Tevhid
Teoloji | |
---|---|
Tevhid | Zati Tevhid • Sıfati Tevhid • Efali Tevhid • İbadette Tevhid |
Füruu | Tevessül • Şefaat • Teberrük • |
Adalet (İlahi Fiiler) | |
Hüsn ve Kubh • Beda • Emru'n Beyne'l Emreyn • | |
Nübüvvet | |
Peygamberlerin İsmeti • İslam Peygamberinin Hatemiyeti • Gaybet İlmi • Mucize • Kur’an’ın Tahrif Olmadığı | |
İmamet | |
İnançlar | İmam'ın Tayin Edilmesinin Gerekliliği • İmamların İsmeti • Tekvini Velayet • İmamların Gayb İlmi • Gaybet (Küçük Gaybet, Büyük Gaybet), İntizar, Zuhur • Ric'at |
İmamlar | 1. İmam Ali |
Mead | |
Berzah • Cismani Mead • Haşir • Sırat • Amel Defteri • Mizan | |
Belirgin Konular | |
Ehlibeyt • On Dört Masum • Takiye • Merceiyyet | |
Tevhit (Arapça: التوحيد), Allah’ı bir ve tek bilmek anlamında İslam’ın en temel ve en önemli ilkesi (ilke olarak kabul etmek,benimsemek)dir. İslam Peygamberinin (s.a.a) insanlar için tebliğ ettiği ilk şey “la ilahe illallah” cümlesiyle ibraz ettiği Allah’ın birliğine davetti. İslam’ın tüm inanç, ahlak ve fıkıh öğretilerinin tamamı tevhide[1] dönmektedir. Müslümanlar her gün ezan ve namazda Allah’ın vahdaniyetine tanıklık etmektedirler.
Nazari tevhitte tevhide inanç, Allah’ın tüm yücelik ve saygınlığını kapsamaktadır. Allah’ın zatı birdir ve O’nun bir eşi ve benzeri yoktur (tevhid-i zati). Fiillerinde de kendisinden başka kimseye ihtiyacı yoktur ve tüm varlıklar O’na muhtaçtırlar (tevhid-i ef’ali). Ameli tevhide göre de sadece Allah tapılmaya layıktır. Müslümanların dini ibadet ve amellerini yalnız Allah için yapmaları (tevhidi ibadi) ve yalnızca O’ndan yardım istemeleri gerekmektedir. Şialara göre hatta Allah’ın sıfatı dahi Allah’ın zatından ayrı bir şey değildir (tevhid-i sıfati).
Birçok Kur’an ayetinde tevhide ve Allah’ın varlığına değinilmiştir. Kur’an’a göre, tevhidi inancın kökleri insanların fıtratında yatmaktadır. Tüm peygamberler tevhidin davetçileriydiler ve onların en önemli amacı şirki ve müşrikçe yaşamı ortadan kaldırmaktı. Temel olarak Peygamberlerin geliş hedefi şirkle mücadele ve bir tek olan Allah’a tapmak içindir.
Bazı Müslümanlar, ibadetin anlamı konusunda bazı Müslümanların yaşam ve davranışlarının tevhitle çeliştiği iddiasında bulunmuşlardır. Bu düşünce Şia ve Sünni ulemanın çoğu tarafından eleştirilmiş ve kabul edilmemiştir.
Tevhidin Anlamı
Tevhid, “v-h-d” (و-ح-د) kökünden olup, bir ve tek anlamındadır.[2] Vahd kelimesi –ki vahid, vehd (vahdehu, vehdeke, vehdi), vahdaniyet, vahdani ve ahad kelimelerinin türediği kelimedir- bir olmak anlamındadır ve bu kelimenin Allah için kullanılması da bu anlamdadır.[3]
Hz. Resulullah’ın (s.a.a) hadislerine göre, tevhit sözcüğü “la ilahe illallah vehdehu la şerike leh” ve benzeri ilkeleri doğrulama anlamında kullanılmıştır.[4] Bu kullanım, İmamların (a.s) da hadislerinde vardır.[5]
İkinci yüzyıldan bu yana tevhit sözcüğü bu anlamda ve sonra Allah’ın varlığı, sıfatları ve fiilleri ile ilgili konuların toplamına işaret anlamında yaygınlaşmıştır. Şia hadislerinde de bu geniş kapsamda kullanılmıştır.[6]
Sonralardan bu kapsam genişlemesi “kitab-u tevhit” unvanı ile bu konularla ilintili öğretilerin yer aldığı eserlerin tedvin edilmesine dönüşmüştür. En temel konusu tevhit olan kelam bilimi bile “tevhit bilimi” ve bazen de “tevhit ve sıfat bilimi” adlarıyla anılmıştır.[7]
İslam’daki Yeri
Tevhit öğretisi, İslam’ın en merkezi öğretisi ve Kur’an’ın en önemli mesajıdır. Kur’an ve rivayetlerin bu öğretiye vurgusu açıkça ortadadır. Öyle ki Kur’an’ın üçte biri, bununla ilintili ayetlerden ve Kur’an’ın açıklaması ile tüm peygamberlerin mesajı tevhit inancı üzerine kurulmuştur.[8]
İslam dini, Allah’ı tanımayı ve insanın gerçek hayat kaynağının temelini tevhidi tanıtmakta ve şirki, bağışlanmayan günahlardan saymıştır:
“Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını, (günahları) dilediği kimse için bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse büyük bir günah (ile) iftira etmiş olur.” (Nisa, 48)
Müminlerin Emiri'nden (a.s) nakledilen bir rivayette tevhit, Allah’ı tanımanın temeli olarak geçmektedir.[9] Tarihî olarak da İslam Peygamberinin (s.a.a) daveti daha ilk gününden itibaren, selbi ve icabi olmak üzere iki yönlüydü: icap ve ispat yönü kulluğun yalnızca bir tek Allah’a özgü olduğu ve selbi yönü putların ve şirkle karışık her düşünce ve davranışın terk edilmesine yönelikti. Sair öğreti ve şeriatlar bu iki yönlü öğreti mihverinde dönmektedir.
Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.a) Mekke halkına aleni davetteki ilk sözü de bu iki yönlü tevhide yönelikti: Allah’ın birliğine şehadet ve şirkin terk edilmesi.[10] Efendimizin (s.a.a) şehirlere ve kabilelerdeki elçileri de her şeyden önce ve daha çok insanlara Allah’ın birliğine şehadet ve O’nun birliğine davetle görevlendirilmişlerdi.[11]
Müslümanlar arasındaki tevhide inancın önemi, bazılarının tevhidi Müslümanlığın belirtisi ve onların diğer din mensuplarından ayrılma noktası olarak bilmelerine neden olmuştur. Bu yüzden Müslümanları “Ehl-i tevhit/tevhit ehli” olarak adlandırmaktadırlar.[12]
Kur’an’da Tevhit
Tevhit ilkesinin Kur’an-ı Kerim’deki önemi o kadar çoktur ki İslam Peygamberinin aldığı vahyin içeriğini Allah’ın birliğini ilandan başka bir şey bilmemekte[13] ve tevhidi olmayan her türlü düşüncenin def edilmesi için de tüm peygamberlere Allah’ın vahdaniyetini açıklayan ayetlerin vahyedildiği belirtilmektedir.[14]
Kur’an ayetlerinde Allah’ın tekliğini ortaya koyan ayetler farklı tabirlerle kullanılmıştır:
- Allah’tan başka tüm tanrıların nefyedilmesi: la ilahe illallah (ve ayrıca: illa hu, illa ena, illa ente) ve benzeri cümlelerle: ma min ilahîn illa Allah (ve ayrıca: men ilahun ğayrullah, eğayrallahi ebğikum ilahen ve eilahun maallah, ma lekum min ilahî gayruh, ma kane meehu min ilahîn).
- Allah’ın tek olduğu: Huvallahu ahad (ve ayrıca: innema huvallahu vahidun, Allahu vahidun, innemellahu vahidun).
- Herkes için tek Allah: İlahukum ilahun vahit (ve ayrıca: İlahuna ve ilahikum vahid, ilahinnas).
- Âlemlerin tek Allah’ı: Huvellezi fisemai ilahun ve filarzi ilahun.
- Tanrıların varlığına imanı veya Allah’la birlikteki tanrıların varlığını kınamak: E ifken aliheten dunellahi turidûn.[15]
- Birden fazla ilaha inanma düşüncesinden kaçınmanın zorunluluğu: vela tecelu maallah ilahen aher.[16]
- Teslis inancı[17]na inananların reddedilmesi: lekad keferellezine kalu innallahe salisu selaseten.[18]
- Allah’ın oğlu olduğu düşüncesinin reddedilmesi: lem yelid ve lem yuled.[19]
- Meleklerin Allah’ın kızları olduğu inancının kınanması.[20]
- Allah için her türlü eş ve benzerin reddedilmesi: leyse kemislihi şeyun.[21]
- Kur’an’da şu noktaya vurgu yapılmıştır ki tüm peygamberlerin davet temeli ve vahyin ana konusu Allah’ın birliğini ilandır.
- Kur’an, Hz. Nuh, Hz. Hud, Hz. Salih ve Hz. Şuayb peygamberlerin diliyle kendi kavimlerine şöyle demiştir: “ma lekum min ilahin gayruh”[22]
Aynı şekilde Hz. İsa ve annesini Allah olarak anan Hristiyanları kınamakta ve onlara Hz. İsa’nın (a.s) kıyamet günü Hristiyanların bu inançlarından uzak olduğunu ve insanları Allah’a davet ettiğini ve bununla görevli olduğunu açıklayacağı konusunda uyarıda bulunmaktadır.[23]
Allah ve ilah sözcükleri dışında “Rab” sözcüğü de Kur’an’da her şeyden çok Allah’ın tekliğine vurgu yapmak için kullanılmış ve bilhassa âlemin yönetilmesine, yani tevhidi rububiyet[24] anlamında geniş bir biçimde kullanılmış ve rabbul âlemin (41 kere), rabbu semavati vel arz (10 kere), rabbul arş, rabbu semavatu sab’, rabbul maşriki vel mağrib, rabbul meşarik, rabbul meşrkeyn vel meğribeyn, rabbu külli şeyin ve rabbun nas ibaretleri ile Kur’an süslenmiştir.[25] Bu da Kur’ani tevhittir.
Kur’an Açısından Tek Tanrıcılık Tarihi
Kur’an açısından, insan fıtratında yeri olan tek tanrıcılık insanın çok eski geçmişine dayanır. Çünkü yeryüzüne ilk adım atmış olan kişi muvahhit bir peygamberdi. Öte yandan Kur’an-ı Kerim’e göre, yaratılışın ilk dönemlerinde tüm insanlar tek tanrıya tapmaktaydılar. Şirk ve sapmalar ondan sonra ve bir grubun kendi heva ve heveslerine tabi olmasından doğmuştur.[26]
Tevhit Fıtridir
Kur’an-ı Kerim’in ayetlerine ve hadislere göre, tevhide inanç insanda fıtri bir eğilimdir. Fıtri olmaktan maksat, böyle bir eğilimin sonradan kazanılmadığı ve eğitim ve öğretime ihtiyaç duyulmadığıdır. Müfessirler tevhidin fıtri olduğunu fıtrat ayeti, misak ayeti ve ayrıca Ankebut suresinin 65. Ayetinden istinbat ederek ispatlamışlardır.[27]
Bir çok ayette insanın tüm hallerde kendi iç dünyası ve kendi fıtratına döndüğü ve bu âlemin tek yaratıcısı dışında kimseyi kabul etmediği anlatılmıştır, bu âlemin yaratıcısı için bir tek dışında kimseyi kabul etmemektedir. İnsan hatta görünüşte şirke de düşse yaratıcısının kim olduğu sorulduğunda Allah’ın vahdaniyetinden başka bir görüş ortaya koymayacaktır.[28]
Hadislerde Tevhit
Tevhitle ilgili hadislerde ve bilhassa Ehlibeytten (a.s) nakledilen hadislerde, geniş ve bir o kadar kapsamlı bir edebiyatla karşı karşıya kalmaktayız. Bu konuda Müminlerin Emiri Hz. Ali’nin (a.s) “tevhidiye hutbesi” oldukça ünlüdür. Bu hadislerden bir kısmı, Kur’an’ın tevhidi ayetlerinin tefsir ve yorumuna, bir kısmı tevhidin öğretici noktalarına, bir kısmı Allah’ın vahdaniyetine burhan ve delillere ve vahdaniyetten maksadın ne olduğuna yöneliktir.
Tevhidi olmayan öğretilerin, muvahhitçe olmayan ve şirkle karışık davranışların nefyedilmesi de bir kısım hadislerin mevzusunu oluşturmaktadır. Tevhide inancın dindeki yeri de bir kısım hadislerde yer almıştır. Bu hadislerin esasına göre, birkaç muhaddis tevhit mevzusunda bu adla veya benzeri adlarla eserler kaleme almışlardır. Tevhitle ilgili hadislerin çokluğundan bu yazıda onlardan yalnızca bir kaçına değinilecektir. Hadislere göre tevhide inanç, en üstün kalbi amellerdendir, muvahhitler azaptan uzaktırlar, Allah katındaki en üstün cümle “la ilahe illallah” cümlesidir. İmam Rıza (a.s) meşhur Silsiletu’z-Zeheb hadisinde şöyle buyurmuştur: Bu cümle eğer şartları ile (örneğin velayetle) eda edilirse “Allah’ın güvenilir ve sağlam kapısına sığınılmış olunur.” Temel olarak dinin temel taşı, Allah’a marifettir. Yani Allah’ı bir bilmektir. Ve bu, aynı zamanda Allah’a ilk ibadettir de.[29]
Vahdetin Anlamı
Müminlerin Emiri Hz. Ali ve öteki İmamların (a.s) hadisleri, her şeyden daha çok vahdetin anlamı ve açıklamasına yöneliktir. Sayısal ve itibari olarak vahdetin nefyi, zatın genişletilmesine ve diğer yandan benzersiz olduğuna vahdet ve ayrıca öte yandan akli olarak Hak Teala’nın vahdetinden öte olduğu çeşitli ifadelerle beyan edilmiştir. İmam Ali’nin (a.s) açıklamasında sayısal vahdetin nefyi ve tevhit şu şekilde beyan edilmiştir: Açıklanabilecek dört tanenin bir olduğudur; onlardan ikisini Allah için kullanmak söz konusu değildir, ancak ikisi Allah için kullanılabilir.
İlk ikisi şudur: iki veya daha çok şeyin karşısında sayısal birlik ve teklik ve bir cins türü (veya bir tür sınıf) anlamındaki vahid-i nev’i.
Diğer ikisi ise benzersiz ve şeriki olmayan vahit anlamındadır. Vahit, ne dışsal bir oluşumla ve ne de akli ve vehmi bir oluşumla ayrışamayacak basit (parçalara bölünmeyen) bir hakikat anlamındadır. İmam (a.s) son kısmı “ehedi’l-mana” unvanı ile beyan etmiş ve “kezalike Allahu Rabbuna”yı (işte Rabbimiz Allah böyledir) cümlesine eklemiştir. Yine Nasara’nın teslisini reddeden Maide Suresinin 73. Ayeti, Allah’ın sayısal vahdetini reddetmek için kanıt olarak ileri sürülmüştür.[30]-[31]
İmam Ali’nin (a.s)[32] “Vahidun la min adet” ve İmam Rıza (a.s)[33] “Ahadun la bi-tevili adedin” hadislerindeki tabirleri, Allah’ın tekliğinin sayısal olduğuna yönelik her türlü algıyı reddetmek amaçlıdır.
Tevhidin Delilleri
Hadislerde de Allah’ın birliği ve özellikle inkârcılarla tartışma yerlerinde delil ve kanıtlar ileri sürülmüştür. Bu hadislerde de her şeyden daha çok rububi tevhide dikkat çekilmiş ve yaratılmışların düzeni, bağlantıların sağlanması, işlerin koordine edilmesi müdebbir ve yöneticinin vahdetinden kaynaklandığı belirtilmiştir.[34] Hz. Ali’nin (a.s) oğluna uzunca vasiyetinde de buna yakın bir delille başka bir yönden Allah’ın birliğine delil getirilmiştir[35]: لو کان لربّک شریک لاتَتک رُسُله و لرایتَ آثارَ مُلکِه و سُلطانِه Âlemlerin rabbi Allah için bir başka tanrının varlığı; o tanrının güç ve otoritesini ortaya koyacak ve yaptıklarını gösterecek ve hepsinden önemlisi onun tarafından peygamberlerin gönderilmesini gerekli kılmaktadır. Hâlbuki âlemde başka tanrılara işaret eden bir tek Allah’ın tahsis ettiklerinden başka hiçbir şey yoktur.
Tevhid-i Zati
Tevhidin aşama ve derecelerinden ilki zati tevhittir. Allah’ın zatında birlik ve tevhit anlamına gelir. Allah’ın zatı, çokluk ve ikiliği kabul etmemektedir, Onun dengi ve benzeri yoktur.[36]
Zati tevhit için rivayetlerde iki anlam kullanılmıştır: ilki adına “ehediyet-i zat” denilen besit olduğu ve cüz ve kısımlarının olmadığıdır. Diğeri ise adına “vahdaniyet-i zat” denilen benzer ve emsalinin olmadığı anlamındadır.[37]
Kelami ve felsefi terminolojide zati tevhit (zatta tevhit) iki anlamda kullanılmıştır:
- Allah Teâla birdir ve bir benzeri yoktur ve Onun için ikincil bir varlık söz konusu değildir. Mütekellimler tevhidin bu derecesine “zati tevhit” (zatta tevhit) demekte ve onda Allah’ın zatı için her türlü benzer, eş ve emsali reddetmektedirler. Tevhidin bu kısmına “tevhid-i vahidi” demektedirler. Başka bir ifadeyle tevhid-i vahidi, bir varlığın vücudunun tekliğinde zorunluluk, bir tek varlığın zaruretine inanmak ve her türlü eş, benzer ve emsalin Allah’tan nefyedilmesidir.
- Allah’ın zatı, besittir ve parçalardan oluşan bir bileşen değildir. Tevhidin bu kısmına da “tevhid-i ehedi” demektedirler. Başka bir ifadeyle tevhid-i ehedi, her türlü dışsal bileşenin Allah’tan reddedilmesi ve Allah Teâlâ’nın besit (bileşeni olmayan) olduğunu ispatlamak.
Kur’an-ı Kerim’de tevhit (ihlas) suresinin birinci ayetinde “ahad” kelimesi ile “tevhid-i ehedi”, yani Allah’ın zatının besit ve bileşeni olmadığına işaret edilmiştir. Ve surenin sonunda da “velem yekun lehu kufuven ahad” ile Onun hiçbir zaman eş ve denginin olmadığına vurgu yapılmıştır; bu da tevhidi vahidiye ve Allah için şerikin (ortak) reddedilmesine dair bir doğrultudur .[38]
Tevhid-i Sıfati
Tevhid-i sıfati (sıfatta tevhit), Allah’ın zatı ile sıfatlarının aynı olduğu anlamındadır. Şia mezhebi esasına göre, Allah’ın sıfatları, Onun zatından ayrı değildir ki Allah’ın zatı onlarla anlatılsın. Bilakis Allah’ın tüm sıfatları, hem birbirlerinin aynısıdırlar ve hem de zatı ile aynıdırlar. Yani, Onun ilminin hakikati aynı zamanda gücüdür de, hatta tüm varlığı ilim ve varlığının tamamı güç ve diğer zati sıfatlarıdırlar ve tüm sıfatları birbirlerinin aynısıdırlar.
Şöyle ki mahlûklarda örneğin insani sıfatlarda, kişinin idare edecek bir sıfatı yoksa onun zatına irade eklenmelidir ki yönetici olabilsin. Yani ilk önce insanın nefsi vardı, ama iradesi yoktu, sonradan iradesi oluştu ve vücudu irade sahibi oldu. Ancak Allah böyle değildir ve hiçbir şey Onun zatına eklenmez ki o sıfat Allah’ta ortaya çıkmış olsun.[39]
İmam Ali’nin (a.s) hutbesinde Allah’ın zatının sıfat kabul edecek bir özelliğinin olmadığı beyan edilmiştir.[40] Aynı nokta daha detaylı bir açıklama ile yine Müminlerin Emiri (a.s) tarafından Nehcü’l Belağa’da “tevhidiye hutbesi” olarak ortaya konmuştur:
- “Dinin evveli O’nu tanımak, O’nu tanımanın kemali O’nu tasdik etmek, O’nu tasdik etmenin kemali O’nu bir bilmek, O’nu bir bilmenin kemali, O’na karşı ihlaslı olmaktır. O’na karşı ihlaslı olmanın kemali, O’ndan sıfatları reddetmektir. Zira her sıfat mevsuftan (sıfat sahibinden) ayrıdır. Hakeza her mevsuf da sıfattan ayrıdır.”[41]
Eşa’rilerden bazıları, Allah’ın sıfatı ile zatının birbirinden ayrı olduğuna inanmaktadırlar, bununla birlikte Allah’ın zatının kadim ve yaratılmamış olduğuna da kaildirler. Bu nazariye “kudema-i semaniye” (sekiz kadim) diye meşhurdur. Bu görüş gerçekte birkaç Allah’a inançtır ve bu da tevhit öğretileriyle temelden çelişmektedir.[42]
Tevhid-i Ef’ali
Tevhid-i ef’aliden (fiillerde tevhit) maksat, Allah’ın yaptıkları işler için kendi zatı dışında hiç kimsenin yardım ve desteğine ihtiyaç duymaması ve işleri yapmakta bağımsız ve tek olduğudur.
Fiillerde tevhit anlayışına göre, âlemde hiçbir varlık, etkileme ve hiçbir işi yapma gücüne sahip değildir, ancak Allah’ın verdiği güç ve kuvvetle bu olabilir. Tüm işler, hareketler, etki ve tepkimeler Onun pak zatında dönmektedir. O, zatında ortağı olmadığı gibi yaratma, rububiyet, malikiyet ve tekvini hakimiyet gibi faaliyetlerinde de ortağı yoktur.
Fiillerde tevhidin anlamı, illiyet kanununun nefyedilmesi veya sebeplerin etkisinin nefyi anlamında değildir. Şia bakış açısına göre, “tevhid-i ef’ali”, Allah Teâlâ’nın, doğrudan ve sebep ve illetlerin vasıtası olmadan bir şeyi meydana getirerek kendisinin tüm illet ve sebeplerin müsebbibi olması demek değildir, bilakis bir şey sebebe ihtiyaç duyarsa o şeyin sebebini de Allah’ın kendisi yaratmakta ve kendi zatı dışında bir şeye ihtiyaç duymamaktadır.
Fiillerde tevhit, halikiyette/yaratmada tevhit ve teşrii ve tekvini rububiyette tevhit olmak üzere kısımlara ayrılır. Tevhid-i ef’ali, Kur’an ayetlerinde çok defalar ya açıkça beyan edilmiş ya da ona işaret edilmiştir. Örneğin: Ra’d suresi, 16. Ayet, En’am suresi, 102. Ayet, A’raf suresi, 54. Ayet, Yusuf suresi, 40. Ayet ve En’am suresi, 164. Ayette.
Tevhid-i İbadi
Tevhid-i ibadi (ibadette tevhit), nazari tevhidin örneklerindendir. Allah’tan başka kimsenin ibadete layık olmadığı ve Ondan başka ilah ve mabudun olmadığı anlamına gelen tevhid-i ibadiye göre her kul tüm ibadetlerini sadece Allah için ve Onun emirleri doğrultusunda yapmak zorundadır.
Bu kısım, gerçekte tevhidin doğal kısımlarının neticesinde oluşmuştur; zira varlığımızın kaynağı Allah’sa, vücudumuzun ihtiyarı da Onun elinde olmalıdır. Âlemdeki bağımsız etkiler Ondan kaynaklı olduğundan emretme hakkı ve kanun koymanın Ona özgü olması gerekir. Böylelikle geriye başkasına tapma yeri kalmamaktadır. İbadetteki her türlü gayri ilahî motivasyonlar değerin düşmesine ve bazen de ibadetin batıl olmasına neden olmaktadır. Kur’ani ölçülere göre, peygamberlerin gönderilme nedeni kulların ibadetlerini Allah’a özgü kılmaları içindir.[43] Kur’an-ı Kerim, çeşitli ayetlerde ibadette tevhidi beyan etmiştir. Örneğin: En’am suresi, 102. Ayet, Fatiha suresi, 2-5. Ayetler ve Enbiya suresi, 25. Ayet.
Tevhidin Nisabı (Yetersayısı)
Tevhidin aşamalarından sonra, bu aşamalardan hangisinin İslam’ın ana inancını ve Müslüman olma şartını oluşturduğu sorusu gündeme gelmektedir? Acaba sırf Allah’ın birliğine inanç, kişinin muvahhit olması için yeterli midir?
Kur’an ayetlerini dikkatlice incelediğimizde, Kur’an’a göre muvahhit kişi, hem Allah’ı Allah olarak bilmeli, hem yaratıcı olarak, hem tekvini olarak, hem teşrii olarak, hem ilah olarak ve hem de mabut olarak. Tanrısallık'a inanç ve tanrısallıkta birlik son aşamada gerçekleştiği için (tanrısallıkta tevhit), tüm kalbi dereceleri de kendisinde barındırmaktadır. Dolayısıyla İslam’da “la ilahe illallah”[44] tevhidi şiar, saadet ve kurtuluş yolu olarak karar kılınmıştır.
Başka bir ifadeyle, bir önceki mertebede tevhit gerekli olsa da yeterli değildir, bilakis kişi Allah’tan başka ilah olmadığına, tapılmanın Ona özgü olduğuna ve Ondan başka kimseye ibadet edilmeyeceği inancına da ulaşmalıdır. Burası, tevhidin nisap ölçüsüdür. Bu esasa göre, kişinin tevhit inancı tanrısallıkta tevhide ulaşmazsa, kendi nisabında tevhide ulaşmamıştır.[45]
Elbette hevaperestlik, makamperestlik ve riya her ne kadar ahlaki olarak çirkin olsalar da kişinin Müslümanlık dairesinden çıkmasına neden olmazlar.[46]
Şirk
Tevhidin mertebe ve dereceleri olduğu gibi şirkin de kendi yerinde derece ve aşamaları vardır. Peygamberlerin davet ettiği tevhit karşısında çeşitli şirkler de bulunmaktadır.
Nazari Şirk
Nazari şirkin çeşitli kısımları şunlardan ibarettir:
- Şirk-i zati (zatta şirk): Allah Teâlâ karşısında başka Allah’ın varlığına inanmak. Bazı ekoller, iki veya üç yahut daha çok kadim, birbirinden bağımsız ezeli tanrılara inanmakta ve âlemi birkaç tabakalı, kaç kutuplu ve kaç merkezli bilmektedirler.
Âlem için birkaç mabuda inanmak, zatta şirktir. Bu, zatta tevhidin karşısındadır. Böyle bir inanç, kişinin tevhit ve İslam dairesinden çıkmasına sebep olmaktadır. İslam dini, zati şirki her şekil ve durumda mutlak olarak reddetmektedir.
- Şirk-i Sıfati (Sıfatta şirk):
Allah’ın zatı ile sıfatlarının birbirine mugayir, karşıt ve O’nun zatından bağımsız bir varlık olduğuna inanmak. Bu esasa göre eğer bir Müslüman “Eş’eriler” gibi “halikiyet/yaratma” sıfatının bir şey, Allah’ın zatının ise başka bir şey olduğuna inanırsa müşrik sayılır. Bu şirk, yalnızca filozoflar ve mütekellimler arasında gündemdedir; zira bununla ilgili konular uzmanlık isteyen konulardır. Dolayısıyla sıfatta şirk, mevzunun hassas ve dakik olmasından dolayı, insanların genelinin yanında asla konuşulmaz. Bu tür konular yalnızca âlim ve bilim adalarının konuşabileceği konulardır. Bu konudaki şirk, hafi şirklerdendir ve İslam dairesinden çıkmaya neden olmaz.
- Halikiyette/Yaratmada Şirk:
Bazı düşünsel ekoller, Allah’ın zatını benzersiz ve eşsiz olarak bilmekte ve Onu âlemin yegâne aslı olarak algılamaktadırlar. Ancak buna karşın Onun bazı kullarını yaratma fiilinde Ona eş koşmaktadırlar. Örneğin: kötülükler, bedbahtlıklar, eksiklikler, kusurlar ve kısaca tüm hadise ve istenmeyen vakıaların sorumlusunun Allah olmadığına inanmakta ve bu tür hadiselerin Onun bazı yaratıklarından kaynaklandığına inanmaktadırlar. Yaratmada bir veya daha çok yaratıcının doğrudan ve bağımsız varlığına inanmaktır. Öyle ki onlardan hiç biri bir diğerinin emri ve kontrolünde olmamış olsun. Bunun en belirgin örneklerinden birisi hayır ve şer tanrılarına inanmaktır. Bu inanca göre Allah yalnızca iyi ve güzel şeyleri yaratır, ancak şeytan veya iblis gibi şerli ve kötü varlıklar da vardır, bunların doğrudan ve bağımsız olarak kötü ve şerli varlıkların yaratılmasında elleri vardır. Bu inanç biçimi Mani dini ve bazı Zerdüşt dinine mensuplarda görülmektedir. Allah bu şirk türünü de bağışlamamaktadır. Elbette yaratmada şirkin de bazı dereceleri vardır. Onlardan bazıları celi değil, hafi şirktir, dolayısıyla kişi tam anlamıyla İslam dairesinden ve tevhitten çıkmış sayılmaz.
Ameli Şirk
Bu tür şirk, kişinin uygulama dairesine doğrudan müdahildir. Buna ibadet ve tapınmada şirk denir. Bazı insanlar tapınma ve ibadet aşamasında, taşa, demire, hayvana, yıldıza, güneşe, ağaca veya denize tapmaktadırlar. Bu tür şirk türü oldukça fazladır ve şimdi bile dünyanın çeşitli yerlerinde göze çarpmaktadır. İbadette tevhit karşısında olan bu tür şirk, ibadette şirktir.
Aynı şekilde tesbih, tekbir ve tehmidi anımsatan söz ve fiiller; mutlak, kâmil, mustağni bir şekilde zatı övmek, Allah dışında olursa şirktir. Allah, tüm eksiklik ve noksanlardan mutlak olarak münezzeh ve yücedir. Mutlak büyük O’dur. Tüm övgü ve hamdlar Ona özgüdür. Tüm güç ve kuvvet Ona mahsustur. Bu tür vasıflar, ister sözel ve isterse pratik olsun Allah dışında olursa şirktir.[47]
Ameli şirkin de kendi yerinde dereceleri vardır. İnsanın İslam dairesinden çıkmasına neden olan en yüksek derecesi, ibadette şirktir ve kendisine celi (açık) şirk denmektedir. Buna karşın İslam’ın şiddetle mücadele ettiği hafi şirkler de vardır. Bu kurala göre, her türlü riya, hevaperestlik, makamperestlik, para ve kişi perestlik şirk sayılmaktadır. Elbette bu tür hafi şirkler, kişinin İslam dairesinden çıkmasına neden olmaz.
Tevhit ve Şirkin Sınırı
Zikredildiği gibi insanın muvahhit sayılmasının sınırı, tevhid-i ulûhiyete (tanrısallık) inanmasındadır. Bu durum, kendisinden önceki dereceyi de kapsamı altına alır.
Tevhidin tanımına göre, eğer yaratılışta ve mahlûkların icadında Allah için şerike kail olunursa veya yaratmak, rızık vermek ve Allah’ın bir benzerini Onun için farz edersek Allah’ın sıfatlarında Ona şirk koşmuş oluruz.
Tevhit mefhumunun tahlilinden tevhit ve şirk kriterinin Allah’tan gayri varlıkların bağımsızlıklarına veya bağlılıklarına kail olmakta yattığı anlaşılmaktadır. Şöyle ki Allah dışında başka bir varlığın güç, ilim ve başka sıfatlar açısından bağımsız olduğuna inanmak. Ancak Allah’ın bazı varlıkları yarattığı ve kendisi onlara ilim ve güç verdiği farz edilirse bu şirke neden olmaz. Çünkü onlar güç ve ilim sahibi olsalar da Allah’a bağlı ve Onun mahlûklarıdırlar ve Allah için şerik hesap edilmezler.
Tevhit ve şirkin kriterlerine dikkat edilmemesi, bu konuda farklı görüşlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Eşaire, kişinin illiyet yasasına veya metafizik işlerinde tesir koyucuya inanması kişinin şirke düşmesine neden olacağı iddiasında bulunmuşlardır. Vahhabiler de Allah’tan başka doğal ve doğal olmayan sebeplerin eser ve etkisine kail olunması kişinin şirke düşmesine sebep olacağı veya şifa vermek veya bir ihtiyacını karşılamak gibi durumlarda Allah’tan gayrısına inanmak kişinin müşrik olmasına neden olacağı iddiasındadırlar.
Zikredilen kritere göre, bu söylenenlerin doğru olmadığı ortaya çıkmaktadır. Çünkü hem akli analizler ona muhalefet etmekte ve hem de ayet ve rivayetler onu reddetmektedir.
Tevhidin mevzuat kitabı olan Kur’an-ı Kerim’in kendisi, çeşitli ayetlerinde bazı işleri ve etkileşimleri bazı insanlara, meleklere ve eşyalara nispet vermektedir. Hatta yaratmak, diriltmek, kayıptan haber vermek, hastalara şifa vermek gibi olağanüstü olayları insana (Hz. İsa’ya) nispet vermektedir: “Benim iznimle çamurdan, kuş şeklinde bir şey yapıyordun da ona üflüyordun, hemen benim iznimle o bir kuş oluyordu. Yine benim iznimle anadan doğma körü ve alacalıyı iyileştiriyordun. Ölüleri benim iznimle (hayata) çıkarıyordun…” (Maide, 110)
Nitekim bu ayette de görüldüğü gibi diriltmek, şifa vermek gibi olağanüstü işler Hz. İsa’ya nispet verilmiştir. Öte yandan “bi-izni” kelimesi, yani Allah’ın izni ile kelimesine vurgu yapılmıştır. Böylelikle Hz. İsa’nın (a.s) bu işlerin hiç birisini Allah’tan bağımsız olarak yapmadığı, bilakis Allah’a bağlı ve Ona ihtiyaç duyarak yaptığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu ayet ve başka ayetlere binaen, peygamber veya imamlar gibi bazı insanların olağanüstü işler yaptığına inanmak asla şirk değildir.
Üstat Şehit Mutahhari şöyle demektedir:
- “Gerçek şudur ki tevhit ve şirkin Allah, insan ve âlemle ilintisinin sınırı “Ondan” ve “Ona doğru” olmaktır. Nazari tevhitte tevhit ve şirkin sınırı, “Ondan” olmaktır (Ennellahe). Her hakikat ve her varlığı zatında, sıfatında, fiillerinde, haslet ve hüviyetinde “Ondan” bilirsek, Onu doğru ve gerçekle örtüşen ve tevhidi bir bakışla tanımış oluruz. İster o şey eser sahibi olsun veya olmasın ve isterse o şeyin metafizik bir yönü olsun veya olmasın. Zira Allah, yalnızca metafizik ötesi bir Allah, göklerin Allah’ı, melekûtun Allah’ı, ceberutun Allah’ı değildir. Tüm âlemlerin Allah’ıdır… Kur’an-ı Kerim çeşitli ayetlerinde ölü diriltmek, doğuştan körlere şifa vermek gibi bazı mucizevi olayları peygamberlere atfetmekte, ama buna karşın “bi-izni” kelimesini izafe etmektedir. Bu kelime “Ondan” olma mahiyetini ortaya koymakta ve bu işlerin enbiyanın kendi başına olmadığını yansıtmaktadır.”
İbadetin Anlamı
Tevhit ilkesine göre, Allah’tan başkasına ibadet caiz değildir ve İslam dairesinden çıkmaya neden olur. İbadet, teslim olmak, huşu ve tevazu anlamındadır.[48]-[49] İbadette tevhit, Allah’tan başka hiçbir varlık karşısında ve hiçbir emir karşısında bu haletin (itaat ve teslim) olmamasıdır.
Her tevazu ve huşu ibadet değildir, bilakis bazı durumlarda mahluka tevazu göstermek vaciptir. Örneğin anne ve baba karşısında ve onlara itaat farzdır. Bu tür ibadetler Allah’ın emriyle olduğu için gerçekte Allah’a itaat sayılmaktadır. Ancak Allah’ın karşısında duran her şey Allah’a şirk koşmaktır. Dolayısıyla kabir ziyaretleri, evliya ve imamlardan yardım (tevessül) talebinde bulunmak ve şefaate inanmak doğrudan onlardan istemek olmadığından şirk sayılmaz.
İbn Teymiye ve ona tabi bazı Vahhabiler, başkalarına yönelik olan her tür huzu ve huşunun şirk olduğunu tasavvur etmektedirler.[50] Bundan dolayı Vahhabiler; her türlü tevessül, teberrük, kabir ziyareti, şefaat, kişilere ibadet anlamındadır ve dolayısıyla şirktir demektedirler.
Tevhidin Delilleri
Tevhidin ispatı için mütekellimler çeşitli burhanlar zikretmişlerdir. Onlardan en ünlüleri şu dört tanesidir:
Vücudun Vucupluğuna Dayanan Burhan
Eğer iki vacibu’l-vücudun olduğu farz edilse, onlardan her biri bu iştiraka ilave olarak, aralarında fark olduğunun anlaşılması için de ayrıca işlerinde birbirlerinden farklı olmalıdırlar. Dolayısıyla her biri iki kısımdan oluşmalıdır, birisi her ikisinde müşterektir ve diğeri her birine özgüdür. Ama hiçbir bileşen bir varlık vacibu’l-vücut olamaz, çünkü kendi ecza ve cüzlerine ihtiyaç duyar ve onların malulü olurlar. Dolayısıyla onlardan hiç biri vacibu’l-vücut olamaz.[51]-[52]
Temanu Burhan
Temanu burhan, Allah’ın rububi tevhidini ispat için ortaya atılan en ünlü burhanlardan biridir. Bu burhan, Enbiya suresinin 22. Ayetinden esinlenerek ortaya konulmuştur: “Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, kesinlikle ikisinin de düzeni bozulurdu.” (Enbiya, 22)
Bu burhanın ana amacı âlemin idare edeninin bir olduğunu ispattır. Yoksa zatın ya da yaratılışta tevhidin ispatı için değildir. Gerçi bunların her üçü de birbirlerinden ayrı değildir.
Bu burhan, Ayetullah Cevadi Amuli’nin beyanı ile şöyledir[53]:
- “Eğer âlem için birden çok Rab farz edilirse, kesinlikle idare edici tanrıların zat ve kendi vücutlarında birbirinden bağımsız olmaları gerekir. Çünkü Allah olmalarının bağımsız olmamaları ile uyumu yoktur. Aynı şekilde zatı da gerçekte bir birlerinden farklı olmalıdır ki onlarda kesret ve çokluk hâsıl olmuş olsun. Mürekkep ve bileşenli bir zatın, zat cevherinde birbirinden farklı olması zati sıfatlarında da birbirinden farklı olmayı gerektirir. Çünkü Allah’ın zati sıfatı, Onun zatının aynısıdır. Sonuçta her bir idarecinin ilim ve iradesi birbirinden ayrı olacaktır ve nesnel düzen, bilimsel düzene bağlı olduğundan, her birinin nesnel ve dışsal düzeni birbirinden farklı olmayı gerektirecektir; sonuçta çok sayıda tanrı, birbirinden farklı düzenler, ayrı ve birbirine zıt âlemler, dış âlemde uyumsuz ve koordinasyonsuz beşeri toplumlar meydana gelmiş olacaktır, hal böyle iken âlemdeki düzen uyumlu, bir ve ahenk içindedir.”
Nakli Deliller
Çok sayıda Kur’an ayeti ve sayısız hadisin varlığı, tevhidin nakli için sayısız ve sarih delillerin varlığına delalet etmektedir. Mütekellim ve muhaddisler tevhit babında müstakil kitaplar kaleme almışlardır. Şeyh Saduk’un kaleme aldığı “Tevhit kitabı” bunlardan biridir.
Felsefede Tevhit
Allah’ın tevhidi- ilahiyat konusunun ilki olan varlığın ispatından sonra- İslam felsefesinin en önemli konularından birisidir.
Filozoflar tevhidin ispatı ve açıklaması konusunda farklı yöntem ve metotlar ortaya koymuşlardır. Bu da tevhit konusunda araştırma, inceleme, analiz ve farklı metotların kapasitesini ortaya koymaktadır.
İslam felsefesinde zatta, sıfatlarda ve fiillerde tevhidin her üçü de incelenmiş ve çeşitli deliller ortaya konmuştur. Örneğin: filozofların görüşünde (örneğin İbn Sina)[54] Allah zatında vacibu’l-vücut olduğundan tevhidi reddetmek, çelişki ve paradoksu gerekli kılar.
Vacibu’l-vücut ve istidlalli bir şekilde tevhidin ispatı konuları İbn Sina’dan sonra revaç bulmuştur. Öyle ki filozofların yanı sıra bir çok Şia mütekellimi de aynı metodu uygulamıştır.[55]
Suhreverdi de İbn Sina’nın vacibin vahdaniyeti için ortaya koyduğu istidlali kabul etmiş ve vacibu’l-vücut tabirini kullanmıştır. Ve “Sırfu’ş şey la yetesenna vela yetekerrer” kaidesine sarılarak vacibu’l vücudun vahdetini ispat etmiştir.[56]
Filozoflar, Allah’ın zatının besit olduğu ve bir bileşene sahip olmadığı –zatta tevhit olan “ehediyet” - konusuna çok önem vermişlerdir. Çünkü vacibu’l-vücudun kesreti demek her şekilde vacibu’l-vücudun anlamında inkısam demektir.[57]
Molla Sadra[58] “besitu’l-hakikat” (besitu’l hakikat külli’l eşya ve leyse bi-şeyin minha) kaidesini ortaya atarak, bu hakikatin zatının, onun kamil ve besit olduğunu açıkladığını istidlal etmektedir. Sırf hakikat ve besit olmak, gerçekte eşyanın tamamı olduğundan, bu hakikatten geriye başka bir şey kalmadığından onun ikincili de olmaz.
Sıfatlarda tevhit de, yani zat ve sıfatlarda ayniyet konusunda da, felsefede önemli deliller gündeme getirilmiş ve Şia’nın görüşü kabul görerek teyit edilmiştir. Filozoflar İbn Sina’dan sonra, sıfatta tevhidi filozoflarla meşhur kelamcıların görüşleri arasındaki çelişkileri bu konuda ele almışlardır. Hace Nasrettin Tusi[59], Eşairenin sekiz kudemayı kabul etmek anlamına gelen sıfatın zata zait olduğu görüşünü değerlendirmiştir. Öte yandan Mutezilenin zatın sıfattan niyabet ettiği görüşünü getirerek filozofların bunların karşısında ortaya koydukları delilleri zikretmiştir.
Sadrettin Şirazi[60] kendisinden önceki felsefi görüşleri (İbn Sina, Farabi ve Şeyh İşrak) kendi nazariyesine (besitutu’l-hakikat) döndürerek onunla tatbik etmiştir.
Yine fiillerde tevhitte de felsefede Allah’tan başka hiçbir fail ve müessirin olmadığı tasrih edilmiş ve tüm fiiller hiçbir vasıta olmadan Ona dayandırılmıştır. Bazı varlıkların vücutları başka varlıklara nispet verilmeden bu gerçekleşmiştir. Dolayısıyla, birinci ve ikinci sadır olmanın bir anlamı yoktur, bilakis hepsi Allah tarafından sadır olmuştur. Bu şekilde icadi tevhit, vücudi tevhide ve fiili tevhit, zati tevhide dönmektedir. Zira icat, vücudun feridir ve eserin mebdesi, mebdenin eseri de her ikisi vücutturlar[61] Mütealiye hikmet felsefesinde, genellikle bu bahisler daha çok ariflerin tabirlerinden yararlanmış ve onların metot ve yöntemine yakın olmuşlardır.[62]
İrfanda Tevhit
İrfanda tevhit meselesi, vahdeti vücut konusundaki tartışmalarda düğümlenmiştir.
Ef’ali Tevhit
Arifler açısından, seyri süluk mertebelerinde, insan nefis marifetini geçtiğinde ve tevhit vadisine adım attığında, idrak ettiği ve gördüğü ilk tevhidi mertebeye ulaşır, işte bu ilk mertebe efali tevhittir. Dolayısıyla arifler açısından fiillerde tevhit, yani görmek ve idrak etmek budur ki her hadisenin Allah’tan kaynaklandığı ve her şeyin gerçekte Onun işi olduğu ve esbabın yalnızca bir araçtan ibaret olduğu anlayışıdır.
Sıfati Tevhit
İnsan makamında istikrar bulup bu dereceden yukarı çıktığında seyrine devam ederse, sonraki ulaştığı makam sıfati tevhittir. Bu sıfati tevhit, filozofların bahsettikleri sıfati tevhit değildir. Derler ki insan öyle bir yere varır ki bütün kemali sıfatların asaleten Allah’tan olduğunu görür. Bir önceki mertebede tüm işlerin Allah’tan olduğunu görür, bu mertebede ise tüm kemali sıfatların Allah’tan olduğunu görür, yani Allah’tan başka hakikaten hiç kimsenin ilmi olmadığını görür. Başkalarının ilimlerinin Allah’ın ilimlerinden bir yansıma ve cilve olduğunu anlar. Hakiki ilim, Allah’ındır ve yalnızca Onun hakiki ilmi vardır. Diğer ilimler Allah’ın sonsuz ilminden naçiz gölgelerdir. Yüce yaratıcının mazharından tecelli bulan tüm güçler, Allah’ın gücünden cilvelerdir, yoksa gerçekte güç yalnızca Onundur. Dolayısıyla bu sıfat ve bu anlamda arifin bulduğu şey tüm kemal sıfatlar, asaleten Allah’ın sıfatlarıdır ve mahluklarda görülenler, o asil sıfatlardan saye, gölge ve mazharlardır.
Tevhid-i Zati
Ariflerin matrah ettikleri son tevhidi merhale, zati tevhittir. Arifler arasında vahdet-i vücut olarak tanınmıştır. İnsan tekamül seyrinde öyle bir hadde ulaşır ki hakiki varlığın Allah’a özgü olduğunu bilir. Vücut aleminde gördüğü şeylerin hepsi, Onun cilve ve görüntüleridir. Elbette görüntü ifadesi sahih bir ifade değildir, ancak ifade yetersizliğinden dolayı anlaşılması için bu tabir kullanılmaktadır. Arifler diyorlar ki insan tevhidin en yüce mertebesine ulaştığında her nereye bakarsa sanki Allah’ın varlığının cilve ettiği bir aynaya bakar. Alemde görülen kesret ve çokluklar, gerçekte aynaların çokluğudur. Aynalar çoktur ve tüm bu aynalara cilve eden nur, bir nurdur. Aynalar nur değildir, bilakis nuru yansıtandır: “Allah, göklerin ve yerin nûrudur. O'nun nûrunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir.” (Nur, 35)
Bu mertebe insanın tevhitte ulaştığı en üstün mertebedir.
Bu büyük insanların söyledikleri şeyleri anlamak ve bilinen sözcük kalıplarına dökülmesi kolay bir iş değildir. Bu konudaki ariflerin sözleri eskilerden beri mütekellimler, fakihler ve filozoflar tarafından eleştirilmiştir. Elbette inançlarını eserlerinde sahih bir şekilde beyan etmiş, ahlaklarını İslami ahlaka ve davranışlarını şeriata uygun bir hale getirmiş böyle insanlara hüsnü niyet ile bakmalıyız. Onlar saçma bir şekilde böyle iddialarda bulunmamaktadırlar. Ancak lafızların yetersizliği ve anlaşılmaz oluşu, bize ulaştığında anlaşılmamasına neden olmuştur. Kitaplarında Allah’ın cisim olmadığını ve cisimlere hulul etmeyeceğini ispat eden kişiler: ‘bizler Allah’tan başka bir şey görmüyoruz’ dediklerinde şu etrafta gördüğümüz şeylerin Allah olduğunu söylemiyorlar, bilakis bu aynalarda kendi mahbup cemalimizi görüyoruz demektedirler. Tüm yaşamları kulluk ve Allah’a itaatle geçmiş bu kişiler, eğer böyle iddialarda bulunuyorlarsa onlara hüsnü zan etmemiz gerekir. Bunlara karşı sözlerinin yüce anlamları var, bizler doğru bir şekilde anlayamıyoruz, deriz. Ancak irfandan dem vuran ve kayıtsız her laubali insanın sözüne hüsnü zanla bakmayız.
Hadislerde de bunlara değinilmiştir. Hatta Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.a) ashabı içinde de İmamların (a.s) ashabı içinde de anladıkları şeyleri anlatamayan ve hatta en yakınlarına bile diyemeyenler vardı.[63]
Tevhidi Dünya Görüşü
Müslüman filozoflar, son asırlarda yeni bir yaklaşım olarak, İslam’ın tevhidi inanç sistemini, ilhadi, ilmi ve felsefi dünya görüşleri karşısında değerlendirmişlerdir. Üstat Mutahhari tevhidi dünya görüşü hakkında şöyle yazmaktadır:
- “Tevhidi dünya görüşü, alemin hekimce bir iradeden kaynaklandığını idrak etmektir. Varlık sistemi, hayır, rahmet ve varlıkların layık olduğu kemallere ulaşması esasına dayalıdır. Tevhidi dünya görüşü, yani alem ve cihan bir kutuplu ve tek mihverlidir. Tevhidi dünya görüşü, yani cihan Ondan seyir (İnnalillah) ve Ona doğru (İnna ileyhi raciun) seyirdedir.
- Varlık alemindeki canlılar, nizamla uyumlu bir şekilde bir tarafa ve bir merkeze doğru tekâmül bulmaktadır. Hiçbir varlığın yaratılışı boş, anlamsız ve amaçsız değildir. Alem, bir seri kesin nizamlar silsilesine göre idare edilmektedir. Tevhidi dünya görüşü, hayata ve yaşama anlam, ruh ve amaç vermektedir. Zira insan kemal yolunda karar kılmakta ve hiçbir muayyen sınırda durmadan devam etmekte ve her zaman ileriye doğru hareket halindedir. Bu bakış açısı insana sevinç ve cesaret verir. Yalnızca tevhidi dünya görüşünde insanların birbirlerine karşı sorumluluk ve vazifeleri anlam ve mana kazanmaktadır. Nitekim insanı korkunç, hiçlik ve nihilizm, vadilerine düşmekten kurtarır.[64]
Kaynakça
- ↑ Mutahhari, Aşinayi Ba Kur’an, c. 2, s. 98.
- ↑ Beyhaki, c. 2, s. 592.
- ↑ Rağıb İsfahani, İbn Faris, İbn Manzur, ahet ve vehid kelimeleri.
- ↑ İbn Babaveyh, s. 20, hadis:8 s. 22, 23, hadis: 15, 17.
- ↑ İbn Babaveyh, s. 42, 90.
- ↑ İbn Babaveyh, s. 56, 58, 76, 77, 94, 98.
- ↑ Taftazani, c. 4, s. 6, 11; Tehanevi, c. 1, s. 22, c. 2, s. 1470; Abduh, s. 43; Dairetu’l Maarif, tevhit maddesi.
- ↑ Enbiya, 256.
- ↑ Tuhafu’l-Ukul, s. 61.
- ↑ Yakubi, c. 2, s. 24.
- ↑ Muaz ibn Cebel’in Yemen seferi, Yakubi, c. 2, s. 76, 81.
- ↑ Eş’ari, s. 146; Müfid, s. 51.
- ↑ Kehf, 110; Enbiya, 108.
- ↑ Şura, 3.
- ↑ Saffat, 86; En’am, 91; Meryem, 81; Enbiya, 34; Yasin, 74; Hicr, 96; Kaf, 26; Müminun, 117.
- ↑ Zariyat, 51; Nahl, 51; Kasas, 88; İsra, 22, 129.
- ↑ Enbiya, 35.
- ↑ Maide, 73.
- ↑ İhlas, 3, Saffat, 152, Nisa, 171, En’am, 100, 101, Meryem, 35, 88, 91, 92, Müminun, 91, Zuhruf, 15, 81, Bakara, 116, Yunus, 68, İsra, 111, Kehf, 4, Enbiya, 26, Furkan, 2, Zümer, 4, Cin, 3.
- ↑ Nahl, 57, Saffat, 149, İsra, 140.
- ↑ Şura, 11.
- ↑ A’raf, 59, 65, 73, 85, Hud, 50, 61, 84.
- ↑ Maide, 11, 117.
- ↑ En’am, 164.
- ↑ Abdulbaki, rabb maddesi.
- ↑ Bakara, 213, el-Mizan, ayetin açıklaması.
- ↑ Misbah Yezdi, Maarif Kur’an, Huda Şinasi, Tefsiri Numune, c. 16, s. 358.
- ↑ Ankebut, 61, Lokman, 25, Zümer, 38, Zuhruf, 9, Bkz. Bağavi, c. 3, s. 474.
- ↑ İbn Babaveyh, s. 34, 35, 57.
- ↑ İbn Babaveyh, s. 83, 84.
- ↑ Gazi Said Kummi, c. 2, s. 15, 16.
- ↑ İbn Babaveyh, s. 70.
- ↑ İbn Babaveyh, s. 37.
- ↑ İbn Babaveyh, s. 244, 250.
- ↑ Nehcü’l Belağa, 31. Mektup.
- ↑ Şura, 11, Tevhit, 4.
- ↑ Saduk, Tevhit, s. 83, s. 144.
- ↑ El-İlahiyat, c. 1, s. 355.
- ↑ Misbah Yezdi, Maarif Kur’an, Hudaşinasi.
- ↑ Kuleyni, c. 8, s. 139; İbn Babaveyh, s. 56.
- ↑ Nehcü’l Belağa, 1. Hutbe.
- ↑ İbn Babaveyh, s. 140, 144; Meclisi, c. 4, s. 62.
- ↑ Beyyine, 5.
- ↑ Muhammed, 19, Saffat, 35.
- ↑ Misbah Yezdi, Maarif Kur’an, Hudaşinasi, s. 76.
- ↑ Saidi Mehr, Amuzeş Kelami İslami, c. 1, s. 162, 163.
- ↑ Mutahhari, Cihan Bini Tevhidi, c. 2, s. 80, az bir değişiklik ve telhis.
- ↑ İbn Manzur, c. 9, s. 10.
- ↑ Şertuni, c. 3, s. 461.
- ↑ İbn Teymiye, c. 5, s. 247.
- ↑ Allame Hilli, Keşfu’l Murad, s. 404.
- ↑ Subhani, Cafer, el-İlahiyat ale Zu’u’l Kitab ve’s-Sünnet ve’l-Akl, c. 2, s. 29.
- ↑ Cevadi Amuli, Tevhit der Kur’an, s. 74.
- ↑ İbn Sina, s. 4, 5; s. 60.
- ↑ Suhreverdi, c. 1, s. 35, 392, 393; Allame Hilli, s. 35; Mirdamad, s. 267.
- ↑ Mecmua Musennifat, c. 2, s. 121, 124.
- ↑ Bkz. C. 3, s. 40, 47.
- ↑ Sefer Sevvom, c. 1, s. 100, 104; Aynı, s. 37, 38.
- ↑ S. 45, 53.
- ↑ Molla Sadra, Esfar, Sefer Sevvom, c. 1, s. 120, 121; aynı: s. 38, 39.
- ↑ Sadrettin Şirazi, seferi evvel, c. 2, s. 324, 325; Zenuzi, s. 269, 270; Sebzevari, s. 336, 337; aynı, c. 3, s. 621, 622.
- ↑ Aynı kaynak.
- ↑ Misbah Yezdi, Maarif Kur’an, Hudaşinasi, dersi yazdehum.
- ↑ Mutahhari, Mecmua Asar, c. 2, s. 83.
Bibliyografi
- Kur’an-ı Kerim.
- İbn Babaveyh, et-Tevhid, Haşim Hüseyni Tahrani baskısı, Kum, ş. 1357.
- İbn Teymiye, Ahmed, et-Tedmiriyye, k. 1416, tahkik: Muhammed bin Avde es-Suudi, Riyad, Mektebetu’l Abidkan, dördüncü baskı.
- İbn Faris.
- Said Mehr, Muhammed, Amuzeş İslami, Kum, Taha, 1383.
- Misbah Yezdi, Muhammed Taki, Hudaşinasi der Kur’an, Kum, müessese Amuzeş ve Pejuheşi İmam Humeyni, 1384.