Harem
Harem (Arapça: الحرم) Beytu'l Mukaddes, Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevî, Hair-i Hüseyni (a.s), Peygamber ve Şii İmamların kabri gibi kutsal İslami mekanlar hakkında belirlenen bölgelerdir. Şii meşhur fakihlere göre, Mekke Haremi, Nebevi Harem, Kufe Mescidi ve Hair-i Hüseyni’ye (a.s) ait özel hükümler caizdir. Hatta ziyaretçiler için kamil bir şekilde kılınan namaz müstehaptır (sünnettir).
Lügat Manası
"Harem" kelimesi Arapçada "h-r-m" (ح-ر-م) ‘yasak manasında’ bazen bir şahsın ehli ve ailesi veya onları başkalarının saldırısından koruyan ikamet yeri manasındadır.[1] Bu kelime, İslami metinlerde daha çok çevresi kutsal mekanlarla kaplı, giriş ve orada bulunmanın özel adabı olan yer için kullanılır. Örneğin Harem, Allah’ın haremi veya Mekke haremi, genelde belirli sınırları olan Kabe haremi için kullanılır.[2] Bazıları bu mekanların sınırlarının harem olarak adlandırılmasının, onların saygın ve muhterem olmaları veya orada yapılacak bazı şeylerin haram olması sebebiyle olduğuna inanır.[3]
Uygulama
Medine’de Peygamber’in (s.a.a) haremi için "Harem’ur-Resul" veya "Nebevi Harem" tabirleri kullanılır. Aynı şekilde "Haremeyn-i Şerifeyn" tabiri, Mekke ve Medine’de bulunan veya Necef ve Kerbela’daki ya da Beyt-ül Mukaddes ve El-Halil için çokça kullanılır. Dini metinlerde bazen "harem" sözcüğü daha dar anlamda, yani Mescid-ul Haram veya Nebevi Mescidi için ya da daha geniş bir kavramda yani Mekke veya Medine’yi kapsayan bölge için kullanılır. Aynı şekilde harem kelimesinin Şii İmamların (a.s) kabirleri için kullanılması çok yaygındır. Örneğin İmam Hüseyin’in (a.s) kabri için "Hair-i Hüseyni (a.s)" ve İmam Rıza’nın (a.s) kabri için "Rezevi harem" kullanıldığı gibi.[4]
Mekke Haremi
Mekke Haremi, "harem" sözcüğünün en önemli ve en bariz örneğidir. Bu hareme mensup kişilere "hirmi" (harem ehli) ve harem bölgesine giren ve ihramlı olan kimseye "muhrim" denir. Haremin dış sınırlarına "hill" denir.[5] Mekke hareminin kutsallığı ve saygınlığı uzunca bir geçmişe sahiptir. Allah Resulü'nden (s.a.a) nakledilen bir hadise göre bu bölge, göklerin ve yerin yaratılışıyla birlikte harem olmuştur. Başka bir hadise göre de Dahvul-Arz (Yeryüzünün yayılması) ile Mekke haremi oluşmuştur.[6]
Mekke Hareminin Tarihçesi
Bazı müfessirler, Hz. Peygamber’e (s.a.a) isnat edilen ve Mekke’nin harem olmasını Hz. İbrahim’e (a.s) nispet veren hadise göre- Hz. İbrahim’den (a.s) önce Mekke’nin aynı diğer yerler gibi olduğuna ve o hazretin risaletinden ve hazretin Mekke’nin güven yeri olması için ettiği duadan [7] sonra hürmet ve kutsallığa büründüğüne inanırlar. Bazıları ise, şöyle demişlerdir: Hz. İbrahim’in (a.s) duası yalnızca bu yerin kıtlık, kuraklık ve deprem gibi hadiselerden güvende olması içindi. Burası bundan önce de saygın ve kutsal bir yerdi.[8] Birtakım kimseler ise, Hz. İbrahim’in (a.s) duasıyla birlikte, haremin bir müddet terkedilmiş bir yer olduktan sonra saygınlık kazandığı veya hazretin risaletiyle haremin hürmetinin korunmasının farz olduğu ihtimalini vermişlerdir.[9]
İslam’dan önce Arap halkı, haremin sınırlarını biliyorlardı ve Hz. İbrahim (a.s) ve Hz. İsmail’in (a.s) sünnetine uyup, harem sınırları içinde kan dökme, savaş ve katillere kısas uygulanmasından kaçınarak, oranın hürmetini korumuşlardır. Bu yüzden Mekke’ye "Bekke" (Zalim kimselerin boynunun vurulduğu yer), "Bessase" (Fasık ve kafirleri oradan kovdukları yer) ve "Sılah" da (güvenli bölge) derlerdi.[10] Bazı Araplar, Mekke Haremine girerken, giydikleri elbiselerle günaha bulaştıkları inancıyla, onu çıkarırlardı. Bazı Yahudiler ise, hareme saygıdan ötürü ayakkabılarını çıkarırlardı. Hz. İsa’nın (a.s) havarileri de hareme ulaştıklarında orayı yüceltmek amacıyla, yürüyerek hareme girerlerdi.[11] Haremin kutsallığı İslam’dan sonra da devam etti. Örneğin Hz. Peygamber'in (s.a.a) ashabı, haremde günah işlemekten kaçınır ve birbirlerini eziyet etmekten ve başkalarına rahatsızlık vermekten men ederlerdi. Hatta haremin saygınlığını yitirmesinden korktuklarından, orada ikamet etmekten uzak dururlardı.[12]
Kuran Ayetlerinde Mekke Haremi
"Harem" kelimesi bazı Kuran ayetlerinde zikredilmiştir ki müfessirler, haremden maksadın birçok yerde Mekke haremi olduğunu söylemişlerdir.[13] Bir kısım müfessir ise, Mescid’ul Haram, İbrahim makamı, Kâbe ve Mekke’nin ayetlerden belirtilen harem olduğuna inanmışlardır.[14]
Mekke Haremi, Allah’ın Güven Haremi
Birçok ayette [15] Mekke haremi veya toprakları güvenli mekan olarak zikredilmiştir حَرَماً آمِناً . Bazı ayetlerde Hz. İbrahim’in (a.s) duası, Allah’tan Mekke’yi güvenli bir yer olmasını istediği için zikredilmiştir.[16] Bakara suresinin 125. ayetinde “البیت” için emniyet ve güven vasfı yer almıştır ki bazı müfessirler bundan maksadın, Mekke haremi olduğunu beyan etmişlerdir. "Kuran’da, haremin güvenli mekan oluşundan maksat nedir?" sorusu hakkında hadis ve tefsirlerde farklı görüşler sunulmuştur. Bazı müfessirler, bu tabirin harem bölgesinde var olan gerçekliği anlatan bir söz ve haber olduğu inancına sahiptirler. Başka bir tabirle, ondan maksadın tekvini bir güvenlik olduğu, yani harem bölgesinin, korkunç olaylardan, dünyevi ve uhrevi azaptan güvende olduğunu zikretmişlerdir.[17] Bazı hadislerde de haremin güvenliğinden muradın, hayvanların zarar görmekten ve başka hayvanlar ya da oraya giriş yapan kimseler tarafından avlanmaktan güvende olduğu, harem ehlinin katliam ve yağmacılıktan güvende olmaları, dünya ve ahrette ilahi azaptan korunmaları ve buna benzer durumlar zikredilmiştir.[18]
Bazı müfessirler, haremin güvenliğinden maksadın "teşrii güvenlik" olduğunu; bu teşrii güvenliğin haremin kutsallığını koruma ve oraya ait hükümlere ilahi emirlerle işaret ettiğini; zira bu bölgede güvenliği ihlal eden savaş, sel ve deprem gibi hadiselerin varlığının inkar edilemez olduğunu söylemişlerdir. Elbette onlara göre zikredilen ayetlerden bazıları, Hz. İbrahim’in (a.s) şeriatı gibi geçmiş şeriatlarda haremin sınırlarına ilişkin hükümlerin belirtildiği ayetlerdir.[19] Bazı hadislerde, haremin güvenliğinden maksat, teşrii emniyetin örnekleri ve onlar hakkındaki hükümlerdir. Örneğin hayvan avlamanın hürmeti ve onlardan güvenlik, emniyetin düşmesi ve harem mıntıkası dışında cinayet işlemiş kişi hakkında uygulanan had ve kısas.[20] Bazı müfessirler, Âli İmran suresinin 97. ayetinin karşılığı olarak ayetin, İslam’dan önce (ki İslam’da işlevini yitirmiştir) hareme sığınan kimselerin güvenliği hakkında olduğunu söylemişlerdir.[21] Kasas suresinin 57. ayetine göre de Allah-u Teala, bütün yeryüzü topraklarının semeresini Mekke’de toplamıştır.[22]
Hadislerde Mekke Haremi
Hadislerde, hareme ait hükümlerin yanı sıra, sahip olduğu özelliklerine ve orada bulunma adabına da işaret edilmiştir. Hadislere göre harem sınırları, yedi kat göğün en üstüne, yedi kat yerin en altına ve kıyamet gününe kadar harem olarak kalacaktır.[23] Haremin hürmetinin kırılması, Allah’ın ve bütün peygamberlerin lanetine bir nedendir.[24] Bir hadise göre Allah Resulü (s.a.a), hac görevini yerine getirirken haremde ölen kişiye şefaatini garantilemiştir.[25]
Mekke Hareminin Sınırı
Harem bölgesinin sınırları çok önceden kararlaştırılmıştır. Bu yüzden, harem sınırları hakkında çok az hadis mevcuttur. Bu hadislerden birine göre, haremin uzunluğu ve genişliği bir brik (dört fersah) olup, Mescid’ul Haram bunun merkezinde karar kılınmıştır.[26] Tarihten elde edilen bilgiye göre, ilk olarak Hz. İbrahim (a.s) vahye uygun olarak Hz. Cebrail’in yönlendirmesiyle harem sınırlarını belirlemiştir.[27] Hadis ve tarih kaynaklarında Mekke hareminin sınırlarını belirleyen nişanelere "E’lam", "Ensab", "Menar", "Mealim", "Ezlam" ve "Emyali Harem" denmiştir.[28]
Hz. İbrahim’den (a.s) sonra Hz. İsmail (a.s), haremin nişanelerini yeniden imar etmiştir. Cahiliyet döneminde Adnan b. Uded ve Kusa b. Kilab bu işi devam ettirdiler. Kureyş de Hz. Peygamber'in (s.a.a) bi’setinin ilk yıllarında harem nişanelerini tekrardan imar etmişlerdir. Hicri sekizinci yılda Mekke’nin fethinden sonra, Temim b. Esed Hezai ve Esved b. Hulfi Kurşi Zuhri, İslam Peygamberi'nin (s.a.a) emriyle harem nişanelerini tamir etmişler ve yeniden imar etmişlerdir. Sonraki dönemlerde de bazı halifelerin emriyle (Ömer b. Hattap (17 h.k.), Osman b. Affan (26 h.k.), Muaviye b. Ebu Süfyan (41-60 h.k.), Abdülmelik b. Mervan (65-86 h.k.) ve Mehdi Abbasi (158-169 h.k.) birtakım kimseler, harem nişanelerini restore etmiş ve tamamlamışlardır.[29] Mehdi Abbasi döneminden sonra, dağların üzerinde yer alan nişaneler yenilenmedi ve sadece Mekke’ye giriş yollarında bulunan (yani Medine, Yemen, Irak, Taif, Cu’rane ve Cidde yolları) nişaneler restore edildi.[30]
Sonraki dönemlerde de bazı kimseler harem nişanelerini restore ve yeniden imar etme girişiminde bulundular. Razi Abbasi, 325'de h.k, Eyyubiler Sultanı Muzaffer b. Ebu Bekir 616'da h.k, Yemen hakimi Melik Muzaffer Yusuf b. Ömer 683'te h.k, Mısır Çerkezleri Padişahlarından Kaytiba Mahmudi 874'te h.k, Osmanlı Padişahlarından Sultan Birinci Ahmet 1023'te h.k, Mekke emiri Şerif Zeyd b. Muhsin 1073'te h.k. ve Osmanlı padişahı Sultan Abdülmecit 1262'de h.k. harem nişanelerini restore ettirmişlerdir.[31] Nişanelerin restoresi ve yeniden imarı, Âli Suud döneminde de devam etmiştir. Suudi saltanatının kurucusu Abdülaziz 1343'te h.k. Cidde yolundaki mevcut iki nişaneyi ve ondan sonra oğul Suud ise, 1376'da h.k. "Şemisi" bölgesindeki iki nişaneyi, 1377'de h.k. Taif yolundaki iki nişaneyi ve 1383'te h.k. "Arafat" bölgesindeki nişaneleri yeniden imar ettirmiş ya da yaptırmıştır. Ayrıca Halit b. Abdülaziz Taif yolundaki iki nişaneyi ve Cidde’deki iki eski nişaneyi yaptırmıştır. Fahd b. Abdülaziz ise, 1404'te h.k. Ten’im Vadisi’ndeki iki yeni nişaneyi yaptırmıştır.[32] Hicri 1380, 1384 ve 1400 yıllarında bazı uzmanlar, hareme ait bir kısım nişaneyi inceleme altına almıştır.[33]
Mekke Hareminin Fıkhi Hükümleri
Fıkıhta Mekke haremi için özel hükümler tayin edilmiştir ki bazen bunlara "Hesais’ul Harem" denmiştir; orada yasaklanmış olan şeyleri içeren bazı ahkam kaynaklarına ise, "Mehzuret’ul Harem" denmiştir.[34] Elbette fakihlerin çoğu, bu hükümleri namaz, hac, had uygulamaları ve kefaret gibi bölümlerde perakende olarak beyan etmişlerdir. Mekke hareminin özel hükümlerinin en önemlilerinden bazıları şunlardır:
- Bütün fakihlerin ortak görüşüne göre, gayri Müslim kimsenin haremde sükunet etmesi ve ayrıca Ebu Hanife dışında bütün fakihlerin ortak görüşüne göre, onların harem bölgesine girişlerinin yasak olması.[35]
- Devamlı bu bölgeden geçiş yapan kimseler dışında (şoförler gibi), Müslümanların yılın her hangi bir zamanında Mekke’ye girme niyetinde olduğunda mikatlardan birinde ihrama girmesi. Şafiilere göre ihrama girmek sünnettir.[36]
- Harem sınırları içinde evcil (deve, inek, koyun gibi) ve zarar veren hayvanlar (akrep, yılan gibi) dışında herhangi bir hayvanı avlamak.[37]
- Karada yaşayan hayvanları avlamanın veya bu yolda avcılara yardımcı olmanın, harem sınırları içinde bitkilere zarar vermenin ayetlere[38] ve hadislere[39] istinaden yasak olması. Elbette farklı mezhep fakihleri bazı durumları istisna göstermişlerdir. Örneğin hurma ağacı, sebzeler, Mekke samanı ve insanın ekip yetiştirdiği her şey.[40]
- Harem sınırları içinde gayri şer'i şekilde avlanan hayvanın etinin haram olması.[41]
- Harem sınırları içinde savaş ve kan dökmenin yasak olması[42] ve ayrıca bazı fakihlere göre silah taşımanın yasak olması.[43] (Mekke’nin fethinde olduğu gibi)
- Bazı Şii ve Ehli Sünnet fakihlerine göre, harem bölgesi içinden taş veya benzeri şeylerin dışarı çıkarılmasının yasak olması.[44] Şafiilerin çoğuna göre, "Hill" bölgesinden hareme taş veya toprak sokmak mekruhtur.[45]
- Harem sınırları içinde kaybolmuş bir şeyi almanın haram veya mekruh olması. [46]
- Harem dışında cinayet işlemiş ve hareme sığınmış bir kimseye had veya kısas uygulanmasının yasak olması[47] ve bazı mezhep alimlerine göre, o kişi hakkında bazı sınırlamaların getirilmesi. Ona, harem sınırlarının dışına çıkarmak ve ilahi haddi uygulamak kastıyla yemek vermemek ve onunla muamelede bulunmamak gibi. Hanefilere ve Şii alimlere göre haremde bulunan katil, haremin hürmetinin korunmaması sebebiyle, bu güven ve emniyete tabi değildir.[48]
- Haremde isteyerek veya istemeden yapılan cinayette diyenin, kamil bir diyenin üçte bir oranında artırılması.[49]
- Müşriklerin "harem" bölgesinde defnedilmesi. Şafiilere göre, müşrik bir kimsenin cesedi haremden çıkarılmalıdır.[50]
- Bazı fakihlere göre, Hac suresinin 25. ayetine ve mevcut hadislere istinaden, Mekke haremine ait evlerin her surette veya hac mevsimi döneminde alım-satımı veya kiralanmasının haram olması.[51]
Birtakım Haramlara Mürtekip Olmanın Kefareti
Fakihlerin çoğu hadislere istinaden, haremde bazı günahlara mürtekip olmanın her ne kadar miktarında farklı görüşler olsa da kefaret ödemeye neden olduğunu söylemişlerdir.[52] Bazı Ehli Sünnet alimleri sadece teklifi hürmete kaildirler ve kefareti kabul etmemişlerdir.[53] Haremde bulunmakla tahakkuk eden şer'i yasaklara ek olarak, hac veya umre için ihrama giren kimseler için de bazı gereklilikler ve yasaklar tayin edilmiştir.
Ceza ve Ödülün Katlanması
Hadislere binaen, Mekke hareminin özel kutsallığı sebebiyle günahların cezası ve güzel işlerin ödülü orada ikiye katlanmıştır. Hatta haremde günah işlemeye niyet dahi, ilahi azaba neden olmaktadır. Bunun karşısında harem bölgesinde bazı hayırlı işleri yapmak ve ibadet (Kuran okumak, namaz kılmak ve oruç tutmak gibi) vurgulanmıştır. Bir hadise göre orada yapılan ibadetin sevabı, başka mekanlarda yapılan ibadetten yüz bin kat daha fazladır.[54] Fakihler bazı hadislere dayanarak, hareme yürüyerek ve yalın ayakla girmenin, hareme girmeden önce ve çıktıktan sonra gusletmenin ve abdest almanın, ağız kokusunu güzelleştirmenin ve bazı özel duaları okumanın sünnet olduğunu söylemişlerdir.[55] Ölülerin de hareme defnedilmesini sünnetten saymışlardır.[56]
Mekke Haremine Komşuluk
Şii, Maliki ve Hanefi birçok fakihe göre, Mekke’de sükunet ve etrafında oturmak, halkın imanının zayıf olması ve hareme ait hükümleri yerine getirmede kusurlarından ötürü mekruhtur. Şafiiler ve Hanbeliler, yasaklanmış şeylere mürtekip olma ihtimali olmayan kimseler için, harem etrafında ikamet etmeyi sünnet bilmişlerdir.[57]
Mekke Hareminde Mekruh Ameller
Bu ameller, Mekke hareminde mekruh sayılan işlerdendir:
- Harem sınırları içinde borçlanmış kimseler dışında, borçlu bir kimseden borç istemek.
- Haremde halktan her hangi bir şey talep etmek.
- Şiir okumak.
- Hizmetlilere vurmak ve yakışıksız sözler söylemek. [58]
Nebevi Harem
Nebi Haremi, diğer bir önemli haremdir ki bazı hadislere ve fakihlerin fetvalarına göre, özel adap ve hükümlere sahiptir. Bir hadise göre, Allah Resulü (s.a.a), kıyamet günü Medine ehline şefaati kendi sorumluluğuna almıştır.[59] Hanefiler, Medine için özel hükümler taşıyan bir haremin varlığını kabul etmemişlerdir.[60] Bazı Şii muasır fakihler de Medine’de aynı Mekke haremi hükmünü taşıyan harem hususunda kuşku duymaktalar. Hz. Peygamber’in (s.a.a) Medine hareminin kendisine ve Mekke hareminin Hz. İbrahim’e (a.s) atfedilmesi hakkındaki hadisini,[61] bu şehrin veya hazretin kabrinin hürmetinin korunmasının gerekliliği manasında tefsir etmişlerdir. Bu alimler, ihtiyat olarak hareme ait bazı hükümleri Medine için de geçerli olduğuna kaildirler.[62] Malik İbn-i Enes gibi bazı Maliki ve Şafiiler, zikredilen hadise istinaden; ayrıca Medine, muhacirlerin vatanı ve sahabenin kaldığı yer olduğundan, Nebevi hareminin Mekke hareminden üstün olduğuna inanırlar.[63] Ancak fakihlerin çoğu, alemin en güzel anıtı olan Hz. Resul'ün (s.a.a) kabri dışında Mekke haremini üstün saymışlardır.[64]
Nebevi Haremin Sınırları
Bazı hadislerde Hz. Nebi (s.a.a) hareminin büyüklüğünün her bir yönden bir brig. (dört fersah) olduğu belirtilmiştir.[65] Başka bir hadise göre (Hem Ehli Sünnette ve hem Şii mezhebinde nakledilmiştir) Nebevi harem, Medine’nin doğu ve batısında bulunan siyah taşla kaplanmış iki yer arasında (ما بَینَ لابَتَیها) yer almaktadır.[66] Şii fakihler Nebevi haremin sınırlarını hadislere istinaden, Avr dağı ile Vair dağı arasında kalan bölge olarak tanımlamışlardır.[67] Ancak bazı Ehli Sünnet alimleri başka hadislere dayanarak, haremin sınırlarını Avr dağından Sevr dağına kadar olan on iki millik bölgeyi tanımlamışlardır. Bu alimler Avr dağının Mikat’ta ve Sevr dağının ise, Uhud dağının arkasında bir dağ olduğunu söylemişlerdir.[68] Bir başka grup ise, Sevr dağının Mekke’de olması hasebiyle zikredilen hadisleri tevcih etmişler ve ravilerin Uhud dağı yerine Sevr dağını zikrettikleri veya Uhud’un daha önceki adının Sevr olduğu ihtimalini vermişlerdir.[69] Ayrıca Hz. Peygamber’in (s.a.a) muradının, bu mesafenin Mekke’deki Sevr ve Avr dağları arasındaki mesafe kadar olduğu veya hazretin mecazen Medine’deki iki dağın adını "Avr" ve "Sevr dağı" olarak zikrettiğini söylemek mümkündür.[70]
Nebevi Haremin Adabı ve Hükümleri
Nebevi haremin en önemli adap ve hükümleri şunlardır: Nebevi hareme guslederek girmenin sünnet olması,
- Medine etrafında sükunet etmenin sünnet olması,
- Haftanın bazı günlerinde oruç tutmanın sünnet olması,
- Hayvanları beslemek dışında, bitkilere zarar vermenin ve ağaçları, özellikle fidanları kesmenin haram olması,
- Hayvan avlamanın haram olması.[71]
İlk dönem bazı Ehli Sünnet alimleri, Nebevi haremde mürtekip olunan bazı haram durumlar için, birtakım cezalar da zikretmiştir.[72]
İmam Hüseyin (a.s) Haremi
İmam Hüseyin'in (a.s) haremi, Şiiler nezdinde çok kutsaldır. Fakihler bu haremin sınırları için (ki bazı özel fıkhi hükümlere sahiptir), farklı görüşlere sahiptirler. Örneğin Hazretin, ailesinin ve Hz. Abbas (a.s) dışında, yarenlerinin defnedildiği yer, [73] Kerbela şehrinin tamamı[74] ve İmam Hüseyin’in (a.s) mukaddes ravzası[75] harem sınırları içindedir.
Hz. Ali’den (a.s) nakledilen bir hadiste, Küfe hazretin haremi sayılmıştır.[76]
Haremeyn, Küfe Mescidi ve Hair-i Hüseyni’nin (a.s) Özel Hükümleri
Meşhur Şii fakihlerin görüşüne göre, Mekke haremi, Nebevi harem, Küfe Mescidi ve Hair-i Hüseyni’de (a.s) ziyaretçilerin namazlarını her ne kadar seferi kılmaları caiz olsa da, tam olarak kılmaları da caiz ve hatta sünnet olması, bu mekanlara ait özel hükümlerdendir.[77] Fakihler bu söylemi, bu dört mekanda namazı tam veya seferi olarak kılma hususunda mükellefin seçim hakkına sahip olduğunu belirten ve namazı tam kılmanın makbul oluşuna delalet eden hadislerin toplamına binaen zikretmişlerdir.[78] Zikredilen hadislerde “ حرمین شریفین”, “ مکه و مدینه” ve “ مسجِدَین” (Mekke ve Medine, Haremeyn-i Şerifeyn ve Mescideyn) tabirleri yer almıştır.[79] Bu yüzden bazı fakihler Mekke haremi ve Nebevi haremin tamamında değil de, Mescid’ul Haram ve Mescid’un-Nebi de aynı hükmü uygulamışlardır.[80]
İbn-i Babeveyh[81] bu mekanda namazı seferi olarak kılmaya hükmetmiş ve bunların hiçbir ayrıcalık şartlarını taşımadıklarını söylemiştir. Zahirde bu görüş, yolcular için namazın seferi olarak kılınmasının farz olduğuna dair delillere ve bu dört mekanda namazın seferi olarak kılınmasının farz olduğuna işaret eden hadislere dayalıdır.[82] Ancak diğer fakihler bu hadislerin takiyye üzere olduğuna[83] ve diğer başka delillere dayanarak, bu görüşü kabul etmemişlerdir.[84] Bazı fakihler ise, ihtiyat babından bu dört haremde namazı seferi olarak kılma yönünde görüş belirtmişlerdir.[85]
İbn-i Cüneyt Eskafi[86] ve İlmu'l Hüda[87] gibi bazı ilk dönem fakihleri, bu dört mekanda hatta Şii İmamların (a.s) haremlerinde namazın tam kılınmasının farz olduğu yönünde fetva vermişlerdir.[88] İbn-i İdris-i Hilli, Mekke ve Medine’ye ek olarak, sadece Hair-i Hüseyni’de (a.s) bu hükmün geçerli olduğunu söylemiştir. Şii fakihler ayrıca, "Seçme hakkı sadece Hair-i Hüseyni (a.s) ve Küfe mescidi için mi geçerlidir, yoksa Küfe ve Kerbela şehirlerinin tamamı için mi böyledir?" Sorusu üzerinde de ilmi bahis etmişlerdir.[89]
Hanefiler, (Şii fakihler gibi yolculuk esnasında namazın seferi kılınmasına kaildirler) Mekke hareminde namazı tam kılmayı Hz. Peygamber’e (s.a.a) uyma olarak saymışlar ve haremde yapılan güzel işlerin iki kat sevabı olması sebebiyle de namazı tam kılmanın seferi kılmaktan daha iyi olduğunu söylemişlerdir.[90]
Diğer Adap ve Hükümler
Şii fıkıh kaynaklarında, bu haremler ve Şii İmamların (a.s) haremleri hakkında başka adap ve hükümler de zikredilmiştir. Örneğin:
- Cünüp ve hayızlı (adetli) bir halde bu mekanlara girmenin haram olması,[91]
- Bu mekanları necaset etmenin haram ve necasetin temizlenmesinin farz olması,[92]
- Bu mekanlara girmeden önce gusletmenin sünnet ve ölülerin defnedilmesi için bu mekanlar haricinde başka yerlere intikalinin mekruh olması,[93]
- Bu haremlerde had ve kısas uygulamasının yasak olması.[94]
Kaynakça
- ↑ İbn-i Esir, “Da’mas”; İbn-i Manzur, "Cebereti" kelimesi, c. 2, s. 143.
- ↑ Cuheri "Zubeydi" kelimesinin altında.
- ↑ Kurdi, c. 1, cüz 1, s. 101; Burucerdi, c.7, s. 423.
- ↑ Minhaci Suyuti, c. 2, s. 474; Behrani, c. 7, s. 317 – 318 ve c. 11, s. 455; Bağdadi, c. 2, sütün 541; Ağabozorg-u Tahrani, c. 6, s. 194 ve c. 8, s. 224 ve c. 21, s. 299.
- ↑ Halil b. Ahmed, İbn-i Esir, İbn-i Manzur, kelimenin altı.
- ↑ Fakihi, c. 2, s. 270; İbn-i Babeveyh, Men La Yehduruhu’l Fakih, c. 2, s. 241; Hürr-ü Amuli, c. 13, s. 241 – 242.
- ↑ Bakara Suresi, 126. ayet ve İbrahim Suresi, 35. ayet.
- ↑ Cerir-i Taberi, c. 1, s. 542; Tusi, et-Tibyan, s. 1, s. 456, Tabersi, c. 1, s. 387.
- ↑ Cerir-i Taberi, c. 1, , Fasi c. 1, s. 139 ve Esedi Mekki, s. 183542.
- ↑ İbn-i Hişam, Birinci kısım, s. 114; Maverdi, s. 246 – 248; Tusi, et-Tibyan, c. 4, s. 32 ve İbn-i Cevzi, c. 2, s. 321.
- ↑ Fakihi, c. 2, s. 267; Yakutu Himevi, “el-Envat”; Ahmed b. Abdullah Taberi, s.169 ve Fasi, c. 1, s. 140.
- ↑ Fakihi, c. 2, s. 259, 305140.
- ↑ Tusi, et-Tibyan, c. 8, s. 165; Kurtubi, c. 13, s. 364; Tabatabai, c. 6, s. 271.
- ↑ Cessas, c. 1, s. 88 ve c. 3, s. 253 – 317; Şerif Razi, s. 180; Tusi, et-Tibyan, c. 6, s. 446 ve c. 8, s. 165; Zerkeşi, 1408, c. 2, s. 266 ve Tabatabai, c. 3, s. 31.
- ↑ Kasas Suresi, 57; Ankebut Suresi, 67.
- ↑ Bakara Suresi, s. 126 ve İbrahim Suresi, 35.
- ↑ Şerif Razi, s. 182, 190; Tabersi, c. 2, s. 799 ve Kurtubi, c. 4, s. 141 - 142.
- ↑ Fakihi, c. 2, s. 252; Kuleyni, c. 4, s. 226, 528, 530; Hürr-ü Amuli, c. 13, s. 35.
- ↑ Cessas, c. 1, s. 88 – 89, c. 2, s. 27; Şerif Razi, s. 65, 192; Kurtubi, c. 4, s. 140 ve Tabatabai, c. 6, s. 271, c. 12, s. 69.
- ↑ Ezreki, c. 2, s. 138 – 139; Kuleyni, c. 4, s. 226 – 227; İbn-i Babeveyh, 1404, c. 2, s. 262; Hürr-ü Amuli, c. 13, s. 75, 226.
- ↑ Cerir-i Taberi, c. 4, s. 1211; Şerif Razi, s. 187; Kurtubi, c. 2, s. 111, c. 4, s. 140 - 141.
- ↑ Tusi, et-Tibyan, c. 8, s. 165; Kurtubi, c. 13, s. 300.
- ↑ Ezreki, c. 2, s. 124; Cessas, c. 1, s. 89; İbn-i Babeveyh, 1404, c. 2, s. 245 -246.
- ↑ Ezreki, c. 2, s. 125.
- ↑ Kuleyni, c. 4, s. 256 ve Suyuti, c. 2, s. 258.
- ↑ Hürr-ü Amuli, c. 12, s. 555.
- ↑ Ezreki, c. 2, s. 128; Fakihi, c. 2, s. 273 – 275; Kuleyni, c. 4, s. 195 – 197; Ahmed b. Abdullah Taberi, s. 652 – 653.
- ↑ Tusi, et-Tibyan, c. 2, s. 173 – 174; İbn-i Esir, “İlm” ve “Nur” kelimesi; İbn-i Manzur, “İlm” kelimesi; Zubeydi, “Neseb” ve “Harem” kelimesi.
- ↑ Ezreki, c. 2, s. 128 – 130; Fakihi, c. 2, s. 273 – 276, c. 1, 106 - 107; İbn-i Hacer-i Askalani, c. 1, s. 72, 367, c. 6, s. 50 ve Meter, s. 19.
- ↑ Abdulmelik b. Abdullah b. Dehiş, s. 51 – 52.
- ↑ Fasi, c. 1, s. 107; İbn-i Fehd, c. 2, s. 386; c. 3, s. 117 ve Abdulmelik b. Abdullah b. Dehiş, s. 52 – 55.
- ↑ Kurdi, c. 1, cüz 2, s. 100 – 101; ve Abdulmelik b. Abdullah b. Diheyş, s. 56 – 62.
- ↑ Abdulmelik b. Abdullah b. Dehiş, s. 63.
- ↑ Maverdi, s. 259; Kasani, c. 2, s. 446; İbn-i Zuheyre, s. 169 ve Neraki, c. 13, s. 297.
- ↑ Tusi, et-Tibyan, c. 5, s. 200 ve Zuheyli, c. 3, s. 329.
- ↑ Tusi, el-Mebsut fi Fıkhı’l İmamiyye, c. 1, s. 355; Ahmed b. Abdullah Taberi, s. 641; Hatib-i Şerbini, c. 1, s.476 ve Zuheyli, c. 3, s. 327.
- ↑ Şerif Razi, s. 182; Allame Hilli, Tezkiretu’l Fukeha, c. 7, s. 272 – 273, 277 – 278 ve Zuheyli, c. 3, s. 328 – 329.
- ↑ Maide Suresi, 96.
- ↑ Hürr-ü Amuli, c. 12, s. 552 – 557.
- ↑ Kasani, c. 2, s. 446; Nevevi, c. 7, s. 494 – 495; Allame Hilli, Tezkiretu’l Fukeha, c. 7, s. 271 – 282, 364 – 369, c. 8, s. 25 ve Zuheyli, c. 3, s. 328.
- ↑ Allame Hilli, Tezkiretu’l Fukeha, c. 7, s. 290 ve Desuki, c. 2, s. 78.
- ↑ Maverdi, s. 260 ve Tusi, el-Mebsut, c. 2, s. 3.
- ↑ Nevevi, c. 7, s. 471 ve Kaşifu’l Gıta, c. 2, s. 456.
- ↑ Kasani, c. 2, s. 453 ve Şehid-i Evvel, c. 1, s. 473.
- ↑ Fasi, c. 1, s. 473.
- ↑ Allame Hilli, Tezkiretu’l Fukeha, c. 8, s. 442; Hürr-ü Amuli, c. 13, s. 259 – 262; ve Züheyli, c. 3, s. 329.
- ↑ Âl-i İmran Suresi, 97.
- ↑ Ezreki, c. 2, s. 139; Allame Hilli, Tezkiretu’l Fukeha, 1414; c. 8, s. 441 – 442; İbn-i Abidin, c. 2, s. 256 ve Hoi, s. 184 – 185.
- ↑ Kuleyni, c. 4, s. 139; Cessas, c. 2, s. 296; Tusi, el-Hılaf, c. 5, s. 223 ve Züheyli, c. 3, s. 329.
- ↑ Şafii, c. 4, s. 188; Allame Hilli, Tezkiretu’l Fukeha, c. 9, s. 337 ve Züheyli, c. 3, s. 330.
- ↑ İbn-i Gudame, c. 4, s. 19 – 20; Hattab, c. 7, s. 546; İbn-i Abidin, c. 6, s. 711; Kıss-ı Nevevi, c. 9, s. 250 ve Mukaddes-i Erdebili, Zibdetu’l Beyan, s. 221.
- ↑ Nevevi, c. 7, s. 490 – 491; Allame Hilli, Tezkiretu’l Fukeha, c. 7, s. 266 – 267, 367, 377 – 378, c. 8, s. 25, 62 ve Hürr-ü Amuli, c. 13, s. 17 – 13.
- ↑ İbn-i Rüşd, c. 1, s. 612, 616, 622.
- ↑ Ezreki, c. 2, s. 132; Fakihi, c. 2, s. 266 ve Fasi, c. 1, s. 131 – 132.
- ↑ Allame Hilli, Tezkiretu’l Fukeha, c. 8, s. 79; Hatib-i Şerbini, c. 1, s. 479; Hürr-ü Amuli, c. 13, s. 195 – 198 ve Halhali, c. 5, s. 477 – 478.
- ↑ Hürr-ü Amuli, c. 13, s. 287.
- ↑ Allame Hilli, Tezkiretu’l Fukeha, c. 8, s. 442 – 447; İbn-i Abidin, c. 2, s. 187 ve Züheyli, c. 3, s. 322 – 323.
- ↑ Ezreki, c. 2, s. 137; İbn-i Babeveyh, el-Makne’, s. 369 – 370; Hürr-ü Amuli, c. 12, s. 564 – 565, c. 13, s. 265, 555.
- ↑ İbn-i Hanbel, c. 6, s. 370 ve Müslim b. Haccac, c. 4, s. 113.
- ↑ İbn-i Abidin, c. 2, s. 256 ve Rıfat Paşa, c. 1, s. 447.
- ↑ Buhari, c. 5, s. 40 ve Müslim b. Haccac, c. 4, s. 113.
- ↑ Hakim, Delilu’n-Nasik, s. 493 ve Halhali, c. 5, s. 513.
- ↑ İbn-i Abidin, c. 2, s. 688.
- ↑ Tusi, el-Hılaf, c. 2, s. 451 – 452; İbn-i Abidin, c. 2, s. 256 ve Züheyli, c. 3, s. 323.
- ↑ Tusi, Tehzih, c. 6, s. 13; Nevevi, c. 7, s. 489 ve Heysemi, 1404, c. 2, s. 54.
- ↑ Kuleyni, c. 4, s. 564; Nevevi, c. 7, s. 487 ve Ahmed b. Abdullah Taberi, s. 670 – 671.
- ↑ Hilli, c. 1, s. 651; Behrani, c. 11, s. 302; Necefi, c. 20, s. 75 – 76; Halhali, c. 5, s. 512.
- ↑ İbn-i Kudame, c. 3, s. 376; Hatib-i Şerbini, c. 1, s. 529 ve Behveti Hanbeli, c. 2, s. 551.
- ↑ Nevevi, c. 7, s. 486.
- ↑ İbn-i Kudame, c. 3, s. 370.
- ↑ İbn-i İdris-i Hilli, c. 1, s. 651 - 652; Zerkeşi, 1410, s. 243 – 245; Gulpaygani, s. 187, 210 ve Züheyli, c. 3, s. 335 - 336.
- ↑ Ahmed b. Abdullah Taberi, s. 675 – 676.
- ↑ Mufid, s. 126 ve İbn-i İdris-i Hilli, c. 1, s. 342.
- ↑ İbn-i Said, s. 93.
- ↑ Behrani, s. 11, s. 463; Neraki, c. 8, s. 316 ve Hakim, Müstemsek, c. 8, s. 188.
- ↑ Kuleyni, c. 4, s. 563.
- ↑ Tusi, en-Nihaye fi Mücerredi’l Fıkhi ve’l Fetavi, s. 124; Allame Hilli, Muhtelefu’ş-Şia fi Ahkami’ş-Şeria, c. 1, s. 333; Şehid-i Sani, c. 1, s. 787 – 788 ve Hüseyni Mer’aşi, c. 1, s 453.
- ↑ Kuleyni, c. 4, s. 524 ve Tusi, 1376 h.ş, c. 5, s. 470 – 475.
- ↑ Behrani, c. 11, s. 456 – 459.
- ↑ Allame Hilli, Muhtelefu’ş-Şia fi Ahkami’ş-Şeria, c. 3, s. 132; Şehid-i Sani, c. 1, s. 787 ve Burucerdi, c. 8, s. 411 – 414.
- ↑ İbn-i Babeveyh, el-Mekna’, s. 262.
- ↑ Neraki, c. 8, s. 309.
- ↑ Behrani, c. 2, s. 441, 448, 452; Neraki, c. 8, s. 310 ve Burucerdi, c. 8, s. 406 – 410.
- ↑ Mukaddes-i Erdebili, Mecmeu’l Faide ve’l Burhan, c. 3, s. 424 – 425; Behrani, c. 11, s. 440 – 442; Necefi, c. 14, s. 336.
- ↑ Musevi Amuli, c. 4, s. 468; Mirza-i Kummi, c. 1, s. 73; Necefi, c. 14, s. 337 ve Behcet, s. 599.
- ↑ Eskafi, Mecmuatu Fetavi-i İbnu’l Cuneyd, s. 89 – 90.
- ↑ Alemu’l Huda, Resailu’ş-Şerif el-Murtaza, c. 3, s. 47.
- ↑ Behrani, c. 11, s. 438, 465 ve Burucerdi, c. 8, s. 420 – 421.
- ↑ Burucerdi, c. 8, s. 414, 420, Ruhani, c. 6, s. 427 – 428.
- ↑ Kasani, c. 1, s. 91 – 92; İbn-i Gudame, c. 2, s. 107.
- ↑ Musevi Amuli, c. 1, s. 282; Neraki, c. 2, s. 292.
- ↑ Tabatabai Yezdi, c. 1, s. 89 – 90.
- ↑ Musevi Amuli, c. 2, s. 152; Tabatabai Yezdi, c.1, s. 447.
- ↑ İbn-i İdris-i Hilli, c. 3, s. 363 – 364; Hoi, c. 2, s. 184 – 185.
Bibliyografi
- Kur’an-ı Kerim.
- Ağabozorg-u Tahrani.
- İbn-i Esir, en-Nihaye fi Garibi’l Hadis-i ve’l Eser, Baskı: Mahmud Muhammed Tenahi ve Tahir Ahmed Zavi, Beyrut, 1383 / 1963, Baskı Ofset, Kum, 1364.
- İbn-i İdris-i Hilli, Kitabu’s-Serairu’l Havi li Tahriri’l Fetavi, Kum 1410 – 1411.
- İbn-i Babıveyh, Kitabu Men La Yehzeruhu’l Fakih, Baskı: Ali Ekber Gaffari, Kum 1404.
- İbn-i Babeveyh, el-Mekna’, Kum 1415.
- İbn-i Cüneyd-i İskafi, Mecmuatu Fetavi İbn’ul Cüneyt, yazar; Ali Penah İştihardi, Kum 1416.
- İbn-i Cevzi, el-Müntazam fi Tarihi’l Muluk ve’l Ümem, baskı: Muhammed Abdulkadir Ata ve Mustafa, Abdulkadir Ata, Beyrut, 1412 / 1992.
- İbn-i Hacer-i Askalani, el-İsabetu fi Temyizi’s-Sahabe, baskı: Ali Muhammed Bicavi, Beyrut, 1412 / 1992.
- İbn-i Hanbel, Müsned-i Ahmed b. Hanbel, İstanbul, 1402 / 1982.
- İbn-i Rüşd, Bidayetu’l Müçtehit ve Nihayetu’l Müktesid, baskı: Taha Abdurrauf Sa’d, Beyrut, 1409 / 1989.
- İbn-i Said, el-Cami li’ş-Şerai’, Kum, 1405.
- İbn-i Züheyre, el-Camiu’l Laitif fi Fazlı Mekke ve Ehluha ve Benau’l Beyti’ş-Şerif, Mekke, 1392 / 1972.
- İbn-i Abidin, Reddu’l Muhtar ale’d Daru’l Muhtar, çap-ı sengi, Mısır, 1271 – 1272, baskı ofset, Beyrut, 1407 / 1984.
- İbn-i Fehd, İttihafu’l Vera bi Ahbaru’l Kura, baskı: Fehim Muhammed Şeltut (1983 - 1984).
- İbn-i Gudame, el-Mugni, Beyrut, Daru’l Kitabu’l Arabi.
- İbn-i Manzur.
- İbn-i Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, baskı: Mustafa Seka, İbrahim İybari ve Abdulhafiz Şelbi, (Beyrut), Daru İbn-i Kesir.
- Muhammed b. Abdullah Ezreki, Ahbaru Mekke ve ma Cae Fiha mine’l Asar, baskı: Rüşdi Salih Muhlis, Beyrut, 1403 / 1983, baskı ofset, Kum, 1369.
- Ahmed b. Muhammed Esedi Mekki, Ahbaru’l Kiram bi Ahbari’l Mescidi’l Haram, baskı: Hafız Kulam Mustafa, Benares, 1396 / 1976.
- Yusuf b. Ahmed Behrani, el-Hadaiku’n-Nadire fi Ahkami’l İtreti’t-Tahire, Kum, 1363 / 1367.
- Muhammed b. İsmail Buhari, Sahihu’l Buhari, (baskı: Muhammed Zihni Efendi), İstanbul, 1401 / 1981.
- Murtaza Burucerdi, Müstenedü el-Urvetu’l Vuska, Takriratu dersi Ayetullah Hoi, c. 8, (Kum), 1367.
- İsmail Bağdadi, Hidayetu’l Arifin, c. 2, Hacı Halife’de, c. 6.
- Muhammed Taki Behcet, Camiu’l Mesail, Kum, 1378.
- Mensur b. Yunus Behceti Hanbeli, Keşşafu’l Kına’ en Metni’l İkna’, baskı: Muhammed Hasan Şafii, Beyrut; 1418 / 1997.
- Abdurrahman Ceberti, Tarihi Acaibu’l Asar, fi’t-Teracim ve’l Ahbar, Beyrut, Daru’l Ciyl.
- Ahmed b. Ali Cessas, Ahkamu’l Kur’an, baskı: Abdusselam Muhammed Ali Şahin, Beyrut, 1415 / 1994.
- İsmail b. Hammad Cuheri, es-Sihah, Tacu’l-Lugat ve Sihahu’l Arabiyye, baskı: Ahmed Abdulgafur Attar, Beyrut, baskı ofset, Tahran, 1368.
- Hürr-ü Amuli.
- İsmail Hüseyni Mer’aşi, İcmaiyyati Fıkhı’ş-Şia ve Ehvetu’l Egval min Ahkami’ş-Şeria, c. 1, (Kum), 1419.
- Muhammed b. Muhammed Hattab, Mevahibu’l Celil li Şerh-i Muhteseru’l Halil, baskı: Zekeriya Amirat, Beyrut, 1416 / 1995.
- Muhsin Hekim, Delilu’n-Nasik, baskı: Muhammed Gazi Tabatabai, Müessesetü el-Minar.
- Muhsin Hekim, Müstemseki el-Urvetu’l Vuska, baskı: ofset, Kum, 1404.
- Muhammed Ahmed Hatib-i Şerbini, Mugni el-Muhtac ila Marifeti Meaniyi’l Elfazu’l Minhac, Talikat-ı Cubeli b. İbrahim Şafii, Beyrut, Daru’l Fikir.
- Rıza Halhali, Mutemedu el-Urvetu’l Vuska, Muhadırat-ı Ayetullah Hoi, Kum, 1405 – 1410.
- Halil b. Ahmed, Kitabu’l Ayn, baskı: Mehdi Mehzumi ve İbrahim Samerrai, Kum, 1405.
- Ebu’l Kasım Hoi, Mabani-i Tekmiletu’l Minhac, Kum, 1396.
- Muhammed b. Ahmed Desuki, Haşiyetu Desuki ele’ş-Şerhi’l Kebir, (Beyrut), Daru İhyau’l Kitabu’l Arabiyye.
- İbrahim Rıfat Paşa, Mir’atu’l Haremeyn, o, er-Rehaletu’l Hicaziyye ve’l Hac ve Meşairuhu’d-Diniyye, Beyrut, Daru’l Marife.
- Muhammed Sadık Ruhani, Fıkhu’s-Sadık, Kum, 1412 – 1414.
- Muhammed b. Muhammed Zübeydi, Tacu’l Arus min Cevahiru’l Kamus, baskı: Ali Şiri, Beyrut, 1414 / 1994.
- Vehbi Mustafa Züheyli, el-Fıkhu’l İslami ve Edlilletuhu, Demeşk, 1404 / 1984.
- Muhammed b. Bahadır Zerkeşi, İ’lamu’l Mesacid bi Ahkami’l Mesacid, baskı: Ebu’l Vefa Mustafa Meraki, Kahire 1410 / 1984.
- Muhammed b. Bahadır Zerkeşi, el-Burhan fi Ulumu’l Kur’an, baskı: Muhammed Ebu’l Fazl, İbrahim, Beyrut, 1408 / 1988.
- Suyuti.
- Muhammed b. İdris-i Şafii, el-Umm, baskı: Muhammed Zuhri Neccar, Beyrut.
- Muhammed b. Hüseyin Şerif Razi, Hakaiku’t-Te’vil fi Müteşabihatu’t-Tenzil, baskı: Muhammed Rıza A’li Kaşifu’l Kıta, Beyrut, baskı ofset, Kum.
- Muhammed b. Mekki Şehid-i Evvel, ed-Durusu’ş-Şer’iyye fi Fıkhı’l İmamiyye, Kum, 1412 – 1414.
- Zeynuddin b. Ali Şehid-i Sani, er-Rovzetu’l Behiyye fi Şerhi’l Lumetu’d-Demeşkiyye, baskı: Muhammed Kelanter, Beyrut, 1403 / 1983.
- Tabatabai.
- Muhammed Kazım b. Abdulazim Tabatabai Yezdi, el-Urvetu’l Vuska, Beyrut, 1409.
- Tabersi.
- Ahmed b. Abdullah Taberi, el-Kura li Kasidi Ümmü’l Kura, baskı: Mustafa Seka, Beyrut.
- Muhammed Cerir-i Taberi, Cami.
- Muhammed Hasan Tusi, et-Tibyan fi Tefsiri’l Kur’an, baskı: Ahmed Habib Kasir Amuli, Beyrut.
- Muhammed Hasan Tusi, Tehzibu’l Ahkam, baskı: Ali Ekber Gaffari, Tahran, 1376.
- Muhammed Hasan Tusi, Kitabu’l Hilaf, Kum, 1407 – 1417.
- Muhammed b. Hasan Tusi, el-Mebsut fi Fıkhı’l İmamiyye, c. 21, baskı: Muhammed Taki Keşfi, Tahran 1387.
- Muhammed b. Hasan Tusi, en-Nihaye fi Mücerredi’l Fıkhi ve’l Fetavi, Beyrut, 1400 – 1980.
- Abdulmelik b. Abdullah b. Dehiş, el-Haremu’l Mekki eş-Şerif ve’l İ’lamu’l Muhitetu bihi, Mekke, 1415 / 1995.
- Hasan b. Yusuf Allame Hilli, Tahriru’l Ahkamu’ş-Şer’iyyeti ela Mezhebi’l İmamiyye, baskı: İbrahim Bahadır, Kum, 1420 – 1422.
- Hasan b. Yusuf Allame Hilli, Tezkiretu’l Fukaha, Kum, 1414.
- Hasan b. Yusuf Allame Hilli, Muhtelefu’ş-Şia fi Ahkami’ş-Şeria, Kum, 1412 – 14120.
- Ali b. Hüseyin Alemu’l Huda, Resailu’ş-Şerif el-Murtaza, baskı: Mehdi Recai, Risale: 30, Cumelu’l İlmu ve’l Amel, Kum, 1405 – 1410.
- Muhammed b. Ahmed Fasi, Şifau’l Garam bi Ahbari’l Beledi’l Haram, baskı: Eymen Fuad Seyyid, Mustafa Muhammed Zehebi, Mekke 1999.
- Muhammed b. İshak Fakihi, Ahbaru Mekke fi Kadimi’d-Dehri ve Hadise, baskı: Abdulmelik b. Abdullah b. Dehiş, Beyrut 1419 / 1998.
- Muhammed b. Ahmed Kurtubi, el-Camiu’l Ahkami’l Kur’an, Beyrut, Daru’l Fikir.
- Ebu Bekir b. Mes’ud Kasani, Bedaiu’s-Sanai’ fi Terbiyeti’ş-Şerai’, baskı: Muhammed Adnan b. Yasin Derviş, Beyrut 1419 / 1998.
- Cafer b. Hazer Kaşifu’l Kıta, Keşfu’l Kıta en Mübhematu’ş-Şeriati’l Gura, İsfahan, İntişarat-ı Mehdevi.
- Muhammed Tahir Kurdi, et-Tarihu’l Kavim li Mekketi ve Beytullahi’l Kerim, Beyrut, 1420 / 2000.
- Abdulhüseyin Kiliydar, Bakiyyetu’n-Nübela fi Tarih-i Kerbela, baskı: Adil Kiliydar, Bağdat 1966.
- Kuleyni.
- Muhammed Rıza Gulpaygani, Menasiku’l Hac, Kum 1413.
- Ali b.Muhammed Maverdi, el-Ahkamu’s-Sultaniyye ve’l Vilayetu’d-Diniyye, Bağdat 1409 – 1989.
- Meclisi.
- Müslim b. Haccac, Sahih-i Müslim, baskı: Muhammed Fuad Abdulbaki, İstanbul, 1401 / 1981.
- Fuziye Hüseyin Meter, Tarih-u İmaretu’l Haremi’l Mekkiyyu’ş-Şerif ila Nihayetu’l Asri’l Abbasiyi’l Evvel, Cidde, 1402 – 1982.
- Muhammed b. Muhammed Mufid, el-Mugnie, Kum, 1410.
- Ahmed b. Muhammed Mukaddes-i Erdebili, Zibdetu’l Beyan fi Ahkami’l Kur’an, baskı: Muhammed Bakır Behbudi, Tahran.
- Ahmed b. Muhammed Mukaddes Erdebili, Mecmeu’l Faide ve’l Burhan fi Şerh-i İrşadi’l Ezhan, baskı: Mücteba Iraki, Ali Penah İştihardi, Hüseyin Yezdi İsfahani, c. 3, Kum 1362.
- Muhammed b. Ahmed Menhaci Esuyiti, Cevahiru’l Ukud ve Muayyenu’l Guzat ve’l Mukiin ve’ş-Şuhud, baskı: Mes’ad Abdulhamid Muhammed Sa’dani, Beyrut, 1417 / 1996.
- Muhammed b. Ali Musevi Amuli, Medariku’l Ahkam fi Şerh-i Şeraiu’l İslam, Kum 1410.
- Ebu’l Kasım b. Muhammed Hasan Mirza-i Kummi, Camiu’ş-Şetat, baskı: Murtaza Rezevi, Tahran 1371.
- Muhammed Hasan b. Bakır Necefi, Cevahiuru’l Kelam fi Şerh-i Şeraiu’l İslam, Beyrut, 1981.
- Ahmed b. Muhammed Mehdi Neraki, Müstenedü’ş-Şia fi Ahkami’ş-Şeria, Kum, c. 2, 1415, c. 8, 1416, c. 13, 1417.
- Yahya b. Şeref Nevevi, el-Mecmu: Şerhu’l Mühezzeb, Beyrut, Daru’l Fikir.
- Ali b. Ebu Bekr-i Heysemi, Keşfu’l İstar en Zevaidu’l Bezzar ele’l Kutubi’s-Sitte, c. 2, baskı: Habiburrahman A’zami, Beyrut 1404 / 1984.
- Ali b. Ebu Bekr-i Heysemi, Mecmeu’z-Zevaid ve Menbeu’l Fevaid, Beyrut, 1408 / 1988.
- Yakut Himevi.
- Yakubi, Ahmed b. İshak, Tarih-i Yakubi,