Adalet (kelam)
İslam |
---|
Kelami bir kavram olan Adl (Arapça: العدل) veya adalet, Şia’nın Usul-u Din esaslarından ve Allah azze ve celle’nin sıfatlarından biridir. Ehlisünnet mütekellimlerinden (Eşaire) bazıları adaleti inkâr ettiklerinden dolayı, bu sıfata inanmak Şia ve Mutezile gibi bazı mezheplerin özelliklerinden olmuştur. Bu sebepten dolayı adalet, bu mezhep lerin Usul-u Dininden sayılmıştır.[1]
Şia açısından ilahi adalet: Allah-u Teala, feyiz ve rahmetini ve aynı şekilde bela ve nimetlerini zati ve önceki istihkaklarına göre vermektedir ve yaratılış sisteminde feyiz, rahmet, bela, nimet, sevap ve ilahi azaplar belli kurallara göre belirlenmiştir. Öyle ki hüküm ve kararlarında zulmetmez. İyilere mükafat verir, günahkarları istihkakından fazla değil, hak ettiği ölçüde cezalandırır.
İslami Fırkaların Bakışı
İslami fırkalardan hiçbiri ilahi sıfatlardan biri olan "adalet" sıfatını inkâr etmemekte ve hiç kimse Allah’ın adil olmadığını söylememektedir. Mutezile nin Eşaire ile olan tartışması, adalet hakkındaki yorum ve açıklamalarına yöneliktir.
Eşaire, adaleti öyle bir şekilde yorumlamaktadır ki böyle bir yorum Mutezile'ye göre adaletin inkarı anlamına gelmektedir. Yoksa Eşaire asla adaletin inkarcısı ve muhalifi olarak tanınmak istememektedir.
Mutezilenin savunduğu ve Eşaire’nin reddettiği Hüsn ve Kubhu Zati meselesi, birçok meseleyi de beraberinde getirmiştir. Bunlardan bazıları ilahiyatla ilgili ve bazıları da insanla ilgilidir.[2] Örneğin, Allah’ın yaptığı işlerin -genel bir ifadeyle, eşyanın yaratılış ve hilkatinin- amaç ve hedefi var mıdır, yok mudur? Mutezile "Eğer yaratılışta amaç ve hedef olmazsa bu “kabih/yakışıksız” ve “çirkin” olur. Bu da aklen imkansızdır" demiştir. Teklif-i Mâlâ Yutak nasıldır? Acaba Allah-u Teâlâ, kişiye kaldıramayacağı yükü yükler mi? Mutezile, bunu da yakışıksız ve imkânsız bilmektedir. Acaba mümin bir kulun, küfür ve inkâr etmeye kudreti var mıdır, yok mudur? Yine kâfir birinin iman edebilme kudreti var mıdır? Tüm bunlara Mutezilenin cevabı olumludur. Zira müminin küfre ve kâfirin imana kudreti olmazsa, onların mükâfat ve cezalandırılmasının bir anlamı olmaz ve bu kabih olur. Tüm bunlarda Eşaire Mutezilenin karşısında durmuş ve aksi olarak görüş belirtmiştir.[3]
Şia
"Adalet" Şia’nın kabul ettiği bir konudur. Adaletin anlamı, Allah, feyiz ve rahmetini ve aynı şekilde bela ve nimetlerini zati ve önceki hakettiklerine göre vermektedir. Yaratılış sistemindeki feyiz, rahmet, bela, nimet, sevap ve ilahi azaplar da belli kurallara göre belirlenmiştir.[4]
Şeyh Saduk’un ‘‘Tevhid’’ kitabında, İmam Sadık’a (a.s) mensup bir hadiste "adalet" şöyle yorumlanmaktadır: “Adalet, seni sakındırdığı şeyleri yaratanına nispet vermemendir.”[5]
Şia alimlerine göre adalet, Allah’ın kemali sübuti sıfatlarındandır. Öyle ki Allah hüküm ve kararlarında zulmetmez. İyilere mükâfat verir ve günahkârları cezalandırabilir. Kullarına kaldıramayacakları yükü yüklemez, teklifte bulunmaz ve istihkaklarından daha fazlasıyla cezalandırmaz.[6]
Mutezile
Mutezilenin adalet hakkındaki inancı şu şekildedir: Bazı işler haddi zatında adildir ve bazı işler de haddi zatında zulümdür. Örneğin itaat eden muti kimseye mükâfat ve isyan eden, günahkâr olan kimseye de ceza vermek haddi zatında adalettir. Allah adildir; yani muti kimseye mükâfat ve isyankâr kimseye de ceza verir. Bunun aksine bir şey yapması muhaldir. Allah tarafından zulmedilme kabih olduğundan, O’nun tarafından yapılmaz. Muti’ye ceza verilmesi, isyankâra da mükâfat verilmesi haddi zatında zulümdür ve Allah’ın böyle bir şey yapması mümkün değildir. Yine kulunu günaha zorlaması veya yapma gücünü elinden alarak, eliyle günah işlemesini sağlaması ve sonra onu cezalandırması da zulümdür ve Allah asla zulüm etmez. Zulüm Allah’a yakışmaz ve Allah’ın zulmetmesi mümkün değildir. Bu da Allah’ın işlerine aykırıdır.[7]
Mutezile, (Tevhid-i Ef'ali) fiillerde tevhid konusu hakkında şöyle demektedir: Fiillerde tevhid şunu gerektirmektedir ki beşerin kendisi kendi fiillerinin yaratıcısı olmadığı ve Allah’ın onun fiillerinin yaratıcısı olduğu halde ahirette Allah tarafından mükâfat ve ceza alması demektir. Dolayısıyla eğer Allah, insanın fiillerinin yaratıcısı olur ve aynı zamanda kendisinin yapmadığı ve Allah’ın yaptığı işlerden dolayı onlara mükâfat verir veya cezalandırırsa, bu zulümdür ve ilahi adalete aykırıdır. Mutezile, tevhid-i efaliyi adalete aykırı bilmektedir. Bundan dolayı Mutezile, insan hakkında özgürlük, serbestlik ve seçme hakkı ilkesine kaildir ve katı bir şekilde savunmaktadır.[8]
Mutezile, adalet ilkesi tasarımının ardı sıra, daha geniş kapsamlı olan başka bir tasarı daha ileri sürmüştür. O tasarı “Hüsn-ü ve Kubh-i Zati Ef'ali”dir. Buradan da insan aklı hakkında başka bir ilkeye daha ulaşmışlardır. O da şudur: insan aklı eşyanın hüsün ve kubhunu idrak etmekte bağımsızdır. Yani şa’rinin (şeriatı belirleyen Allah’ın) beyanı olmadan insan hüsün ve kubuhla işleri idrak edebilir. Mutezile buna da karşı çıkmıştır.[9]
Eş’aire
Eşaire, hiçbir şeyin kendi haddi zatında adil ve hiçbir şeyin kendi haddi zatında zulüm olmadığına inanmaktadır. Allah her ne yaparsa adaletin kendisidir. Allah, mutileri cezalandırabilir ve günahkâr asilere mükâfat verebilir. Yine Allah, kullarından yapabilme gücünü elinden alır, onların eliyle günah işletir ve sonra onlara azap ederse, bu haddi zatında zulüm değildir. Allah’ın böyle yaptığını varsaysak bile, yine bu adaletin kendisidir.[10]
Eşaireye göre, Allah’ın meşiyyeti(iradesi) mutlaktır ve her mümkün işe taalluk edebilir. Hatta Allah’ın ahirette çocuklara azap etmesi caizdir. Eğer böyle yaparsa, bu adalettir. Allah, hiç kimsenin emri altında değildir ve O'nun yaptığı şeyler kabih (beğenilmeyen) olarak değerlendirilemez. Bizim amellerimizin kabih olmasının nedeni, (öyle olduğundan değil) eşya ve a’yanın maliki yani Allah’ın, bizleri onlardan sakındırdığından dolayıdır.[11]
Şer Konusu
- Ana Madde: Şer
İlahi adalet konusu hakkındaki en önemli meselelerden birisi şer konusudur. Şer konusu hakkında çeşitli cevaplar verilmiştir. Onlardan bazıları şu şekildedir[12]:
- Ehli imanın avam halkı ve Ehli hadis tabakası: bizlerin "Şer" diye adlandırdığı şeyler, gerçekte bizlere gizli olan ve sadece Allah’ın bildiği bir çeşit hikmet ve maslahattır. Başka bir ifadeyle “kaderin sırrı”dırlar.
- Eşaire: Allah her ne yaparsa, güzeldir (yani şer diye bir şey yoktur).
- Diğer mütekellimler ve ilahiyatta duyusal ve deneysel yöntem taraftarları: ilahi adalet hakkındaki (şerlerin) çözüm yolu, kâinatın sırlarının incelenerek araştırılması ve onların fayda ve gereklerinin bilinmesi gerekir.
- Filozoflar: Şerler varlık değil, varlığı olmayan şeyler kabilindendir ve bizzat değil, mecul-u bil-arazdırlar. Şerler gerekli ve zorunludur ve hayırdan ayrılamazlar. Başka bir ifadeyle yaratılış bölümlenemez ve çözümlenemez. Buna ilave olarak şerler, mutlak şer değil, aksine fayda ve yararları da vardır.
Kaynakça
- ↑ Mutahhari, Mecmua Asar, c. 3, s. 69, 70.
- ↑ Mutahhari, Mecmua Asar, c. 3, s. 73.
- ↑ Mutahhari, Mecmua Asar, c. 3, s. 75.
- ↑ Mutahhari, Mecmua Asar, c. 3, s. 99.
- ↑ Es-Saduk, et-Tevhid, s. 96.
- ↑ El-Muzaffer, Akaidu’l-İmamiye, s. 40.
- ↑ Mutahhari, Mecmua Asar, c. 3, s. 73, 74.
- ↑ Mutahhari, Mecmua Asar, c. 3, s. 74.
- ↑ Mutahhari, Mecmua Asar, c. 3, s. 74.
- ↑ Mutahhari, Mecmua Asar, c. 3, s. 74.
- ↑ Cihnagiri, Mecmua Makalat, s. 167.
- ↑ Mutahhari, Mecmua Asar, c. 1, s. 112, 114
Bibliyografi
- Cihangiri, Murtaza, Adli İlahi, der mecmua asar, c. 1, Tahran, Sadra, ş. 1377.
- Saduk, et-Tevhid, Kum, Müessese en-Neşr el-İslami, k. 1393.
- Mutahhari, Murtaza, Mecmua Asar, c. 1, Tahran, Sadra, ş. 1377.
- Mutahhari, Murtaza, Mecamua Asar, c. 3, Tahran, Sadra, ş. 1375.
- el-Muzaffer, Muhammed Rıza, Akaidu’l-İmamiye, tahkik: Hamid Hanefi, Kum, Ensariyan, ş. 1387.