ın (a.s) elinden tuttu. İmam Hüseyin’i (a.s) kucağına aldı ve Hz. Emir (a.s) ve Hz. Fatıma (s.a) ile birlikte mübahele için Medine dışına çıktı. Hristiyanlar Hz. Peygamber (s.a.a) ve Ehlibeytini görünce, Ebu Harise: “Muhammed’le (s.a.a) birlikte olanlar kimlerdir?” diye sordu. Dediler ki:

Öncesinde olan amcaoğlu, kızının kocası ve onun yanındaki en sevgili kişidir; o iki çocuk, onun ve kızının çocuklarıdır; o kadın ise onun yanında, yaratılmış en değerli kişi olan kızı Fatıma’dır.

Hz. Resulullah (s.a.a) mübahele etmek için dizleri üzerine çöktü. Sonra Seyyid ve Akib (Hristiyanların büyükleri) kendi çocuklarını mübahele için kaldırdılar. Ebu Harise dedi ki: “Allah’a andolsun ki (Hz.) Muhammed öyle oturmuş ki sanki Peygamberler mübahele için oturmuştur”. Sonra yerinden kalktı. Seyyid “Nereye gidiyorsun?” diye sordu. Dedi ki: “Eğer Muhammed haklı olmasaydı, böyle bir mübaheleye cüret edemezdi. Eğer bizimle mübahele edecek olursa, bir yıl geçmeden yeryüzünde bir tane dahi Nasrani kalmayacak”. Başka bir rivayette ise şöyle geçmiştir: “Ben bu yüzlerde; eğer Allah’tan bir dağı yerinden kaldırmasını isterlerse, kesinlikle dağın yerinden kalkacağını görüyorum. Dolayısıyla mübahele etmeyin; yoksa helak olursunuz ve yeryüzünde bir tane dahi Nasrani kalmaz”.

Sonra Ebu Harise Hz. Muhammed’in (s.a.a) yanına gelerek şöyle dedi: “Ey Ebu’l Kasım! Bizimle mübahele etmekten vazgeç ve gücümüzün yeteceği miktarda barış anlaşması yap”. Sonra Peygamber Efendimiz (s.a.a) onlarla anlaşmaya vardı. Her yıl değeri kırk dirhemlik olan iki bin kumaş ve eğer Yemen’le bir savaş patlak verecek olursa, Müslümanlara otuz kalkan, otuz mızrak ve otuz at ödünç olarak vermeleri kararlaştırıldı ve Hz. Peygamberin (s.a.a) kendisi de bu malların geri verilmesinin garantisi oldu. Böylelikle Hz. Muhammed Mustafa (s.a.a) anlaşmayı bu şekilde yazdıktan sonra onlar geri döndüler.

Sonradan Peygamber Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Canımın yetkisinde ve elinde olan Allah’a and olsun ki Necran ehli için ölüm yakın olmuştu. Eğer benimle mübahele yapacak olsalardı, kesinlikle her biri maymun ve domuza dönüşecekti. Kesinlikle bu vadinin tamamı onlar için ateş olacak ve hepsi yanacaktı. Allah-u Teâlâ ise tüm Necran halkını yok edecek ve hatta kuşlar bile onların ağaçlarının üzerine konmayacak ve tüm Nasranîler yıl olmadan öleceklerdi”.[11] Hristiyanların Necran’a dönüşlerinin üzerinden uzun bir süre geçmeden Seyyid ve Akib hediyelerle birlikte Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.a) yanına gelmiş ve Müslüman olmuşlardır.[12] Mübahele Olayı için Tarihî İhticaclar

Bu olaya ihticac (bir meseleyi açıklığa kavuşturup, ispat etmek üzere hüccet getirmeye, bir şeyi delil getirerek hüküm verme, hüccetlerde bulunma, delil gösterme, şahit gösterme, bir anlaşmamazlıkta iddiayı belgelendirme) getirmek, Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s), İmam Hasan (a.s), İmam Hüseyin (a.s) ve öteki İmamların (a.s) sözlerinde gözlemlenmektedir. Biz burada bunlardan ikisine değineceğiz:

Sa'd b. Ebu Vakkas’ın İhticacı

Sahih-i Müslim'de, Amir b. Sa'd b. Ebu Vakkas'tan ve o da babasından şöyle rivayet eder:

"Muaviye b. Ebu Sufyan, Sa'd'a der ki: "Seni Ebu Turab'a (Hz. Ali'ye) sövmekten alıkoyan nedir?"

O şu karşılığı verir: "Ben Resulullah'tan üç şey duydum ki, bunlardan birisinin benim hakkımda söylenmiş olmasını altın yüklü develere değişmem." Bir gün Resulullah (s.a.a) Ali'yi, çıktığı bir sefere götürmemiş, onu Medine'de bırakmıştı. Ali dedi ki: "Ya Resulallah! Beni kadınlarla ve çocuklarla birlikte mi bırakıyorsun?" Resulullah ona şöyle dedi: "Musa'nın yanında Harun hangi konumdaysa, sen de benim yanımda aynı konumda olmayı istemez misin? Şu kadarı var ki, benden sonra peygamber olmayacaktır." Bir de Peygamberimizin (s.a.a) Hayber günü şöyle buyurduğunu duydum: "Yarın bayrağı, Allah'ı ve Resulünü seven, Allah ve Resulü tarafından sevilen birine vereceğim." Hepimiz ertesi gün bayrağın bize verilmesi beklentisi içerisine girdik. Resulullah şöyle buyurdu: "Bana Ali'yi çağırın." Ali'yi getirdiler. Gözleri ağrıyordu. Tükürüğünü gözlerine sürdü. Sonra bayrağı ona teslim etti ve Allah Hayber'in fethini onun eliyle gerçekleştirdi. Bir de: "De ki: "Gelin, biz kendi oğullarımızı, siz de kendi oğullarınızı, biz kendi kadınlarımızı, siz de kendi kadınlarınızı, biz kendimizi ve siz de kendinizi çağıralım; sonra da dua edelim..." ayeti inince, Resulullah (s.a.a) Ali'yi, Fatıma'yı, Hasan ve Hüseyin'i çağırdı. Sonra şöyle buyurdu: "Allah'ım bunlar benim Ehlibeytim'dir."[13]

İmam Musa Kâzım’ın (a.s) Delili

Necran Hıristiyanlarının Yepiskopu Mubahele vakasında şöyle der:

{{{text}}}

Zemahşerî, El-Kashaf, 1407-1416 H., s. 368-369.

İmam Musa Kâzım (a.s) ile Harun Reşid arasında şöyle bir konuşma geçtiği rivayet edilir: Harun Reşid ona dedi ki: “Nasıl Peygamberin soyu olduğunu söyleyebiliyorsunuz? Peygamberden sonra soyu devam etmemiş ki. İnsanın soyu erkek aracılığıyla devam eder, kadın aracılığıyla değil. Siz kızının çocuklarısınız. Dolayısıyla Hz. Peygamberin soyu ondan sonra devam etmemiştir.”

İmam (a.s) der ki: Kendi kendime dedim ki: "Akrabalık, şu kabir ve şu kabirde bulunan zatın hakkı için, böyle bir soruya cevap vermekten muaf tutmasını isteyeyim." Derken o şöyle dedi:

“Ey Ali'nin çocukları ve sen ey Musa, ki bana gelen haberlere göre, onların bu zamandaki imamısın, kanıtlarınızı söyleyin. Bütün sorularıma Allah'ın kitabından bir cevap getirmedikçe seni bırakacak, affedecek değilim. Siz ey Ali'nin çocukları! Siz Allah'ın kitabında yer alan her şeyin tevilini bildiğinizi, hiçbir şeyin, ne bir 'elif'in, ne bir 'vav'ın sizden gizli olmadığını iddia ediyorsunuz. Bu tavrınızın dayanağı olarak da: 'Biz kitapta hiçbir şeyi noksan bırakmadık.' (En'am, 38) ayetini gösteriyorsunuz. Alimlerin görüşlerine ve kıyaslarına ihtiyacınızın olmadığını söylüyorsunuz.”

Bunun üzerine dedim ki: "Cevap vermeme müsaade ediyor musun?"

Dedi ki: "Buyur, söyle."

Dedim ki: "Euzu billahi mines-şeytanir-racim. Bismillahirrahmanirrahim:

"...Onun soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyub'u, Yusuf'u, Musa'yı ve Harun'u hidayete ulaştırdık. Biz, iyilik yapanları işte böyle ödüllendiririz. Zekeriya'yı, Yahya'yı, İsa'yı ve İlyas'ı da..." (En'am, 84)

“İsa'nın babası kimdir?”

Dedi ki: “Onun babası yoktur.”

Dedim ki: "Ama o, Meryem vasıtasıyla peygamberlerin soyuna katılmıştır. Aynı şekilde yüce Allah, anamız Fatıma vasıtasıyla bizi Peygamberin soyuna katmıştır. Daha da söyleyeyim mi?"

Dedi ki: “Buyur, söyle.”

Dedim ki: "Yüce Allah bir ayette şöyle buyuruyor: "Artık kim sana gelen ilimden sonra, onun hakkında seninle tartışmaya kalkarsa, de ki: "Gelin, biz kendi oğullarımızı, siz de kendi oğullarınızı, biz kendi kadınlarımızı, siz de kendi kadınlarınızı, biz kendimizi, siz de kendinizi çağıralım; sonra da dua edelim de Allah'ın lanetini yalan söyleyenlerin üstüne kılalım." Kimse Peygamber efendimizin (s.a.a) Hristiyanlarla lanetleşmeye giderken abasının altına Ali b. Ebu Talip, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'den başkasını aldığını iddia edemez. Dolayısıyla "Kendi oğullarımız" ifadesinden maksat, Hasan ve Hüseyin; "Kendi kadınlarımız" ifadesinden maksat, Fatıma ve "Kendimiz" ifadesinden maksat da Ali b. Ebu Talip’tir.”[14] (Dolayısıyla, Allah-u Teala mübahele ayetinde, İmam Hasan (a.s) ve İmam Hüseyin’e (a.s) Hz. Peygamberin (s.a.a) oğlu olarak hitap etmiştir ve bunun kendisi Ehlibeytin Hz. Peygamber Ekrem’in (s.a.a) nesli ve zürriyeti olduğuna en açık delildir.)

İmam Rıza’nın Delili

Bir gün Memun, İmam Rıza’ya (a.s) şöyle der: “Müminlerin Emiri Hz. Ali’nin (a.s) Kur’an’ın delalet ettiği en büyük faziletinin ne olduğunu söyler misin?”

İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Mübaheledeki faziletidir.” Sonra mübahele ayetini kıraat ederek şöyle buyurdu:

“Resulullah (s.a.a) evlatları olan Hasan ve Hüseyin’i (a.s) davet etti; Hz. Fatıma’yı (s.a) davet etti ki burada kendisi “kadınlarımız”dan maksattır. Müminlerin Emirini (a.s) davet etti. O da Allah azze ve celle’nin hükmü gereği Peygamberin (canı, kendisi) nefsidir. Peygamberden daha değerli ve faziletli kimsenin olmadığı bu şekilde sabit olmuştur. Sonra Allah’ın hükmü ile hiç kimsenin Peygamberden (nefsi ve canından) daha üstün olmaması gerekir.

İmam'ın (a.s) konuşması buraya varınca, Memun şöyle der: “Allah, “çocuklarımız”ı çoğul kipinde getirmiştir. Hâlbuki Peygamber sadece iki evladını getirmiştir. Kadınlarımız da çoğul olarak getirilmiştir. Hâlbuki Peygamber yalnızca kızını getirmiştir. Öyleyse nefisten (candan) maksadın da yine yalnızca Peygamberin kendisi olduğunu neden söyleyemeyelim? Bu durumda Müminlerin Emiri için zikrettiğin fazilette düşmüş olur.”

İmam Rıza (a.s) cevaben şöyle buyurdular:

“Söylediklerin doğru değildir. Zira davet edici kişi, kendisi dışındakileri davet etmektedir. Amirin kendisi, kendi dışındakilere emir verdiği gibi, kişinin kendisi de davet edici olmasına rağmen kendisini hakikaten davet etmesi doğru değildir. Aynı şekilde hiç kimse hakikaten kendisine emir veremez. Hz. Resulullah (s.a.a) da Müminlerin Emiri Hz. Ali dışında hiçbir adamı mübaheleye davet etmemiştir. Dolayısıyla Peygamberin Kur’an’da belirttiği “nefisten” maksadın o olduğu sabit olmakta ve bunun hükmü de Kur’an’da karar kılınmıştır.

Sonra Memun şöyle dedi: “Cevabın verilmesi ile soru ortadan yok oldu.”[15]

Dış Bağlantılar

Referanslar

  • Şeriatmedari, Muhammed Taki, Mübahele ayeti, Tahran, Vahid-i Tahkik-i İslami, 1365.
  • Alevi, Seyyid Muhammed, Mübahele Sadıkin, Kum, Nekamat, 1383.
  • Massignon, Louis, Medine’de Mübahele, tercüme ve önsöz: Mahmut İftihar Zade, Tahran, Risalet Kalem, 1378.

Kaynakça

  1. El-Cevheri, İsmail b. Hammad, es-Sihah, 1407, “behele” maddesi.
  2. Ez-Zemahşeri, Mahmut, 1415 h.k, c. 1, s. 368.
  3. Kur’an-ı Kerim, tercüme, Bahauddin Horremşahi, 1376, Mübahele ayetinin altı, s. 57.
  4. Ez-Zemahşeri, Tefsiru’l Keşşaf, Al-i İmran suresi, 61. ayetin açıklaması.
  5. Er-Razi, Et-Tefsiru’l Kebir, Al-i İmran suresi, 61. ayetin açıklaması.
  6. El-Beyzavi, Tefsiru Envaru’t-Tenzil ve Esraru’t-Tevil, Al-i İmran suresi, 61. ayetin açıklaması.
  7. Kur’an-ı Kerim, tercüme, Bahauddin Horremşahi, 1376, Mübahele ayetinin altı, s. 57.
  8. İbn-i Şehraşub, 1376 h.k, c. 3, s. 144.
  9. Keşfu’l Esrar’da böyle bir gün zikredilmiştir. Bkz. Meybudi, Keşfu’l Esrar ve İddetu’l Ebrar, c. 2, s. 147.
  10. Ensari, Murtaza, Kitabu’t-Taharet, c. 3, s. 48-49, Kongre-i Cihani Bozorgdaştı Şeyh A’zam Ensari.
  11. Kummi, Şeyh Abbas, c. 1, s. 182-184, 1374.
  12. Et-Tabersi, Mecmeu’l Beyan fi Tefsiri’l Kur’an, c. 2, s. 310, 1415.
  13. Et-Tabatabai, Muhammed Hüseyin, el-Mizan fi tefsiri’l Kur’an, Al-i İmran suresi, 61. ayetin açıklaması. Müellifin dediğine göre bu hadis “Sahih-i Müslim’de”, “Sahih-i Tirmizi’de”, Ebu’l Mueyyid el-Muvaffak b. Ahmed’in “Fezaili Ali” kitabında, Ebu Naim’in “el-Hilye” kitabında ve Hamuni’nin “Feraidu’s-Simteyn” kitabında da gelmiştir.
  14. Et-Tabatabai, Muhammed Hüseyin, el-Mizan fi tefsiri’l Kur’an, Al-i İmran suresi, 61. ayetin açıklaması.
  15. El-Mufid, el-Fusulu’l Muhtare, et-Tahkik: es-Seyyid Mir Ali Şerifi, Beyrut, Daru’l Mufid, et-Ta’betu’s-Saniye, s. 38, 1414.

Bibliyografi

  • Kur’an-ı Kerim, tercüme, Bahauddin Hurremşahi, 1376, Tahran, Cami Nilüfer, üçüncü baskı.
  • İbn-i Şehraşub, Menakibu Al-i Ebu Talib, c. 3, Necef, Matbaatu’l Haydariye, 1376 h.k.
  • El-Ensari, Murtaza, Kitabu’t-Taharet, c. 3, Kum, Kongre-i Cihani Bozorgdaştı Şeyh A’zam Ensari.
  • El-Cevheri, İsmail b. Hammad, es-Sihah (Tacu’l Lügat ve Sihahu’l Arabiye), tahkik: Ahmed Abdul Gafur Attar, Beyrut, Daru’l İlm lil-Mulayin, et-Tabetu’r-Rabia, 1407.
  • ez-Zemahşeri, Mahmut, el-Keşşaf an Hakaik Gavamizi’t-Tenzil, c. 1, Kum, Neşru’l Belaga, et-Tabetu’s-Saniye, 1415 h.k.
  • Tabatabai, Seyyid Muhammed Hüseyin, el-Mizan fi Tefsiri’l Kur’an, c. 3, Kum, İsmailiyan, 1391, et-Tabetu’s-Saliseti.
  • et-Tabersi, Mecmeu’l Beyn fi Tefsiri’l Kur’an, c. 2, Beyrut, müessese el-Alemi lil-Matbuat, et-Tabetu’l Evvel, 1415.
  • Kummi, Şeyh Abbas, Münteha’l A’mal, Kum, Hicret, 1374.
  • el-Müfid, el-Fusulu’l Muhtara, et-Tahkik: Es-Seyyid Mir Ali Şerifi, Beyrut, Daru’l Mufid, et-Tabetu’s-Saniye, 1414.
  • Meybudi, Keşfu’l Esrar ve İddetu’l Ebrar, c. 2.