İçeriğe atla

Medine Anayasası

wikishia sitesinden

Medine Anayasası veya Düstûru’l Medine (Arapça: دُستورُ المَدینة) adıyla bilinen ve ayrıca Medine Sözleşmesi, Medine Antlaşması yahut Sahifetü’l Medine şeklinde de adlandırılan metin, Müslümanlarla Medine’de yaşayan Yahudiler arasındaki ilişkileri, karşılıklı hakları ve toplumsal düzeni belirlemeyi hedefleyen kapsamlı bir antlaşmadır. Bu anlaşma, Allah Resûlü Muhammed’in (s.a.a) Medine’ye hicretinden hemen sonraki ilk yıl içerisinde akdedilmiş olup, şehirde yeni kurulan İslami toplumun siyasi, askeri ve hukuki temel taşlarından biri sayılmıştır. Anayasada, Peygamber’in (s.a.a) savaş ve barış ilanında tek yetkili merci olduğu ve Medine’de çıkabilecek her türlü ihtilafı çözümlemede nihai hakem konumunda bulunduğu açıkça belirtilmiştir. Bu yönüyle Medine Anayasası, Müslümanları ortak bir çatı altında toplayarak onları dış tehditlere karşı birlik içinde hareket etmeye sevk eden tarihi bir belge olarak görülmektedir.

Medine Anayasası’nın metni, ilk defa İbn Hişam’ın siyer kitabında, onun da İbn İshak’tan naklettiği rivayetle günümüze ulaşmıştır. Antlaşmanın kesin olarak hangi tarihte kaleme alındığı net değildir; ancak İslam tarihçileri ve kaynakların çoğu, bu metnin hicretten sonraki ilk yılın beşinci ya da sekizinci ayında yazıya geçirildiğini kaydetmektedir. Bununla birlikte bazı araştırmacılar, Düstûru’l Medine’nin Bedir Savaşı’ndan sonra, yani hicretin ikinci yılında düzenlenmiş olabileceği ihtimali üzerinde de durmuşlardır. Böylece Medine Anayasası, İslam tarihinde Müslümanlarla gayrimüslimler arasındaki ilk yazılı toplumsal-siyasal sözleşme olarak öne çıkmıştır.

Önemi ve Konumu

Medine Anayasası,[1] İslam tarihinin en dikkate değer belgelerinden biri olup farklı kaynaklarda Sahifetü’n Nebi,[2] Sahifetü’l Medine,[3] Peyman-ı Medine[4] yahut Medine Antlaşması[5] adlarıyla da zikredilmiştir. Tarihçiler ve İslam hukukçuları nezdinde bu anayasa, Allah Resûlü Muhammed’in (s.a.a) en mühim icraatlarından biri kabul edilmiştir.[6] Onun en önemli özelliklerinden biri, bir yandan Medine’de yaşayan Müslümanlarla gayrimüslim unsurlar arasındaki münasebetleri düzenlemesi, diğer yandan ise Müslüman toplulukların kendi iç yapısına dair temel kaideleri belirlemesidir.[7] Böylelikle Medine Anayasası, henüz oluşum sürecinde bulunan İslam devletinin iç ve dış siyasetini düzenleyen, yol gösterici bir anayasa metni olarak değerlendirilmiştir.[8] Bu belge, ayrıca İslami prensiplere dayanan en gelişmiş ihtilaf çözüm yöntemlerinden biri sayılmış ve toplum hayatında kalıcı barışın tesis edilmesine doğrudan katkı sağlamıştır.[9]

Bazı çağdaş araştırmacılar ve tarihçiler Medine Anayasası’nı, Peygamber (s.a.a) tarafından ortaya konulmuş ve olağanüstü bir önem taşıyan tarihi bir vesika olarak değerlendirmiştir.[10] Bu bakımdan söz konusu metin, İslam tarihinin ilk yıllarında Medine’deki toplumsal ve siyasi ilişkileri kavrayabilmek için güvenilir ve asli bir kaynak hüviyetine sahiptir.[11] Anayasanın maddelerine göre Allah Resûlü (s.a.a), savaş ve barışa dair kararları vermekte yegane merci olarak kabul edilmekte, ayrıca şehir içinde vuku bulan her türlü ihtilafı çözme konusunda tek hakem konumuna yerleştirilmiştir.[12] Bunun yanı sıra Medine Anayasası, sadece Müslümanları birbirine kenetlemekle kalmamış, aynı zamanda Yahudilerin Kureyşlilerle ve İslam düşmanı diğer kabilelerle ittifak kurmalarını da etkili biçimde engellemiştir.[13]

İçerik

Medine Anayasası’nda yer alan bazı maddeler ki bunların bir bölümü Müslümanların kendi aralarındaki ilişkilerle, diğer bir kısmı ise Müslümanlarla Yahudiler arasındaki ilişkilerle ilgilidir.[14] Bunlardan bazıları şunlardır:

  1. Bu, Allah’ın Resûlü Muhammed’in yazdırdığı ve onayladığı bir yazı ve aynı zamanda bir sözleşmedir. Bu belge, Kureyş kabilesinden müminler ve Müslümanlar ile Yesrib halkı ve onlara katılan, Müslümanlara tabi olan, onların safına dahil olup Allah yolunda birlikte cihad eden kimseler arasında geçerli olacaktır.[15]
  2. Onlar, diğer bütün insanlara karşı tek bir ümmettir.[16]
  3. Kureyş muhacirleri, İslam’dan önceki uygulamalarında olduğu gibi diyet ödeyeceklerdir. Onlar, müminler arasında iyilik ve adalet gözeterek kendi esirlerini fidye karşılığında serbest bırakacaklardır. Aynı şekilde Beni Avf, Beni Haris, Beni Saide, Beni Ceşm, Beni Neccar, Beni Amr b. Avf, Beni Nebit ve Beni Evs kabileleri de daha önce olduğu gibi diyet ödeyecekler ve her bir kabile, müminlerin uyguladığı şekilde, iyilik ve adalet gözeterek kendi esirlerini serbest bırakacaktır.[17]
  4. İslam’ın taraftarları, bir Müslümanı diyet veya ağır fidye ödemesinde asla yalnız bırakmayacaklardır.[18]
  5. Bütün takvalı ve iman sahibi Müslümanlar, herhangi bir Müslümanın haksızlık etmesi, zulüm yoluyla onlardan bir şey talep etmesi yahut müminler arasında düşmanlık ve fesat çıkarmaya niyetlenmesi durumunda, ona karşı birleşip mücadele edeceklerdir. Bu kişi kendi oğullarından biri olsa dahi, diğer müminler onun karşısında yer alacaklardır.[19]
  6. Allah’ın koruması herkes için aynıdır. Müslümanların en alt tabakasına mensup olan bir kişi bile kafirlerden birine eman verebilir. Ancak hiç kimse, Kureyş’e ve onların dostlarına eman vermemelidir. Müminler, diğer bütün insanlara karşı birbirlerinin yardımcısıdır.[20]
  7. Her kim ki, delil ve şahitlerle sabit olduğu üzere bir mümini haksız yere öldürürse, kısas gereği öldürülecektir. Ancak maktulün velisi diyet almayı kabul ederse, o zaman kısas uygulanmayacaktır. Bununla birlikte bütün müminler, katile karşı tavır alacak ve onun aleyhinde ayaklanacaklardır.[21]
  8. Müminler düşmanla savaş halinde oldukları sürece, Yahudiler de savaş masraflarını Müslümanlarla birlikte paylaşacaklardır.[22]
  9. Beni Avf Yahudileri ve onların yakınları, Müslümanlarla birlikte bir ümmettirler. Onların dini kendilerine, Müslümanların dini ise Müslümanlara aittir. Ancak kim ki ahdi bozarak zulme sapar ve günah yoluna girerse, bunun zararı sadece kendisine ve ailesine olacaktır. Beni Neccar, Beni Haris, Beni Saide, Beni Ceşm, Beni Evs, Beni Sa’lebe ve Beni Şutaybe Yahudileri, Beni Avf’ın statüsünde kabul edilecektir. Açıkça görülmektedir ki sözünde durmak ile ahdi bozmak birbirinden tamamen farklıdır. Onlardan hiçbiri, Muhammed’in (s.a.a) izni olmaksızın Medine’den dışarı çıkmayacaktır.[23]
  10. Düşmanlarla savaş konusunda, Yahudilerin harcamaları kendilerine, Müslümanların harcamaları ise kendilerine ait olacaktır. Ancak her iki taraf da bu sözleşmeye katılanlara karşı savaş açan kimselere karşı birlikte ve dayanışma içinde savaşacaklardır. Ayrıca doğruluk, iyi niyet ve hayırseverlik, aralarında hiçbir ahid-bozma olmaksızın daima geçerli ve sabit kalmalıdır.[24]
  11. Bu yazılı belge, zalimi veya ahid-bozanı cezadan muaf tutmayacaktır. Yine açıktır ki, kim Medine’den dışarı çıkarsa veya kim Medine’de kalırsa emniyet içinde olacaktır. Ancak zulmeden ve ahdi bozan kişi bundan istisna tutulur. Takva sahiplerinin ve ahdine sadık kalanların sığınağı Allah ve O’nun Resûlü Muhammed’dir (s.a.a).[25]

Belge ve Kaynaklar

Medine Anayasası’nın tam metni, ilk kez İbn Hişam tarafından, İbn İshak’tan (ö. 151 h.k) rivayet edilerek fakat senedi çıkarılmış şekilde nakledilmiştir.[26] Daha sonra bu metni Suheyli,[27] İbn Seyyidünnas[28] ve İbn Kesir[29] de aktarmışlardır.

Ebu Ubeyd ve İbn Zencuye ise Medine Anayasası’nın tam metnini, bu kez senediyle birlikte, İbn Şihab ez-Zühri’den (ö. 124 h.k) rivayet etmişlerdir.[30]

Medine Anayasası’nın uydurma veya sahte olma ihtimali reddedilmiştir. Çünkü üslup ve ifade tarzı bakımından, Peygamber’in (s.a.a) diğer mektuplarına ve risalet döneminde yazdırdığı mesajlara son derece benzemektedir.[31]

Yazılış Tarihi

Medine Anayasası’nın yazılış tarihi hakkında farklı görüşler ortaya konmuştur. Birçok kaynakta, Peygamber’in (s.a.a) Medine’ye ilk girdiği zaman, bu metnin kaleme alındığı belirtilmiştir. Diyarbekri, Tarihu’l Hamis adlı eserinde, Peygamber’in Medineli Yahudilerle yaptığı bu anlaşmanın hicretin beşinci ayında yazıldığını ifade etmiştir.[32]

İbn Hişam, Medine Anayasası’nı muhacirlerle ensar arasında kardeşlik akdi yapılmadan önce zikretmiştir.[33] Buna göre, kardeşlik akdinin hicretin beşinci[34] veya sekizinci ayında[35] gerçekleştiği göz önünde bulundurularak, Medine Anayasası’nın yaklaşık tarihi belirlenebilmektedir.

Tarihi kaynakların çoğunda, özellikle Tarihu’t Taberi, el-Meğazi ve Ensabu’l Eşraf gibi eserlerde, Allah Resûlü’nün (s.a.a) Medine’ye ilk girdiğinde Yahudilerle bir barış anlaşması yaptığı ve onlarla bir ahit imzaladığı bildirilmektedir.[36] Belazuri ise bu olayın, cihad emrinin inmesinden (nüzulundan) ve Peygamber’in herhangi bir savaşa girişmesinden önce olduğunu özellikle vurgulamaktadır.[37]

Buna karşılık, bazı çağdaş araştırmacılar Medine Anayasası’nı Bedir Savaşı’ndan sonraki döneme ait kabul etmişlerdir. Onlara göre, Peygamber (s.a.a) ve ashabı, bu savaşta elde ettikleri büyük zaferin ardından Medine’de güçlü bir konuma ulaşmışlardı. Dolayısıyla Medine Anayasası’nın bu zaman diliminde ilan edilmesi, Yahudilerin Müslümanlara karşı artan faaliyetlerini engellemek ve onların girişimlerine karşı koymak amacıyla değerlendirilmiştir.[38]

Metin ve Çeviri

و كتب رسول الله صلى الله عليه و سلم كتابا بين المهاجرين و الأنصار، وادع فيه يهود و عاهدهم، و أقرّهم على دينهم و أموالهم، و شرط لهم، و اشترط عليهم

Hz. Peygamber (s.a.a), Muhacirler ile Ensar arasında bir belge düzenledi. Bu belgede Yahudilerle de bir ahit yaptı; onları kendi dinlerinde serbest bıraktı, mallarını güvence altına aldı ve onlar için bazı şartlar belirledi, onlardan da birtakım şartlar kabul etti.

بسم الله الرحمن الرحيم، هذا كتاب من محمد النبيّ صلى الله عليه و سلم، بين المؤمنين و المسلمين من قريش و يثرب، و من تبعهم، فلحق بهم، و جاهد معهم، إنهم أمة واحدة من دون الناس، المهاجرون من قريش على ربعتهم يتعاقلون، بينهم، و هم يفدون عانيهم بالمعروف و القسط بين المؤمنين، و بنو عوف على ربعتهم يتعاقلون معاقلهم الأولى، كلّ طائفة تفدي عانيها بالمعروف و القسط بين المؤمنين، و بنو ساعدة على ربعتهم يتعاقلون معاقلهم الأولى، و كلّ طائفة منهم تفدي عانيها بالمعروف و القسط بين المؤمنين، و بنو الحارث على ربعتهم يتعاقلون معاقلهم الأولى، و كلّ طائفة تفدي عانيها بالمعروف و القسط بين المؤمنين، و بنو جشم على ربعتهم يتعاقلون معاقلهم الأولى، و كلّ طائفة منهم تفدي عانيها بالمعروف و القسط بين المؤمنين، و بنو النجّار على ربعتهم يتعاقلون معاقلهم الأولى، و كلّ طائفة منهم تفدي عانيها بالمعروف و القسط بين المؤمنين، و بنو عمرو بن عوف على ربعتهم يتعاقلون معاقلهم الأولى، و كلّ طائفة تفدي عانيها بالمعروف و القسط بين المؤمنين، و بنو النّبيت على ربعتهم يتعاقلون معاقلهم الأولى، و كلّ طائفة تفدي عانيها بالمعروف و القسط بين المؤمنين، و بنو الأوس على ربعتهم يتعاقلون معاقلهم الأولى، و كلّ طائفة منهم تفدي عانيها بالمعروف و القسط بين المؤمنين.

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Bu, Allah’ın Peygamberi Muhammed’den (s.a.a) Kureyşli ve Yesribli müminler ve Müslümanlar ile onlara tabi olup onlara katılan ve onlarla birlikte cihad edenler hakkındaki yazılı belgedir: Onlar, diğer insanlardan ayrı olarak tek bir ümmettir. Kureyş muhacirleri kendi gelenekleri üzere kalacak, kendi aralarındaki diyetleri ödeyeceklerdir. Esirlerini ise iyilik ve adaletle müminler arasında fidye ile kurtaracaklardır. Beni Avf kendi eski usulleriyle diyet ödeyecek, her kabile esirlerini iyilik ve adaletle müminler arasında fidye ile serbest bırakacaktır. Aynı şekilde Beni Saide, Beni Haris, Beni Ceşm, Beni Neccar, Beni Amr b. Avf, Beni Nebit ve Beni Evs de kendi geleneklerini koruyacak, diyetlerini ödeyecek ve esirlerini iyilik ve adaletle müminler arasında fidye ile serbest bırakacaklardır.

و إن المؤمنين لا يتركون مفرحا بينهم أن يعطوه بالمعروف في فداء أو عقل

Müminler, aralarındaki borçlu veya ailesinin geçimini üstlenmiş olan kimseyi kendi haline bırakmazlar; iyilikle onun fidyesini veya diyetini aralarında öderler.

و أن لا يحالف مؤمن مولى مؤمن دونه

Müminler, bir müminin kölesiyle onun efendisinden habersiz olarak ahit yapamazlar.

و إن المؤمنين المتقين على من بغى منهم، أو ابتغى دسيعة ظلم، أو إثم، أو عدوان، أو فساد بين المؤمنين، و إن أيديهم عليه جميعا، و لو كان ولد أحدهم

Takva sahibi müminler, aralarından kimse zulme kalkışır, haksızlık tasarlar, günah işler, saldırıda bulunur veya müminler arasında fitne çıkarırsa, ona karşı topluca harekete geçerler; elleri (güçleri) onun üzerindedir, hatta o kişi kendi çocukları olsa bile.

و لا يقتل مؤمن مؤمنا في كافر، و لا ينصر كافرا على مؤمن

Hiçbir mümin, başka bir mümini bir kafir yerine öldürmez; kafiri, mümin aleyhine desteklemez.

و إن ذمة الله واحدة، يجير عليهم أدناهم، و إن المؤمنين بعضهم موالي بعض دون الناس، و إنه من تبعنا من يهود فان له النصر و الأسوة، غير مظلومين و لا متناصرين عليهم

Allah’ın güveni/ahdi birdir; en aşağıdaki dahi diğerleri adına güvence verebilir. Müminler, insanların dışında birbirlerine bağlıdırlar (birbirlerinin destekçileri ve müttefikleridir). Bize tabi olan herhangi bir Yahudi, yardım ve muamelede bizimle aynıdır; ona zulmedilmez ve müminler aleyhine kimse onun için destek toplamaz.

و إنّ سلم المؤمنين واحدة، لا يسالم مؤمن دون مؤمن في قتال في سبيل الله، إلا على سواء و عدل بينهم، و إن كلّ غازية غزت معنا يعقب بعضها بعضا، و إن المؤمنين يبي‏ء بعضهم على بعض بما نال دماءهم في سبيل الله

Müminlerin sulhu (barışı/antlaşması) tektir; bir mümin, diğer bir müminin rızası olmadan, onu ilgilendiren bir savaş hakkında onun yerine antlaşma yapamaz—yapılacaksa aralarında eşitlik ve adalet esas olmalıdır. Bizimle savaşta birlikte hareket eden her birlik, tam olarak katılır; müminler, Allah yolunda dökülen kanlar bakımından birbirlerine karşı sorumludur.

و إن المؤمنين المتقين على أحسن هدى و أقومه، و إنه لا يجير مشرك مالا لقريش و لا نفسا، و لا يحول دونه على مؤمن، و إنه من اعتبط مؤمنا قتلا عن بيّنة فإنه قود به إلا أن يرضى ولىّ المقتول، و إن المؤمنين عليه كافة، و لا يحلّ لهم إلا قيام عليه

Takva sahibi müminler en doğru ve sağlam hidayettedir. Hiçbir müşrik, Kureyş’in malını ya da şahsını himaye edemez ve bir müminin aleyhine müdahale edemez. Açık delille bir mümini haksız yere öldüren kimse, (kısas) ona uygulanır; ancak mağdurun velisi razı olursa başka hüküm olabilir. Müminlerin hepsi bu konuda ona karşıdır; onlara yalnızca (onun aleyhine) karşı durmak helaldir.

و إنه لا يحلّ لمؤمن أقرّ بما في هذه الصحيفة، و آمن باللَّه و اليوم الآخر، أن ينصر محدثا و لا يؤويه، و أنه من نصره أو آواه، فان عليه لعنة الله و غضبه يوم القيامة، و لا يؤخذ منه صرف و لا عدل

Bu sahifede yazılıları kabul edip Allah’a ve ahirete iman eden bir müminin, bidatçıyı ya da fesat çıkaranı desteklemesi veya ona sığınma hakkı tanıması caiz değildir. Onu destekleyen veya koruyan kimse, kıyamet günü Allah’ın laneti ve gazabına uğrar; ondan fidye veya telafi kabul edilmeyecektir.

و إنكم مهما اختلفتم فيه من شي‏ء، فان مردّه إلى الله عزّ و جلّ، و إلى محمد صلى الله عليه و سلم

Herhangi bir meselede anlaşmazlığa düşerseniz, onun hükmü Allah’a (Azze ve Celle) ve Muhammed’e (s.a.a) döndürülür.

و إن اليهود ينفقون مع المؤمنين ما داموا محاربين

Yahudiler, müminlerle birlikte savaşta bulundukları sürece savaş giderlerine katılırlar; kendi paylarına düşeni öderler.

و إن يهود بنى عوف أمّة مع المؤمنين، لليهود دينهم، و للمسلمين دينهم، مواليهم و أنفسهم، إلا من ظلم و أثم، فإنه لا يوتغ إلا نفسه، و أهل بيته

Beni Auf Yahudileri, müminlerle birlikte bir cemiyet/ümmet oluşturur; Yahudilerin dinleri kendilerine, Müslümanların dinleri ise müminlere aittir. Onlar dostluk ve karşılıklılık bakımından müminlere dahildirler; fakat zulüm eden ve günah işleyen kişi yalnızca kendisini ve ailesini mahveder (zarara uğratır).

و إن ليهود بنى النجّار مثل ما ليهود بنى عوف، و إن ليهود بنى الحارث مثل ما ليهود بنى عوف، و إن ليهود بنى ساعدة مثل ما ليهود بنى عوف، و إن ليهود بنى جشم مثل ما ليهود بنى عوف، و إن ليهود بنى الأوس مثل ما ليهود بنى عوف، و إن ليهود بنى ثعلبة مثل ما ليهود بنى عوف، إلا من ظلم و أثم، فإنه لا يوتغ إلا نفسه و أهل بيته، و إن جفنة بطن من ثعلبة كأنفسهم، و إن لبني الشّطيبة مثل ما ليهود بنى عوف، و إن البرّ دون الإثم، و إن موالي ثعلبة كأنفسهم

Beni Neccar, Beni Haris, Beni Sa‘ade, Beni Ceşm, Beni Aws, Beni The‘lebe ve Beni Şatıbe Yahudi kabileleri, şartlar bakımından Beni Auf Yahudileri ile aynı statüye sahiptirler; yalnızca zulüm eden veya suç işleyen kimse kendisi ve ailesi ile mesuldür. Cafna (Cafna’nın bir kolu) da The‘lebe içinde onlarla aynı hükme dahildir. The‘lebe’nin mütekabili hizmetçileri de kendi kabileleriyle aynı statüye sahiptir. İyilik (ve ahlak) günah işlememekten üstündür.

و إن بطانة يهود كأنفسهم، و إنه لا يخرج منهم أحد إلا بإذن محمد صلى الله عليه و سلم، و إنه لا ينحجز على ثار جرح، و إنه من فتك فبنفسه فتك، و أهل بيته، إلا من ظلم، و إن الله على أبرّ هذا

Yahudilerin yakınları ve aileleri de onların hükmü altındadır; bunlardan hiç kimse ancak Muhammed’in (s.a.a) izniyle topluluktan ayrılabilir. Haksız yere işlenen kanın vicdansal hakları engellenemez; kim başkalarına karşı öldürücü saldırıda bulunursa bunun sorumluluğu ve sonucunda doğacak zarar, kendisini ve ailesini kapsar; zulme uğrayanlar bu istisnayı teşkil eder. Allah bu hükümlere onay ve rıza göstermektedir.

و إن على اليهود نفقتهم و على المسلمين نفقتهم، و إن بينهم النصر على من حارب أهل هذه الصحيفة، و إن بينهم النصح و النصيحة، و البرّ دون الإثم، و إنه لم يأثم امرؤ بحليفه، و إن النصر للمظلوم

Yahudiler kendi savaş giderlerinden, Müslümanlar da kendi giderlerinden sorumludur. Bu iki taraf, bu seneddekilere saldıranlara karşı birbirine yardım edecektir. Aralarında nasihat ve samimi öğüt (iyi niyet) esas olup, iyilik (erdem) günahın yerini almalıdır. Hiç kimse, müttefik olduğu kişiye zarar verecek şekilde yeminle kötülük yapmaz; yardım ise mazluma yöneliktir.

و إن اليهود ينفقون مع المؤمنين ما داموا محاربين، و إن يثرب حرام جوفها لأهل هذه الصحيفة، و إن الجار كالنفس غير مضارّ و لا آثم، و إنه لا تجار حرمة إلا باذن أهلها، و إنه ما كان بين أهل هذه الصحيفة من حدث أو اشتجار يخاف فساده، فانّ مردّه إلى الله عزّ و جلّ، و إلى محمد رسول الله صلى الله عليه و سلم، و إن الله على أتقى ما في هذه الصحيفة و أبرّه

Yahudiler, müminlerle birlikte savaşa katıldıkları sürece savaş masraflarına katılırlar. Yesrib (Medine), bu senede dahil olanlar için bir emniyet ve haram bölgesidir. Komşu, her kişi için kendi nefsi kadar kıymetlidir; zarar ve günahdan korunmalıdır. Bir kimseyi ancak ilgili kişilerin izniyle korumak/mağfiret etmek mümkündür. Bu senede dahil olanlar arasında ortaya çıkabilecek anlaşmazlıklar ve çekişmelerde merci, Allah’a ve Resûl Muhammed’e (s.a.a) başvurmaktır. Ve Allah bu sözleşmenin içeriğinden razı ve hoşnuttur.

و إنه لا تجار قريش و لا من نصرها، و إن بينهم النصر على من دهم يثرب، و إذا دعوا إلى صلح يصالحونه و يلبسونه، فإنهم يصالحونه و يلبسونه، و إنهم إذا دعوا إلى مثل ذلك فإنه لهم على المؤمنين، إلا من حارب في الدين، على كلّ أناس حصّتهم من جانبهم الّذي قبلهم

Kureyş ve onlara tabi olanlara mülteci/dolaylı himaye sağlanmayacaktır. Bu senede dahil olanlar, Yesrib’e saldıranlara karşı birbirine yardım etmekle yükümlüdür. Birleşerek barışa çağrıldıklarında, onların kararlaştırdığı biçimde barış bağlanır ve buna riayet edilir; bu tür barış çağrıları karşısında müminler de kendi payları nispetinde yerine getirirler; din uğruna savaşanlar bu istisnaya dahildir.

[39].و إن يهود الأوس، مواليهم و أنفسهم، على مثل ما لأهل هذه الصحيفة

Beni Avs Yahudileri ve onların müttefikleri de bu senede dahil olanların sahip olduğu haklar ve yükümlülükler bakımından aynı statüye sahiptirler.[40]

Kaynakça

  1. Sâlih, “Dirâsât: el-Sahîfe ev Düstûru’l Medîne”; “Nusûs Siyasiyye: el-Sahîfe ev Düstûru’l Medîne.”.
  2. Şâkir, “Sahîfetü’n Nebî; Nemâd-ı Kânûngürâî der Hükûmet-i Nebevî.”.
  3. Nedâ-ı Âm: Yuvajjihuhu Mektebu’d Da‘âye li’l Hacc (an Sahîfeti’l Medîneti’l Garrâ’); ed-Duğmî, “el-Ahkâmü’l Fıkhiyye el-Müteallika bi’d Devleti ve’l Muvâtana min Hilâli Sahîfeti’l Medîneti’l Münevvere.”.
  4. Pâyende, “Peymân-ı Medîne”; Bahtiyârî, “Peymânnâme-i Medîne, Nümûne-i Târîhî der Zemîne-i Hall-i İhtilâf.”.
  5. Şâkir, “Sahîfetü’n Nebî; Nemâd-ı Kânûngürâî der Hükûmet-i Nebevî”; Vâsîî, “Pîşraft-ı Medenî der Câmi‘a-i Ahd-i Nebevî.”.
  6. Ahmedî Miyâncî, Mekâtîbü’r Resûl, 1419 h.k, c.3, s.52.
  7. Bahtiyârî, “Peymânnâme-i Medîne, Nümûne-i Târîhî der Zemîne-i Hall-i İhtilâf”, s.55.
  8. Âmilî, es-Sahîh min Sîreti’n Nebî, c.5, s.127, 136.
  9. Bahtiyârî, “Peymânnâme-i Medîne, Nümûne-i Târîhî der Zemîne-i Hall-i İhtilâf”, s.55-56.
  10. el-Hüseyinî, Sîretü’l Mustafâ, 1975, s.280.
  11. Alî, Devletü’r Resûl (s.a.a) fî’l Medîne, 2001, s.109; Mellâh, Hukûmetü’r Resûl (s.a.a), 1423 h.k, s.57.
  12. İbn Humeyd, Mevsûatü Nadratü’n Na‘îm, 1426 h.k, c.1, s.272.
  13. Ahmedî Miyâncî, Mekâtîbü’r Resûl, 1419 h.k, c.3, s.53.
  14. Ahmedi Miyancı, Mekâtîbü’r Resûl, 1419 h.k, c.3, s.9; ayrıca bkz. Hamîdullah, Nâmehâ ve Peymânhâ-yi Siyasî-yi Hazret-i Muhammed, 1377 h.ş, s.106-111.
  15. Hamîdullah, Nâmehâ ve Peymânhâ-yi Siyasî-yi Hazret-i Muhammed, 1377 h.ş, s.106-107.
  16. Hamîdullah, Nâmehâ ve Peymânhâ-yi Siyasî-yi Hazret-i Muhammed, 1377 h.ş, s.107.
  17. Hamîdullah, Nâmehâ ve Peymânhâ-yi Siyasî-yi Hazret-i Muhammed, 1377 h.ş, s.107.
  18. Hamîdullah, Nâmehâ ve Peymânhâ-yi Siyasî-yi Hazret-i Muhammed, 1377 h.ş, s.107.
  19. Hamîdullah, Nâmehâ ve Peymânhâ-yi Siyasî-yi Hazret-i Muhammed, 1377 h.ş, s.107.
  20. Hamîdullah, Nâmehâ ve Peymânhâ-yi Siyasî-yi Hazret-i Muhammed, 1377 h.ş, s.109.
  21. Hamîdullah, Nâmehâ ve Peymânhâ-yi Siyasî-yi Hazret-i Muhammed, 1377 h.ş, s.108.
  22. Hamîdullah, Nâmehâ ve Peymânhâ-yi Siyasî-yi Hazret-i Muhammed, 1377 h.ş, s.108-109.
  23. Hamîdullah, Nâmehâ ve Peymânhâ-yi Siyasî-yi Hazret-i Muhammed, 1377 h.ş, s.110.
  24. Hamîdullah, Nâmehâ ve Peymânhâ-yi Siyasî-yi Hazret-i Muhammed, 1377 h.ş, s.108.
  25. Hamîdullah, Nâmehâ ve Peymânhâ-yi Siyasî-yi Hazret-i Muhammed, 1377 h.ş, s.109.
  26. Beyât, «Vesâkat-i Peymân-nâme-i Medîne», s.88-89; ayrıca bkz. İbn Hişâm, es-Sîretü’n Nebeviyye, Beyrut, c.2, s.147-150.
  27. Sehîlî, er-Ravdu’l Unuf, 1387-1390 h.k, c.4, s.240-243.
  28. İbn Seyyidünnâs, Uyûnu’l Eser, 1413 h.k, c.1, s.318-320.
  29. İbn Kesîr, es-Sîretü’n Nebeviyye, 1383-1386 h.k, c.2, s.320-323.
  30. Ebû Ubeyd, Kitâbu’l Emvâl, 1408 h.k, s.260-264; İbn Zencûye, Kitâbu’l Emvâl, 1406 h.k, c.2, s.466-470.
  31. Umerî, es-Sîretü’n Nebeviyye’s Sahîha, 1411 h.k, c.1, s.275; Ma‘rûfu’l Hüseyinî, Sîretü’l Mustafâ, 1975, s.280.
  32. Diyârbekrî, Târîhu’l Hamîs, 1283 h.k, c.1, s.353.
  33. İbn Hişâm, es-Sîretü’n Nebeviyye, Beyrut, c.2, s.150.
  34. İbn Kuteybe Dîneverî, el-Ma‘ârif, 1960, s.152.
  35. Mekrîzî, İmtâ‘u’l Esma‘, Kahire, c.1, s.49.
  36. Vâkıdî, el-Meğâzî, 1966, c.1, s.176; Belâzurî, Ensâbu’l Eşrâf, 1996-2000, c.1, s.334; Belâzurî, Futûhu’l Büldân, 1413 h.k, s.17; Taberî, Târîhu’l Ümem ve’l Mülûk, 1387 h.k, c.2, s.479.
  37. Belâzurî, Ensâbu’l Eşrâf, 1996-2000, c.1, s.334.
  38. Dûrî, en-Nuzumu’l İslâmiyye, 2008, s.21-22; Alî, «Tanzîmâtü’r Resûl el-İdâriyye fi’l Medîne», s.53, 62.
  39. İbn Hişâm, es-Sîretü’n nebeviyye, Dârü’l maʿrifet, c. 1, s. 501-504.
  40. İbn Hişâm, Zindegânî-i Muhammed (s.a) Peygamber-i İslâm, 1375 h.ş, c. 1, s. 333-337.

Bibliyografi

  • «نصوص سیاسیة: الصحیفة أو دستور المدینة», Mecelle-i Kadâya-i İslâmiyye-i Mu‘âsıra، sayı 2، 1418 h.k.
  • «نداء عام: یوجهه مکتب الدعایة للحج (عن صحیفة المدینة الغراء)», Mecelle-i el-Basâ’ir، sayı 144، 24 Şevvâl 1357 h.k.
  • İbn Seyyidünnâs, Muhammed b. Muhammed, Uyûnu’l Eser fî Funûn el-Meğâzî ve’ş-Şemâ’il ve’s Siyer, tahkik: Muhammed İyd Hıtrâvî ve Muhyî’d Dîn Mustu, Medîne, 1413 h.k / 1992.
  • İbn Hâmid, Sâlih b. Abdullâh ve Abdürrahmân b. Muhammed b. Melûh, Mûsû‘atu Nadrat en-Ne‘îm fî Makârim-i Ahlâk-ı Resûl-i Kerîm, Cidde, Dârü’l Vesîle, 1426 h.k / 2006.
  • İbn Zencûye, Hamîd b. Mehlid, Kitâbu’l Emvâl, tahkik: Şâkir Zîb Fiyâd, Riyad, 1406 h.k / 1986.
  • İbn Kuteybe Dînevî, Abdullah b. Müslim, el-Ma‘ârif, tahkik: Tharwat Ukâşe, Kahire, 1960.
  • İbn Kesîr, İsmâ‘îl b. Ömer, es-Sîretü’n Nebeviyye, tahkik: Mustafa Abdülvâhid, Kahire, 1383-1386 h.k / 1964-1966, Ofset Beyrut, bs.
  • İbn Hişâm, Abdülmelik, es-Sîretü’n Nebeviyye li İbn Hişâm, tahkik: Mustafa Sekkâ, İbrâhîm Ebyârî ve Abdülhafîz Şelbî, c.2, Beyrut, Dârü Eh’yâ-i Turâth-il-‘Arabî, bs.
  • İbn Hişâm, Abdülmelik, es-Sîretü’n Nebeviyye, tahkik: Mustafa es-Sekkâ ve diğerleri, Beyrut, Dârü’l Ma‘rifet, bs.
  • Ebû Ubeyd, Kâsım b. Selâm, Kitâbu’l Emvâl, tahkik: Muhammed Halîl Herâs, Beyrut, 1408 h.k / 1988.
  • Ahmedi Miyancı, Ali, Mekâtîbü’r Resûl (s.a.a): Müşahhah ve Munqqaḥ ve Muzeyyede, c.3, Tahran, Dârü’l Hadîs, 1419 h.k.
  • Hüseynî’l Hüsnî, Hâşim Ma‘rûf, Sîretü’l Mustafâ, Kum, 1975.
  • ed-Duğmî, Muhammed Râkân, «الأحکام الفقهیة المتعلقة بالدولة و المواطنة من خلال صحیفة المدینة المنورة», Mecelle-i Derâsât، sayı 30، 2003.
  • Behtiyârî, Şehlâ ve Zehrâ Nazarzâde, «پیمان‌نامه مدینه: نمونه‌ای تاریخی در زمینه حل اختلاف», Mecelle-i Târîh-i İslâm، sayı 49، yıl 13، Bahar 1391 h.ş.
  • Belâzurî, Ahmed b. Yahyâ, Ensâbu’l Eşrâf, tahkik: Mahmûd Ferdûs Azam, Şam, 1996-2000.
  • Belâzurî, Ahmed b. Yahyâ, Futûhu’l Büldân, tahkik: Duhveyye, Leiden, 1866 m, Ofset Frankfurt, 1413 h.k / 1993.
  • Beyât, Ali ve Kadriyye Tâc-Bahş, «وثاقت پیمان‌نامه مدینه», Mecelle-i Pehlevî، sayı 15, Güz 1386 h.ş.
  • Pâyende, Ebû’l Kâsım, «پیمان مدینه», Mecelle-i Ma‘ârif-i İslâmiyye، sayı 29، Shahrîvar 1357 h.ş.
  • Hamîdullah, Muhammed, Majmû‘atu’l Vesâ’ik-iş-Siyâsiyye li’l Ahd-i Nebevî ve’l Halîfe-i Râşide, Beyrut, 1407 h.k / 1987.
  • Dûrî, Abdülazîz, en-Nuzumu’l İslâmiyye, Beyrut, 2008.
  • Diyârbekrî, Hüseyn b. Muhammed, Târîhu’l Hamîs fî Ahvâli Enfes-i Nafîs, Kahire, 1283 h.k / 1866 m, Ofset Beyrut, bs.
  • Resûlî, Seyyid Hâşim, Zindegânî-i Muhammed (s.a) Peygamber-i İslâm (tercüme-i es-Sîretü’n Nebeviyye), Tahran, Ketâbçî, Baskı 5, 1375 h.ş.
  • Sehîlî, Abdürrahmân b. Abdullâh, er-Ravdu’l Unuf fî Şerhi es-Sîretü’n Nebeviyye li İbn Hişâm, tahkik: Abdürrahmân Vakîl, Kahire, 1387-1390 h.k / 1967-1970.
  • Şâkir, Muhammed Kâzım ve Muhammed Hüseyin Lutfî, «صحیفة النبی(ص)؛ نماد قانونگرایی در حکومت نبوی», Mecelle-i Ketâb Kayyîm، sayı 1، Bahar 1390 h.ş.
  • Sâlih, Ali, «دراسات: الصحیفة أو دستور المدینة: التأسیس للعلاقة مع الأخر», Mecelle-i Menhâc، sayı 53، Bahar 1430 h.ş.
  • Taberî, Muhammed b. Cerrîr, Târîhu’l Ümem ve’l Mülûk, tahkik: Muhammed Ebu’l Fazl İbrâhîm, Beyrut, Dârü’t Turâth, 1967 / 1387 h.k.
  • Âmilî, Câfer Murtazâ, es-Sahîh min Sîret-i Nebî’l A‘zam (s.a.a), Kum, 1385 h.ş.
  • Alî, Sâlih Ahmed, «تنظیمات الرسول الاداریة فی المدینة», Mecelle-i el-Mecma‘ü’l ‘Ilmî’l İrâkî, c.17, 1388 h.k / 1969.
  • Alî, Sâlih Ahmed, Devlet-i Resûl (s.a.a) fî Medîne: Bir İnceleme fi Tevkûn ve Tanzîm, Beyrut, 2001.
  • Umrî, Ekmel, es-Sîretü’n Nebeviyye’s Sahîha, Doha, 1411 h.k / 1991.
  • Mekrîzî, Ahmed b. Alî, İmtâ‘u’l Esmâ‘, c.1, tahkik: Mahmûd Muhammed Şâkir, Kahire, Lajnatü’t Telif ve’t Terceme ve’n Nashr, bs.
  • Mellâh, Hâşim Yahyâ, Hukûmetü’r Resûl (s.a.a), Bağdat, 1423 h.k / 2002.
  • Vâsı‘î, Seyyid Alireza, «پیشرفت مدنی در جامعه عهد نبوی»، Mecelle-i Pehrûşnâme-i Târîh-i İslâm, sayı 12, Zemestân 1392 h.ş.
  • Vâkıdî, Muhammed b. Ömer, el-Megâzî, tahkik: Marsden Jones, Londra, 1966.