Gadir Hutbesi

Öncelik: a, kalite: c
linksiz
resimsiz
yönlendirmesiz
wikishia sitesinden
(Gadir Hum Hutbesi sayfasından yönlendirildi)

Gadir hutbesi (Arapça: خطبة الغدير), Hz. Peygamber-i Ekrem’in (s.a.a) hicretin onuncu yılında, Zilhicce ayının on sekizinde Veda Haccından dönerken, Maide suresi’nin 67. ayetinin nazil olmasıyla, Gadir-i Hum denen yerde okuduğu hutbedir. Çok sayıda Şia ve Ehli sünnet aliminin naklettiği bu hutbede, Hz. Resulullah (s.a.a) insanlara "yakında aralarından ayrılacağını ve Müslümanlara iki ağır emanet bıraktığını" açıkladıktan sonra,[1] Hz. Ali’nin (a.s) elini tutarak, kaldırdı ve şöyle buyurdu: "Ben kimin mevlası (veli ve önderi) isem, Ali de onun mevlasıdır (veli ve önderidir)". Böylece İmam Ali’yi (a.s) kendisinden sonra Müslümanların önderi olarak tanıtmış oldu. Bu esnada Allah-u Teâlâ Maide suresinin 3. ayetini nazil etti: “Bugün kâfirler, sizin dininizden (onu yok etmekten) ümitsizliğe düştüler. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün size dininizi ikmal ettim; üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim.” (İkmal Ayeti). Gadir hutbesi, İmam Ali’nin (a.s) Hz. Peygamberden (s.a.a) sonraki hilafet ve velayetini ispat eden en önemli delillerdendir. Bu delil, çeşitli karinelerle teyit edilerek, pekiştirilmektedir. Allame Emini, tüm bu karine ve delilleri Ehli sünnet kaynaklarından bir araya getirmiş ve 11 ciltlik “el-Gadir” adlı bir eser yayınlamıştır.

Peygamber Efendimizin (s.a.a) Medine’den Mekke’ye Yol Güzergahı

Veda Haccı

Ana Madde: Veda Haccı

Hicretin onuncu yılında, müşrikler tarafından unutulmaya yüz tutmuş ve değiştirilmiş olan haram aylar ilk günkü haline dönmüştü.[2]-[3]-[4]-[5] Bu yıl Hz. Resul-ü Kibriya Efendimiz (s.a.a) hacca gitme kararı aldı. Peygamber Efendimizin (s.a.a) son haccı olarak da bilinen bu hacca Veda Haccı denir.[6]-[7]-[8] Hz. Peygamberin (s.a.a) hacca gideceği Müslümanlara haber verildi[9] ve onlardan hac için hazırlık yapmaları istendi.[10]

Çok sayıda Müslüman Hz. Peygamber (s.a.a) ile birlikte, o yıl hacca gitmek için Medine’de bir araya geldi.[11]-[12] Hz. Resulullah (s.a.a) Zilkade ayının 25’inde Medine’den ayrılarak, Mekke’ye doğru yola koyuldu.[13]

O yılın Ramazan ayında Yemen’in Mazhec bölgesinde kâfirlerle savaşmak için Yemen’e giden[14]-[15]-[16] İmam Ali (a.s) zafer kazandıktan ve ganimetleri topladıktan sonra, Hz. Peygamberin (s.a.a) emri ile hac amellerini yerine getirmek üzere Mekke’ye doğru yola çıktı.[17]-[18]

Hz. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Arife günü hacılar için bir konuşma yapmış; Müslümanların kan ve malının saygınlığı, emanete riayet etmek, faizin haram oluşu, kadın hakları ve şeytana tabi olunmaması gerektiği konularında önemli açıklamalarda bulunmuştur.[19]-[20]

Hac ibadeti bittikten sonra Müslümanlar Mekke’den ayrılmış ve herkes kendi memleketine doğru yola koyulmuştur. Hacıların kervanı, Zilhicce ayının 18’inde “Hum” denen yere vardı.[21] Gadir-i Hum, Mekke-Medine yolu güzergâhında bulunan ve Cuhfe’ye dört kilometre mesafede yer alan ve yolların birbirinden ayrıldığı bir bölgenin adıdır.[22] Hz. Resulullah (s.a.a) ve hacıların kervanı bu bölgeye vardığında, vahiy meleği nazil olmuş ve Maide Suresi’nin 67. ayetini indirmiştir:

“Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğuna rehberlik etmez.”

Bu Ayetin nazil olmasıyla, Peygamber Efendimiz (s.a.a) Hz. Ali’nin (a.s) velayetini ilan etmekle görevlendirildi.[23]-[24] Kervan, Hz. Resulullah’ın (s.a.a) emri ile durdurularak, öne geçenler geriye geldiler ve geride kalanlar da oraya vardılar. Öğlen namazından sonra Hz. Peygamber (s.a.a) için bir minber hazırlandı ve Efendimiz (s.a.a) orada bir konuşma yaptı. İnsanlara "yakında aralarından ayrılacağını ve Müslümanlara iki ağır emanet bıraktığını" açıkladıktan sonra[25] Hz. Ali’nin (a.s) elini tutarak, kaldırdı ve şöyle buyurdu: “Ben kimin Mevla ve velisi (yöneticisi) isem, Ali de onun Mevla ve Velisidir (yöneticisidir).”[26]-[27] Daha sonra Hz. Ali’ye (a.s) ve sevenlerine dua ederek, düşmanlarına beddua etti.[28]-[29]-[30] Bu esnada meşhur şairlerden biri olan Hassan b. Sabit Hz. Peygamber Efendimizden (s.a.a) izin isteyerek, bu vakıa hakkında bir şiir okudu.[31]-[32]-[33]-[34] Daha sonra Ömer İbn-i Hattab, Hz. Ali’yi (a.s) tebrik ederek, kutladı.[35]Bu esnada Allah-u Teâlâ Maide suresinin 3. ayetini nazil etti: “Bugün kâfirler, sizin dininizden (onu yok etmekten) ümitsizliğe düştüler. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün size dininizi ikmal ettim; üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim.”(İkmal Ayeti).

Hutbenin Metni Hakkında Kısa Bir Anekdot

  • Hutbenin başında Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a) ilahî hamd ve senalar ederek, uzunca bir süre Hak Teâlâ’nın sıfatlarını baliğ ve fasih bir şekilde oradakilere beyan etmiştir
  • Önemli bir konu ve Tebliğ ayetinin insanlara ulaştırılma emrini yerine getirmek
  • Hz. Resulullah’ın (s.a.a) münafıkların fitne çıkarmasından çekindiği için, Allah’tan kendisini bu tebliğden muaf tutmasını istemesi ve Cebrail’in birkaç kere nazil olarak, Hz. Peygamberin (s.a.a) insanların fitnesinden korunacağını haber vermesi
  • Hz. Peygamberin (s.a.a) böyle bir toplumda son kez bulunduğu ve ümmetin hilafet ve imametinin Kıyamet gününe kadar Hz. Ali (a.s) ve (Allah katında belirlenmiş) çocuklarına verildiğinin ilan edilmesi
  • Hz. Muhammed’in (s.a.a) getirdiği haram ve helal, kıyamet gününe kadar haram ve helal olarak kalacaktır
  • Hz. Ali’nin (a.s) ilim ve fazilet derecesinin beyan edilmesi
  • Hz. Ali’nin (a.s) velayetinin inkârının bağışlanmayacak bir günah olduğu
  • Hz. Peygamber (s.a.a) veya imamlardan (a.s) birinin sözlerinde şüphe duyan birisinin, Cahiliyet kâfirleri gibi olduğu
  • "Ben kimin Mevla ve velisi isem Ali de onun Mevla ve velisidir" (Men kuntu mevlahu fehaza Ali’yyun mevlahu) sözünün açıklanması
  • Sekaleyn hadisi ve Kur’an ve Ehlibeytin (a.s) birlikteliğinin bir kez daha açıklanması
  • Hz. Ali’nin (a.s) vasi, halife ve ardıl olduğuna vurgu yapılması
  • Hz. Ali’nin (a.s) dost ve sevenlerine karşı dua edilmesi ve düşmanlarına lanet edilmesi: “Allah’ım! Ali’nin velayetini kabul eden ve onu seven kimseyi sen de sev. Ali’ye düşmanlık eden kimseye sen de düşmanlık et” (Allahumme vali men valahu ve adi men adahu)
  • Cabrail’in (a.s) nazil olması ve dinin tamamlandığının ilan edilmesi
  • İmamet makamına vurgu yapılması ve insanların imama haset duymaktan sakındırılması
  • Münafıkların ihanetleri ve sözlerine bağlı kalmadıklarına işaret
  • İmamet makamının Hz. Ali’nin (a.s) çocuklarının kaimi olan Hz. Mehdi (a.f) eliyle sona ereceğinin açıklanması
  • İnsanların kendisinden sonra yalancı imam ve halifelerden sakınmaları gerektiği
  • Orada bulunanların Gadir mesajını orada olmayanlara ulaştırmalarının zorunluluğu
  • İnsanların Ehlibeyt'i (a.s) sevmeleri ve düşmanlarına düşmanlık gütmelerinin öğütlenmesi
  • Hz. İmam Mehdi (a.f) ve hükümetinin vasfı hakkında, yirmi kadar cümlenin kullanılması
  • En üstün emri bil maruf (iyiliği emretmek), Hz. Peygamberin (s.a.a) Gadir’de söylediği sözlerin idrak edilmesi ve başkalarına ulaştırılması
  • Hz. İmam Ali’nin (a.s) diğer faziletlerinin açıklanması ve insanların resmi olarak ona Hz. Peygamber'den (s.a.a) sonraki imam ve halife unvanıyla biat etmeleri

Gadir Hutbesinin Metni

Ana Madde: Gadir Hutbesinin Metni
Gadir Hutbesinin Türkçe Anlamı

Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla
Hamd ve sena, birliğinde yüce, yalnızlığında ve tekliğinde yakın, kudret ve sultasında azametli, erkânında azim olan Allah’a mahsustur. Allah’ın ilmi yerinde kaldığı halde (hareket etmeksizin) her şeyi kuşatmıştır. O bütün yaratıkları kudret ve burhanıyla hâkimiyet altına almıştır.

Allah, sürekli olarak övülmüş ve de övülmektedir. Allah, yok olmayan bir azametin sahibidir. Yaratan O’dur. Yeniden dirilten de O’dur. Her iş O’na dönmektedir.

Yükseltilmişleri (göklerden ve semavi isimlerden kinayedir) vücuda getiren, serilenleri (yeryüzünden kinayedir) seren, yerlerin ve göklerin hükümranı, pak, münezzeh, tenzih edilmiş, melek ve ruhların Rabbi, yarattığı her şeye ihsanda bulunan, vücuda getirdiği her şeye lütfeden O’dur. Her göz O’nun gözetiminde, O’nun gözü önündedir; ama gözler O’nu göremez.

Allah, ikram edici, sabırlı ve tahammül sahibidir. Rahmeti her şeyi kaplamış, nimeti ile hepsine ihsanda bulunmuştur. İntikam almasında acele davranmaz ve müstahak oldukları azabına hemen teşebbüste bulunmaz.

Batınları ve gizlilikleri anlar, içleri bilir, gizlilikler ona saklı kalmaz ve gizlilikler O’na karmaşık gelmez. Her şeyi ihata (kuşatan) eden O’dur. Her şeye galebe çalan O’dur. Her şeyde kuvvet O’dur. Her şey üzerindeki kudret O’dur. O'nun gibi bir şey yoktur. Hiçbir şey yokken bir şey var eden O’dur. Daimidir, diridir, adalet ile kaimdir. İzzet ve hikmet sahibi O’ndan başka bir ilah yoktur.

O, gözler tarafından idrak edilmekten daha yücedir. Ama kendisi gözleri derk ve idrak eder. O, lütuf sahibi ve bilendir. Hiç kimse görmekle sıfatlarına ulaşamaz. Hiç kimse bizzat aziz ve celil olan Allah’ın kendisinin kılavuzluk ettiği dışında, gizli ve açık niteliği hakkında bir şey elde edemez.

Şahadet ederim ki kutsiyeti, temizliği ve münezzeh oluşu, zamanı dolduran ilah O’dur. O’nun nuru ebediyeti kapsamıştır. O, emirlerini meşveret eden kimselerle danışmadan icra etmekte; takdirinde ortağı bulunmamakta ve tedbirinde hiçbir yardım görmemektedir.

Yarattığı şeyi örnek ve misali olmaksızın yaratmış; yarattığı her şeyi hiç kimseden yardım almadan, zahmete katlanmadan ve fikir ve çare bulmaya ihtiyaç duymadan var etmiştir. Allah mahlukatı yarattı ve onlar da var oldular. Yarattı ve onlar da zahir oldular. O halde O'ndan başka ilah yoktur. Yaptığı sağlam ve işi güzeldir. Zulmetmeyen bir adil ve işlerin kendisine döndüğü bir ikram sahibidir.

Şahadet ederim ki her şeyin azameti karşısında tevazu gösterdiği; her şeyin izzeti karşısında zelil olduğu; her şeyin kudreti karşısında teslim olduğu; her şeyin heybeti karşısında huzu gösterdiği (boyun eğdiği) ilah O’dur. Padişahların padişahı, galaksilerin döndürücüsü, güneş ve ayın müsahhar kılıcısı da (boyun eğdiricisi) O’dur. Her şey tayin edilmiş bir zamanla hareket etmektedir. Geceyi gündüze, gündüzü de geceye giydirmekte ve süratle ardıca gitmektedir. İnatçı zorbayı döküp kıran ve her isyankar şeytanı helak eden O’dur.

O’nun için bir zıt ve O'nunla birlikte bir muarız mevcut değildir. Tek ve ihtiyaçsızdır. Doğurulmamış ve doğurmamıştır. O’nun hiç bir benzeri yoktur. Tek olan Allah ve azamet sahibi Rab’dır. İstemekte, ardından yerine getirmektedir. İrade etmekte ve ardından mukadder kılmakta; bilmekte ve ardından saymaktadır. Öldürmekte ve diriltmektedir. Fakir kılmakta ve zenginleştirmektedir. Güldürmekte ve ağlatmaktadır. Yakın kılmakta ve uzaklaştırmaktadır. Esirgemekte ve bağışta bulunmaktadır. Hükümdarlık O’nundur. Hamd ve sena O'na mahsustur. Hayır O'nun elindedir. O, her şeye kadirdir.

Geceyi gündüze ve gündüzü geceye giydirir. O'ndan başka ilah yoktur.

Allah izzet ve mağfiret sahibidir. Dualara icabet eden; çok ihsanda bulunan ve nefesleri sayandır. Cin ve insanların Rabbidir. Hiç bir şey O’na zor gelmez. Yardım isteyenlerin feryadı O’nu usandırmaz. Israr edenlerin ısrarı O'nu bıktırmaz. Salihlerin koruyucusu, kurtuluşa erenlerin başarıya ulaştırıcısı, müminlerin ihtiyaç sahibi ve âlemlerin Rabbidir. Yarattığı her şeyden dolayı, kendisine her halde şükredilmesi gereken Allah’tır.

O’na hamd ediyor ve sürekli şükrediyorum. Rahatlık ve sıkıntı halinde, şiddet ve rahatlık halinde, zorluk ve huzur halinde O’na şükrediyorum. Meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ediyorum. O’nun emrini dinliyor ve sadece O’na itaat ediyorum. O’nu hoşnut eden şeylere teşebbüste bulunuyorum. İtaatinde rağbet içinde olmak ve cezasından korkmak açısından, O’nun mukadderatı karşısında teslim oluyorum. Zira düzeninden güvende olunmayan ve zulmünden korkulmayan (yani asla zulmetmeyen) Allah O’dur.


Önemli Bir Hususta Allah’ın Emri


Allah için nefsim hususunda kulluğumu itiraf ediyor ve O’nun Rab olduğuna tanıklık ediyorum. Bana vahyettiği her şeyi eda ediyorum. Zira eğer onu eda etmezsem, bana azabının ineceğinden korkuyorum. Her ne kadar büyük düzen kursa da ve dostluğu halis olsa da, şüphesiz O’nun azabını hiç kimse def edemez. Allah’tan başka ilah yoktur. Allah, bana Ali hakkında nazil buyurduğunu tebliğ etmediğim takdirde risalet ve peygamberliğimi eda etmemiş olacağımı bildirdi. Beni, insanların şerrinden koruyacağını garantiledi. Allah, kifayet eden ve yücelik sahibidir.

Allah bana şöyle vahyetmiştir:

يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ وَإِن لَّمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ وَاللّهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ

“Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O’nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan korur. Doğrusu Allah kâfirlere yol göstermez.”

Ey insanlar! Ben, Allah’ın bana nazil buyurduğu her şeyi ulaştırma hususunda kusur etmedim ve ben, bu ayetin nüzul sebebini sizlere beyan ediyorum:

Cebrail üç defa bana nazil oldu ve Selam sahibi olan -ki o Selam’dır- Rabbim tarafından bu toplantı yerinde ayağa kalkmamı, siyah ve beyaz (ırktan) herkese “Ali b. Ebi Talib benim kardeşimdir, vasimdir, ümmetim üzerinde benim halifemdir ve benden sonra imamdır. O’nun bana olan konum ve nispeti, Harun’un Musa’ya olan konum ve nispeti gibidir. Sadece şu farkla ki benden sonra peygamber gelmeyecektir. O, Allah ve Resulünden sonra sizlerin ihtiyar sahibidir” diye ilan etmemi emretti. Allah bu konuda kitabından bana bir de ayet nazil buyurdu:

إِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللّهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذِينَ آمَنُواْ الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلاَةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ

“Şüphesiz sizin veliniz Allah, Resulü, iman edip namaz kılanlar ve rükû halinde zekât veren müminlerdir.”

Namaz kılıp, rükû halinde zekât veren ve her halinde aziz ve celil olan Allah’a yönelen kimse, Ali b. Ebi Talip’tir. Ey insanlar! Ben Cebrail’den benim için Allah’tan, beni bu önemli şeyi tebliğ etmekten mazur görmesini dilemesini istedim. Zira takva sahiplerinin az olduğunu, münafıkların çokluğunu, kınayanların fesadını, İslam’ı alaya alanların hilelerini biliyorum. Onlar Allah’ın kitabında kendilerini şöyle nitelendirdiği kimselerdir: “Bilmediğiniz şeyleri ağzınıza alıyordunuz. Onu önemsiz bir şey sanıyordunuz. Oysa Allah katında önemi büyüktü.”

Hakeza, münafıklar defalarca bana eziyette bulundular ve beni, “uzun” (her söze kulak asan kimse) olarak adlandırdılar. Onlar Ali’nin benden ayrılmaması, benim kendisine düşkünlük göstermemem, O’nun bana temayülü ve beni kabullenişi sebebiyle, böyle olduğumu sandılar. Sonunda aziz ve celil olan Allah şu ayeti nazil buyurdu:

وَمِنْهُمُ الَّذِينَ يُؤْذُونَ النَّبِيَّ وَيِقُولُونَ هُوَ أُذُنٌ قُلْ أُذُنُ خَيْرٍ لَّكُمْ يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَيُؤْمِنُ لِلْمُؤْمِنِينَ وَرَحْمَةٌ لِّلَّذِينَ آمَنُواْ مِنكُمْ

“(Yine o münafıklardan:) "O (Peygamber, her söyleneni dinleyen) bir kulaktır" diyerek peygamberi incitenler de vardır. De ki: O, sizin için bir hayır kulağıdır. Çünkü O Allah'a inanır, müminlere güvenir ve O, sizden iman edenler için de bir rahmettir. Allah'ın Resulüne eziyet edenler için mutlaka elem verici bir azap vardır.”

Eğer ben, bana bu sözü (her söze kulak veren kimse olmayı) isnat edenlerin isimlerini ifşa etmek istersem, ifşa edebilirim. Eğer onların kimliklerine işaret etmek istersem, kimliklerine de işaret edebilirim. Eğer onları alametleriyle tanıtmak istersem, tanıtabilirim, ama Allah’a andolsun ki ben onların işi hususunda yücelik gösterdim.

Bütün bunlardan sonra Ali hakkında bana nazil olan şeyi:

يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ وَإِن لَّمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ وَاللّهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ

“Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O’nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan korur. Doğrusu Allah kâfirlere yol göstermez.” tebliğ etmediğim takdirde, Allah asla benden razı olmayacaktır.


12 İmam’ın (a.s) İmamet ve Velayetinin Resmen İlan Edilmesi


Ey insanlar! Onun (Ali’nin) hakkındaki bu konuyu biliniz ve anlayınız. Biliniz ki Allah Muhacirlere, Ensar’a ve onlara iyilikle tabi olanlara, köylüye ve şehirliye; araba ve aceme; özgüre ve köleye; büyüğe ve küçüğe; beyaza ve siyaha ona (Ali’ye) itaat etmeyi farz bilmiş, onu imam ve ihtiyar sahibi kılmıştır. Her muvahhit için onun hükmünü icra etmesi, sözüyle amel etmesi ve emrini kabullenmesi gerekir. Her kim ona muhalefet ederse, melundur (lanete uğramıştır). Her kim ona tabi olursa ve onu tasdik ederse, Allah’ın rahmetine mazhar olacaktır. Allah, onu ve onu dinleyip kendisine itaat eden herkesi bağışlamıştır.

Ey insanlar! Bu böylesine bir toplulukta ayağa kalktığım son defadır. O halde işitiniz, itaat ediniz ve Rabbiniz olan Allah’ın emri karşısında teslim olunuz. Zira aziz ve celil olan Allah-u Teâlâ sizin ihtiyar sahibi ve mabudunuzdur. Allah’tan ve sizleri muhatap kılan Peygamber’inden, yani benden sonra da Ali Allah’ın emriyle sizin irade sahibiniz ve imamınızdır. İmamet makamı ondan sonra da Allah ve Resulüyle görüşeceğiniz güne kadar benim neslimin, onun çocuklarının hakkıdır.

Allah, Resulü ve onların (İmamların) helal kıldığı hususlar dışında bir helal yoktur. Allah, Resulü ve onların (imamların) sizlere haram kıldığı şey dışında da bir haram yoktur. Aziz ve celil olan Allah, bana helal ve haramı tanıtmış; Rabbimin kitabından helal ve haramından bana öğrettiği her şeyi de ben ona ısmarlamış (öğretmiş) bulunmaktayım.

Ey insanlar! Ali’yi (başkalarından) üstün tutun. Allah, var olan her ilmi bende bir araya toplamıştır. Ben de öğrendiğim her ilmi takva sahiplerinin imamında (Ali de bir araya) topladım. Var olan her ilmi mutlaka Ali’ye öğrettim. Allah’ın Yasin suresinde zikrettiği İmam-ı Mübin (apaçık İmam) odur:

وَكُلَّ شَيْءٍ أحْصَيْنَاهُ فِي إِمَامٍ مُبِينٍ

“Her şeyi, apaçık bir İmam’da saymışızdır.”

Ey insanlar! Ondan (Ali’den) başkasına yönelerek, sapıklığa düşmeyin. Ondan yüz çevirmeyin; onun velayetinden ayrılmayın. O, hakka hidayet eder ve hak ile amel eder. Batılı iptal eder ve batıldan sakındırır. Allah yolunda kınayıcıların kınaması, ona engel olamaz.

O, (Ali) Allah’a ve Resulüne iman eden ilk kimsedir. Bana iman hususunda hiç kimse ondan öne geçmemiştir. O, canıyla Allah Resulü’nün yolunda her türlü fedakârlığa katlanmıştır. İnsanlardan hiç kimse onunla Allah’a ibadet etmediği bir zamanda, o Allah Resulüyle birlikteydi. Namaz kılan ilk kimse odur. Benimle birlikte Allah’a ibadet eden ilk kimse de odur. Allah tarafından benim yerime yatağıma yatmasını emrettim. O da canını bana feda ederek, benim yerime yatağıma yattı.

Ey insanlar! Onu üstün bilin ki Allah da ona üstünlük vermiştir. Onu kabul edin ki Allah onu tayin etmiştir.

Ey insanlar! O, Allah tarafından tayin edilen İmam’dır. Her kim onun velayetini inkâr ederse, şüphesiz Allah tövbesini kabul etmez ve onu bağışlamaz. Allah’ın ona muhalefet eden kimseye böyle davranacağı kesindir. Allah ona böyle yapar ve onu ebediyete kadar, sonsuza dek şiddetli azapla azaplandırır. O halde ona muhalefet etmekten sakının. Aksi takdirde yakıtı insanlar ile taşlar olan ve kafirler için hazırlanan ateşe duçar olursunuz.

Ey insanlar Allah’a yemin olsun ki önceki peygamberler ve elçiler bana müjde vermişlerdir.Ben Allah’a andolsun ki peygamber ve elçilerin sonuncusuyum; gök ve yerdeki bütün yaratıkların üzerinde hüccetim. Her kim bu konuda şüphe ederse, Cahiliye küfrü gibi kafir olmuş olur. Her kim bu sözümün bazılarında şüphe ederse, bana nazil olmuş olan her şeyden şüphe etmiştir. Her kim imamların birinde şüphe ederse, onların tümünde şüphe etmiştir ve kim bizim hakkımızda şüphe ederse, şüphesiz ateştedir. Allah bu üstünlüğü bana bağışta bulunmuştur. Bu O'nun bana bir minneti ve O'ndan bana bir ihsandır. O'ndan başka ilah yoktur. Ebediyete kadar ve sonsuza dek her haliyle O'na hamd ve senada bulunurum.

Ey insanlar! Ali’yi üstün biliniz ki o, Allah’ın rızık indirdiği ve yaratıklar baki kaldığı müddetçe kadın ve erkek tüm insanların en üstünüdür. Bu sözü reddeden ve onunla uyumlu olmayan kimse melundur, melundur, gazaba uğramıştır, gazaba uğramıştır!

Biliniz ki Cebrail, Allah tarafından bu haberi benim için nazil kıldı ve şöyle buyurdu: “Her kim Ali’ye düşmanlık eder ve velayetini kabul etmezse, lanetim ve gazabım onun üzerine olsun.”

Herkes yarın için önceden ne göndereceğine baksın. Ali’ye muhalefet etmekten ve neticede sabit olduktan sonra adımının sürçmesinden dolayı Allah’tan korksun. Allah, hiç şüphesiz yaptıklarınızdan haberdardır.

Ey insanlar! O (Ali), Allah’ın aziz kitabında zikrettiği ve ona muhalefet edenler hakkında şöyle buyurduğu, Cenbillah’tır:

أَن تَقُولَ نَفْسٌ يَا حَسْرَتَى علَى مَا فَرَّطتُ فِي جَنبِ اللَّهِ

“Kişinin (yana yakıla) şöyle diyeceği (gün): “Cenbillah’a (Hz. Ali’ye) karşı kusurlu davranışımdan (ve gevşeklik gösterdiğimden) ötürü bana yazıklar olsun…”

Ey insanlar! Kur’an hakkında tefekkür ediniz; ayetlerini anlamaya çalışınız; muhkem ayetlerine bakınız ve müteşabih ayetlerinin ardınca koşmayınız. Allah’a yemin olsun ki Kur’an’ın batınını sizlere beyan edebilecek ve tefsirini sizler için açıklayabilecek olan kimse, benim elinden tuttuğum, onu kendime doğru yükselttiğim, pazısından tuttuğum, iki elimle kaldırdığım ve sizlere, “Ben kimin Mevla’sıysam (Velisi) Ali de onun Mevla’sıdır” diye tanıttığım kimsedir. O, benim kardeşim ve yerime geçecek olan Ali b. Ebi Talip’tir. Onun velayeti, bana nazil buyuran aziz ve celil olan Allah tarafındandır.

Ey insanlar! Ali ve onun soyundan olan temiz çocuklarım "Sıkl-i Asgar" (daha küçük değerli şey) ve Kur’an ise, "Sıkl-i Ekber" (daha büyük değerli şey)’dir. Bu ikisinden her biri diğerini haber vermekte ve onunla uyum içinde bulunmaktadır. Onlar Kevser havuzunun başında yanıma gelinceye kadar, asla birbirinden ayrılmazlar. Biliniz ki onlar, insanlar arasında Allah’ın emin kulları ve yeryüzündeki hâkimleridir.

Biliniz ki ben eda ettim; biliniz ki ben tebliğ ettim; biliniz ki ben duyurdum; biliniz ki ben açıkladım; biliniz ki Allah buyurmuştur ve ben aziz ve celil olan Allah adına konuşuyorum. Biliniz ki Müminlerin Emiri de benim kardeşimdir. Biliniz ki “Müminlerin Emiri” olmak, benden sonra ondan başka hiç kimse için helal değildir.

Daha sonra Peygamber (s.a.a) eliyle Ali’nin (a.s) kolundan tuttu ve yukarı kaldırdı. Müminlerin Emiri (a.s) ise, Hz. Peygamber (s.a.a) minberin üstüne çıktığı andan beri, ondan bir basamak aşağıda bulunuyordu. Hz. Peygamber’in (s.a.a) yüzüne oranla, sağ tarafına gelmekteydi. Dolayısıyla da yer itibariyle ikisi de bir mekânda durmuş gibiydiler.

Sonra Hz. Peygamber (s.a.a) eliyle onun elini tuttu ve her ikisi de elini göğe doğru kaldırdı. Ali (a.s) yerinden kalktı ve ayağı Hz. Peygamber’in (s.a.a) diziyle aynı hizaya geldi. Daha sonra Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:

"Ey insanlar! Ben sizlere sizlerden daha çok velayet ve tasarruf hakkına sahip değil miyim?"

İnsanlar hep birden şöyle dediler: “Evet, ey Resulullah!”

Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Biliniz ki ben kimin ihtiyar sahibi isem, Ali de onun ihtiyar sahibidir. Allah’ım! Onu seven kimseyi sen de sev. Ona düşmanlık eden kimseye sen de düşmanlık et. Ona yardım edenlere yardım et. Onu hakir kılanları hor ve hakir kıl."

“Ey insanlar! Bu Ali’dir. O, benim kardeşim, vasim, ilmimi kendisinde toplayan ve ümmetim arasında iman eden kimseler üzerinde halifemdir. Aziz ve celil olan Allah’ın kitabını tefsir etmekte, Allah’a davet etmekte, Allah’ı razı eden şeylerle amel etmekte, Allah’ın düşmanlarıyla savaşmakta, Allah’ın dostlarını sevmekte ve Allah’a isyan etmekten sakındırmakta benim yerime geçen kimsedir.

Allah Resulü’nün halifesi odur; Müminlerin Emiri odur; Allah tarafından hidayet edenlerin imamı odur. Nakisin (ahdini bozan Cemel ashabı), Kasitin (Zulmeden Muaviye taraftarları) ve Marikin’i (dinden çıkan Hariciler’i) Allah’ın emriyle öldüren odur. Allah şöyle buyurmuştur:

مَا يُبَدَّلُ الْقَوْلُ لَدَيَّ

“Nezdimde söz değişmez”

Ey Rabbim! Senin emrinle şöyle diyorum: “Allah’ım! Ali’yi seven kimseyi sev ve Ali’ye düşman olan kimseye düşman ol. Ona yardım edene yardım et. Onu yardımsız bırakan kimseyi, sen de yardımsız bırak. Ali’yi inkâr eden kimseye lanet et. Ali’nin hakkını inkar eden kimseye gazap et.”

Ey Rabbim! Sen, bu konu aydınlandıktan ve Ali’yi bugün tayin ettikten sonra, şu ayeti bana nazil buyurdun:

اَلْیوْمَ اَکْمَلْتُ لَکُمْ دینَکُمْ وَ اَتْمَمْتُ عَلَیکُمْ نِعْمَتی وَ رَضیتُ لکُمُ الاْءِسْلامَ دینا

“Bugün, size dininizi kemale erdirdim; üzerinize olan nimetimi tamamladım; din olarak sizin için İslam’ı beğendim.”

وَمَن يَبْتَغِ غَيْرَ الإِسْلاَمِ دِينًا فَلَن يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِي الآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ

“Kim İslam’dan başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir. O, ahirette de kaybedenlerdendir.”

Ey Rabbim! Sen de tanıklık et ki ben tebliğ ettim.


Ümmetin İmamet Konusuna Önem Vermesine Vurgu


Ey İnsanlar! Allah dininizi onun imametiyle kâmil buyurmuştur. O halde, kıyamet gününe ve aziz ve celil olan Allah’ın huzuruna varılacağı güne kadar, her kim ona ve benim çocuklarımdan ve onun soyundan vasilere boyun eğmezse, böyle kimselerin amelleri dünya ve ahirette yok olmuş olur ve sürekli azap içinde bulunurlar. Azapları asla hafifletilmez ve onlara fırsat verilmez.

Ey İnsanlar! Bu Ali, sizlerden bana en çok yardım eden; bana en layık olan; bana en yakın bulunan ve nezdimde en değerli olan kimsedir. Aziz ve celil olan Allah ve ben, ondan razıyız. Kur’an’da Ali dışında hiç kimse hakkında razı olunma ayeti (kendisinden razı olunduğunu bildiren bir ayet) inmemiştir. Allah, müminlere hitap ettiği her yerde, önce ona hitap etmiştir. Kur’an’da var olan övgü ayetleri onun hakkındadır. Allah, İnsan suresinde sadece onun hakkında cennete gireceğine şahadette bulunmuştur. Bu sureyi ondan başkası hakkında nazil buyurmamış ve bu sureyle ondan başkasını övmemiştir.

Ey insanlar! O (Ali), Allah’ın dininin yardımcısı ve Allah Resulü’nün savunucusudur. O, takvalı, temiz, hidayet eden ve hidayet olmuş kimsedir. Peygamberiniz en iyi Peygamber, vasiniz en iyi vasi ve onun çocukları da en iyi vasilerdir.

Ey insanlar! Her peygamberin soyu kendi sulbündendir. Ama benim neslim, Müminlerin Emiri’nin sulbündendir.

Ey insanlar! Şeytan Âdem’i hasetle cennetten dışarı çıkardı. Sakın Ali’ye haset etmeyiniz. Aksi takdirde, amelleriniz boşa gider ve ayaklarınız sürçer. Âdem bir sürçme sebebiyle yeryüzüne gönderildi. Oysa Âdem, aziz ve celil olan Allah’ın seçtiği kimseydi. O halde sizler, aranızda Allah’ın düşmanları olduğu halde, nasıl bir halde olacaksınız?

Biliniz ki sadece şekavet sahibi kimse Ali’ye düşmanlık eder ve sadece takva sahibi kimse Ali’yi sever. Ali’ye sadece halis mümin olan kimse iman eder. Allah’a yemin olsun ki Asr suresi Ali hakkında nazil olmuştur:

بسم الله الرحمن الرحيم وَالْعَصْرِ إِنَّ الْإِنسَانَ لَفِي خُسْرٍ

“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. İkindi vaktine and olsun ki hiç şüphesiz insan hüsran içindedir.”

İkindi vaktine and olsun ki iman eden, hak ve sabırdan hoşnut olan Ali dışında tüm insanlar hüsran içindedir.

Ey insanlar! Ben Allah’ı şahit tuttum ve risaletimi sizlere tebliğ ettim. Peygamber’in sadece açıkça tebliğ etmekten başka bir sorumluluğu yoktur. Ey insanlar! Allah’tan hakkıyla korkun ve dünyadan sadece Müslüman olarak ayrılın.


Münafıkların Bozgunculuklarına İşaret


“Ey Kitab verilenler! Bir takım yüzleri silip, dümdüz ederek, arkalarına çevirmeden yahut cumartesi ashabını (Yahudileri) lânetlediğimiz gibi lânetlemeden önce, elinizdeki Kitab’ı tasdik ederek, indirdiğimiz Kur’an’a iman edin.”

Ey insanlar! Allah’a yemin olsun ki bu ayette kendilerini isim ve soylarıyla bildiğim ashabımdan bir grup dışında kimse kastedilmiştir. Ama onları ifşa etmemekle görevlendirildim. O halde her kim amel ederse, kalbinde Ali’ye karşı taşıdığı sevgi veya kinle mutabık olan şeyi bulacaktır.

Ey insanlar! Aziz ve celil olan Allah tarafından bana bir nur verilmiş, benden sonra Ali b. Ebu Talib’e ve ondan sonra da Mehdi Kaim’e (a.f) kadar onun nesline verilmiştir. Mehdi de Allah’ın hakkını ve bize ait olan her hakkı geri alır. Zira aziz ve celil olan Allah bizleri, kusur edenlere, düşmanlık gösterenlere, muhaliflere, hainlere, günahkârlara, zalimlere ve tüm âlemlerden gasp edenlere karşı hüccet karar kılmıştır.

Ey insanlar! Sizleri Allah’tan korkmaya çağırıyor ve uyarıyorum ki ben Allah’ın Resulüyüm. Benden önce de peygamberler var olmuştur. Ben ölür veya öldürülürsem, sizler gerisin geriye mi döneceksiniz? Her kim gerisin geriye dönerse, Allah’a hiçbir zarar veremez. Allah çok yakında şükredenlere ve sabredenlere mükâfat verecektir. Biliniz ki sabır ve şükürle nitelendirilen Ali’dir. Ondan sonra da onun neslinden olan çocuklarım da aynen böyledir.

Ey insanlar! Müslüman oluşunuz sebebiyle bana, hatta Allah’a minnet etmeye kalkışmayın. Aksi takdirde amelleriniz boşa gider ve size gazap edilir. Allah sizleri ateşten ve (erimiş) bakırdan alevlere müptela kılar. Şüphesiz rabbiniz pusudadır.

Ey insanlar! Benden sonra ateşe davet edecek olan imamlar olacaktır. Onlar kıyamet günü yardım görmezler. Ey insanlar! Allah ve ben onlardan uzağız. Ey insanlar! Onlar ve yardımcıları, onlara tabi olanlar ve onları takip edenler ateşin en alt derecesinde olacaklardır. Kibirli kimselerin yeri nede kötüdür. Biliniz ki onlar, Ashab-ı Sahife’dir. O halde, sizden her biriniz kendi sahifesine baksın.”

Hz. Peygamber (s.a.a), “Ashab-ı Sahife” adını zikredince, insanların çoğu Hz.n Peygamber'in (s.a.a) bu sözden neyi kastettiğini anlamadılar. Kendileri için bir soru işareti doğdu. Oradakilerden çok azı Hz. Peygamber’in (s.a.a) maksadını anlayabildi.

“Ey insanlar! Ben hilafet emrini kıyamet gününe kadar, İmamet ve veraseti olarak neslime emanet ediyorum. Ben, burada hazır olan veya olmayan, dünyaya gelen veya gelmeyen herkese hüccet olsun diye, tebliğ etmekle görevli olduğum şeyi tebliğ ettim. O halde kıyamet gününe kadar, burada hazır olanlar hazır olmayanlara ve babalar çocuklarına ulaştırsınlar.

Çok yakında benden sonra İmameti padişahlık olarak, zulüm ve zorbalıkla alacaklardır. Allah gasp edenlere ve (bu hakka) tecavüzde bulunanlara lanet etsin. Bu esnada -ey insanlar ve cinler!- Sizlere dökülmesi gerekeni döker; sizlere ateş ve (erimiş) bakırdan alevler gönderir ve siz onu asla def edemezsiniz.

Ey insanlar! Aziz ve celil olan Allah, kötüyü iyiden ayırt etmeniz için sizleri başıboş bırakmamıştır. Allah, sizleri gaipten haberdar kılmamıştır.

Ey insanlar! Allah, kıyamet kopmadan önce yalanlamaları sebebiyle bayındır olan her bölgeyi helak edecek ve onu Hz. Mehdi’nin hâkimiyeti altına geçirecektir. Allah kendi vaat ettiği şeyi uygulayacaktır.

Ey insanlar! Sizden öncekilerin çoğu helak oldu. Allah onları helak etti ve gelecek nesilleri de helak edecek olan O’dur. Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur:

أَلَمْ نُهْلِكِ الْأَوَّلِينَ ثُمَّ نُتْبِعُهُمُ الْآخِرِينَ كَذَلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِمِينَ وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ

“Öncekileri yok etmedik mi? Ardından, sonrakileri de onlara katarız. Suçlulara böyle yaparız. O gün! Yalanlamış olanların vay haline!”

Ey insanlar! Allah bana emretmiş ve beni sakındırmıştır. Ben de Allah’ın emriyle Ali’ye emrettim ve onu sakındırdım. Emir ve yasaklama ilmi, onun nezdindedir. O halde onun emrini dinleyiniz ki esenlikte kalasınız. Ona itaat ediniz ki hidayet bulasınız. Onun yasaklamalarını kabul ediniz ki doğru yolda olasınız. Onun maksat ve muradına doğru hareket edesiniz. Bilinmedik yollar, sizleri onun yolundan alıkoymasın.


Ehlibeyt takipçileri ve düşmanları


Ey insanlar! Ben Allah’ın uymayı emrettiği doğru yoluyum. Benden sonra da Ali ve sonra onun neslinden olan çocuklarım da hidayet imamlarıdır. Hakka hidayet eder ve hakkın yardımıyla adalet üzere davranırlar.

Daha sonra Hz. Peygamber (s.a.a) şu ayeti tilavet buyurdu:

بسم الله الرحمن الرحيم الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

“Rahman ve Rahîm olan Allah’ın Adıyla. Hamd âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur… (Fatiha suresi'nin tamamı)”

Bu sure benim hakkımda nazil olmuştur ve Allah’a andolsun ki onlar (imamlar) hakkında nazil olmuştur. Genel olarak onları kapsamaktadır. Özel olarak da onlar hakkındadır. Onlar Allah’ın dostlarıdır; onlara bir korku yoktur ve onlar asla üzülmezler. Biliniz ki Allah’ın hizbi galip gelecektir.

Biliniz ki onların düşmanları, beyinsizler, sapıklar ve şeytanın kardeşleridir. Onlar batıl şeyleri gurur yüzünden birbirine iletirler. Biliniz ki Ehlibeyt’in dostları ise, Allah’ın kitabında kendilerini zikrettiği ve haklarında şöyle buyurduğu kimselerdir:

لَا تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءهُمْ أَوْ أَبْنَاءهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ أُوْلَئِكَ كَتَبَ فِي قُلُوبِهِمُ الْإِيمَانَ

“Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir millettir; babaları veya oğulları veya kardeşleri ya da akrabaları olsa bile, Allah’a ve peygamberine karşı gelenlere sevgi beslediklerini görmezsin. İşte Allah, imanı bunların kalplerine yazmıştır.”

Biliniz ki Ehlibeyt’in dostları, aziz ve celil olan Allah’ın kendilerini nitelendirdiği ve haklarında şöyle buyurduğu kimselerdir:

الَّذِينَ آمَنُواْ وَلَمْ يَلْبِسُواْ إِيمَانَهُم بِظُلْمٍ أُوْلَـئِكَ لَهُمُ الأَمْنُ وَهُم مُّهْتَدُونَ

“İşte güven, onlara iman edip, haksızlık karıştırmayanlaradır. Onlar doğru yoldadırlar.”

Biliniz ki Ehlibeyt'in dostları, iman edenler ve kuşkuya düşmeyen kimselerdir.

Biliniz ki Ehlibeyt'in dostları esenlikle ve güven içinde cennete girenlerdir. Melekler selamla onları görmeye gelir ve şöyle derler: “Selam olsun size, tertemiz oldunuz. O halde ebedi olarak cennete giriniz.”

Biliniz ki Ehlibeyt'in dostları, cennetin kendilerinin olduğu ve içinde hesapsız rızıklanan kimselerdir.

Biliniz ki Ehlibeyt'in düşmanları ise, ateşin alevleri içine girecek olan kimselerdir. Biliniz ki Ehlibeyt'in düşmanları ise, kaynayan cehennemden korkunç bir ses duyan ve cehennemin alevlenmesini gözleriyle gören kimselerdir.

Biliniz ki Ehlibeyt'in düşmanları, haklarında Allah’ın şöyle buyurduğu kimselerdir:

كُلَّمَا دَخَلَتْ أُمَّةٌ لَّعَنَتْ أُخْتَهَا

“Her ümmet girdikçe kendi yoldaşına lânet eder.”

Biliniz ki Ehlibeyt'in düşmanları, haklarında Allah’ın şöyle buyurduğu kimselerdir:

كُلَّمَا أُلْقِيَ فِيهَا فَوْجٌ سَأَلَهُمْ خَزَنَتُهَا أَلَمْ يَأْتِكُمْ نَذِيرٌ قَالُوا بَلَى قَدْ جَاءنَا نَذِيرٌ فَكَذَّبْنَا وَقُلْنَا مَا نَزَّلَ اللَّهُ مِن شَيْءٍ إِنْ أَنتُمْ إِلَّا فِي ضَلَالٍ كَبِيرٍ... فَسُحْقًا لِّأَصْحَابِ السَّعِيرِ

“Oraya atıldıkları zaman, bekçileri onlara: “Size bir uyarıcı gelmemiş miydi?” diye sorarlar. Onlar: “Evet, doğrusu bize bir uyarıcı geldi. Fakat biz yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmemiştir. Siz büyük bir sapıklık içindesiniz demiştik” derler... Çılgın alevli cehennemlikler yok olsunlar!”

Biliniz ki Ehlibeyt'in dostları, gizlide Rablerinden korkan ve kendileri için mağfiret bulunan ve büyük ecir sahibi kimselerdir.

Ey insanlar! Ateşin alevleri ve büyük ecir arasındaki fasıla ne de uzundur.

Ey insanlar! Bizim düşmanlarımız, Allah’ın kendilerini kınadığı ve lanet ettiği kimselerdir. Bizim dostlarımız da Allah’ın kendilerini methettiği ve sevdiği kimselerdir.

Ey insanlar! Biliniz ki ben uyarıcı ve korkutucuyum; Ali de müjdeleyicidir.

Ey insanlar! Biliniz ki ben uyarıcı ve sakındırıcıyım. Ali ise, hidayet edicidir.

Ey insanlar! Ben peygamberim; Ali ise, benim vasimdir.

Ey insanlar! Biliniz ki ben peygamberim ve Ali ise, benim vasimdir. Ondan sonraki imamlar da onun evlatlarıdır. Biliniz ki ben onların babasıyım. Onlar da onun (Ali’nin) sulbünden vücuda gelecektir.


Hz. Mehdi


Biliniz ki İmamların sonuncusu, bizden olan kıyam edecek Mehdi’dir. Dinlere galip gelecek olan, odur. Zalimlerden intikam alacak olan, odur. Kaleleri fetheden ve onları yok eden kimse de odur. Şirk ehlinden her kabileye üstün gelen ve onları hidayet eden, odur.

Biliniz ki Allah’ın evliya kullarına ait her kanın intikamını alacak olan, odur. Allah’ın dinine yardım edecek olan da odur. Biliniz ki derin denizden istifade eden, odur. Her fazilet sahibini fazileti miktarınca ve cehalet sahibini cehaleti miktarınca ödüllendiren, odur. Allah’ın seçtiği ve ihtiyar ettiği kimse, odur. Her ilmin varisi ve her anlayışı ihata eden, odur. Biliniz ki rabbinden haber veren, odur. İlahî ayetleri yücelten, odur. Hidayete eren temeli sağlam kimse, odur. İşlerin kendisine ısmarlandığı kimse de odur.

Öncekilerin müjdelediği kimse, odur. Hüccet olarak baki kalacak olan, odur. Ondan sonra hiç bir hüccet yoktur. Var olan her hak onunladır. Var olan her nur, onun nezdindedir.

Biliniz ki o, galibi olmayan kimsedir. Hiç kimseye onun aleyhine yardım edilmez. Allah’ın yeryüzündeki velisi; kulları arasında hükmedicisi; gizli ve açık eminidir.


Biat Meselesi


Ey insanlar! Ben sizler için açıkladım ve sizlere anlattım. Benden sonra sizlere anlatacak olan da Ali’dir. Biliniz ki ben, konuşmamın sonunda sizleri biat etmek ve ona ikrarda bulunmak için elinizi uzatmaya davet ediyorum. Benden sonra da sizleri kendisiyle biatleşmeye davet ediyorum.

Biliniz ki ben, Allah’a biat ettim; Ali de bana biat etti ve ben de Allah tarafından onun için sizlerden biat alıyorum. Nitekim Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur:

إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ فَمَن نَّكَثَ فَإِنَّمَا يَنكُثُ عَلَى نَفْسِهِ وَمَنْ أَوْفَى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللَّهَ فَسَيُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا

“Şüphesiz sana baş eğerek, ellerini verenler, Allah’a baş eğip el vermiş sayılırlar. Allah’ın eli onların ellerinin üstündedir. Verdiği bu sözden dönen, ancak kendi aleyhine dönmüş olur. Allah’a verdiği sözü yerine getirene, Allah büyük ecir verecektir.”


Helal ve Haram, Farzlar ve Haramlar


Ey insanlar! Hac ve umre, Allah’ın şiarlarındandır. Nitekim Allah şöyle buyurmuştur:

اللّهِ فَمَنْ حَجَّ الْبَيْتَ أَوِ اعْتَمَرَ فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْهِ أَن يَطَّوَّفَ بِهِمَا

“Kim Kabe’yi hacceder veya umre yaparsa, bu ikisini de tavaf etmesinde bir beis yoktur.”

Ey insanlar! Allah’ın evini hac etmeye gidin. Allah’ın evine giren her hanedan müstağni olur ve sevinir. Allah’ın evini terk eden her hanedan ise, (soy açısından) kesilir ve fakirleşir.

Vukuf yerlerinde (Arafat, Meş’ar ve Mina’da) duran her müminin, o ana kadar işlemiş olduğu tüm geçmiş günahlarını Allah affeder. Haccı sona erince de amellerine yeniden başlar.

Ey insanlar! Hacılara yardım edilir ve harcadıkları şey kendilerine geri döner. Allah ihsan edenlerin mükâfatını zayi etmez.

Ey insanlar! Kamil bir din ve tam bir anlayışla Allah’ın evini haccedin. O şerafet sahibi mukaddes yerlerden, tövbe ederek ve günahlardan el çekerek geri dönün.

Ey insanlar! Aziz ve celil olan Allah’ın size emrettiği gibi namaz kılın ve zekât verin. Eğer uzun bir süre üzerinden geçer de kusur ederseniz veya unutursanız Ali sizin ihtiyar sahibinizdir. Sizin için beyan eder. Aziz ve celil olan Allah, benden sonra onu kullarının emini olarak tayin etmiştir. O, bendendir ve ben de ondanım.

O ve benim neslimden olanlar, sorduğunuz her soruya cevap verir ve sizlere bilmediğiniz şeyleri açıklar.

Biliniz ki helal ve haram, benim tümünü sizlere tanıtacağımdan, bir oturumda tüm helalleri emredeceğimden ve tüm haramları sakındıracağımdan çok daha fazladır. O halde aziz ve celil olan Allah tarafından Müminlerin Emiri Ali, benim ve onun soyundan olan ondan sonraki vasileri hakkında, getirdiğim şeyleri kabul etme hususunda sizlere el uzatmak ve sizlerden biat almakla görevlendirildim. (Ali ve ondan sonraki vasiler hakkında nazil buyurulan şey ise,) sadece onlarla ayakta duracak olan imamettir. Onların (vasilerin) sonuncusu ise, kaza ve kaderi idare eden Allah ile görüşünceye kadar Mehdi’dir.

Ey insanlar! Sizlere gösterdiğim her helalden ve sizleri sakındırdığım her haramdan dönmüş değilim. Onları değiştirmedim. Bunu unutmayınız; hafızalarınızda tutunuz ve birbirinize tavsiyelerde bulununuz. Onu değiştirmeyiniz ve tahrife kalkışmayınız. Ben sözümü tekrar ediyorum: Namaz kılınız, zekât veriniz, iyiliği emrediniz ve kötülükten sakındırınız.

Biliniz ki iyiliği emretmenin en üst mertebesi, sözümü anlamanız; onu burada hazır bulunmayanlara iletmeniz; benim tarafımdan kabul etmesini emretmeniz ve muhalefet etmekten sakındırmanızdır. Zira bu emir, aziz ve celil olan Allah ve benim tarafımdandır. Sadece masum imam ile iyilik emredilir ve kötülükten sakındırılır.

Ey insanlar! Kur’an, sizlere Ali’den sonraki imamların onun evlatları olduğunu tanıtmakta ve ben de onların, benim ve onun soyundan olduğunu tanıtmaktayım. Nitekim Allah-u Teâlâ kitabında şöyle buyurmuştur:

جَعَلَهَا كَلِمَةً بَاقِيَةً فِي عَقِبِهِ<

“Bu sözü, devamlı kalacak bir miras olarak bıraktı.”

Ey insanlar! Takvalı olunuz, takvalı olunuz ve kıyametten sakınınız. Nitekim aziz ve celil olan Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur:

إِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَيْءٌ عَظِيمٌ

“Doğrusu kıyamet gününün sarsıntısı büyük şeydir.”

Ölüm, ahiret, hesap, ilahî teraziler, âlemlerin rabbi nezdinde hesaba çekilmek, sevap ve cezayı hatırlayın. Her kim kendisiyle birlikte bir iyilik getirirse, o iyilik esasınca sevaba erişir. Her kim de günah getirirse, cennette onun bir nasibi olmayacaktır.


Resmi Olarak Biat Alınması


Ey insanlar! Sizler aynı anda bana el uzatacak kadar (biatleşmek için) ve sayı olarak çok daha fazlasınız. Rabbim, Müminlerin Emiri Ali ve ondan sonra gelecek olan imamlar hakkında söylediklerim hususunda dilinizden itiraf almamı emretti. Onlar (imamlar) benim ve onun (Ali’nin) soyundandırlar. Nitekim sizlere daha önce de çocuklarımın onun (Ali’nin) soyundan olduğunu anlattım.

O halde hepiniz şöyle deyiniz: Biz işittik, itaat ettik, razı bulunmaktayız, teslim olmuşuz, rabbin ve kendi nezdinden imamımız, Müminlerin Emiri Ali’nin (a.s) ve onun sulbünden dünyaya gelecek olan imamların imameti hususunda bizlere ulaştırdığın şeylere boyun eğmişiz. Bu konuda kalplerimizle, canlarımızla, dillerimizle ve ellerimizle sana biat etmekteyiz. Bu inanç üzere hayatta kalacağız ve onunla öleceğiz. (Kıyamet günü de) Onunla haşr olacağız. Asla değişmeyeceğiz; değiştirmeyeceğiz; kuşku duymayacağız ve inkarda bulunmayacağız. Kalbimizle şüpheye düşmeyeceğiz; bu sözden dönmeyeceğiz ve ahdimizi bozmayacağız.

Sen, bizlere ilahî öğütlerde bulundun. Müminlerin Emiri Ali (a.s) ve ondan sonra senin neslinden ve onun çocukları olduğunu söylediğin imamlar, Hasan, Hüseyin ve Allah’ın o ikisinden sonra tayin ettiği kimseler hakkında öğüt verdin. O halde onlar için bizden söz ve ahit alındı. Kalplerimizden, canlarımızdan, dillerimizden, içimizden ve ellerimizden söz alındı. Her kim yapabilirse, eliyle biat eder. Her kim de yapamazsa, diliyle ikrar eder. Asla onu değiştirme peşinde değiliz. Allah bu konuda nefislerimizde değişme görmeyecektir.

Biz bu konuyu, çocuklarımızdan ve akrabalarımızdan uzak ve yakın herkese ulaştıracağız. Allah’ı bu konuda şahit tutuyoruz. Allah şahadet hususunda kifayet eder ve sen de bu itirafımıza şahit bulunmaktasın.

Ey insanlar! Ne diyorsunuz? Allah, her sesi işitir ve her gizliliği bilir. O halde kim hidayet bulmuşsa, kendi lehinedir ve her kim de sapmışsa, kendi zararına sapmıştır. Her kim biat etmişse, Allah’a biat etmiştir. Allah’ın eli onların (biat edenlerin) elinin üzerindedir.

Ey insanlar! Allah’a biat ediniz; bana biat ediniz; Müminlerin Emiri Ali’ye, Hasan’a, Hüseyin’e ve dünya ve ahirette onlardan olan soylarında baki kalan imamlara, imamet makamı hasebiyle biat ediniz. Allah vefasız kimseleri (biatini bozanları) helak edecektir. Vefalı olanları ise, rahmetine mazhar kılacaktır. Her kim biatinden dönerse, kendi zararına dönmüştür. Her kim de Allah’a söz verdiği şeyler hususunda vefalı olursa, Allah ona büyük bir ecir inayet buyuracaktır.

Ey insanlar! Sizler bu dediğimizi söyleyin ve tekrar edin. Ali’yi “Müminlerin Emiri” olarak selamlayın ve şöyle deyin:

سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ

“İşittik, itaat ettik, Rabbimiz affını dileriz, dönüş sanadır.”

Hakeza şöyle deyiniz:

الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي هَدَانَا لِهَـذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِيَ لَوْلا أَنْ هَدَانَا اللّهُ

“Bizi buraya hidayet eden Allah’a hamd olsun. Eğer Allah bizi hidayet etmeseydi, biz hidayeti bulamazdık.”

Ey insanlar! Kur’an’ın nazil buyurmuş olduğu Ali b. Ebu Talib’in Allah nezdindeki faziletlerinin tümü bir oturumda sayabilecek miktardan çok daha fazladır. O halde her kim onları size haber verir ve onları tanırsa, siz de kendisini tasdik edin.

Ey insanlar! Her kim Allah’a, Peygamber’ine, Ali’ye ve bu zikrettiğim imamlara itaat ederse, büyük bir kurtuluşa ulaşmış olacaktır.

Ey insanlar! Ona biat etmek, velayetini kabul etmek ve onu "müminlerin emiri" olarak selamlamak hususunda öne geçen kimseler, kurtuluşa erenlerdir; onlar nimet bahçelerinde olacaklardır.

Ey insanlar! Allah’ın sizden razı olacağı bir söz söyleyiniz. Eğer sizler ve yeryüzünde bulunan herkes tümüyle kâfir olsa, yine de Allah’a hiçbir zarar gelip çatmaz.

Allah’ım! Eda ettiğim ve emrettiğim şeyler hatırına müminleri bağışla ve inkar eden kafirlere gazap et. Hamd ve sena alemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur.

Gadir Hutbesinin Arapça Metni

الْحَمْدُ للّه‏ِِ الَّذی عَلا فی تَوَحُّدِهِ وَدَنا فی تَفَرُّدِهِ وَجَلَّ فی سُلْطانِهِ وَعَظُمَ فی أَرْکانِهِ، وَأَحاطَ بِکُلِّ شَیءٍ عِلْما وَهُوَ فی مَکانِهِ، وَقَهَرَ جَمیعَ الْخَلْقِ بِقُدْرَتِهِ وَبُرْهانِهِ، حَمیدا لَمْ‏یزَلْ، مَحْمُودا لا یزالُ وَمَجیدا لا یزُولُ، وَمُبْدِئا وَمُعیدا وَکُلُّ أَمْرٍ إلَیهِ یعُودُ.

بارِئُ الْمَسْمُوکاتِ وَداحِی الْمَدْحُوّاتِ وَجَبّارُ الاْءَرَضینَ وَالسَّماواتِ، قُدُّوسٌ سُبُّوحٌ، رَبُّ الْمَلائِکَةِ وَالرُّوحِ، مُتَفَضِّلٌ عَلی جَمیعِ مَنْ بَرَأَهُ، مُتَطَوِّلٌ عَلی جَمیعِ مَنْ أَنْشَأَهُ.

یلْحَظُ کُلَّ عَینٍ وَالْعُیونُ لا تَراهُ. کَریمٌ حَلیمٌ ذُو أَناةٍ، قَدْ وَسِعَ کُلَّ شَیءٍ رَحْمَتُهُ وَمَنَّ عَلَیهِمْ بِنِعْمَتِهِ. لا یعْجَلُ بِانْتِقامِهِ، وَلا یبادِرُ إلَیهِمْ بِمَا اسْتَحَقُّوا مِنْ عَذابِهِ.

قَدْ فَهِمَ السَّرائِرَ وَعَلِمَ الضَّمائِرَ، وَلَمْ تَخْفَ عَلَیهِ الْمَکْنُوناتُ وَلاَ اشْتَبَهَتْ عَلَیهِ الْخَفِیاتُ. لَهُ الاْءحاطَةُ بِکُلِّ شَیءٍ وَالْغَلَبَةُ عَلی کُلِّ شَیءٍ وَالْقُوَّةُ فی کُلِّ شَیءٍ وَالْقُدْرَةُ عَلی کُلِّ شَیءٍ، وَلَیسَ مِثْلَهُ شَیءٌ. وَهُوَ مُنْشِئُ الشَّیءِ حینَ لا شَیءَ، دائِمٌ حَی وَقائِمٌ بِالْقِسْطِ، لا إلهَ إلاّ هُوَ الْعَزیزُ الْحَکیمُ.

جَلَّ عَنْ أَنْ تُدْرِکَهُ الاْءَبْصارُ وَهُوَ یدْرِکُ الاْءَبْصارَ وَهُوَ اللَّطیفُ الْخَبیرُ. لا یلْحَقُ أَحَدٌ وَصْفَهُ مِنْ مُعاینَةٍ، وَلا یجِدُ أَحَدٌ کَیفَ هُوَ مِنْ سِرٍّ وَعَلانِیةٍ، إلاّ بِما دَلَّ عَزَّ وَجَلَّ عَلی نَفْسِهِ. وَأَشْهَدُ أَنَّهُ اللّه‏ُ الَّذی مَلاَءَ الدَّهْرَ قُدْسُهُ، وَالَّذی یغْشَی الاْءَبَدَ نُورُهُ، وَالَّذی ینْفِذُ أَمْرَهُ بِلا مُشاوَرَةِ مُشیرٍ، وَلا مَعَهُ شَریکٌ فی تَقْدیرِهِ، وَلا یعاوَنُ فی تَدْبیرِهِ.

صَوَّرَ مَا ابْتَدَعَ عَلی غَیرِ مِثالٍ، وَخَلَقَ ما خَلَقَ بِلا مَعُونَةٍ مِنْ أَحَدٍ وَلا تَکَلُّفٍ وَلاَ احْتِیالٍ.

أَنْشَأَها فَکانَتْ، وَبَرَأَها فَبانَتْ. فَهُوَ اللّه‏ُ الَّذی لا إلهَ إلاّ هُوَ الْمُتْقِنُ الصَّنْعَةَ، الْحَسَنُ الصَّنیعَةُ، الْعَدْلُ الَّذی لا یجُورُ، وَالاْءَکْرَمُ الَّذی تَرْجِعُ إلَیهِ الاْءُمُورُ.

وَأَشْهَدُ أَنَّهُ اللّه‏ُ الَّذی تَواضَعَ کُلُّ شَیءٍ لِعَظَمَتِهِ، وَذَلَّ کُلُّ شَیءٍ لِعِزَّتِهِ، وَاسْتَسْلَمَ کُلُّ شَیءٍ لِقُدْرَتِهِ، وَخَضَعَ کُلُّ شَیءٍ لِهَیبَتِهِ. مَلِکُ الاْءَمْلاکِ وَمُفَلِّکُ الاْءَفْلاکِ وَمُسَخِّرُ الشَّمْسِ وَالْقَمَرِ، کُلٌّ یجْری لاِءَجَلٍ مُسَمّی، یکَوِّرُ اللَّیلَ عَلَی النَّهارِ وَیکَوِّرُ النَّهارَ عَلی اللَّیلِ یطْلُبُهُ حَثیثا. قاصِمُ کُلِّ جَبّارٍ عَنیدٍ، وَمُهْلِکُ کُلِّ شَیطانٍ مَریدٍ.

لَمْ یکُنْ لَهُ ضِدٌّ وَلا مَعَهُ نِدٌّ، أَحَدٌ صَمَدٌ لَمْ یلِدْ وَلَمْ یولَدْ وَلَمْ یکُنْ لَهُ کُفْوا أَحَدٌ. إلهٌ واحِدٌ وَرَبُّ ماجِدٌ، یشاءُ فَیمْضی، وَیریدُ فَیقْضی، وَیعْلَمُ فَیحْصی، وَیمیتُ وَیحْیی، وَیفْقِرُ وَیغْنی، وَیضْحِکُ وَیبْکی، وَیدْنی وَیقْصی، وَیمْنَعُ وَیعْطی، لَهُ الْمُلْکُ وَلَهُ الْحَمْدُ، بِیدِهِ الْخَیرُ وَهُوَ عَلی کُلِّ شَیءٍ قَدیرٌ.

یولِجُ اللَّیلَ فِی النَّهارِ وَیولِجُ النَّهارَ فِی اللَّیلِ، لا إلهَ إلاّ هُوَ الْعَزیزُ الْغَفّارُ. مُسْتَجیبُ الدُّعاءِ وَمُجْزِلُ الْعَطاءِ، مُحْصِی الاْءَنْفاسِ وَرَبُّ الْجِنَّةِ وَالنّاسِ ؛ الَّذی لا یشْکِلُ عَلَیهِ شَیءٌ، وَلا یضْجِرُهُ صُراخُ الْمُسْتَصْرِخینَ، وَلا یبْرِمُهُ إلْحاحُ الْمُلِحّینَ. الْعاصِمُ لِلصّالِحینَ، وَالْمُوَفِّقُ لِلْمُفْلِحینَ، وَمَوْلَی الْمُؤْمِنینَ وَرَبُّ الْعالَمینَ ؛ الَّذی اسْتَحَقَّ مِنْ کُلِّ مَنْ خَلَقَ أَنْ یشْکُرَهُ وَیحْمَدَهُ عَلی کُلِّ حالٍ.

أَحْمَدُهُ کَثیرا وَأَشْکُرُهُ دائِما عَلَی السَّرّاءِ وَالضَّرّاءِ وَالشِّدَّةِ وَالرَّخاءِ، وَأُومِنُ بِهِ وَبِمَلائِکَتِهِ وَکُتُبِهِ وَرُسُلِهِ. أَسْمَعُ لاِءَمْرِهِ وَأُطیعُ وَأُبادِرُ إلی کُلِّ ما یرْضاهُ وَأَسْتَسْلِمُ لِما قَضاهُ، رَغْبَةً فی طاعَتِهِ وَخَوْفا مِنْ عُقُوبَتِهِ، لاِءَنَّهُ اللّه‏ُ الَّذی لا یؤْمَنُ مَکْرُهُ وَلا یخافُ جَوْرُهُ.


أمرٌ إلهی فی موضوع هامّ


وَأُقِرُّ لَهُ عَلی نَفْسی بِالْعُبُودِیةِ، وَأَشْهَدُ لَهُ بِالرُّبُوبِیةِ، وَأُؤَدّی ما أَوْحی بِهِ إلَی، حَذَرا مِنْ أَنْ لا أَفْعَلَ فَتَحِلَّ بی‌مِنْهُ قارِعَةٌ لا یدْفَعُها عَنّی أَحَدٌ وَإنْ عَظُمَتْ حیلَتُهُ وَصَفَتْ خُلَّتُهُ ؛ لا إلهَ إلاّ هُوَ.

لاِءنَّهُ قَدْ أعْلَمَنی أَنّی إنْ لَمْ أُبَلِّغْ ما أَنْزَلَ إلَی فی حَقِّ عَلِی فَما بَلَّغْتُ رِسالَتَهُ، وَقَدْ ضَمِنَ لی تَبارَکَ وَتَعالی الْعِصْمَةَ مِنَ النّاسِ وَهُوَ اللّه‏ُ الْکافِی الْکَریمُ.

فَأَوْحی إلَی: «بِسْمِ اللّه‏ِ الرَّحْمنِ الرَّحیمِ، یا أَیهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ ما أُنْزِلَ إلَیکَ مِنْ رَبِّکَ ـ فی عَلِی، یعْنی فِی الْخِلافَةِ لِعَلِی بْنِ أَبیطالِبٍ ـ وَإنْ لَمْ تَفْعَلْ فَما بَلَّغْتَ رِسالَتَهُ وَاللّه‏ُ یعْصِمُکَ مِنَ النّاسِ».

مَعاشِرَ النّاسِ، ما قَصَّرْتُ فی تَبْلیغِ ما أَنْزَلَ اللّه‏ُ تَعالی إلَی، وَأَنَا أُبَینُ لَکُمْ سَبَبَ هذِهِ الاْآیةِ: إنَّ جَبْرَئیلَ هَبَطَ إلَی مِرارا ثَلاثا یأْمُرُنی عَنِ السَّلامِ رَبّی ـ وَهُوَ السَّلامُ ـ أَنْ أَقُومَ فی هذَا الْمَشْهَدِ فَأُعْلِمَ کُلَّ أَبْیضَ وَأَسْوَدَ: أَنَّ عَلِی بْنَ أَبیطالِبٍ أَخی وَوَصِیی وَخَلیفَتی عَلی أُمَّتی وَالاْءمامُ مِنْ بَعْدی، الَّذی مَحَلُّهُ مِنّی مَحَلُّ هارُونَ مِنْ مُوسی اءلاّ أَنَّهُ لا نَبِی بَعْدی، وَهُوَ وَلِیکُمْ بَعْدَ اللّه‏ِ وَرَسُولِهِ.

وَقَدْ أَنْزَلَ اللّه‏ُ تَبارَکَ وَتَعالی عَلَی بِذلِکَ آیةً مِنْ کِتابِهِ هی: «إنَّما وَلِیکُمُ اللّه‏ُ وَرَسُولُهُ وَالَّذینَ آمَنُوا الَّذینَ یقیمُونَ الصَّلاةَ وَیؤْتُونَ الزَّکاةَ وَهُمْ راکِعُونَ»، وَعَلِی بْنُ أَبیطالِبٍ الَّذی أقامَ الصَّلاةَ وَآتَی الزَّکاةَ وَهُوَ راکِعٌ یریدُ اللّه‏َ عَزَّ وَجَلَّ فی کُلِّ حالٍ.

وَسَأَلْتُ جَبْرَئیلَ أَنْ یسْتَعْفِی لِی السَّلامَ عَنْ تَبْلیغِ ذلِکَ إلَیکُمْ ـ أَیهَا النّاسُ ـ لِعِلْمی بِقِلَّةِ الْمُتَّقینَ وَکَثْرَةِ الْمُنافِقینَ وَإدْغالِ اللاّئِمینَ وَحِیلِ الْمُسْتَهْزِئینَ بِالاْءسْلامِ، الَّذینَ وَصَفَهُمُ اللّه‏ُ فی کِتابِهِ بِأَنَّهُمْ یقُولُونَ بِأَلْسِنَتِهِمْ ما لَیسَ فی قُلُوبِهِمْ، وَیحْسَبُونَهُ هَینا وَهُوَ عِنْدَ اللّه‏ِ عَظیمٌ، وَکَثْرَةِ أَذاهُمْ لی غَیرَ مَرَّةٍ، حَتّی سَمُّونی أُذُنا وَزَعَمُوا أَنّی کَذلِکَ لِکَثْرَةِ مُلازَمَتِهِ إیای وَإقْبالی عَلَیهِ وَهَواهُ وَقَبُولِهِ مِنّی، حَتّی أَنْزَلَ اللّه‏ُ عَزَّ وَجَلَّ فی ذلِکَ: «وَمِنْهُمُ الَّذینَ یؤْذُونَ النَّبِی وَیقُولُونَ هُوَ أُذُنٌ، قُلْ أُذُنُ ـ عَلَی الَّذینَ یزْعَمُونَ أَنَّهُ أُذُنٌ ـ خَیرٍ لَکُمْ، یؤْمِنُ بِاللّه‏ِ وَیؤْمِنُ لِلْمُؤْمِنینَ وَرَحْمَةٌ لِلَّذینَ آمَنوا مِنْکُمْ وَالَّذینَ یؤذُونَ رَسُولَ اللّه‏ِ لَهُمْ عَذابٌ أَلیمٌ».

وَلَوْ شِئْتُ أَنْ أُسَمِّی الْقائِلینَ بِذلِکَ بِأَسْمائِهِمْ لَسَمَّیتُ، وَأَنْ أومِئَ إلَیهِمْ بِأَعْیانِهِمْ لاَءَوْمَأْتُ، وَأَنْ أَدُلَّ عَلَیهِمْ لَدَلَلْتُ، وَلکِنّی وَاللّه‏ِ فی أُمُورِهِمْ قَدْ تَکَرَّمْتُ.

وَکُلُّ ذلِکَ لا یرْضَی اللّه‏ُ مِنّی إلاّ أَنْ أُبَلِّغَ ما أَنْزَلَ اللّه‏ُ إلَی فی حَقِّ عَلِی، «یا أَیهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ ما أُنْزِلَ إلَیکَ مِنْ رَبِّکَ ـ فی حَقِّ عَلِی ـ وَاِنْ لَمْ تَفْعَلْ فَما بَلَّغْتَ رِسالَتَهُ وَاللّه‏ُ یعْصِمُکَ مِنَ النّاسِ».


الإعلان الرسمی بإمامة الأئمة الاثنی عشر علیهم‏السلام و ولایتهم


فَاعْلَمُوا مَعاشِرَ النّاسِ ذلِکَ فیهِ وَافْهَمُوهُ، وَاعْلَمُوا أَنَّ اللّه‏َ قَدْ نَصَبَهُ لَکُمْ وَلِیا وَإماما فَرَضَ طاعَتَهُ عَلَی الْمُهاجِرینَ وَالاْءَنْصارِ وَعَلَی التّابِعینَ لَهُمْ بِإحْسانٍ، وَعَلَی الْبادی وَالْحاضِرِ، وَعَلَی الْعَجَمِی وَالْعَرَبِی، وَالْحُرِّ وَالْمَمْلُوکِ وَالصَّغیرِ وَالْکَبیرِ، وَعَلَی الاْءَبْیضِ وَالاْءَسْوَدِ، وَ عَلی کُلِّ مُوَحِّدٍ ماضٍ حُکْمُهُ، جازٍ قَوْلُهُ، نافِذٌ أَمْرُهُ، مَلْعُونٌ مَنْ خالَفَهُ، مَرْحُومٌ مَنْ تَبِعَهُ وَصَدَّقَهُ، فَقَدْ غَفَرَ اللّه‏ُ لَهُ وَلِمَنْ سَمِعَ مِنْهُ وَأَطاعَ لَهُ.

مَعاشِرَ النّاسِ، إنَّهُ آخِرُ مَقامٍ أَقُومُهُ فی هذَا الْمَشْهَدِ، فَاسْمَعُوا وَأَطیعُوا وَانْقادُوا لاِءَمْرِ اللّه‏ِ رَبِّکُمْ، فَإنَّ اللّه‏َ عَزَّ وَجَلَّ هُوَ مَوْلاکُمْ وَإلهُکُمْ، ثُمَّ مِنْ دُونِهِ رَسُولُهُ وَنَبِیهُ الْمُخاطِبُ لَکُمْ، ثُمَّ مِنْ بَعْدی عَلِی وَلِیکُمْ وَإمامُکُمْ بِأَمْرِ اللّه‏ِ رَبِّکُمْ، ثُمَّ الاْءمامَةُ فی ذُرِّیتی مِنْ وُلْدِهِ إلی یوْمٍ تَلْقَوْنَ اللّه‏َ وَرَسُولَهُ.

لا حَلالَ اءلاّ ما أَحَلَّهُ اللّه‏ُ وَرَسُولُهُ وَهُمْ، وَلا حَرامَ اءلاّ ما حَرَّمَهُ اللّه‏ُ عَلَیکُمْ وَرَسُولُهُ وَهُمْ، وَاللّه‏ُ عَزَّ وَجَلَّ عَرَّفَنِی الْحَلالَ وَالْحَرامَ وَأَنَا أَفْضَیتُ بِما عَلَّمَنی رَبّی مِنْ کِتابِهِ وَحَلالِهِ وَحَرامِهِ اءلَیهِ.

مَعاشِرَ النّاسِ، فَضِّلُوهُ. ما مِنْ عِلْمٍ إلاّ وَقَدْ أَحْصاهُ اللّه‏ُ فِی، وَکُلُّ عِلْمٍ عُلِّمْتُ فَقَدْ أَحْصَیتُهُ فی إمامِ الْمُتَّقینَ، وَما مِنْ عِلْمٍ إلاّ وَقَدْ عَلَّمْتُهُ عَلِیا، وَهُوَ الاْءمامُ الْمُبینُ الَّذی ذَکَرَهُ اللّه‏ُ فی سُورَةِ یسآ: «وکُلَّ شَیءٍ أَحْصَیناهُ فی إمامٍ مُبینٍ».

مَعاشِرَ النّاسِ، لا تَضِلُّوا عَنْهُ وَلا تَنْفِرُوا مِنْهُ، وَلا تَسْتَنْکِفُوا عَنْ وِلایتِهِ، فَهُوَ الَّذی یهْدی إلَی الْحَقِّ وَیعْمَلُ بِهِ، وَیزْهِقُ الْباطِلَ وَینْهی عَنْهُ، وَلا تَأْخُذُهُ فِی اللّه‏ِ لَوْمَةُ لائِمٍ. أَوَّلُ مَنْ آمَنَ بِاللّه‏ِ وَرَسُولِهِ، لَمْ یسْبِقْهُ إلَی الاْیمانِ بی‌أَحَدٌ، وَالَّذی فَدی رَسُولَ اللّه‏ِ بِنَفْسِهِ، وَالَّذی کانَ مَعَ رَسُولِ اللّه‏ِ وَلا أَحَدَ یعْبُدُ اللّه‏َ مَعَ رَسُولِهِ مِنَ الرِّجالِ غَیرُهُ. أَوَّلُ النّاسِ صَلاةً وَأَوَّلُ مَنْ عَبَدَ اللّه‏َ مَعی. أَمَرْتُهُ عَنِ اللّه‏ِ أَنْ ینامَ فی مَضْجَعی، فَفَعَلَ فادِیا لی بِنَفْسِهِ.

مَعاشِرَ النّاسِ، فَضِّلُوهُ فَقَدْ فَضَّلَهُ اللّه‏ُ، وَاقْبَلُوهُ فَقَدْ نَصَبَهُ اللّه‏ُ.

مَعاشِرَ النّاسِ، إنَّهُ إمامٌ مِنَ اللّه‏ِ، وَلَنْ یتُوبَ اللّه‏ُ عَلی أَحَدٍ أَنْکَرَ وِلایتَهُ وَلَنْ یغْفِرَ لَهُ، حَتْما عَلَی اللّه‏ِ أَنْ یفْعَلَ ذلِکَ بِمَنْ خالَفَ أَمْرَهُ وَأَنْ یعَذِّبَهُ عَذابا نُکْرا أَبَدَ الاْآبادِ وَدَهْرَ الدُّهُورِ. فَاحْذَرُوا أَنْ تُخالِفُوهُ، فَتَصْلُوا نارا وَقُودُهَا النّاسُ وَالْحِجارَةُ أُعِدَّتْ لِلْکافِرینَ.

مَعاشِرَ النّاسِ، بی‌ـ وَاللّه‏ِ ـ بَشَّرَ الاْءَوَّلُونَ مِنَ النَّبِیینَ وَالْمُرْسَلینَ، وَأَنَا ـ وَاللّه‏ِ ـ خاتَمُ الاْءَنْبِیاءِ وَالْمُرْسَلینَ، وَالْحُجَّةُ عَلی جَمیعِ الْمَخْلُوقینَ مِنْ أَهْلِ السَّماواتِ وَالاْءَرَضینَ. فَمَنْ شَکَّ فی ذلِکَ فَقَدْ کَفَرَ کُفْرَ الْجاهِلِیةِ الاُْولی، وَمَنْ شَکَّ فی شَیءٍ مِنْ قَوْلی هذا فَقَدْ شَکَّ فی کُلِّ ما أُنْزِلَ اءلَی، وَمَنْ شَکَّ فی واحِدٍ مِنَ الاْءَئِمَّةِ فَقَدْ شَکَّ فِی الْکُلِّ مِنْهُمْ، وَالشّاکُ فینا فِی النّارِ.

مَعاشِرَ النّاسِ، حَبانِی اللّه‏ُ عَزَّ وَجَلَّ بِهذِهِ الْفَضیلَةِ مَنّا مِنْهُ عَلَی وَإحْسانا مِنْهُ إلَی وَلا إلهَ إلاّ هُوَ، أَلا لَهُ الْحَمْدُ مِنّی أَبَدَ الآبِدینَ وَدَهْرَ الدّاهِرینَ وَعَلی کُلِّ حالٍ. مَعاشِرَ النّاسِ، فَضِّلُوا عَلِیا فَاءنَّهُ أَفْضَلُ النّاسِ بَعْدی مِنْ ذَکَرٍ وَأُنْثی ما أَنْزَلَ اللّه‏ُ الرِّزْقَ وَبَقِی الْخَلْقُ.

مَلْعُونٌ مَلْعُونٌ، مَغْضُوبٌ مَغْضُوبٌ مَنْ رَدَّ عَلَی قَوْلی هذا وَلَمْ یوافِقْهُ. أَلا إنَّ جَبْرَئیلَ خَبَّرَنی عَنِ اللّه‏ِ تَعالی بِذلِکَ وَیقُولُ: «مَنْ عادی عَلِیا وَلَمْ یتَوَلَّهُ فَعَلَیهِ لَعْنَتی وَغَضَبی»، «وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ ما قَدَّمَتْ لِغَدٍ وَاتَّقُوا اللّه‏َ ـ أَنْ تُخالِفُـوهُ فَتَزِلَّ قَدَمٌ بَعْدَ ثُبُوتِها ـ إنَّ اللّه‏َ خَبیرٌ بِما تَعْمَلُونَ».

مَعاشِرَ النّاسِ، إنَّهُ جَنْبُ اللّه‏ِ الَّذی ذَکَرَ فی کِتابِهِ الْعَزیزِ، فَقالَ تَعالی مُخْبرا عَمَّنْ یخالِفُهُ: «أَنْ تَقُولَ نَفْسٌ یا حَسْرَتا عَلی ما فَرَّطْتُ فی جَنْبِ اللّه‏ِ».

مَعاشِرَ النّاسِ، تَدَبَّرُوا القُرْآنَ وَافْهَمُوا آیاتِهِ، وَانْظُرُوا إلی مُحْکَماتِهِ وَلا تَتَّبِعُوا مُتَشابِهَهُ، فَوَاللّه‏ِ لَنْ یبَینَ لَکُمْ زَواجِرَهُ وَلَنْ یوضِحَ لَکُمْ تَفْسیرَهُ إلاَّ الَّذی أَنَا آخِذٌ بِیدِهِ وَمُصْعِدُهُ إلَی وَشائِلٌ بِعَضُدِهِ وَرافِعُهُ بِیدی وَمُعْلِمُکُمْ: أَنَّ مَنْ کُنْتُ مَوْلاهُ فَهذا عَلِی مَوْلاهُ، وَهُوَ عَلِی بْنُ أَبیطالِبٍ أَخی وَوَصِیی، وَمُوالاتُهُ مِنَ اللّه‏ِ عَزَّ وَجَلَّ أَنْزَلَها عَلَی.

مَعاشِرَ النّاسِ، إنَّ عَلِیا وَالطَّیبینَ مِنْ وُلْدی مِنْ صُلْبِهِ هُمُ الثِّقْلُ الاْءَصْغَرُ، وَالْقُرْآنُ الثِّقْلُ الاْءَکْبَرُ، فَکُلُّ واحِدٍ مِنْهُما مُنْبِئٌ عَنْ صاحِبِهِ وَمُوافِقٌ لَهُ، لَنْ یفْتَرِقا حَتّی یرِدا عَلَی الْحَوْضَ.

أَلا إنَّهُمْ أُمَناءُ اللّه‏ِ فی خَلْقِهِ وَحُکّامُهُ فی أَرْضِهِ.

أَلا وَقَدْ أَدَّیتُ، أَلا وَقَدْ بَلَّغْتُ، أَلا وَقَدْ أَسْمَعْتُ، أَلا وَقَدْ أَوْضَحْتُ. ألا وَإنَّ اللّه‏َ عَزَّ وَجَلَّ قالَ، وَأَنَا قُلْتُ عَنِ اللّه‏ِ عَزَّ وَجَلَّ.

أَلا اءنَّهُ لا «أَمیرَالْمُؤْمِنینَ» غَیرَ أَخی هذا. أَلا لا تَحِلُّ اءمْرَةُ الْمُؤْمِنینَ بَعْدی لاِءَحَدٍ غَیرِهِ.

رفع علی علیه‏السلام بیدی رسول اللّه‏ صلی‏الله‏علیه‏و‏آله ثم ضرب بیده إلی عضد علی علیه‏السلام فرفعه، وکان أمیرالمؤمنین علیه‏السلام منذ أول ما صعد رسول اللّه‏ صلی‏الله‏علیه‏و‏آله منبره علی درجة دون مقامه مُتیامِنا عن وجه رسول اللّه‏ صلی‏الله‏علیه‏و‏آله کأنَّهما فی مقام واحد. فرفعه رسول اللّه‏ صلی‏الله‏علیه‏و‏آله بیده وبسطهما إلی السماء وشال علیا علیه‏السلام حتی صارت رجله مع رکبة رسول اللّه‏ صلی‏الله‏علیه‏و‏آله، ثم قال: أیهَا النّاسُ، مَنْ أوْلی بِکُمْ مِنْ أنْفُسِکُمْ؟ قالوا: اللّه‏ُ وَ رَسوُلُهُ. فَقالَ:

ألا فَمَنْ کُنْتُ مَوْلاهُ فَهذا عَلِی مَوْلاهُ، اللّهُمَّ والِ مَنْ والاهُ وَعادِ مَنْ عاداهُ وَانْصُرْ مَنْ نَصَرَهُ وَاخْذُلْ مَنْ خَذَلَهُ.

مَعاشِرَ النّاسِ، هذا عَلِی أَخی وَوَصِیی وَواعی عِلْمی، وخَلیفَتی فی أُمَّتی عَلی مَنْ آمَنَ بی‌وَعَلی تَفْسیرِ کِتابِ اللّه‏ِ عَزَّ وجَلَّ وَالدّاعی إلَیهِ وَالْعامِلُ بِما یرْضاهُ وَالْمُحارِبُ لاِءَعْدائِهِ وَالْمُوالی عَلی طاعَتِهِ وَالنّاهی عَنْ مَعْصِیتِهِ.

إنَّهُ خَلیفَةُ رَسُولِ اللّه‏ِ وَأَمیرُالْمُؤْمِنینَ وَالإمامُ الْهادی مِنَ اللّه‏ِ، وَقاتِلُ النّاکِثینَ وَالْقاسِطینَ وَالْمارِقینَ بِأَمْرِ اللّه‏ِ.

یقُولُ اللّه‏ُ: «ما یبَدَّلُ الْقَوْلُ لَدَی». بِأَمْرِکَ یا رَبِّ أَقُولُ:

اللّهُمَّ والِ مَنْ والاهُ وَعادِ مَنْ عاداهُ وَاْنصُرْ مَنْ نَصَرَهُ وَاخْذُلْ مَنْ خَذَلَهُ وَالْعَنْ مَنْ أَنْکَرَهُ وَاغْضِبْ عَلی مَنْ جَحَدَ حَقَّهُ. اللّهُمَّ إنَّکَ أَنْزَلْتَ الاْآیةَ فی عَلِی وَلِیکَ عِنْدَ تَبْیینِ ذلِکَ وَنَصْبِکَ إیاهُ لِهذَا الْیوْمِ: «الْیوْمَ أَکْمَلْتُ لَکُمْ دینَکُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَیکُمْ نِعْمَتی وَرَضیتُ لَکُمُ الاْءسْلامَ دینا»، وَ قُلْتَ: «إنَّ الدّینَ عِنْدَ اللّه‏ِ اْلإسْلامُ»، وَ قُلْتَ: «وَ مَنْ یبْتَغِ غَیرَ الاْءسْلامِ دینا فَلَنْ یقْبَلَ مِنْهُ وَ هُوَ فِی الاْآخِرَةِ مِنَ الْخاسِرینَ».

اللّهُمَّ إنّی أُشْهِدُکَ أَنّی قَدْ بَلَّغْتُ.


التأکید علی توجه الأُمة نحو مسألة الإمامة


مَعاشِرَ النّاسِ، إنَّما أَکْمَلَ اللّه‏ُ عَزَّ وَجَلَّ دینَکُمْ بِإمامَتِهِ. فَمَنْ لَمْ‏یأْتَمَّ بِهِ وَبِمَنْ یقُومُ مَقامَهُ مِنْ وُلْدی مِنْ صُلْبِهِ إلی یوْمِ الْقِیامَةِ وَالْعَرْضِ عَلَی اللّه‏ِ عَزَّ وَجَلَّ فَأُولئِکَ الَّذینَ حَبِطَتْ أَعْمالُهُمْ فِی الدُّنْیا والاْآخِرَةِ وَفِی النّارِ هُمْ خالِدُونَ، «لا یخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذابُ وَلا هُمْ ینْظَرُونَ».

مَعاشِرَ النّاسِ، هذا عَلِی، أَنْصَرُکُمْ لی وَأَحَقُّکُمْ بی‌وَأَقْرَبُکُمْ إلَی وَأَعَزُّکُمْ عَلَی، وَاللّه‏ُ عَزَّ وَجَلَّ وَأَنَا عَنْهُ راضِیانِ. وَما نَزَلَتْ آیةُ رِضی فِی الْقُرْآنِ إلاّ فیهِ، وَلا خاطَبَ اللّه‏ُ الَّذینَ آمَنُوا إلاّ بَدَأَ بِهِ، وَلا نَزَلَتْ آیةُ مَدْحٍ فِی الْقُرآنِ إلاّ فیهِ، وَلا شَهِدَ اللّه‏ُ بِالْجَنَّةِ فی «هَلْ أَتی عَلَی الاِْنْسانِ» إلاّ لَهُ، وَلا أَنْزَلَـها فی سِواهُ وَلا مَدَحَ بِهـا غَیرَهُ.

مَعاشِرَ النّاسِ، هُوَ ناصِرُ دینِ اللّه‏ِ وَالْمُجادِلُ عَنْ رَسُولِ اللّه‏ِ، وَهُوَ التَّقِی النَّقِی الْهادِی الْمَهْدِی. نَبِیکُمْ خَیرُ نَبِی وَوَصِیکُمْ خَیرُ وَصِی وَبَنُوهُ خَیرُ الاْءَوْصِیاءِ.

مَعـاشِرَ النّـاسِ، ذُرِّیـةُ کُلُّ نَبِـی مِنْ صُلْـبِهِ، وَذُرِّیتـی مِنْ صُلْبِ أمیرِالْمُؤْمِنینَ عَلِی.

مَعاشِرَ النّاسِ، إنَّ إبْلیسَ أَخْرَجَ آدَمَ مِنَ الْجَنَّةِ بِالْحَسَدِ، فَلا تَحْسُدُوهُ فَتَحْبِطَ أَعْمالُکُمْ وَتَزِلَّ أَقْدامُکُمْ، فَإنَّ آدَمَ أُهْبِطَ إلَی الاْءَرْضِ بِخَطیئَةٍ واحِدَةٍ، وَهُوَ صَفْوَةُ اللّه‏ِ عَزَّ وَجَلَّ، وَکَیفَ بِکُمْ وَأَنْتُمْ أَنْتُمْ وَمِنْکُمْ أَعْداءُ اللّه‏ِ.

ألا وَإنَّهُ لا یبْغِضُ عَلِیا إلاّ شَقِی، وَلا یوالی عَلِیا إلاّ تَقِی، وَلا یؤمِنُ بِهِ إلاّ مُؤمِنٌ مُخْلِصٌ. وَفی عَلِی ـ وَاللّه‏ِ ـ نَزَلَتْ سُورَةُ الْعَصْرِ: «بِسْمِ اللّه‏ِ الرَّحْمنِ الرَّحیمِ، وَالْعَصْرِ، إنَّ الاْءنْسانَ لَفی خُسْرٍ» إلاّ عَلِی الَّذی آمَنَ وَرَضِی بِالْحَقِّ وَالصَّبْرِ.

مَعاشِرَ النّاسِ، قَدْ اسْتَشْهَدْتُ اللّه‏َ وَبَلَّغْتُکُمْ رِسالَتی وَما عَلَی الرَّسُولِ إلاَّ الْبَلاغُ الْمُبینُ.

مَعاشِرَ النّاسِ، «اتَّقُوا اللّه‏َ حَقَّ تُقاتِهِ وَلا تَمُوتُنَّ إلاّ وَأَنْتُمْ مُسْلِمُونَ».


الإشارة إلی مقاصد المنافقین


مَعاشِرَ النّاسِ، «آمِنُوا بِاللّه‏ِ وَرَسُولِهِ وَالنُّورِ الَّذی أُنْزِلَ مَعَهُ مِنْ قَبْلِ أَنْ نَطْمِسَ وُجُوها فَنَرُدَّها عَلی أدْبارِها أَوْ نَلْعَنَهُمْ کَما لَعَنّا أَصْحابَ السَّبْتِ». بِاللّه‏ِ ما عَنی بِهذِهِ الاْآیةِ إلاّ قَوْما مِنْ أَصْحابی أَعْرِفُهُمْ بِأَسْمائِهِمْ وَأَنْسابِهِمْ، وَقَدْ أُمِرْتُ بِالصَّفْحِ عَنْهُمْ. فَلْیعْمَـلْ کُلُّ امْرِئٍ عَلی ما یجِدُ لِعَلِی فی قَلْبِهِ مِنَ الْحُبِّ وَالْبُغْضِ.

مَعاشِرَ النّاسِ، النُّورُ مِنَ اللّه‏ِ عَزَّ وَجَلَّ مَسْلُوکٌ فِی، ثُمَّ فی عَلِی بْنِ أَبیطالِبٍ، ثُمَّ فِی النَّسْلِ مِنْهُ إلَی الْقائِمِ الْمَهْدِی الَّذی یأْخُذُ بِحَقِّ اللّه‏ِ وَبِکُلِّ حَقٍّ هُوَ لَنا، لاِءَنَّ اللّه‏َ عَزَّ وَجَلَّ قَدْ جَعَلَنا حُجَّةً عَلَی الْمُقَصِّرینَ وَالْمُعانِدینَ وَالْمُخالِفینَ وَالْخائِنینَ وَالاْآثِمینَ وَالظّالِمینَ وَالْغاصِبینَ مِنْ جَمیعِ الْعالَمینَ.

مَعاشِرَ النّاسِ، أُنْذِرُکُمْ أَنّی رَسُولُ اللّه‏ِ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِی الرُّسُلُ، أَفَإنْ مِتُّ أَوْ قُتِلْتُ انْقَلَبْتُمْ عَلی أَعْقابِکُمْ ؟ وَمَنْ ینْقَلِبْ عَلی عَقِبَیهِ فَلَنْ یضُرَّ اللّه‏َ شَیئا وَسَیجْزِی اللّه‏ُ الشّاکِرینَ الصّابِرینَ. أَلا وَإنَّ عَلِیا هُوَ الْمَوْصُوفُ بِالصَّبْرِ وَالشُّکْرِ، ثُمَّ مِنْ بَعْدِهِ وُلْدی مِنْ صُلْبِهِ.

مَعاشِرَ النّاسِ، لا تَمُنُّوا عَلَی بِإسْلامِکُمْ، بَلْ لا تَمُنُّوا عَلَی اللّه‏ِ فَیحْبِطَ عَمَلَکُمْ وَیسْخَطَ عَلَیکُمْ وَیبْتَلِیکُمْ بِشُواظٍ مِنْ نارٍ وَنُحاسٍ، إنَّ رَبَّکُمْ لَبِالْمِرْصادِ.

مَعاشِرَ النّاسِ، إنَّهُ سَیکُونُ مِنْ بَعْدی أَئِمَّةٌ یدْعُونَ إلَی النّارِ وَیوْمَ الْقِیامَةِ لا ینْصَرُونَ.

مَعاشِرَ النّاسِ، إنَّ اللّه‏َ وَأَنَا بَریئانِ مِنْهُمْ.

مَعاشِرَ النّاسِ، إنَّهُمْ وَأَنْصارَهُمْ وَأَتْباعَهُمْ وَأَشْیاعَهُمْ فِی الدَّرْکِ الاْءَسْفَلِ مِنَ النّارِ وَلَبِئْسَ مَثْوَی الْمُتَکَبِّرینَ.

ألا اءنَّهُـمْ أَصْحـابُ الصَّحیفَـةِ، فَلْینْظُـرْ أَحَـدُکُمْ فـی صَحیفَتِـهِ!!

قال: فذهب علی الناس ـ إلاّ شرذمة منهم ـ أمر الصحیفة.

مَعاشِرَ النّاسِ، إنّی أَدَعُها إمامَةً وَوِراثَةً فی عَقِبی إلی یوْمِ الْقِیامَةِ، وَقَدْ بَلَّغْتُ ما أُمِرْتُ بِتَبْلیغِهِ حُجَّةً عَلی کُلِّ حاضِرٍ وَغائِبٍ، وَعَلی کُلِّ أَحَدٍ مِمَّنْ شَهِدَ أَوْ لَمْ یشْهَدْ، وُلِدَ أَوْ لَمْ یولَدْ، فَلْیبَلِّغِ الْحاضِرُ الْغائِبَ وَالْوالِدُ الْوَلَدَ إلی یوْمِ الْقِیامَةِ.

وَسَیجْعَلُونَ الاْءمامَةَ بَعْدی مُلْکاً وَاغْتِصاباً، ألا لَعَنَ اللّه‏ُ الْغاصِبینَ الْمُغْتَصِبینَ، وَعِنْدَها سَیفْرُغُ لَکُمْ أَیهَا الثَّقَلانِ مَنْ یفْرُغُ، وَیرْسَلُ عَلَیکُما شُواظٌ مِنْ نارٍ وَنُحاسٌ فَلا تَنْتَصِرانِ. مَعاشِرَ النّاسِ، إنَّ اللّه‏َ عَزَّ وَجَلَّ لَمْ یکُنْ لِیذَرَکُمْ عَلی ما أَنْتُمْ عَلَیهِ حَتّی یمیزَ الْخَبیثَ مِنَ الطَّیبِ، وَما کانَ اللّه‏ُ لِیطْلِعَکُمْ عَلَی الْغَیبِ.

مَعاشِرَ النّاسِ، اءنَّهُ ما مِنْ قَرْیةٍ اءلاّ وَاللّه‏ُ مُهْلِکُها بِتَکْذیبِها قَبْلَ یوْمِ الْقِیامَةِ، وَمُمَلِّکُهَا الاْءمامَ الْمَهْدِی وَاللّه‏ُ مُصَدِّقٌ وَعْدَهُ.

مَعاشِرَ النّاسِ، قَدْ ضَلَّ قَبْلَکُمْ أَکْثَرُ الاْءَوَّلینَ، وَاللّه‏ُ لَقَدْ أَهْلَکَ الاْءَوَّلینَ، وَهُوَ مُهْلِکُ الاْآخِرینَ. قالَ اللّه‏ُ تَعالی: «أَلَمْ نُهْلِکِ الاْءَوَّلینَ، ثُمَّ نُتْبِعُهُمُ الاْآخِرینَ، کَذلِکَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِمینَ، وَیلٌ یوْمَئِذٍ لِلْمُکَذِّبینَ».

مَعاشِرَ النّاسِ، إنَّ اللّه‏َ قَدْ أَمَرَنی وَنَهانی، وَقَدْ أَمَرْتُ عَلِیا وَنَهَیتُهُ بِأَمْرِهِ. فَعِلْمُ الاْءَمْرِ وَالنَّهْی لَدَیهِ، فَاسْمَعُوا لاِءَمْرِهِ تَسْلِمُوا وَأَطیعُوهُ تَهْتَدُوا وَانْتَهُوا لِنَهْیهِ تَرْشُدُوا، وَصیرُوا إلی مُرادِهِ وَلا تَتَفَرَّقْ بِکُمُ السُّبُلُ عَنْ سَبیلِهِ.


أولیاء أهل البیت علیهم‏السلام وأعداءهم


مَعاشِرَ النّاسِ، أَنَا صِراطُ اللّه‏ِ الْمُسْتَقیمُ الَّذی أَمَرَکُمْ بِاتِّباعِهِ، ثُمَّ عَلِی مِنْ بَعْدی، ثُمَّ وُلْدی مِنْ صُلْبِهِ أَئِمَّةُ الْهُدی، یهْدُونَ إلَی الْحَقِّ وَبِهِ یعْدِلُونَ.

«بِسْمِ اللّه‏ِ الرَّحْمنِ الرَّحیمِ، الْحَمْدُ للّه‏ِِ رَبِّ الْعالَمینَ، الرَّحْمنِ الرَّحیمِ، مالِکِ یوْمِ الدّینِ، إیاکَ نَعْبُدُ وَإیاکَ نَسْتَعینُ، اهْدِنَا الصِّراطَ الْمُسْتَقیمَ، صِراطَ الَّذینَ أَنْعَمْتَ عَلَیهِمْ غَیرِ الْمَغْضُوبُ عَلَیهِمْ وَلاَ الضّالّینَ»، فِی نَزَلَتْ وَفیهِمْ وَاللّه‏ِ نَزَلَتْ، وَلَهُمْ عَمَّتْ، وَإیاهُمْ خَصَّتْ، أُولئِکَ أَوْلِیاءُ اللّه‏ِ الَّذینَ لا خَوْفٌ عَلَیهِمْ وَلا هُمْ یحْزَنُونَ. أَلا إنَّ حِزْبَ اللّه‏ِ هُمُ الْغالِبُونَ. أَلا إنَّ أَعْداءَهُمْ هُمُ السُّفَهاءُ الْغاوُونَ إخْوانُ الشَّیاطینِ، یوحی بَعْضُهُمْ إلی بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُورا.

أَلا إنَّ أوْلِیاءَهُمُ الَّذینَ ذَکَرَهُمُ اللّه‏ُ فی کِتابِهِ، فَقالَ عَزَّ وَجَلَّ: «لا تَجِدُ قَوْما یؤْمِنُونَ بِاللّه‏ِ وَالْیومِ الاْآخِرِ یوادُّونَ مَنْ حادَّ اللّه‏َ وَرَسُولَهُ وَلَوْ کانُوا آبائَهُمْ أَوْ أَبْنائَهُمْ أَوْ إخْوانَهُمْ أَوْ عَشیرَتَهُمْ، أُولئِکَ کَتَبَ فی قُلُوبِهِمُ الاْیمانَ وَأَیدَهُمْ بِرُوحٍ مِنْهُ وَیدْخِلُهُمْ جَنّاتٍ تَجْری مِنْ تَحْتِهَا الاْءَنْهارُ خالِدینَ فیها رَضِی اللّه‏ُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ أُولئِکَ حِزْبُ اللّه‏ِ أَلا إنَّ حِزْبَ اللّه‏ِ هُمُ الْمُفْلِحُونَ».

أَلا إنَّ أَوْلِیاءَهُمُ الْمُؤْمِنُونَ الَّذینَ وَصَفَهُمُ اللّه‏ُ عَزَّ وَجَلَّ فَقالَ: «الَّذینَ آمَنُوا وَلَمْ یلْبَسُوا ایمانَهُمْ بِظُلْمٍ أُولـئِکَ لَهُمُ الاْءَمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُونَ».

أَلا إنَّ أَوْلِیاءَهُمُ الَّذینَ آمَنُوا وَلَمْ یرْتابُوا.

أَلا إنَّ أَوْلِیاءَهُمُ الَّذینَ یدْخُلُونَ الْجَنَّةَ بِسَلامٍ آمِنینَ، تَتَلَقّاهُمُ الْمَلائِکَةُ بِالتَّسْلیمِ یقُولُونَ: سَلامٌ عَلَیکُمْ طِبْتُمْ فَادْخُلُوها خالِدینَ.

أَلا إنَّ أَوْلِیاءَهُمْ، لَهُمُ الْجَنَّةُ یرْزَقُونَ فیها بِغَیرِ حِسابٍ.

أَلا إنَّ أَعْداءَهُمُ الَّذینَ یصْلَوْنَ سَعیرا.

أَلا إنَّ أَعْداءَهُمُ الَّذینَ یسْمَعُونَ لِجَهَنَّمَ شَهیقا وَهِی تَفُورُ وَیرَوْنَ لَها زَفیرا.

أَلا إنَّ أَعْداءَهُمُ الَّذینَ قالَ اللّه‏ُ فیهِمْ: «کُلَّما دَخَلَتْ أُمَّةٌ لَعَنَتْ أُخْتَها حَتّی إذَا ادّارَکُوا فیها جَمیعا قالَتْ أُخْریهُمْ لاِءوُلیهُمْ رَبَّنا هؤُلاءِ أَضَلُّونا فَآتِهِمْ عَذابا ضِعْفا مِنَ النّارِ قالَ لِکُلٍّ ضِعْفٌ وَلکِنْ لاتَعْلَمُونَ».

أَلا إنَّ أَعْداءَهُمُ الَّذینَ قالَ اللّه‏ُ عَزَّ وَجَلَّ: «کُلَّما أُلْقِی فیها فَوْجٌ سَأَلَهُمْ خَزَنَتُها أَلَمْ یأْتِکُمْ نَذیرٌ، قالُوا بَلی قَدْ جاءَنا نَذیرٌ فَکَذَّبْنا وَقُلْنا ما نَزَّلَ اللّه‏ُ مِنْ شَیءٍ، إنْ أَنْتُمْ إلاّ فی ضَلالٍ کَبیرٍ، وَقالوُا لَوْ کُنّا نَسْمَعُ أَوْ نَعْقِلُ ما کُنّا فی أَصْحابِ السَّعیرِ فَاعْتَرَفوُا بِذَنْبِهِمْ فَسُحْقا لاِءَصْحابِ السَّعیرِ».

أَلا إنَّ أَوْلِیاءَهُمُ الَّذینَ یخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَیبِ، لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَأَجْرٌ کَبیرٌ.

مَعاشِرَ النّاسِ، شَتّانَ ما بَینَ السَّعیرِ وَالاْءَجْرِ الْکَبیرِ.

مَعاشِرَ النّاسِ، عَدُوُّنا مَنْ ذَمَّهُ اللّه‏ُ وَلَعَنَهُ، وَوَلِینا کُلُّ مَنْ مَدَحَهُ اللّه‏ُ وَأَحَبَّهُ.

مَعاشِرَ النّاسِ، أَلا وَإنّی أنَا النَّذیرُ وَعَلِی الْبَشیرُ.

مَعاشِرَ النّاسِ، أَلا وَإنّی مُنْذِرٌ وَعَلِی هادٍ.

مَعاشِرَ النّاسِ، إنّی نَبِی وَعلِی وَصِیی.

مَعاشِرَ النّاسِ، أَلا وَإنّی رَسُولٌ وَعَلِی الاْءمامُ وَالْوَصِی مِنْ بَعْدی، وَالاْءَئِمَّةُ مِنْ بَعْدِهِ وُلْدُهُ. أَلا وَإنّی والِدُهُمْ وَهُمْ یخْرُجُونَ مِنْ صُلْبِهِ.


الإمام المهدی عجَّل اللّه‏ تعالی فرجه الشریف


أَلا إنَّ خاتَمَ الأَئِمَّةِ مِنَّا الْقائِمَ الْمَهْدِی. أَلا إنَّهُ الظّاهِرُ عَلَی الدّینِ. أَلا إنَّهُ الْمُنْتَقِمُ مِنَ الظّالِمینَ. أَلا إنَّهُ فاتِحُ الْحُصُونِ وَهادِمُها. أَلا إنَّهُ غالِبُ کُلِّ قَبیلَةٍ مِنْ أَهْلِ الشِّرْکِ وَهادیها.

أَلا إنَّهُ الْمُدْرِکُ بِکُلِّ ثارٍ لاِءَوْلِیاءِ اللّه‏ِ. أَلا إنَّهُ النّاصِرُ لِدینِ اللّه‏ِ. أَلا إنَّهُ الْغَرّافُ مِنْ بَحْرٍ عَمیقٍ. أَلا إنَّهُ یسِمُ کُلَّ ذی فَضْلٍ بِفَضْلِهِ وَکُلَّ ذی جَهْلٍ بِجَهْلِهِ. أَلا إنَّهُ خِیرَةُ اللّه‏ِ وَمُخْتارُهُ. أَلا إنَّهُ وارِثُ کُلِّ عِلْمٍ وَالْمُحیطُ بِکُلِّ فَهْمٍ.

أَلا إنَّهُ الْمُخْبِرُ عَنْ رَبِّهِ عَزَّ وَجَلَّ وَالْمُشَیدُ لاِءَمْرِ آیاتِهِ. أَلا إنَّهُ الرَّشیدُ السَّدیدُ. أَلا إنَّهُ الْمُفَوَّضُ إلَیهِ.

أَلا اءنَّهُ قَدْ بَشَّرَ بِهِ مَنْ سَلَفَ مِنَ الْقُرُونِ بَینَ یدَیهِ.

أَلا إنَّهُ الْباقی حُجَّةً وَلا حُجَّةَ بَعْدَهُ وَلا حَقَّ إلاّ مَعَهُ وَلا نُورَ إلاّ عِنْدَهُ.

أَلا إنَّهُ لا غالِبَ لَهُ وَلا مَنْصُورَ عَلَیهِ. أَلا وَإنَّهُ وَلِی اللّه‏ِ فی أَرْضِهِ، وَحَکَمُهُ فی خَلْقِهِ، وَأَمینُهُ فی سِرِّهِ وَعَلانِیتِهِ.


التمهید لأمر البیعة


مَعاشِرَ النّاسِ، إنّی قَدْ بَینْتُ لَکُمْ وَأَفْهَمْتُکُمْ، وَهذا عَلِی یفْهِمُکُمْ بَعْدی. أَلا وَاءنّی عِنْدَ انْقِضاءِ خُطْبَتی أَدْعُوکُمْ اءلی مُصافَقَتی عَلی بَیعَتِهِ وَالاْءقْرارِ بِهِ، ثُمَّ مُصافَقَتِهِ بَعْدی.

أَلا وَاءنّی قَدْ بایعْتُ اللّه‏َ وَعَلِی قَدْ بایعَنی، وَأَنَا آخِذُکُمْ بِالْبَیعَةِ لَهُ عَنِ اللّه‏ِ عَزَّ وَجَلَّ. «إنَّ الَّذینَ یبایعُونَکَ إنَّما یبایعُونَ اللّه‏َ، یدُ اللّه‏ِ فَوْقَ أَیدیهِمْ. فَمَنْ نَکَثَ فَإنَّما ینْکُثُ عَلی نَفْسِهِ، وَمَنْ أَوْفی بِما عاهَدَ عَلَیهُ اللّه‏َ فَسَیؤْتیهِ أَجْرا عَظیما».


الحلال و الحرام، الواجبات و المحرَّمات


مَعاشِرَ النّاسِ، إنَّ الْحَجَّ وَالْعُمْرَةَ مِنْ شَعائِرِ اللّه‏ِ، «فَمَنْ حَجَّ الْبَیتَ أَوِ اعْتَمَرَ فَلا جُناحَ عَلَیهِ أَنْ یطَّوَّفَ بِهِما وَمَنْ تَطَوَّعَ خَیرا فَإنَّ اللّه‏َ شاکِرٌ عَلیمٌ».

مَعاشِـرَ النّاسِ، حِجُّـوا الْبَیتَ، فَما وَرَدَهُ أَهْـلُ بَیتٍ إلاَّ اسْتَغْنَـوْا وَأُبْشِـرُوا، وَلا تَخَلَّفُـوا عَنْهُ إلاّ بُتِـرُوا وَافْتَقَرُوا.

مَعاشِرَ النّاسِ، ما وَقَفَ بِالْمَوْقِفِ مُؤْمِنٌ إلاّ غَفَرَ اللّه‏ُ لَهُ ما سَلَفَ مِنْ ذَنْبِهِ إلی وَقْتِهِ ذلِکَ، فَإذَا انْقَضَتْ حَجَّتُهُ اسْتَأْنَفَ عَمَلَهُ.

مَعاشِرَ النّاسِ، الْحُجّاجُ مُعانُونَ وَنَفَقاتُهُمْ مُخَلَّفَةٌ عَلَیهِمْ وَاللّه‏ُ لا یضیعُ أَجْرَ الْمُحْسِنینَ.

مَعاشِرَ النّاسِ، حِجُّوا الْبَیتَ بِکَمالِ الدّینِ وَالتَّفَقُّهِ، وَلاتَنْصَرِفُوا عَنِ الْمَشاهِدِ إلاّ بِتَوْبَةٍ وَإقْلاعٍ.

مَعاشِرَ النّاسِ، أَقیمُوا الصَّلاةَ وَآتُوا الزَّکاةَ کَما أَمَرَکُمُ اللّه‏ُ عَزَّ وَجَلَّ، فَاءنْ طالَ عَلَیکُمُ الاْءَمَدُ فَقَصَّرْتُمْ أَوْ نَسیتُمْ فَعَلِی وَلِیکُمْ وَمُبَینٌ لَکُمْ ؛ الَّذی نَصَبَهُ اللّه‏ُ عزَّ وَجَلَّ لَکُمْ بَعْدی أَمینَ خَلْقِهِ. إنَّهُ مِنّی وَأَنَا مِنْهُ، وَهُوَ وَمَنْ یخْلُفُ مِنْ ذُرِّیتی یخْبِرُونَکُمْ بِما تَسْأَلُونَ عَنْهُ وَیبَینُونَ لَکُمْ ما لا تَعْلَمُونَ.

أَلا اءنَّ الْحَلالَ وَالْحَرامَ أَکْثَرُ مِنْ أَنْ أُحْصِیهُما وَأُعَرِّفَهُما ؛ فَآمُرُ بِالْحَلالِ وَأَنْهی عَنِ الْحَرامِ فی مَقامٍ واحِدٍ، فَأُمِرْتُ أَنْ آخُذَ الْبَیعَةَ مِنْکُمْ وَالصَّفْقَةَ لَکُمْ بِقَبُولِ ما جِئْتُ بِهِ عَنِ اللّه‏ِ عَزَّ وَجَلَّ فی عَلِی أَمیرِالْمُؤْمِنینَ وَالاْءَوْصِیاءِ مِنْ بَعْدِهِ الَّذینَ هُمْ مِنّی وَمِنْهُ اءمامَةً فیهِمْ قائِمَةً، خاتِمُها الْمَهْدِی اءلی یوْمٍ یلْقَی اللّه‏َ الَّذی یقَدِّرُ وَیقْضی.

مَعاشِرَ النّاسِ، وَکُلُّ حَلالٍ دَلَلْتُکُمْ عَلَیهِ وَکُلُّ حَرامٍ نَهَیتُکُمْ عَنْهُ فَاءنّی لَمْأَرْجِعْ عَنْ ذلِکَ وَلَمْ أُبَدِّلْ. أَلا فَاذْکُرُوا ذلِکَ وَاحْفَظُوهُ وَتَواصَوْا بِهِ، وَلا تُبَدِّلُوهُ وَلا تُغَیرُوهُ.

أَلا وَإنّی أُجَدِّدُ الْقَوْلَ: أَلا فَأَقیمُوا الصَّلاةَ وَآتُوا الزَّکاةَ وَاءْمُرُوا بِالْمَعْرُوفِ وَانْهَوْا عَنِ الْمُنْکَرِ.

أَلا وَاءنَّ رَأْسَ الاْءَمْرِ بِالْمَعْرُوفِ أَنْ تَنْتَهُوا اءلی قَوْلی وَتُبَلِّغُوهُ مَنْ لَمْ یحْضُرْ وَتَأْمُرُوهُ بِقَبُولِهِ عَنّی وَتَنْهَوْهُ عَنْ مُخالَفَتِهِ، فَاءنَّهُ أَمْرٌ مِنَ اللّه‏ِ عَزَّ وَجَلَّ وَمِنّی. وَلا أَمْرَ بِمَعْرُوفٍ وَلا نَهْی عَنْ مُنْکَرٍ اءلاّ مَعَ اءمامٍ مَعْصُومٍ.

مَعاشِرَ النّاسِ، الْقُرْآنُ یعَرِّفُکُمْ أنَّ الاْءَئِمَّةَ مِنْ بَعْدِهِ وُلْدُهُ، وَعَرَّفْتُکُمْ أنَّهُمْ مِنّی وَمِنْهُ، حَیثُ یقُولُ اللّه‏ُ فی کِتابِهِ: «وَجَعَلَها کَلِمَةً باقِیةً فی عَقِبِهِ»، وقُلْتُ: «لَنْ تَضِلُّوا ما إنْ تَمَسَّکْتُمْ بِهِما».

مَعاشِرَ النّاسِ، التَّقْوی، التَّقْوی، وَاحْذَرُوا السّاعَةَ کَما قالَ اللّه‏ُ عَزَّ وَجَلَّ: «إنَّ زَلْزَلَةَ السّاعَةِ شَیءٌ عَظیمٌ».

اذْکُرُوا الْمَماتَ وَالْمَعادَ وَالْحِسابَ وَالْمَوازینَ وَالْمُحاسَبَةَ بَینَ یدَی رَبِّ الْعالَمینَ وَالثَّوابَ وَالْعِقابَ. فَمَنْ جاءَ بِالْحَسَنَةِ أُثیبَ عَلَیها وَمَنْ جاءَ بِالسَّیئَةِ فَلَیسَ لَهُ فِی الْجِنانِ نَصیبٌ.


البیعة بصورة رسمیة


مَعاشِرَ النّاسِ، اءنَّکُمْ أَکْثَرُ مِنْ أَنْ تُصافِقُونی بِکَفٍّ واحِدٍ فی وَقْتٍ واحِدٍ، وَقَدْ أَمَرَنِی اللّه‏ُ عَزَّ وَجَلَّ أَنْ آخُذَ مِنْ أَلْسِنَتِکُمُ الاْءقْرارَ بِما عَقَّدْتُ لِعَلِی أَمیرِالْمُؤْمِنینَ، وَلِمَنْ جاءَ بَعْدَهُ مِنَ الاْءَئِمَّةِ مِنّی وَمِنْهُ، عَلی ما أَعْلَمْتُکُمْ أَنَّ ذُرِّیتی مِنْ صُلْبِهِ.

فَقُولُوا بِأَجْمَعِکُمْ: «إنّا سامِعُونَ مُطیعُونَ راضُونَ مُنْقادُونَ لِما بَلَّغْتَ عَنْ رَبِّنا وَرَبِّکَ فی أَمْرِ إمامِنا عَلِی أَمیرِالْمُؤْمِنینَ وَمَنْ وُلِدَ مِنْ صُلْبِهِ مِنَ الاْءَئِمَّةِ. نُبایعُکَ عَلی ذلِکَ بِقُلُوبِنا وَأَنْفُسِنا وَأَلْسِنَتِنا وَأَیدینا. عَلی ذلِکَ نَحْیی وَعَلَیهِ نَمُوتُ وَعَلَیهِ نُبْعَثُ. وَلا نُغَیرُ وَلا نُبَدِّلُ، وَلا نَشُکُّ وَلا نَجْحَدُ وَلا نَرْتابُ، وَلا نَرْجِعُ عَنِ الْعَهْدِ وَلانَنْقُضُ الْمیثاقَ.

وَعَظْتَنا بِوَعْظِ اللّه‏ِ فی عَلِی أَمیرِالْمُؤْمِنینَ وَالاْءَئِمَّةِ الَّذینَ ذَکَرْتَ مِنْ ذُرِّیتِکَ مِنْ وُلْدِهِ بَعْدَهُ، الْحَسَنِ وَالْحُسَینِ وَمَنْ نَصَبَهُ اللّه‏ُ بَعْدَهُما.

فَالْعَهْدُ وَالْمیثاقُ لَهُمْ مَأْخُوذٌ مِنّا، مِنْ قُلُوبِنا وَأَنْفُسِنا وَأَلْسِنَتِنا وَضَمائِرِنا وَأَیدینا. مَنْ أَدْرَکَها بِیدِهِ وَإلاّ فَقَدْ أَقَرَّ بِلِسانِهِ، وَلا نَبْتَغی بِذلِکَ بَدَلاً وَلا یرَی اللّه‏ُ مِنْ أَنْفُسِنا حِوَلاً. نَحْنُ نُؤَدّی ذلِکَ عَنْکَ الدّانی وَالْقاصی مِنْ أَوْلادِنا وَأَهالینا، وَنُشْهِدُ اللّه‏َ بِذلِکَ وَکَفی بِاللّه‏ِ شَهیدا وَأَنْتَ عَلَینا بِهِ شَهیدٌ».

مَعاشِرَ النّاسِ، ما تَقُولُونَ ؟ فَإنَّ اللّه‏َ یعْلَمُ کُلَّ صَوْتٍ وَخافِیةَ کُلِّ نَفْسٍ، «فَمَنِ اهْتَدی فَلِنَفْسِهِ وَمَنْ ضَلَّ فَإنَّما یضِلُّ عَلَیها»، وَمَنْ بایعَ فَإنَّما یبایعُ اللّه‏َ، «یدُ اللّه‏ِ فَوْقَ أَیدیهِمْ».

مَعاشِرَ النّاسِ، فَبایعُوا اللّه‏َ وَبایعُونی وَبایعُوا عَلِیا أمیرَالْمُؤْمِنینَ وَالْحَسَنَ وَالْحُسَینَ وَالاْءَئِمَّةَ مِنْهُمْ فِی الدُّنْیا وَالاْآخِرَةِ کَلِمَةً باقِیةً ؛ یهْلِکُ اللّه‏ُ مَنْ غَدَرَ وَیرْحَمُ مَنْ وَفی. «فَمَنْ نَکَثَ فَإنَّما ینْکُثُ عَلی نَفْسِهِ وَمَنْ أَوْفی بِما عاهَدَ عَلَیهُ اللّه‏َ فَسَیؤْتیهِ أَجْرا عَظیما».

مَعاشِرَ النّاسِ، قُولُوا الَّذی قُلْتُ لَکُمْ وَسَلِّمُوا عَلی عَلِی بِإمْرَةِ الْمُؤْمِنینَ، وَقُولُوا: «سَمِعْنا وَأَطَعْنا غُفْرانَکَ رَبَّنا وَإلَیکَ الْمَصیرُ»، وَقُولُوا: «الْحَمْدُ للّه‏ِِ الَّذی هَدانا لِهذا وَما کُنّا لِنَهْتَدِی لَوْلا أَنْ هَدانَا اللّه‏ُ لَقَدْ جاءَتْ رُسُلُ رَبِّنا بِالْحَقِّ».

مَعاشِرَ النّاسِ، اءنَّ فَضائِلَ عَلِی بْنِ أَبیطالِبٍ عِنْدَ اللّه‏ِ عَزَّ وَجَلَّ ـ وَقَدْ أَنْزَلَها فِی الْقُرْآنِ ـ أَکْثَرُ مِنْ أَنْ أُحْصِیها فی مَقامٍ واحِدٍ، فَمَنْ أَنْبَأَکُمْ بِها وَعَرَفَها فَصَدِّقُوهُ.

مَعاشِرَ النّاسِ، مَنْ یطِعِ اللّه‏َ وَرَسُولَهُ وَعَلِیا وَالاْءَئِمَّةَ الَّذینَ ذَکَرْتُهُمْ فَقَدْ فازَ فَوْزا عَظیما.

مَعاشِرَ النّاسِ، السّابِقُونَ إلی مُبایعَتِهِ وَمُوالاتِهِ وَالتَّسْلیمِ عَلَیهِ بِإمْرَةِ الْمُؤْمِنینَ أُولئِکَ هُمُ الْفائِزُونَ فی جَنّاتِ النَّعیمِ.

مَعاشِرَ النّاسِ، قُولُوا ما یرْضَی اللّه‏ُ بِهِ عَنْکُمْ مِنَ الْقَوْلِ، فَإنْ تَکْفُرُوا أَنْتُمْ وَمَنْ فِی الاْءَرْضِ جَمیعا فَلَنْ یضُرَّ اللّه‏َ شَیئا.

اللّهُمَّ اغْفِرْ لِلْمُؤْمِنینَ بِما أَدَّیتُ وَأَمَرْتُ وَاغْضِبْ عَلَی الْجاحِدینَ الْکافِرینَ، وَالْحَمْدُ للّه‏ِِ رَبِّ الْعالَمینَ.

Rivayetin Kaynak ve Nakledilmesi

Nakil Yolları

Bu hutbenin içeriği asırlar boyu birkaç şekilde Şii ve Sünni hadis ve tarih kaynaklarında nakledilmiştir. Nakillerin hepsinin ortak noktası "Müminlerin velisi" unvanı ile Hz. Ali’nin velayetinin ilan edilmesidir.

Doğrudan Nakiller

Tıpkı Allame Emini’nin naklettiğine göre, bu hadisi Ahmed b. Hambel 40 yolla, İbn-i Cerir-i Taberi 72 yolla, Cezeri Mukri 80 yolla, İbn-i Ukde 105 yolla, Ebu Said-i Secistani 120 yolla, Ebu Bekir Cuabi 125 yolla[36] ve Hafız Ebu’l A’la el-Attar Hemedani de 250 yolla[37] nakletmişlerdir.

Ehli sünnetin bazı hadis uzmanı ve rical ilmi âlimleri, bu hadisin kaynağının oldukça fazla olduğuna inanmakta; bunlardan bir çoğunun kaynağının sahih ve hasan olduğunu açıklamaktadır.[38] Hadisi nakledenler arasında 90 kadar sahabe ve 84 tabiin de bulunmaktadır.

Gadir hutbesinin metni "Ravzatu’l Vaizin", "el-İhticac", "el-Yakin", "Tenzihu’l Kiram", "el-İkbal", "el-Udedu’l Kaviye", "et-Tahsin", "es-Sıratu’l Mustakim" ve "Nehcü’l İman" kitaplarında üç tarik ve yolla Hz. Resul-ü Ekrem’den (s.a.a) nakledilmiştir:

  1. İmam Muhammed Bakır (a.s) rivayeti ile[39]-[40]-[41]-[42]
  2. Sahabe Huzeyfe b. Yeman rivayeti ile[43]
  3. Sahabe Zeyd b. Erkam rivayeti ile[44]-[45]-[46]-[47]

Dolaylı Nakiller

Doğrudan nakillerin yanı sıra, Gadir-i Hum’da hazır bulunan bazı sahabelerden duyarak, nakleden dolaylı nakiller de bulunmaktadır. İbn-i Tufeyl 30 kişiden,[48] Amir b. Leyla el-Gaffari 17 kişiden,[49] Umeyre b. Said 12 kişiden,[50] Zeyd b. Erkam 16 kişiden,[51] Ziyad b. Ebu Ziyad 12 kişiden,[52] Zazan Ebu Ömer 13 kişiden,[53] Abdurrahman b. Ebu Leyla 12 kişiden,[54]-[55] Abdulhayr ve Amr Zimarre Vehbe el-Arani 12 kişiden,[56] Ebu Hureyre, Enes ve Ebu Said 9 kişiden,[57] Ebu Kalabe 12 kişiden,[58] Habbe b. Cuveyn kişiden, Zeyd b. Yasiğ 12 kişiden[59] ve Said b. Veheb 5 veya 6 kişiden[60] duyarak nakletmişlerdir.

Hutbenin Nakilleri

Bu hutbe, ufak tefek bazı kelime ve küçük noktalar farklılığı ile Şia ve Sünni kaynaklarda nakledilmiştir.

Gadir Hutbesini Rivayet Edenler

Alleme Emini, "el-Gadir" kitabında bu hadisi, 110 sahabe, 84 tabiin ve bu hadise işaret eden ikinci asırla on dördüncü asrın sonuna kadar yaşamış 360 Ehli sünnet âliminin adlarını yazmıştır.[61] Bu hadisi nakleden diğer önemli sahabe, tabiin ve raviler şunlardan ibarettir:

Ehlibeyt Sahabe Tabiin Sonrakiler
İmam Ali (a.s)[62] Ebu Bekir b. Ebi Kuhafe Ebu Süleyman Müezzin Muhammed b. İsmail Buhari[63]
Hz. Fatıma (s.a)[64] Ömer b. Hattab Ebu Salih Samman Zekeran Medeni Ahmed b. Yahya Belazuri[65]
İmam Hasan (a.s)[66] Ayşe binti Ebu Bekir Esbag b. Nubate Kufi Ahmed b. Şuayb Nesai[67]
İmam Hüseyin (a.s)[68] Osman b. Affan Süleym b. Kays Hilali Hanefi Hasakani[69]
İmam Bakır (a.s)[70] Ümmü Seleme Tavus b. Keysan İbn-i Asakir Demeşki[71]
Zeyd b. Erkam[72] Ömer b. Abdulazi, Emevi Halifesi[73] Fahr-i Razi eş-Şafii[74]
Enes İbn-i Malik Ebu Raşit Habrani İbn-i Ebi'l Hadid Mu'tezili[75]
Huzeyme b. Sabit Ensari Ebu Leyla Kunduzi İbn-i Kesir eş-Şafii[76]
Cabir b. Abdullah Ensari İyas b. Nuzeyr İbn-i Sabbağ Maliki[77]
Huzeyfe b. Yeman[78] Habib b. Ebu Sabit Esedi Muttaki Hindi[79]
Abdullah b. Abbas Habib b. Uteybe Kufi İbn-i Hamza Hüseyni Hanefi[80]
Salman-ı Farisi Ebu Ubeyde b. Ebu Hamid el-Basri Şahabaddin Alusi[81]
Hasan b. Sabit Ebu Meryem Zir İbn-i Hubeyş el-Esedi‏ Şeyh Muhammed Abduh Mısri[82]
Said İbn-i Ebu Vakkas Salim İbn-i Abdullah İbn-i Ömer Ebu Muhammed b. Davud Hilli[83]
Kays b. Sabit b. Şemmas[84] Said İbn-i Cubeyr Esedi[85] Safuyuddin Hilli[86]

Gadir Hakkındaki Kaynaklar

El-Gadir (kitap)

Gadir Kaynağına Yöneltilen Eleştiriler

Bazıları bu tarihi olaya gölge düşürmek ve önemini azaltmak için, bazı itirazlar ileri sürmüşlerdir. Burada bu itirazlardan önemlilerine değiniyoruz.

Hadisin Zayıf Olduğu İddiası

Hadisin tevatür haddinde olduğu ve zikredilen kaynak ve tarik yollarına rağmen, bazı Ehli sünnet alimleri bu hadisin tevatür haddinde olmadığı ve sahih sayılamayacağı iddiasında bulunmaktadır.[95] Bunlara göre Buhari ve Müslim’in bu hadisi nakletmemesi; Ebu Davut ve Ebu Hatem Razi gibi kişilerin hadisi zayıf saymasıdır.[96] Bu itiraza şöyle cevap verilmiştir: Tirmizi (ö. 279 h.k.),[97] Tahavi (ö. 279 h.k.),[98] Hâkim-i Nişaburi (ö. 405 h.k.),[99] İbn-i Kesir (ö. 774 h.k.),[100] İbn-i Hacer-i Askalani (ö. 852 h.k.),[101] İbn-i Hacer Heytemi (ö. 974 h.k.),[102] gibi, Ehli Sünnetin büyük âlimleri bu hadisin sahih olduğuna tanıklıkta bulunmuşlardır. Buna ilave olarak çeşitli sahabe ve tabiin tarafından hadisin vasıtalı ve vasıtasız olarak çok sayıdaki naklinin tarih ve hadis kitaplarında nakledilmesi, hadisin kaynağının sıhhat ve sahihliğini ortaya koymaktadır. Buhari ve Müslim gibi muhaddislerin bu hadisi nakletmemelerinin nedenini, hadisin kaynağında şüphe icat etmek için değil, başka yerlerde aramak gerekir.

Hutbenin Sıhhatine İtiraz

Bu hadisin muhalifleri tarafından ileri sürülen eleştirilerden biri de Hz. Ali’nin (a.s) o sırada Mekke’de değil, Yemen’de olduğu[103]-[104] ve dolayısıyla Gadir-i Hum’da böyle bir şeyin yaşanmadığını iddia etmişlerdir. Buna karşın hadisi kabul edenler yine Ehli sünnetin muteber kitaplarından Hz. Ali’nin (a.s) o sırada Yemen’den dönerek, Mekke’ye gittiğini ve hac ibadetlerini yerine getirdiğine dair tarihi kayıtları ortaya koymaktadırlar.[105]-[106]

Hadisin Delaleti

Gadir hadisi, ilk günden itibaren geniş inançsal tartışmaların önünü açmıştır. Hz. Ali (a.s) ve Ehlibeytin (a.s) bu hadisle delil getirmeleri, hadisin ilk istifade edilme yöntemlerinden olmuştur. Şia mütekellimleri de Hz. Ali’nin (a.s) hilafet için hakkaniyet ve önceliğini bu hadise dayanarak ileri sürmüşlerdir. Şia’nın kelam kaynak kitaplarında Şeyh Müfid bu hadisi detaylı bir şekilde ele alarak, delil getiren ilk mütekellimdir.[107]-[108] Şeyh Tusi[109] ve [[Allame Hilli<]]ref>Hilli, Keşfu’l Murad, s. 369.</ref> de detaylı bir biçimde bu hadisi incelemiş ve delil olarak ileri sürmüşlerdir. Fahr-i Razi,[110] Kadı İyci,[111] Taftazani,[112] Curcani[113] gibi, Ehli sünnet alimleri de bu istidlal ve delillere cevap vermeye kalkmış ve uzunca tartışmalar yaşanmıştır.

Ehli Sünnetin Görüşü

Ehli sünnetin meşhur alimleri hadiste geçen “veli” kelimesinin "ihtiyar sahibi ve tasarruf hakkına sahip" anlamında olmadığı, bilakis “dost” ve “yardımcı” anlamına geldiğini iddia etmişlerdir. Örneğin Taftazani,[114] Fahr-i Razi,[115] Kadı İyci ve Curcani[116] gibi alimler “mevla” kelimesinin “ihtiyar sahibi”, “veli” ve “tasarruf etmede evla” anlamına gelmediğini iddia etmişlerdir. Bu kişiler şu şekilde istidlalde bulunmuşlardır:

İlk olarak: Arap dilinde, “Mefal” kipi “Evla” anlamında kullanılmamıştır.[117]

İkinci olarak: Eğer "Mevla" kelimesi "tasarruf hakkına sahip" anlamında olmuş olsa, bu ikisini birbirlerinin yerine koyabilmemiz gerekir. Halbuki bu hadiste “Men Kuntu Mevlahu” yerine “Men kuntu Evla bi-Tasarruf” diyemeyiz.[118] Buna karşı Şia ulemaları bu iddialara şu şekilde cevap vermişlerdir:

İlk olarak: Ehli sünnet ulemalarının kendisi "Mevla" kelimesinin "tasarruf hakkına sahip (evla) ve ihtiyar sahibi" anlamında da kullanıldığını açıkça beyan etmişlerdir.[119] Ayrıca Gıyas Bergus et-Tağallubi Ehtel (90 h.k.),[120] Ebu eş-Şa’sa b. Rubah es-Saadi Uccac (90 h.k.),[121] Ebu Zekeriya Yahya b. Ziyad Ferra (207 h.k.),[122] Ebu Ubeyde (209 h.k.), Eğfeş (215 h.k.) ve Züccac (311 h.k.)[123] gibi edebiyatçı ve dil bilimcileri bu konuyu kabul ederek, açıklamada bulunmuşlardır.

İkinci olarak: İkinci tenkit de doğru değildir. Zira bir sözcüğün diğerinin yerinde kullanılmaması aynı anlama ve eş anlamlı sözcükler olmadığı anlamına gelmemektedir. Örneğin Ehli sünnetin inancına göre "Mevla" anlamına gelen kelimelerden biri olan "Nasır" kelimesinin de "mevla" kelimesinin yerinde kullanılabilmesi gerekmektedir. Ancak "mevla" kelimesi de "nasır" kelimesinin yerinde kullanılamamaktadır. Dolayısıyla "mevla", "nasır" anlamına da gelmemektedir.

Üçüncü olarak: Eş anlamlı iki kelimenin birbirinin yerinde kullanılması bir engel olmadığında geçerlidir. Çünkü burada engel söz konusu olduğu için, birbirinin yerinde kullanılamamaktadır. Zira “Evla” kelimesi yalnızca “min” harfiyle tamlanabilmektedir. Ancak "Mevla" kelimesi böyle değildir. Dolayısıyla bu iki kelimenin bir cümlede birbirinin yerinde kullanılması söz konusu değildir.[124]

Şia’nın Görüşü

Şialara göre bu hadisteki "Mevla" kelimesi tasarruf hakkına sahip ve tasarrufta öncelikli anlamına gelmektedir. Hz. Resul-ü Ekrem’in (s.a.a) kendisi Müslümanların işlerinde tasarruf hakkına sahip olduğu ve öncelikli olduğu gibi, Hz. İmam Ali de (a.s) bu önceliğe sahiptir. Konunun sıhhati için ilk olarak iki noktanın ispat edilmesi gerekmektedir:

a) "Mevla" kelimesinin “tasarrufta öncelikli” anlamına gelmesi gerekmekte;

b) Tasarrufta öncelikli olmak, imamet ve hilafet arasında irtibat ve gereksinimi de gerekli kılmaktadır.[125]

c) Bu kişilere göre, hadisin içindeki ve hadisle ilgili karineler, “Mevla” kelimesinin bu hadiste yalnızca "tasarruf hakkına sahip" anlamında olduğudur. Hadisteki "evla" ve "öncelikliğin ispatı" ile imamet olayı da sabit olacaktır. Zira Araplar "evla" kelimesini insanların sorumluluklarını üstlenen ve onlara emir vermenin geçerliliğini kabul ettikleri kişilere "Mevla" kelimesini kullanmaktadırlar.[126] Eğer tasarrufta "evla olmak" sabit olursa, onun (Mevla’nın) evla olması Müslümanların yaşamının tüm kısımlarında da sabit olacaktır. Hz. Peygamberin (s.a.a) burada buyurduğu gibi:

“Peygamber, mü'minler için kendi nefislerinden daha evladır."[127]…”(33-6)

Bu konunun ispatı için Şialar hadisin anlamının tahlil ve analizini yapmışlardır. Bu hadiste birkaç kere geçen "Mevla" kelimesi Allah’ın adlarından biri olan "Veli" kelimesinden türemiştir.[128]-[129] Bu kelime birkaç anlamda kullanılmıştır. "Veli" kelimesi "fail" anlamında ve “Feil” vezninde kullanılmıştır[130] ve vali, hâkim, yönetici, idare eden, işlerde tasarruf eden ve veliyyi nimet anlamlarına gelmektedir.[131] Bu kelime ayrıca, "evla", "daha layık", "yakın", "aralıksız", "fasılasız"[132]-[133]-[134] ve "dosta tabi olmak" anlamlarında da kullanılmıştır.[135]-[136]-[137]

Şiaların İstidlallerinin Karineleri

Şialara göre, bu kelimenin çok çeşitli kullanım alanı olduğu ve hadisin dâhili ve harici çeşitli karinelerinden dolayı Mevla sözcüğünün yalnızca tasarruf hakkına sahip ve evla anlamında kullanıldığını ortaya çıkmaktadır. Bu karineler şunlardan ibarettir:

Dâhili Karineler

  • “Elestu evla bikum min enfusekum” (Peygamber Efendimizin ilk cümlesi) ve “men kuntu Mevla” cümlelerinin uyum ve simetrisi

Bu hadiste Hz. Resul-ü Kibriya Efendimiz (s.a.a) Müminlere kendisinin onların nefsinden daha evla olduğunu tasrih etmektedir. Bu söz “Peygamber, müminler için kendi nefislerinden daha evladır”(En-Nebiyyu evla bil mu'minine min enfusihim)[138] ayet-i kerimesi esasına göre sarf edilmiştir. Bu ayet-i kerimede ifade edilen "evla olmak", Müminlerin yaşamı ile ilgili yöneticilikte evleviyet ve aynı şekilde "onların kendileri ile ilgili konularda hüküm vermekte öncelikli ve evla olmak" anlamındadır. Evleviyet olduğu zaman, kişinin hükmünü kabul etmek ve itaat etmek bizim için öncelikli ve evleviyeti olan bir durum olur ve kabul etmek kaçınılmaz olur.[139] Tıpkı bazı müfessirlerin görüşüne göre bu ayetteki evleviyet, dinin tüm alanında ve Müslümanların dünyevi konularını da kapsamaktadır.[140]-[141] Çünkü Hz. Resulullah (s.a.a) Müminleri sadece onların din ve dünyasına menfaati ve yararı olan şeylere yönlendirir ve emirde bulunur.[142]

Dolayısıyla, bu cümlenin uyum ve simetrisi –ki tasarruf hakkında evla ve öncelikli olmak anlamındadır- Hz. Ali’nin (a.s) “Ben kimin Mevla’sı isem…” (Men Kuntu Mevlahu…) cümlesinde velayetinin ilanı ile cümlenin ikinci bölümündeki "Mevla" kelimesinin de aynı anlamda (yani Peygamber Müminler için kendi nefislerinden daha evladır) olduğunu, yani Hz. Ali’nin (a.s) de Hz. Peygamber (s.a.a) gibi Müminler için kendi nefislerinden daha evla olduğunu ortaya koymaktadır.[143]

  • Hutbenin İlk Cümleleri

Hz. Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.a) hutbenin başında vefatının yakın olduğunu haber vermekte; tevhitten ve kendi risaletinden bahsederek, görevini yapıp yapmadığını sormaktadır.[144]-[145]-[146]-[147] Tüm bunlar, Efendimizin (s.a.a) kendisinden sonraki durumdan endişelendiği ve bunun için çözüm peşinde olduğunu ortaya koymaktadır. Bu şekilde ümmeti başıboş kalmayacak; yıllarca çektiği zahmetler boşa gitmeyecek ve ziyan olmayacaktır. Dolayısıyla kendisinden sonra işleri eline alacak layık ve âlim bir halife tayin etmek istemektedir[148] ve Maide suresinin 67. ayeti de bu iddiaya delil ve karinedir.

Hassan b. Sabit:


ینادیهم یوم الغدیر نبیهم - بخم و أسمع بالرسول منادیا

فقال فمن مولاکم و ولیکم - فقالوا و لم یبدوا هناک التعادیا

إلهک مولانا و أنت ولینا - و لم‌تر منا فی المقالة عاصیا

فقال له قم یا علی فإننی - رضیتک من بعدی إماما و هادیا

فمن کنت مولاه فهذا ولیه - فکونوا له أنصار صدق موالیا

هناک دعا اللهم وال ولیه - و کن للذی عادی علیا معادیا


Gadir günü Peygamber Ekrem ümmete seslendi,
Onlar da Peygamber’in nidasını duydu,
Peygamber “Mevla’nız ve veliniz kimdir?” diye buyurdu.
Allah-u Teâlâ bizim Mevla’mız ve sen bizim velimizsin,
"Hiç kimse bu manayı inkâr etmez" dediler.
Peygamber-i Ekrem "Kalk ya Ali" buyurdu;
Şüphesiz benden sonra İmam ve hidayetçi olmana razı oldum.
O halde ben kimin Mevla’sıysam, Ali de onun Mevla’sıdır,
Öyleyse Ali’ye köleler gibi gerçek yardımcılar olunuz.
Sonra dua ederek, “Allah’ım, Ali’ye dost olanla dost ol,
Düşman olanla da düşman ol” buyurdu.

Harici Karineler

  • Ömer b. Hattab ile Ebu Bekir’in tebrik etmesi ve kutlaması

Hadisin bazı nakillerinde rivayet edildiği gibi, Peygamber Efendimizin (s.a.a) konuşması bittikten sonra Ebu Bekir ve Ömer, İmam Ali’nin (a.s) yanına giderek, veli olduğu için kendisini kutladılar.[149] Ömer b. Hattab, Hz. Ali’ye (a.s) şöyle hitap etmiştir:

"Ne mutlu sana, ne mutlu sana ey Ebu Talib’in oğlu! Bugün benim ve bütün mümin erkek ve kadınların velisi oldun.”[150]-[151]-[152] Bu tür kutlama ve kutlamalar, sadr-ı İslam’daki Müslümanların "mevla" kelimesinden "hilafet" ve "tasarrufta evleviyet" manasını anladıklarını ortaya koymaktadır.[153]

  • Sadr-ı İslam Şairlerinin Şiirleri

Bazı Müslümanlar, bu vakıayı şiire dökerek, edebileştirmişlerdir. Bunlardan ilki Hassan b. Sabit’tir. Kendisi de Gadir-i Hum’da hazır bulunan Hassan, Peygamber Efendimizden (s.a.a) izin istemiş ve orada birkaç beyit şiir okumuştur. Okunan bu şiirin beyitlerinde Hz. Ali’nin (a.s) ümmetin imam ve hidayet edicisi olarak tayin edildiği ortaya konulmuştur.[154]-[155] Bunun dışında ve sonraki yıllarda Amr-i As, Kays b. Said b. Ubade,[156]-[157] Kemmiyet b. Zeyd Esedi,[158] Muhammed b. Abdullah Humeyri[159] ve Said b. Muhammed b. Humeyri[160] bu olayı şiir kalıbında söylemişlerdir. Hz. Ali’nin (a.s) kendisi de bu olaya birkaç beyitle değinmiştir.[161] Allame Emini, birkaç şair sahabe ve tabiinin adını zikrederek, dokuzuncu yüzyıla kadar olayı şiire döken Müslüman şairlerin adlarını yazmıştır.[162] Tüm bu şiirlerin içeriğine bakıldığında şairlerin "mevla" kelimesinden anladıkları hilafet ve evleviyettir.

  • Ehlibeyt'in bu hadisten istidlal ve delil getirmeleri

İmam Ali (a.s) birkaç yerde kendi hilafet ve imametini ispatlamak için, bu hadise istinat etmiştir. Örneğin, Cemel savaşında Talha’ya bu şekilde delil getirmiştir.[163] Kufe mescidinin bahçesinde[164] Muaviye’ye yazdığı mektupta birkaç şiir beytinin zımnında[165] ve Sıffin savaşında[166] bu hadisle istidlal getirmiştir. Hz. Fatıma Zehra (s.a) da Hz. Ali’nin (a.s) hilafetine muhalif olanlara karşı, bu hadisle delil getirmiştir.[167]

  • Bu hadisi inkâr eden bazı sahabelerin dermansız dertlere müptela olmaları

Bu hadise şahit olan bazı sahabeler, bu olaya şahitlik etmekten kaçınmış ve bu şekilde Ehlibeytin (a.s) bedduasına duçar olmuşlardır. Bu sahabeler beddualar sonucunda hastalıklara yakalanmışlardır. Örneğin Enes b. Malik, vitiligo (ala, baras, ebreş) hastalığına yakalanmıştır.[168]-[169] Zeyd b. Erkam[170] ve Eş’as b. Kays[171] kör olmuşlardır. (Bazı belalara duçar olan) bazılarının inkâr ettiği bu olayın kendisi, Hz. Ali’nin (a.s) dost ve sevgisinin ilan edilmesinden çok daha önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Bu şekilde Ehlibeyt'in (a.s) nefret ve bedduasına müstahak olmuşlardır.[172]

Tebliğ Ayetinin Nüzulü

Maide Suresinin 67. ayeti, bazı rivayetlere[173]-[174] ve bazı müfessirlere göre[175]-[176] Veda Haccı’nda Mekke ve Medine yolunda nazil olmuş ve Peygamber Efendimizin (s.a.a) omuzlarına 23 yıllık misyonuna denk gelen önemli bir tebliğ görevi yüklemiştir. Eğer Peygamber Efendimiz (s.a.a) bu görevi yerine getirmemiş olsaydı, misyonunu yerine getirmemiş sayılacaktı. Elbette bu görevin bazı tehlikeleri bulunmaktaydı. Ancak, Allah-u Teâlâ onu koruyacağını açıklamıştır. Bu ayet-i kerimede yer alan vurgu ve tekitler, Peygamber Efendimizin (s.a.a) Hz. Ali’nin (a.s) velayetini ilan edeceğini ortaya koymaktadır.[177]-[178] İbn-i Abbas, Beraa b. Azib ve Muhammed b. Ali bu görüştedir.[179]

Her ne kadar bazılarına göre bu görev, kısas, recm, üvey oğlu Zeyd’in eşi ile evlilik hükmü, cihadın farz oluşu veya Yahudi ve Kureyş’in yanlışlıklarının açıklanması veya müşriklerin putlarının çirkinliklerini anlatmak da olsa[180] anlatılanların ışığında bu görüşün yanlışlığı, malum ve aşikâr olmaktadır.

İkmal Ayetinin Nüzulü

Hz. Resul-ü Kibriya’nın (s.a.a) hutbesi bittikten sonra, Maide suresinin 3. ayeti nazil oldu.[181] Bu konu, bugünün önemini ortaya koymaktadır. Bu ayet, kafirlerin İslam dininden ümitlerini kesmeleri, din marifetlerinin ikmal olması, İslam dininin insanların nihai dini olduğu ve Allah’ın nimetini tamamlayarak, razı olduğunu ifade etmektedir.[182]-[183]

Bazılarının ifadesine göre, İslam’daki son farizayı açıklamış ve bundan sonra artık farz bir hüküm açıklanmamıştır.[184]-[185]-[186] Hz. Resulullah (s.a.a) da bu ayet nazil olduktan sonra, din kamil ve ikmal bulduğu için, Allah’a şükretmiştir.[187] O güne kadar kafirleri ümitsizliğe itecek ve dini ikmal edecek Hz. Ali’nin (a.s) velayetini ilan dışında bir hüküm kalmamıştı. Yalnızca Hz. Ali’nin (a.s) velayetinin ilanı, bu özelliklere sahiptir (kafirlerin ümitsizliğe itilmesi ve dinin ikmal olması).[188] Aynı şekilde bu konu hakkında birkaç rivayet nakledilmiştir.[189]

Bu görüşün mukabilinde bazıları, dinin kamil olması, şeriat ve dinin tamamlanması, gelecektekilerin ihtiyaç duyacakları hükümlerin beyan edilmesiyle ve yeni bir dinin gelmesine ihtiyaç kalmadığından ötürü olduğunu ileri sürmüşlerdir.[190]

Oysa bu görüş doğru değildir. Hükümlerin kamil olmasının kafirlerin Müslümanların tekrar küfre döneceklerinden ümitsizliğe düşmeleriyle bir ilgisi yoktur. Çünkü onların bir çoğu Peygamberin (s.a.a) vefatından sonra, zamanla dinin de unutulmaya yüz tutacağını düşünmekte, ancak Peygamberin (s.a.a) yerine birini halife tayin etmesiyle hayal kırıklığına uğramış ve ümitsizliğe düşmüşlerdir.[191] Buna ek olarak, İslam’ın zahiri gücü hicretin onuncu yılında Gadir-i Hum Vakıa’sında değil, Mekke’nin fethi ile ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla dinin kâmil olması, İslam’ın zahiri gücünün o gün ortaya çıkmasında değil, bilakis açıklanan başka faktörlerde yatmaktadır.[192]

Meariç Suresinin İlk Ayetleri

Hz. Resul-ü Kibriya Efendimiz (s.a.a) Hz. Ali’nin (a.s) velayetini insanlara ilan ettikten sonra, “Numan b. Haris Fahri” diye birisi Efendimizin (s.a.a) yanına geldi ve itirazda bulunarak, şöyle dedi: “Bizlere tevhit ve peygamberliğini, cihat, hac, oruç, namaz ve zekâtı emrettin. Bizler de kabul ettik. Ancak bununla kani olmadın ve bu genci atadın; onu başımıza veli karar kıldın. Acaba bu velayet ilanı, kendi tarafından mıydı, yoksa Allah tarafından mı?” Hz. Resul-ü Ekrem (s.a.a) bu işin Allah tarafından olduğunu açıkladıktan sonra, adam inkâr eder ve bir hâlette bu hükmün Allah tarafından olması durumunda gökten başına bir taşın düşmesini istedi. Bu esnada gökten bir taş başına düştü ve oracıkta can verdi. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu.[193]-[194]-[195] “İstekte bulunan biri, (muhakkak) gerçekleşecek olan bir azabı istedi. Kâfirler için olan bu (azabı) geri çevirecek yoktur.” [Not 1] (70-1)

Şialara göre bu kişi bu hadisten, Hz. Resulullah’tan (s.a.a) sonra hilafet ilanı ve Hz. Ali’nin (a.s) ihtiyar sahibi olduğundan başka bir şey anlamamıştır. Eğer Efendimizin (s.a.a) hutbesinden Hz. Ali’nin (a.s) dostluğuna davet olduğunu anlamış olsaydı, bu kişinin Peygamber Efendimize (s.a.a) itiraz etmesinin ve sonra böyle bir azaba duçar olmasının bir anlamı olmazdı.

Gadir Hutbesinin Kaynak Kitapları

Şii Kitaplar

İsbatu'l Huda[196] El-İhticac[197] İhkaku'l Hak[198] el-İhtisas[199] el-Burhan[200]
el-Menakib[201] Biharu'l Envar[202] Meaniu'l Ahbar[203] el-Umde[204] el-Emali[205]
İlelu'ş-Şerai[206] Uyun-u Ahbari er-Rıza[207] Keşfu'l Ğumme[208] Müstedreku'l Vesail[209] Emali[210]
Tibyan[211] Tefsir-i Ayyaşi[212] Tefsir-i Kummi[213] Cevahiru's-Seniyye[214]

Sünni Kitaplar

Ahbar-i İsfahan[215] el-İstiyab[216] Usdu'l Ğabe[217] el-İsabet[218] el-İtikad[219] el-Egani[220]
Ensabu'l Eşraf[221] el-Bidaye't ve'n-Nihayet[222] Tarihu'l İslam[223] Tarih-i Bağdad[224] Tarih-i Demeşk[225] Tarih-i Kebir[226]
Nezm-u Dureru's-Simteyn[227] en-Nihayet[228] Vefayat[229] Yenabiu'l Meveddet[230] el-İmamet ve's-Siyaset[231] Tezkiretu'l Havas[232]
Müsned-i İbn-i Hambel[233] el-Menakib (el-Mağazili)[234] el-Menakib (Harezmi)[235] el-Müstedrek[236] et-Tabakatu'l Kubra[237] Sünen-i İbn-i Mace[238]
Akdu'l Ferid[239] Fethu'l Kadir[240] Feraidu's-Simteyn[241] el-Fusulu'l Muhimme[242] Kenzu'l Ummal[243] Murucu'z-Zeheb[244]
Tehzibu'l Tehzib[245] Sunen-i Nesai[246] es-Siyretu'l Halebiye[247] Şerh-i Nehcü'l Belağa[248] Şevahidu't-Tenzil[249] Sahih-i Muslim[250]
Tefsir-i Fahr-i Razi[251] Hasaisu'n-Nesai[252] el-Hutut ve'l Asar[253] Zahairu'l Ukba[254] Ruhu'l Maani[255] Sunen-i Tirmizi[256]

Ayrıca Bakınız

Dış Bağlantılar

Kaynakça

  1. Yakubi, c. 2, s. 1, b. 12.
  2. Biruni, s. 71
  3. Saduk, el-Hisal, c. 2, s. 487.
  4. Meclisi, Biharu’l Envar, c. 15, s. 252.
  5. İbn-i Esir, en-Nihayet, c. 2, s. 140.
  6. Buhari, c. 4, s. 1599.
  7. Taberi, c. 3, s. 152.
  8. Halebi, c. 3, s. 360.
  9. Taberi, c. 3, s. 149.
  10. İbn-i Hişam, c. 2, s. 601.
  11. El-Vakıdi, c. 3, s. 1089.
  12. İbn-i Kesir, c. 5, s. 110.
  13. Taberi, c. 3, s. 149.
  14. Taberi, c. 3, s. 133.
  15. Yakubi, c. 2, s. 118
  16. Halebi, c. 3, s. 289.
  17. Vakıdi, c. 3, s. 1079 ve 1080.
  18. Halebi, c. 3, s. 289.
  19. Taberi, c. 3, s. 152-153.
  20. İbn-i Hişam, c. 2, s. 603 ve 604.
  21. Yakubi, c. 2, s. 118.
  22. Yakut, c. 2, s. 103.
  23. Mufid, Tefsir, c. 1, s. 184.
  24. Ayyaşi, c. 1, s. 332.
  25. Yakubi, c. 2, s. 1, b. 12.
  26. Usdu’l Ğabe, c. 5, s. 253.
  27. Kuleyni, c. 2, s. 27.
  28. Belazuri, c. 2, s. 111.
  29. İbn-i Kesir, c. 7, s. 349.
  30. Nesai, c. 5, s. 45.
  31. Saduk, Emali, s. 575.
  32. Mufid, Aksamu’l Mevla, s. 35.
  33. Tusi, el-İktisat, s. 351.
  34. Tusi, er-Resail, s. 138.
  35. İbn-i Kesir, c. 7, s. 349.
  36. Emini, c. 1, s. 349.
  37. Emini, c. 1, s. 158.
  38. İbn-i Hacer, Fethu’l Bari c. 7, s. 61.
  39. İbn-i Fettal-ı Nişaburi, c. 1, s. 9.
  40. Tabersi, c. 1, s. 66.
  41. İbn-i Tavus, el-Yakin, s. 343.
  42. Alemu’l Huda, c. 1, s. 186.
  43. İbn-i Tavus, el-İkbal, s. 454 ve 456.
  44. Ali b. Yusuf Hilli, s. 169.
  45. İbn-i Tavus, et-Tahsin, s. 578.
  46. Ali b. Yusuf Beyzavi, c. 1, s. 301.
  47. Hüseyin b. Cebur, Varaka, 26–34.
  48. İbn-i Hambel, c. 4, s. 370.
  49. İbn-i Hacer, el-İsabet, c. 3, s. 484.
  50. İbn-i Mağazili, c. 1, s. 66.
  51. İbn-i Hambel, c. 5, s. 370.
  52. İbn-i Hambel, c. 5, s. 88.
  53. İbn-i Hambel, c. 5, s. 84.
  54. İbn-i Hambel, c. 5, s. 119.
  55. Hatib, c. 16, s. 348.
  56. İbn-i Mağazili, c. 1, s. 54.
  57. Heysemi, c. 9, s. 136.
  58. Dulabi, c. 3, s. 928.
  59. İbn-i Hambel, c. 1, s. 118.
  60. İbn-i Hambel, c. 5, s. 366.
  61. Emini, c. 1, s. 14-15.
  62. İbn-i Mağazili, s. 112; İbn-i Esir, Usdu’l Ğabe, c. 3, s. 307; Heysemi, c. 9, s. 107.
  63. Buhari, c. 1, s. 375.
  64. İbn-i Cezri, s. 49.
  65. Belazuri, s. 108.
  66. Kunduzi, c. 3, s. 369.
  67. Nesai, s. 93- 96- 100- 101- 103- 104- 132.
  68. Süleym b. Kays, s. 321.
  69. Hakim Hasakani, c. 1, s. 201, h. 211.
  70. İbn-i Fettal Nişaburi, c. 1, s. 89; Tabersi, c. 1, s. 66; İbn-i Tavus, el-Yakin, s. 343; Alemu’l Huda, c. 1, s. 186.
  71. İbn-i Asakir Demeşki, c. 2, s. 70.
  72. Ali b. Yusuf Hilli, s. 169; İbn-i Tavus, et-Tahsin, s. 578; Ali b. Yusuf Beyazi, c. 1, s. 301; Hüseyin b. Cebur, s. 26-34.
  73. Emini, c. 1, s. 14-15.
  74. Fahr-i Razi, c. 12, s. 49.
  75. İbn-i Ebu’l Hadid, c.1, s. 13.
  76. İbn-i Kesir, c. 5, s. 209.
  77. İbn-i Sabbağ Maliki, c. 1, s. 235.
  78. İbn-i Tavus, el-İkbal, s. 454 ve 456.
  79. Muttaki Hindi, c. 13, s. 104- 105- 131- 138- 157- 158 ve 168.
  80. İbn-i Hamza Hüseyni Hanefi, s. 593.
  81. Alusi, c. 6, s. 194.
  82. Reşit Rıza, c. 6, s. 384.
  83. El-Gadir, c. 6, s. 11.
  84. El-Gadir, c. 1, s. 145.
  85. El-Gadir, c. 6, s. 59.
  86. Bkz. El-Gadir, c. 2, s. 11.
  87. İbn-i Tavus, s. 33.
  88. Hindi, Mir Hamit Hüseyin.
  89. Meclisi, c. 37, s. 181- 182.
  90. Hürr-ü Amuli, c. 2, s. 200- 250.
  91. Emini, c. 1, s. 12, 151, 294 ve 322.
  92. Bahrani, Seyyid Haşim.
  93. Bahrani, Abdullah, c. 3/15, s. 307 ve 327.
  94. Seyyid Ali Milani, c. 6 – 9.
  95. İyci, c. 8, s. 361.
  96. Taftazani, c. 5, s. 272.
  97. Tirmizi, c. 5, s. 563.
  98. Tahavi, c. 4, s. 212.
  99. Hakim-i Nişaburi, c. 3, s. 118.
  100. İbn-i Kesir, c. 5, s. 209.
  101. İbn-i Hacer, Fethu’l Bari, c. 7, s. 74.
  102. İbn-i Hacer, es-Savaiku’l Muhrike, c. 1, s. 106.
  103. İyci, c. 8, s. 361.
  104. Tahavi, c. 4, s. 212.
  105. Vakıdi, c. 3, s. 1079 ve 1080.
  106. Halebi, c. 3, s. 289.
  107. Bkz. Mufid, Aksamu’l Mevla, s. 28 ve sonrası.
  108. Mufid, el-İfsah, s. 32.
  109. Tusi, el-İktisad, s. 345.
  110. Fahr-i Razi, el-Erbain, c. 2, s. 283.
  111. İyci, c. 8, s. 360 ve 365.
  112. Taftazani, c. 5, s. 273 – 275.
  113. İyci, c. 8, s. 360 – 365.
  114. Taftazani, c. 5, s. 273 – 275.
  115. Fahr-i Razi, el-Erbain fi Usulu’d-Din, c. 2, s. 283.
  116. İyci, c. 8, s. 360 – 365.
  117. İyci, c. 8, s. 361.
  118. Fahr-i Razi, et-Tefsir, c. 29, s. 459.
  119. Taftazani, c. 5, s. 273.
  120. Şerif Murtaza, c. 2, s. 270.
  121. Şerif Murtaza, c. 2, s. 270.
  122. Fahr-i Razi, et-Tefsiru’l Kebir, c. 29, s. 227
  123. Fahr-i Razi, et-Tefsir, c. 29, s. 227.
  124. Emini, c. 1, s. 624.
  125. Fahr-i Razi, el-Erbain fi Usulu’d-Din, c. 2, s. 283.
  126. Şerif Murtaza, eş-Şafi, c. 2, s. 277.
  127. Kur’an-ı Kerim, Ahzab Suresi, 6. ayet.
  128. İbn-i Manzur, c. 15, s. 407, "veli" maddesi.
  129. Ezheri, c. 15, s. 324 – 327.
  130. Fuyumi, c. 1 – 2, s. 672.
  131. İbn-i Faris, c. 6, s. 141.
  132. Tureyhi, c. 1, s. 462.
  133. Bestani, s. 985.
  134. Firuz Abadi, s. 1209.
  135. İbn-i Manzur, c. 15, s. 411.
  136. Ezheri, c. 15, s. 322.
  137. Tureyhi, c. 1, s. 464 – 465.
  138. Ahzab, 6.
  139. Tusi, et-Tibyan, c. 8, s. 317.
  140. Beyzavi, c. 4, s. 225.
  141. Zemahşeri, c. 3, s. 523.
  142. Zemahşeri, c. 3, s. 525.
  143. Fahr-i Razi, el-Erbain, c. 2, s. 283.
  144. İbn-i Esir, Usdu’l Ğabe, c. 1, s. 439.
  145. Yakubi, c. 2, s. 118.
  146. İbn-i Kesir, c. 7, s. 348 ve 349.
  147. Belazuri, c. 3, s. 108.
  148. Emini, c. 1, s. 657.
  149. Menavi, c. 6, s. 217.
  150. İbn-i Hambel, c. 4, s. 281.
  151. İbn-i Mağazili, c. 1, s. 46.
  152. İbn-i Kesir, c. 7, c. 349.
  153. Emini, c. 1, s. 667.
  154. Tusi, el-İktisad, s. 351.
  155. Seyyid Razi, s. 43.
  156. Seyyid Razi, s. 43.
  157. Delailu’s-Sıdk, c. 4, s. 340.
  158. Seyyid Razi, s. 43.
  159. Tabersi, İhticac, c. 1, s. 181.
  160. Emini, c. 2, s. 51 ve 495.
  161. Hâkim-i Nişaburi, c. 3, s. 419.
  162. İbn-i Kesir, c. 5, s. 211.
  163. Tabersi, el-İhticac, c. 1, s. 181.
  164. Meclisi, c. 33, s. 41.
  165. İbn-i Kesir, c. 7, s. 304.
  166. Saduk, Emali, s. 22.
  167. İbn-i Kuteybe, c. 1, s. 580.
  168. İbn-i Mağazili, c. 1, s. 62.
  169. Saduk, Emali, s. 162.
  170. Emini, c. 1, s. 664.
  171. Kummi, c. 1, s. 171.
  172. Tabersi, Cevamiu’l Camii, c. 1, s. 343.
  173. Kummi, c. 1, s. 171.
  174. Tabersi, Cevamiu’l Camii, c. 1, s. 343.
  175. Suyuti, c. 2, s. 298.
  176. Ayyaşi, c. 1, s. 332.
  177. Ayyaşi, c. 1, s. 331.
  178. Tabersi, Mecmeu’l Beyan, c. 1, s. 334.
  179. Fahr-i Razi, c. 12, s. 401.
  180. Fahr-i Razi, c. 12, s. 400 – 402.
  181. Bahrani, c. 2, s. 227.
  182. Tabatabai, c. 5, s. 181.
  183. Mekarim Şirazi, c. 4, s. 285.
  184. Ayyaşi, c. 1, s. 293.
  185. Kummi, c. 1, s. 162.
  186. Fahr-i Razi, c. 11, s. 288.
  187. Suyuti, c. 2, s. 259.
  188. Tabatabai, c. 5, s. 168 – 175.
  189. Ayyaşi, c. 1, s. 293.
  190. Taberi, Camiu’l Beyan, c. 5, s. 51.
  191. Tabatabai, c. 5, s. 284.
  192. Tabatabai, c. 5, s. 279.
  193. Tabersi, Mecmeu’l Beyan, c. 10, s. 530.
  194. Kurtubi, c. 19, s. 278.
  195. Sa’lebi, c. 10, s. 35.
  196. Hürr-i Amuli, c. 3, s. 311, 476, 584, 601; c. 4, s. 166 ve 472.
  197. Tabersi, c. 1, s. 66 ve 84.
  198. Şuşteri, c. 2, s. 415 – 501; c. 3, s. 225, 368 ve c. 12, s. 1 – 63.
  199. Mufid, s. 74.
  200. Bahrani, c. 1, s. 711; c. 2, s. 145.
  201. İbn-i Şehraşub, c. 2, s. 224, 226, 227, 228, 236; c. 3, s. 38, 42 ve 43.
  202. Meclisi, c. 37.
  203. Saduk, s. 66.
  204. İbn-i Batrik, s. 90 – 103 ve 448.
  205. Saduk, s. 12, 106, 107 ve 284.
  206. Saduk, s. 143.
  207. Saduk, c. 2, s. 47.
  208. İbn-i Ebu’l Feth-i Erbili, c. 1, s. 318, 323; c. 3, s. 213, 222 ve c. 3, s. 47.
  209. Nuri, c. 3, s. 250; c. 6, s. 277; c. 7, s. 120.
  210. Tusi, c. 1, s. 243, 253, 278; c. 2, s. 159, 174.
  211. Tusi, c. 1, s. 113.
  212. Ayyaşi, c. 1, s. 292, 293, 332 – 334.
  213. Ali b. İbrahim Kummi, s. 150, 277, 474, 538.
  214. Hürr-ü Amuli, s. 227.
  215. Ebu Naim İsfahani, c. 1, s. 235 ve c. 2, s. 227.
  216. İbn-i Abdulbirr, c. 2, s. 460.
  217. İbn-i Esir, c. 1, s. 308, 367; c. 2, s. 333; c. 3, s. 92, 93, 274, 307, 321; c. 4, s. 28 ve c. 5, s. 6, 205, 208.
  218. İbn-i Hacer Askalani, c. 1, s. 372, 550; c. 2, s. 257, 382, 408, 509; c. 3, s. 512 ve c. 4, s. 80.
  219. Beyhaki, s. 182.
  220. Ebu’l Ferec, c. 8, s. 307.
  221. Belazuri, c. 1, s. 156.
  222. İbn-i Kesir, c. 5, s. 208, 209, 210, 211, 212, 213, 227, 228 ve c. 7, s. 338, 344, 346, 347, 348 ve 349.
  223. Zehebi, c. 2, s. 196 ve 197.
  224. Hatib-i Bağdadi, c. 8, s. 290; c. 7, s. 377; c. 12, s. 343 ve c. 14, s. 236.
  225. İbn-i Kalansi, c. 1, s. 370; c. 2, s. 5, 85, 345 ve c. 5, s. 321.
  226. Buhari, c. 1, s. 375 ve c. 2, 2. Kısım, rakam. 194.
  227. Zerendi Hanefi, s. 79, 109 ve 112.
  228. İbn-i Esir, c. 1, s. 346.
  229. İbn-i Hallakan, c. 1, s. 60; c. 2, s. 223.
  230. Kunduzi, s. 29- 40, 53-55, 81, 120, 129, 134, 154, 155, 179, 187, 206, 234 ve 284.
  231. İbn-i Kuteybe, c. 1, s. 109.
  232. İbn-i Cevzi, s. 30 ve 33.
  233. Ahmed Hambel, c. 1, s. 84, 119; c. 4, s. 241, 281, 368, 370, 372; c. 5, s. 347, 366, 370, 419-492 ve c. 6, s. 476.
  234. İbn-i Mağazili, s. 16, 18, 20, 22, 23, 24, 25, 224, 229.
  235. Harezmi, s. 23, 79, 80, 92, 94, 95, 115, 129 ve 134.
  236. Hakim-i Nişaburi, c. 3, s. 109, 110, 118, 371 ve 631.
  237. İbn-i Saad, c. 3, s. 335.
  238. İbn-i Mace, c. 1, s. 43.
  239. İbn-i Abdurrabbe, c. 5, s. 317.
  240. Şukani, c. 3, s. 57.
  241. Hamuni, c. 1, s. 56, 64, 65, 67, 68, 72, 75, 76 ve 77.
  242. İbn-i Sabbag Maliki, s. 23, 24, 25, 27 ve 74.
  243. Muttaki Hindi, c. 1, s. 48; c. 6, s. 397- 405; c. 8, s. 60; c. 12, s. 210 ve c. 15, s. 209.
  244. Mesudi, c. 2, s. 11.
  245. İbn-i Hacer-i Askalani, c. 1, s. 337; c. 2, s. 57 ve c. 7, s. 283, 498 ve 460.
  246. Nesai, c. 5, s. 45.
  247. Halebi, c. 3, s. 274, 283, 369.
  248. İbn-i Ebi’l Hadid, c. 1, s. 317 – 362; c. 2, s. 288; c. 3, s. 208; c. 4, s. 221 ve c. 9, s. 217.
  249. Hâkim-i Hasakani, c. 1, s. 158, 190.
  250. Müslim, c. 4, s. 1873.
  251. Fahr-i Razi, c. 3, s. 636.
  252. Nesai, s. 21, 40, 86, 88, 93, 94, 95, 100, 104 ve 124.
  253. Mukrizi, s. 220.
  254. Ahmed b. Abdullah Taberi, s. 67 ve 68.
  255. Alusi, c. 6, s. 55.
  256. Tirmizi, c. 5, s. 591.
  1. سَأَلَ سائِلٌ بِعَذابٍ واقِع

Bibliyografi

  • el-Vakıdi, Muhammed b. Ömer, el-Mağazili, araştırma: Marsden Johannes, Beyrut, Müessese-i el-A’lemi, üçüncü baskı, 1409 h.k.
  • Tusi, er-Resailu’l Aşer, Kum, Müessese-i en-Neşru’l İslami, 1414 h.k, ikinci baskı.
  • Yakubi, Ahmed b. Ebu Yakub, Tarih-i Yakubi, Beyrut, Daru Sadır.
  • İbn-i Ebi’l Hadid, Şerhu’l Belağa, araştırma: Muhammed Ebu’l Fazlı İbrahim, Kahire, Daru İhya Kutubu’l Arabi.
  • İbn-i Ebu’l Feth-i Erbili, Keşfu’l Ğumme, Beyrut, Daru’l Adva.
  • İbn-i Esir, Usdu’l Ğabe, tahkik: Muhammed İbrahim Bena, Beyrut, Daru’ş-Şueb.
  • İbn-i Esir, Nihayet, tahkik: Tahir Ahmed ez-Zavi, Beyrut, el-Mektebetu’l İlmiyye.
  • İbn-i Betrik, Umdet, Kum, Camiu Müderrisin.
  • İbn-i Cezri Şafii, Esna’l Metalib, Beyrut, Daru’l Kutubu’l İlmiyye,
  • İbn-i Cevzi, Tezkiretu’l Havas, Beyrut, Müessese-i Ehlibeyt (a.s).
  • İbn-i Hacer-i Askalani, el-İsabet, tahkik: Adil Ahmed Abdulmevcut, Beyrut, Daru’l Kutubu’l İlmiyye.
  • İbn-i Hacer-i Askalani, Tehzibu’t-Tehzib, Beyrut, Daru Sadır.
  • İbn-i Hacer-i Askalani, Fethu’l Bari, Şerh-i Sahihu’l Buhari, Beyrut, Daru’l Kutubu’l İlmiyye, 1427 h.k.
  • İbn-i Hamza Hüseyni Hanefi, el-Beyan ve’t-Tarif, Beyrut, Mektebetu İlmiyye.
  • İbn-i Hambel, Ahmed, Müsned-i Ahmed, Beyrut, Daru İhyau’t-Turas el-Arabi, 1414 h.k.
  • İbn-i Halakkan, Vefayatu’l A’yan, Tahkik: İhsan Abbas, Beyrut, Daru’s Sakafet.
  • İbn-i Saad, Tabakatu’l Kubra, Daru Sadır, Beyrut.
  • İbn-i Şehraşub, Menakibu Al-i Ebu Talib, Necef, Mektebetu Haydariye.
  • İbn-i Sabbag Maliki, el-Fusulu’l Muhimme, tahkik: Sami el-Gureyri, Kum, Daru’l Hadis.
  • İbn-i Tavus, el-İkbal, Tahran, Daru’l Kutubu’l İslamiyye.
  • İbn-i Tavus, et-Tahsin, Kum, Daru’l Kitab.
  • İbn-i Tavus, et-Taraif, Kum, Matbaa Hayyam.
  • İbn-i Tavus, el-Yakin, tahkik: Muhammed Bakır Ensari, Kum, Daru’l Kitab.
  • İbn-i Abdurabbe, Akdu’l Ferid, Beyrut, Daru ve Mektebetu’l Hilal.
  • İbn-i Abdulbir, tahkik: Ali Muhammed Becavi, Beyrut, Daru’l Ceyl.
  • İbn-i Asakir-i Demeşki, tercümetu’l İmamu’l Hüseyin min Tarih-i Medinetu’l Demeşk, Beyrut, Müessese-i el-Mahmudi.
  • İbn-i Faris, Ahmed, Mu’cem Makayisu’l Lugat, Kum, Mektebetu’l İ’lamu’l İslami, 1404 h.k, birinci baskı.
  • İbn-i Fettal-ı Nişaburi, Ravzatu’l Vaizin, Kum, Şerif Razi.
  • İbn-i Kuteybe Deyneveri, el-İmamet ve’s-Siyaet, tahkik: Ali Şiri, Kum, İntişarat-ı Şerif Razi.
  • İbn-i Kalansi, Tarih-i Demeşk, tahkik: Suheyl Zekkar, Demeşk, Daru İhsan.
  • İbn-i Kesir, el-Bidayet ve’n-Nihayet, tahkik: Ali Şiri, Beyrut, Daru İhyau’t-Turas.
  • İbn-i Mace, Sunen-i İbn-i Mace, Beyrut, Daru İhya Kutubu’l Arabi.
  • İbn-i Mağazili, Menakibu Ali b. Ebu Talib, Tahran, Mektebetu’l İslamiye.
  • İbn-i Hişam, Abdu’l Melik, es-Siyretu’n-Nebeviyye, tahkik: Mustafa es-Saka ve İbrahim el-Abyari ve Abdul Hafız Şelbi, Beyrut, Daru’l Marifet.
  • Ebu Naim İsfahani, Ahbaru İsfahan, Londra, matbaa Beril.
  • Ebu’l Ferec İsfahani, el-Egani, Beyrut, Daru’l Fikir.
  • Ebu Fevaris, Erbain, hatlı.
  • Ahmed b. Abdullah Taberi, Zahairu’l Ukba, Kahire, Mektebetu’l Kudsi.
  • Ahmed Hambel Şeybani, Müsned-i Ahmed b. Hambel, Beyrut, Daru İhya et-Turasu’l Arabi.
  • Alusi, Ruhu’l Maani, Beyrut, Daru’l Kutubu’l İlmiyye.
  • Emini, el-Gadir, Beyrut, Daru’l Kitab el-Arabi.
  • Ensari, Muhammed Bakır, Hitabe Gadir, Kum, İntişar-ı Delilima.
  • İyci, Mir Seyyid Şerif, Şerhu’l Mevakif, Kum Ofset, Mektebetu Şerif Razi, 1325 h.k.
  • Bahrani, Seyyid Haşim, Keşfu’l Muhim fi Tarik-i Haber-i Gadir-i Hum, Kum, İntişar-ı Humayı Gadir.
  • Bahrani, Seyyid Haşim, el-Burhan fi Tefsiri’l Kur’an, Kum, Müessese-i Biset.
  • Bahrani, Abdullah, Avalimu’l Ulum, Kum, Müessese-i İmam Mehdi (a.f).
  • Buhari, Tarihu’l Kebir, tahkik: Seyyid Haşim Nedvi, Beyrut, Daru’l Fikr.
  • Belazuri, Ensabu’l Eşraf, tahkik: Muhammed Bakır Mahmudi, Beyrut, Müessese-i A’lemi.
  • Biruni, Muhammed b. Ahmed, el-Asaru’l Bakiye fi’l Kurunu’l Haliye, Tahran, Neşr-i Miras Mektup, 1422 h.k.
  • Beyzavi, Abdullah, Envaru’t Tenzil ve Esraru’t-Tevil, Beyrut, Daru İhya’t-Turas el-Arabi, 1418 h.k.
  • Beyhaki, el-İtikad, Beyrut, Daru’l Afaku’l Cedide.
  • Tirmizi, Sünen-i Tirmizi, Beyrut, Daru’l Marifet.
  • Taftazani, Saaduddin, Şerhu’l Makasid, Kum Ofset, Mektebetu’ş-Şeri Razi, 1409 h.k.
  • Sa’lebi, Ahmed b. İbrahim, el-Keşfu ve’l Beyan en Tefsiru’l Kur’an, Beyrut, Daru İhyau’t-Turas el-Arabi, 1422 h.k.
  • Hâkim Hasakani, Şevahidu’t-Tenzil, tahkik: Muhammed Bakır Mahmudi, Tahran, Vezaretu İrşadu’l İslami.
  • Hâkim-i Nişaburi, el-Müstedrek, tahkik: Yusuf Abdurrahman Maraşali.
  • Hurr-ü Amuli, Cevahiru’s-Seniyye, Ebu’l Kasım Muhammed Sadık Hüseyni, Bombay.
  • Hurr-ü Amuli, İsbatu’l Huda, Beyrut, Müessese-i A’lemi lil-Matbuat.
  • Hüseyin b. Cebur, Nehcü’l İman, Meşhed, İmam Hadi (a.s) Kütüphanesi, hatlı nüsha.
  • Halebi, es-Siyretu’l Halebiye, Beyrut, Daru’l Marifet.
  • Hilli, Hasan b. Yusuf, Keşfu’l Murad, Kum, Neşr-i İslami, 1413 h.k, dördüncü baskı.
  • Hamuyuni Cuveyni, Feraidu’s-Simteyn, Tahkik: Muhammed Bakır Mahmudi, Beyrut, Müessese-i Mahmudi.
  • Hatib-i Bağdadi, Tarih-i Bağdad, tahkik: Mustafa Abdul Kadir, Beyrut, Daru’l Kutubu’l İlmiyye.
  • Harezmî, Menakib, Meşhed, İntişar-ı Burhan.
  • Dulabi, el-Kunye ve’l Esma, Beyrut, Daru İbn-i Hazm.
  • Zehebi, Tarihu’l İslam, Beyrut, Daru’l Kitabi’l Arabi.
  • Reşit Rıza, el-Menar, Beyrut, Daru’l Marifet.
  • Zerendi Hanefi, Nezm Dureru’s-Simteyn, muhakkik: Seyyid Ali Aşur, Beyrut, Daru İhyau't-Turas.
  • Zemahşeri, Mahmud, el-Keşşaf en Hakaiki Gavamis et-Tenzil, Beyrut, Daru’l Kitabu’l Arabi, 1407 h.k.
  • Süleym b. Kays, Kitabu Süleym, tahkik: Muhammed Bakır Ensari, Kum, el-Hadi.
  • Suyuti, Celalettin, Ed-Durru’l Mensur fi Tefsiri’l Me’sur, Kum, Ayetullah Necefi Mer’aşi Kütüphanesi, 1404 h.k.
  • Seyyid Razi, Muhammed b. Hüseyin, Hasaisu’l Eimme, Meşhed, Astan-ı Kuds, 1406 h.k.
  • Şerif Murtaza, İlmu’l Huda, eş-Şafi fi’l İmamet, Tahran, Müessese-i es-Sadık, 1410 h.k, ikinci baskı.
  • Şuşteri, İhkaku’l Hak, Kum, Mektebetu Ayetullah Mer’aşi.
  • Şevkani, Fethu’l Kadir, Demeşk, Daru İbn-i Kesir.
  • Saduk, el-Hisal, Tashih Ali Ekber Gaffari, Kum, Camiu Müderrisin, 1362 h.ş.
  • Saduk, Emali, Tahran, Kütuphane-i İslami.
  • Saduk, İlelu’ş-Şerai, Daru’l Hiccet lil-Sekafet.
  • Saduk, Uyun-u Ahbari er-Rıza, Şiraz, İntişar-ı İslamiye.
  • Saduk, Maaniu’l Ahbar, Tahran, Daru’l Kitabu’l İslamiye.
  • Tabatabai, Muhammed Hüseyin, el-Mizan fi Tefsiri’l Kur’an, Kum, Neşr-i İslami, 1417 h.k, beşinci baskı.
  • Tabersi, Ahmed b. Ali, el-İhticac, tashih: Muhammed Bakır Horasani, Meşhed, Neşr-i Murtaza.
  • Tabersi, Fazıl b. Hasan, Cevamiu’l Cami, Tahran, İntişar-ı Tahran Üniversitesi ve Kum Havza İlimleri Müdüriyeti, 1377 h.ş.
  • Tabersi, Fazıl b. Hasan, Mecmeu’l Beyan fi Tefsiri’l Kur’an, Mukaddime, Muhammed Cevad Belaği, Tahran, Nasır Husrev, 1372 h.ş, üçüncü baskı.
  • Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarih-i Taberi), tahkik: Muhammed Ebu’l Fazl İbrahim, Beyrut, Daru’t-Turas, 1387 h.k, ikinci baskı.
  • Taberi, Muhammed b. Cerir, Camiu’l Beyan fi Tefsiri’l Kur’an, Beyrut, Daru’l Marifet, 1412 h.k.
  • Tahavi, Ahmed b. Muhammed, Beyan Müşkilu’l Asar, Daru’n-Neşr.
  • Tureyhi, Fahrettin, Mecmeu’l Bahreyn, Tahran, Murtaza, 1375 h.ş, ikinci baskı.
  • Tusi, el-İktisad fima Yetellaku bi’l İ’tikad, Daru’l Adva, 1406 h.k, ikinci baskı.
  • Tusi, Emali, Kum, Daru’s-Sakafet.
  • Tusi, Tibyan, Beyrut, Ahmed Habip Kusayr baskısı.
  • Alemu’l Huda, Nezhetu’l Kiram, tahkik: Muhammed Şirvani, Tahran, İntişar-ı Terakki.
  • Ali b. İbrahim Kummi, Tefsir-i Kummi, Tahkik: Musevi Cezairi, Kum, Daru’l Kitab.
  • Ali b. Yusuf Beyazi, es-Sıratu’l Mustakim, Necef, Matbaa Hahdariye.
  • Ali b. Yusuf Hilli, el-Udedu’l Kaviyye, Kum, Ayetullah Mer’aşi Kütüphanesi.
  • Ayyaşi, Tefsir-i Ayyaşi, tahkik: Resul Mehallati, Tahran, Mektebetu’l İlmiye İslamiyye.
  • Fahr-i Razi, Tefsir-i Razi, Beyrut, Daru İhyau't-Turas.
  • Firuz Abadi, Muhammed b. Yakub, el-Kamusu’l Muhit, Beyrut, Daru’l Kutubu’l İlmiye.
  • Fuyumi, Ahmed b. Muhammed, el-Misbahu’l Munir, Kum, Müessese-i Daru’l Hicret, 1414 h.k, ikinci baskı.
  • Kurtubi, Muhammed b. Ahmed, el-Camiu lil-Ahkamu’l Kur’an, Tahran, Nasır Husrev, 1364 h.ş.
  • Kunduzi, Yenabiu’l Meveddet, Tahkik: Seyyid Ali Cemal Eşref, Tahran, Daru’l Usve.
  • Muttaki Hindi, Kenzu’l Ummal, Beyrut, Müessese-i er-Risalet.
  • Meclisi, Biharu’l Envar, Beyrut, Müessese-i el-Vefa.
  • Mesudi, Murucu’z-Zeheb ve Meadinu’l Cevahir, tercüme: Ebu’l Kasım Payende, Tahran, İntişar-ı İlmi ve Ferhengi.
  • Müslim Nişaburi, Sahih-i Müslim, Beyrut, Daru’l Fikr.
  • Muzaffer, Muhammed Hüseyin, Delailu’s-Sıdk, Kum, Müessese-i Alulbeyt (a.s), 1422 h.k.
  • Mufid, Eksamu’l Mevla, Kum, el-Mutemeru’l Âlemi lil-Şeyh el-Mufid, 1413 h.k.
  • Mufid, Muhammed b. Muhammed, İhtisas, Tahran, İntişar-ı İlmi ve Ferhengi.
  • Mufid, Muhammed b. Muhammed, el-İfsah fi’l İmamet, Kum, el-Mutemeru’l Âlemi lil-Şeyh el-Mufid, 1413 h.k.
  • Mufid, Muhammed b. Muhammed, Tefsiru’l Kur’anu’l Mecid, tahkik: Seyyid Muhammed İyazi, Kum, Merkez-i İntişar-ı Defter-i Tebligat-ı İslami, 1422 h.k.
  • Mukrizi, el-Hutet ve’l Asar, Beyrut, Daru’l Kutubu’l İlmiyye.
  • Mekarim Şirazi, Nasır, Tefsir-i Numune, Tahran, Daru’l Kutubu’l İslamiyye, 1378 h.ş.
  • Menavi, Zeynuddin Muhammed, Feyzu’l Kadir, Şerhi’l Camii’s-Sağir, Mısır, el-Mektebetu’l Fikriyye el-Kubra, 1356 h.k.
  • Milani, Nefahatu’l İzhar fi Hulaseti Abakatu’l Envar, Kum, İntişar-ı Ala.
  • Nesai, Hasaisu Emirulmuminin, Kahire, Taba Haydariye.
  • Nesai, Sunenu’l Kubra, tahkik: Abdul Gaffar Süleyman, Beyrut, Daru’l Kutubu’l İlmiye.
  • Nuri, Müstedrek-i Vesail, Beyrut, Müessese-i Alulbeyt.
  • Hindi, Abakatu’l Envar, Beyrut, Daru’l Kutubu’l İslami.
  • Heysemi, Mecmeu’z-Zevaid, Beyrut, Daru’l Fikr.
  • Heysemi, Ali b. Ebu Bekir, Mecmeu’z-Zevaid ve Menbau’l Fevaid.
  • Yakut, Şahabaddin Ebu Abdullah, Mu’cemu’l Buldan, Beyrut, Daru Sadır, ikinci baskı, 1995.