Ecel
Ecel (Arapça: آجل); her şeyin müddeti ve zamanı anlamına gelmektedir ve Kur’an-ı Kerim’de de insanın dünyadaki ömrü gibi çeşitli manalarda kullanılmıştır. Ecel ile ilgili ayetler ve "insanın eceli" konusu Peygamber Efendimiz (s.a.a) sonrası dönemlerde Eşaire ve Mutezile arasında kelam ilminin önemli konularından birine dönüştü.
Kur’an’da Ecel
"Ecel" sözlükte her şeyin müddeti ve zamanı, belirlenen sürenin sonu, ölüm ve borcu ödeme vaktinin gelip çatması anlamlarına gelmektedir.[1]
Ragıp İsfahani "el-Müfredat" adlı eserinde şöyle diyor: “İnsanın hayatı için öngörülen süreye “ecel” denir. Dolayısıyla “Eceli geldi” dendiğinde, bunun anlamı “ölümü yaklaştı” demektir.”
"Ecel" kelimesi, Kur’an-ı Kerim’de farklı mana ve mevzularda kullanılmıştır:
- Gökler ve yerin belirli bir yaratılış süresi (eceli müsemma - muayyen) vardır ve onların ömrü belirli bir süre sonra sona erecektir. (Kendi kendilerine, Allah'ın gökleri ve yeri, ikisinin arasında olanları ancak hak olarak ve belirli bir süre için yarattığını düşünmediler mi? Gerçekten insanların çoğu, Rableriyle buluşmayı inkâr ederler.)[2]
- Güneşin ve ayın akışı (hareketi) belirli bir süreye kadardır. (Allah, gökleri görmeyeceğiniz direklerle yükseltti. Sonra Arş'a egemen oldu. Güneşi ve ayı emrine boyun eğdirdi. Her biri, belirlenen bir süreye kadar akışını sürdürmektedir. O, her şeyi düzenler ve ayetlerini ayrıntılarıyla açıklar. Olur ki Rabbinizle buluşmaya yakin edersiniz (kesin inanırsınız).)[3]
- Allah-u Teala günahların cezasını belirli bir güne, yani ölüm anı veya kıyamet gününe kadar erteler. (Eğer Rabbin tarafından, önceden kesinleşmiş bir hüküm ve belirlenmiş bir süre olmasaydı, azap onlara gerekli olurdu.)[4]
- Ceninin anne rahminde kalması belirli bir güne kadardır. (…Dilediğimizi, belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız. Sonra sizi çocuk olarak (ana rahminden) dışarı çıkarırız…)[5]
- Ümmet ve toplumların belirli bir süresi vardır. Süreleri dolunca, ne süreleri uzar ve ne de kısalır. (Her topluluğun bir süresi vardır. Süreleri dolunca ne bir saat geri kalırlar, ne de öne geçerler.)[6]
- Allah-u Teala her insan için bir ömür ve bir ecel belirlemiştir. (Sizi çamurdan O yarattı. Sonra (dünyadaki yaşayışınız için) bir süre koydu. Belirlenmiş süre ise, O'nun yanındadır. Sonra siz yine şüphe ediyorsunuz.)[7]
"Ecel" kelimesi Hz. Musa’nın (a.s) hayatıyla ilgili ayetlerde "zaman" ve "müddet" manasında; Hz. Şuayb (a.s) ve Hz. Musa (a.s) arasındaki anlaşma olayında ve aynı şekilde Deyn ayetinde, "borcun ödenme vadesinin gelmesi" anlamında kullanılmıştır.[8]
Eceli Müsemma
Yukarıda zikredilen ayetlerdeki "Eceli muayyen (müsemma)" kelimesinden kasıt, insanların, toplumların, ümmetlerin, gök ve yerin, bütün diğer mahlukatın ve aynı şekilde bu alemdeki bütün işlerin seyrinin belirli bir kural ve kaideye tabi olmakla birlikte, belirli bir başlangıç ve sonunun olduğudur. Ayrıca Allah-u Teala bu alemi hikmet üzerine yaratmış ve idare etmektedir; alemleri kendi başına bırakmamıştır. Bu konu, Kur’an-ı Kerim’in diğer ayetleri ile uyum içindedir.
Kelam İlmi Konusu
Peygamber Efendimizle (s.a.a) muasır olan Müslümanların, bu ayetleri anlamada bir sorunları yoktu. Kelami konuların ortaya çıkmasıyla Kur’an’ın bazı ayetlerinin anlaşılması zorlaştı. Her insan için belirli bir ecelinin olması ile ilintili ayetlerin anlaşılması da güçleşti. Böylece "ecel" konusunda çeşitli meselelerin ortaya çıkmasıyla, "ecel" kelam ilmi konularından biri oldu.
Mütekellimler kendi kitaplarında "Acal", "Erzak" ve "Es’ar" konularını bir arada incelemişler ve bütün bu konuları asli bir meselenin, “insanın fiilleri kendisine mi mensuptur, yoksa Allah’a mı?” fer’i saymışlardır. Kelamda bu konu cebir ve ihtiyar, kaza ve kader, iman ve küfür, istitaat ve benzeri bütün ayrıntılı konuların odağı olmuştur.
"İnsanın fiillerinin kaynağı Allah mı, yoksa kendisi mi?" sorusunun bu konuyla ilişkisi açıktır. Ancak belirsiz olan, "Acal", "Erzak" ve "Es’ar" meselelerinin nasıl mütekellimlerin meseleleri arasında, insan fiilinin kaynağı konusuyla irtibatlandığı ve onun fer’i konularından sayıldığı konusudur.
Eşaire ve Mutezile’nin Görüşü
Bu meselenin kelam kitaplarındaki sunumunu incelemeyle bu irtibatın, Eş’ari mütekellimlerin ecel ve rızık ayetlerini, insanı kendi fiillerinin kaynağı bilen mutezili mütekellimlere karşı kullanmak için uygun ayetler olarak saymalarıyla meydana geldiği malum olmaktadır.
Mutezililerin "İnsanın fiilleri Allah’a intisap edilemez" teorisi için getirdiği delillerden birisi şuydu: İnsanın fiillerinin çoğu kabih’tir (çirkin ve kötü) ve kabih fiiller Allah’a isnat edilemez. Dolayısıyla insanın fiillerinin kaynağı kendisi olmalıdır; Allah değil.
Bunun karşısında Eşaire, ecel ve rızık ayetlerinin bu nazariyeyi çürüttüğünü söylüyorlardı. Zira bu ayetlerde belirlenen her türlü ölümün Allah tarafından olduğu belirtilmektedir. Nitekim insanın eline ulaşan her rızık gibi. Elbette her ne kadar haram ya da kabih bir eylemle elde edilse bile, Allah’ın rızkı sayılmaktadır. Netice olarak insanın fiilinin kabih olması, insanın fiilinin Allah’a isnat edilmesine engel teşkil etmemektedir. Bundan dolayı mutezilenin getirdiği delil batıldır.[9]
Mutezililer, Eşarilerin bu reddiyelerini cevapsız bırakmamış, kendi usul ve ilkelerine uygun bir şekilde eleştiriye cevap vermiş ve ilgili ayetleri de tevil etmişlerdir. Sonuç itibari ile bu itiraz ve cevaplar, "Acal", "Erzak" ve "Es’ar" konu ve unvanlarının kelam kitaplarında yer almasına neden olmuştur.
Tabii Ecel ve İhtirami Ecel
İşaret edilen konulara ek olarak müfessirler, zahiren insan için iki ecelden söz edilen “Sizi çamurdan O yarattı. Sonra (dünyadaki yaşayışınız için) bir süre koydu. Belirlenmiş süre ise O'nun yanındadır. Sonra siz yine şüphe ediyorsunuz.”[10] ayetini farklı şekillerde tefsir etmişlerdir. Bu tefsirlerden en uygun olanı, bu ayete göre insan için tabii ecel ve ihtirami ecel (âlimlerin ıstılahında) olmak üzere iki türlü ecelin tasavvur edilmesidir.
Tabii ecel (eceli müsemma), insanın ömrünü tabii olarak ve kendisi için belirlenmiş bir vakitte sonlandırmasıdır. İhtirami (kesintiye uğrayan) ecel ise, onun için belirlenen tabii ömrünün sona ermesinden önce meydana gelen ölümcül bir hadise (hastalık, kaza veya deprem gibi) sonucu, hayatının sonlanmasıdır. Her insanın "tabii ecel" veya "ihtirami ecel" ile dünyadan göç etmesi mümkündür. Ancak ikisinden hangisi vuku bulursa bulsun (insanın başına hangisi gelirse gelsin) sonuç itibari ile insan ilahi kaza ve kaderde belirlenen bir ecelle ölmüştür. Yani hakikatte insan için bir ecel vardır ve Allah’ın ilminde malum olan ecelden kasıt da işte budur.[11] Din önderlerinden nakledilen hadislerde eceli muayyen ve taksim edilen rızıklar konusuna değinilmiştir.[12]
Kaynakça
- ↑ İbn-i Manzur.
- ↑ Rum Suresi, 8.
- ↑ Rad Suresi, 2.
- ↑ Taha Suresi, 129.
- ↑ Hac Suresi, 5.
- ↑ A’raf Suresi, 34; Yunus Suresi, 49.
- ↑ En’am Suresi, 2; Zümer Suresi, 42.
- ↑ Kasas Suresi, 29; Bakara Suresi, 282.
- ↑ Eş’ari, s. 53 – 54; Curcani, c. 8, s. 170 – 173; Gazi Abdulcabbar, c. 11, s. 264.
- ↑ En’am Suresi, 2.
- ↑ Fahruddin Razi, c. 11, s. 153 – 154; Tabatabai, c. 7, s. 109; Allame Hilli, s. 369.
- ↑ Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 382 – 432, c. 3, s. 50; Kuleyni, c. 1, s. 174.
Bibliyografi
- Kur’an-ı Kerim.
- İbn-i Manzur, Lisanu’l Arab.
- Ahmed b. Hanbel, Müsned, Kahire, 1313.
- Eş’ari, Ebu’l Hasan, el-İbane en Usuli’d Diyane, Medine, 1975.
- Curcani, Ali, Şerhu’l Mevakıf, Kahire, 1325 / 1907.
- Tabatabai, Muhammed Hüseyin, el-Mizan, Beyrut, 1971.
- Allame Hilli, Hasan, Keşfu’l Murad, tahkik: İbrahim Musevi Zencani, Beyrut, 1399 / 1979.
- Fahruddin Razi, et-Tefsiru’l Kebir, Beyrut, Daru İhyau’t Turasu’l Arabi.
- Gazi Abdulcabbar, el-Mugni, Kahire, 1385 / 1965.
- Kuleyni, Muhammed, el-Kafi, Tahran, 1388.