İçeriğe atla

İsmet

wikishia sitesinden
(Ismet sayfasından yönlendirildi)
Şia İnançları
İlahiyat
TevhidZati TevhidSıfati TevhidEfali Tevhidİbadette Tevhid
FüruuTevessülŞefaatTeberrük
Adalet (İlahi Fiiler)
Hüsn ve KubhBedaEmru'n Beyne'l Emreyn
Nübüvvet
Peygamberlerin İsmetiİslam Peygamberinin HatemiyetiGaybet İlmiMucizeKur’an’ın Tahrif Olmadığı
İmamet
İnançlarİmam'ın Tayin Edilmesinin Gerekliliğiİmamların İsmetiTekvini Velayetİmamların Gaybi İlmiGaybet (Küçük Gaybet, Büyük Gaybet), İntizar, ZuhurRic'at
İmamlar
Mead
BerzahCismani MeadHaşirSıratAmel DefteriMizan
Belirgin Konular
EhlibeytOn Dört MasumTakiyeMerceiyyetİsmet
Bu madde, ‘İsmet’ kavramı hakkındadır. Peygamberlerin hatadan korunmuşluğu hakkında bilgi edinmek için Peygamberlerin İsmeti maddesine; İmamların ismeti konusunda ayrıntılı bilgi için ise İmamların İsmeti başlığına bakınız.

İsmet (Masumiyet) kavramı (Arapça: العِصمَة), günah (Allah’ın emirlerine bilerek veya bilmeyerek karşı gelme eylemi) ve hata (bilgi eksikliği veya dikkatsizlik sonucu meydana gelen yanlış davranış) karşısında, masum olan kişinin her türlü kirlenmeden korunmuş olması anlamına gelir. Şii ve Mu‘tezili kelam alimleri, ismeti ilahi bir lütuf (Allah’ın özel yardımı ve inayeti) olarak tanımlamışlardır; buna karşılık Müslüman hikmet ve felsefe bilginleri ise onu, insan nefsinde yerleşmiş bir meleke yani sürekli bir içsel nitelik olarak görmüşlerdir ki bu nitelik, masum kişiyi günah ve hatadan uzak tutar ve onu bunları işlemeye yönelten etkenlere karşı korur.

Masum kişinin günah ve hatadan korunmasının kaynağı ve nedeni hakkında ise tarih boyunca farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bu görüşlerin başlıcaları şunlardır: Allah’ın özel lütfu ve inayeti, kişiye mahsus olan derin ve kesin bilgi (ilim), güçlü irade ve özgür seçim, yahut da bunların tümünü kapsayan tabii, insani ve ilahi unsurların toplamı. Kelamcılar ve hikmet bilginleri, ismet kavramını ihtiyar (özgür irade) ile bağdaştırmışlar; yani insanın mecbur olmadığı, bilakis günah işleme gücüne sahip bulunduğu halde onu işlememeyi kendi iradesiyle tercih ettiğini belirtmişlerdir. Bu sebeple, masum kişi günah işlememekte zorunlu değil, bilakis bunu iradi olarak terk ettiğinden dolayı sevap ve mükafatı hak eder.

Peygamberlerin ismeti (peygamberlerin hatadan korunmuşluğu) bütün İslam alimlerinin üzerinde ittifak ettikleri bir inançtır. Bununla birlikte, bu ismetin kapsamı ve sınırları hususunda bazı görüş ayrılıkları vardır. Alimlerin genel kabulüne göre peygamberler, şirk ve küfürden bütünüyle korunmuşlardır; ayrıca vahyi alma, onu doğru şekilde vahiy yoluyla iletme ve tebliğ etme hususlarında da yanılmazdırlar. Yine ittifakla (icma olarak) kabul edilen diğer bir nokta, peygamberlerin nübüvvet (peygamberlik) görevi başladıktan sonra kasıtlı olarak hiçbir günah işlemedikleridir.

İmamiyye bilginleri, Şii imamlar’ın (a.s) da ömürlerinin tamamı boyunca — ister büyük günahlar ister küçük günahlar olsun — her türlü günahtan, hatadan ve yanılgıdan bütünüyle korunmuş olduklarına inanırlar. Allame Meclisi’nin ifadelerine göre Şiiler, bütün meleklerin de hem büyük hem de küçük günahların tümünden masum oldukları hususunda icma (oybirliği) etmişlerdir.

İsmet inancına bazı itirazlar da yöneltilmiştir. Bu itirazlardan biri, ismetin insanın tabiatıyla bağdaşmadığı iddiasıdır; zira insanın yapısında şehvani ve nefsani güçler bulunur ve bu güçler onu günaha yöneltebilir. Ancak bu görüşe karşılık olarak denilmiştir ki, bu tür arzuların ve içsel eğilimlerin varlığı, yalnızca günaha zemin hazırlar; onların var olması, mutlaka günahın işleneceği anlamına gelmez. Çünkü bilgi (ilim) ve irade gibi engelleyici unsurlar, bu isteklerin fiile dönüşmesini önleyebilir. Böylece masum kişi, doğal beşeri eğilimlere sahip olsa da, bu eğilimlerin etkisine girmemekle ve onlara karşı direnmekle günahsız kalır.

Konumu ve Önemi

Şii kelam araştırmacılarından ve teolojik eserlerin yazarı olan Seyyid Ali Hüseyni Milani’nin ifadesine göre, ‘ismet’ (masumiyet) meselesi, İslam düşüncesinde en temel ve en önemli inanç ve kelam konularından biridir. Her bir İslam mezhebi bu konuyu kendi bakış açısına ve kendi inanç sistemine göre incelemiştir. Masumiyetin, masum olan kişinin sözlerinin (kavl) ve fiillerinin (eylemlerinin) bağlayıcılığı ve delil değeriyle (hüccet oluşuyla) doğrudan ilişkili olması, bu meselenin önemini ve duyarlılığını daha da artırmıştır.

Milani’ye göre, Ehl-i sünnet alimleri, yöneticilerin ve Müslüman toplumun önderlerinin masum olduklarına inanmadıkları için ismet konusunu yalnızca nübüvvet (peygamberlik) çerçevesinde ele almışlardır. Buna karşılık, Şii düşüncesinde ise tüm peygamberlerin ve imamlar’ın (a.s) günah ve hatadan korunmuş olduklarına inanıldığından, bu konu hem nübüvvet hem de imamet bahisleri içerisinde ayrıntılı olarak incelenmiştir. Milani ayrıca belirtir ki ismet, bütün Müslümanlar arasında ortak bir inanç konusudur; ancak bu ortaklığın detaylarında ve kapsamındaki örneklerde, yani masumiyetin kimleri kapsadığı ve ne dereceye kadar olduğunda, mezhepler arasında önemli görüş ayrılıkları bulunmaktadır.[1]

İsmet konusu, kelam ilmi ve kaynaklarında genellikle üç başlık altında ele alınır: Peygamberlerin ismeti, İmamların ismeti ve meleklerin masumiyeti.[2] Bununla birlikte bazı Kur’an tefsirlerinde de, özellikle Tathir ayeti gibi ayetlerin açıklaması sırasında, ismet kavramı ve onunla ilişkili meseleler geniş biçimde tartışılmıştır.[3]

Usul-i fıkıh ilminde ise, Ehl-i sünnet alimleri icmaın (ümmetin oybirliğiyle vardığı görüşün) bağlayıcılığının (hüccet olma niteliğinin) ölçüsünü ümmetin ismetine dayandırmışlardır. Onlara göre, İslam ümmeti — yani Müslüman topluluğu — Peygamber’in (s.a.a) halifesi ve temsilcisidir; bu nedenle dini konularda topluca hata, unutma veya yalan söylemeden korunmuştur. Buna karşılık Şii usulcü alimler, icmaın delil olma ölçüsünü imamın ismetine bağlamışlardır. Çünkü Şii anlayışına göre imam, Peygamber’in (s.a.a) hem halefi hem de onun gibi masumdur. Bu yüzden icma ancak, masum olan imamın sözünü veya görüşünü ortaya çıkardığı ölçüde bağlayıcıdır.[4]

Masumiyet (ismet) kavramı yalnızca İslam’da değil, diğer semavi dinlerde de tartışılmıştır. Örneğin Hristiyanlık ve Yahudilik inanç sistemlerinde de ismet konusu ele alınmıştır. Hristiyanlara göre sadece İsa (a.s) değil, aynı zamanda Kutsal Kitap’ın yazarları ve Papa (Katolik kilisesinin en yüksek ruhani lideri) de hata ve yanılgıdan korunmuşlardır. Bununla birlikte, Papa’nın masum olduğu inancı yalnızca Katolik mezhebine özgüdür; Protestan ve Ortodoks geleneklerinde böyle bir inanç bulunmaz.[5]

Kavramın Anlamı ve Tanımları

Kelamcılar (İslami inanç doktrinleri üzerine sistemli düşünceyle uğraşan alimler) ve Müslüman hikmet (felsefe) bilginleri, kendi teorik ilkeleri ve düşünce temellerine dayanarak ‘ismet’ (masumiyet) kavramı için farklı tanımlar ortaya koymuşlardır. Bu tanımlardan bazıları aşağıda açıklanmıştır:

Kelamcıların Tanımı: Adliyye kelam ekolüne mensup olan kelamcılar —yani İmamiyye[6] ve Mu‘tezile[7] ekolleri— ismeti lütuf kaidesi temelinde tanımlamışlardır.[8] Buna göre ismet, Allah’ın kuluna verdiği özel bir lütuf ve inayettir; bu ilahi yardım sayesinde insan, çirkin fiilleri (kabih davranışları) ve günahları işlemekten sakınır.[9] Allame Hilli, bu konudaki tanımında şöyle demiştir: “İsmet, Allah’ın kuluna yönelik gizli bir lütfudur; bu lütuf sayesinde kulun içinde artık itaatten yüz çevirmeye ya da isyan ve günaha yönelmeye dair hiçbir dürtü kalmaz — her ne kadar kişi bu eylemleri gerçekleştirme gücüne sahip olsa da.”[10]

Eş‘arilik ekolüne mensup kelam alimleri ise, ismeti farklı bir şekilde açıklamışlardır. Onlara göre ismet, Allah’ın masum kişide günahı yaratmaması, yani günah fiilini meydana getirmemesidir.[11] Bu yaklaşımın temelinde Eş‘arilerin genel ilkesi yer alır: evrende var olan her şeyin doğrudan ve aracısız biçimde Allah tarafından yaratıldığı inancı.[12]

Felsefecilerin Tanımı: Müslüman filozoflar ve hikmet ehli bilginler, ismeti bir nefsani meleke ve insanın ruhunda yerleşik, kalıcı bir nitelik olan bir meleke (yani nefsin sabit ve kolayca kaybolmayan hali) şeklinde tarif etmişlerdir.[Not 1] Bu meleke sayesinde, masum kişiden herhangi bir günah fiili sadır olmaz (meydana gelmez); zira onun ruhu öyle bir yetkinliğe ulaşmıştır ki, kötülüğe yönelme ihtimali ortadan kalkmıştır.[13]

Çağdaş müfessir ve kelam alimlerinden Ayetullah Cafer Subhani, ismet kavramına daha kapsamlı bir yaklaşım getirmiştir. O, “günah karşısında ismet” ile “hata karşısında ismet”i birbirinden ayırarak, hem Adliyye kelamcılarının hem de hikmet bilginlerinin açıklamalarını uzlaştırmaya çalışmıştır. Ona göre, günah karşısındaki ismet, en yüksek derecede takva ve güçlü bir içsel dirençtir; bu özellik, masum kişiyi sadece fiilen günah işlemeye değil, hatta günah fikrini zihninde canlandırmaya dahi engel olur.[14] Subhani’ye göre, hata ve unutma (sehiv) karşısındaki ismet ise, Allah’ın özel lütfu sayesinde kişiye verilen “yanılmayan bilgi”dir; bu bilgi, varlıkların gerçek suretlerini masum kişinin zihninde açıkça yansıtır ve onu hata ve yanlışlıktan tamamen korur.[15]

‘İsmet’ kelimesinin kökeni Arapça “عَصَمَ / asame” fiilinden gelir ve “korumak, engellemek, tutmak” anlamlarını taşır.[16] Bu kök anlam, kavramın özüne de işaret eder: masumiyet, ilahi koruma sayesinde kişiyi günah ve hatadan uzak tutan sürekli bir muhafaza halidir.

İsmetin Kaynağı

Masumiyetin yani ‘ismet’in kaynağı ve masum olan kimsenin günah ve hatalardan korunmasını sağlayan etken konusunda, İslam düşüncesinde farklı görüşler ortaya konmuştur. Bu görüşlerden bazıları, Allah’ın masum kişiye yönelik özel inayeti ve lütfu, masumun günahların sonuçları konusundaki derin ve kapsamlı bilgisi ile onun güçlü iradesi ve bilinçli tercihi şeklindedir. Bununla birlikte, bazı çağdaş araştırmacılar, ismetin yalnızca tek bir nedenden kaynaklanmadığını, aksine birçok unsurun bir araya gelmesiyle meydana geldiğini savunmaktadırlar. Bu unsurların bir kısmı tabii (doğuştan gelen miras, yaşadığı çevre, aile terbiyesi ve genetik özellikler), bir kısmı insani (bilgi, farkındalık, irade, seçim gücü, akıl yürütme yetisi ve nefsin kazanılmış meleke hali), bir kısmı da ilahi (Allah’ın özel yardımı, rahmeti ve lütfu) unsurlardır. Dolayısıyla, bu görüşe göre ismet, yalnızca bir yönüyle açıklanabilecek bir durum değil, ilahi, insani ve tabii etkenlerin tamamının ortak sonucudur.[17]

İlahi Lütuf

Şeyh Müfid ve Seyyid Murtaza gibi büyük Şii kelamcılar, ismetin Allah Teala’nın masumlara yönelik özel lütfundan ve inayetinden doğduğunu belirtmişlerdir.[18] Allame Hilli ise bu ilahi lütfun ortaya çıkışına vesile olan dört temel sebep bulunduğunu ifade eder. Bunlar şunlardır: 1. Nefse veya bedene ait öyle bir özellik ki, kişide günah ve hata işlemekten uzak durma meleke­sini doğurur; 2. Günahların kötülük ve zararlarını, ibadet ve itaate bağlı ödülleri derinlemesine bilme; 3. Masumun kalbine yönelen vahiy veya ilham sayesinde onun günah ve itaatin gerçek mahiyeti hakkındaki idrakinin güçlenmesi; yani vahiy ve ilhamın, bilgi ve sezgiyi teyit ve takviye etmesi; 4. Terki evla (daha uygun olanı terk etme) halinde Allah tarafından sorguya çekilme ve ilahi muhasebeye uğrama bilincinin sürekli olarak diri tutulması.[19]

Özel Bilgi ve İrade

Bazı İslam alimleri ise ismetin kaynağını masumların, günahların sonuçları ve ibadetlerin sevapları hakkında sahip oldukları özel bilgiyle, bu bilgiye dayanan güçlü iradelerinde bulmuşlardır.[20] Bu görüşe göre masumlar, Allah tarafından bahşedilen kapsamlı bilgiye (ilm-i ledünni) sahiptirler; onlar, varlıkların hakikatini ve amellerin sonuçlarını en derin şekilde bildikleri için, iç dünyalarında güçlü bir irade ve bilinçli bir seçme kudreti oluşur. Bu irade öylesine sağlamdır ki, kişi kendi özgür iradesiyle, yani dış bir zorlama olmaksızın, hiçbir şekilde ma‘siyeta yönelmez ve böylece günah işlemekten kesin olarak uzak durur.[21]

İsmet ve İhtiyar (Özgür İrade)

Seyyid Muhammed Hüseyin Fadlullah, Lübnan’da yaşayan tanınmış Şii taklit mercilerinden biridir. O, ‘ismet’in yani günah ve hatadan korunmuşluğun, cebri bir hakikat (zorunlu bir gerçeklik) olduğunu savunur.[22] Ancak çağdaş kelam araştırmacılarından Ali Rabbani Gulpayegani’nin belirttiği üzere, kelamcılar ve İslam filozofları (hikmet bilginleri) görüş birliği içindedirler ki ismet, ihtiyar (özgür irade) ile tamamen uyumludur. Onlara göre masum olan kişi günah işlemeye muktedirdir; yani günahtan uzak durması zorunlu değildir, fakat onu iradesiyle terk etmektedir.[23] Aklen düşünüldüğünde eğer ismet, masum kişinin ibadetleri yapma ve günahları terk etme konusunda zorunlu bir durum (cebr) anlamına gelseydi, o zaman böyle bir kimse övgüye, takdire veya sevaba layık olmazdı. Çünkü mecburi davranışlarda ne övülme ne de cezalandırılma anlamlıdır. Bu durumda emir ve nehiy (yani ilahi buyruk ve yasaklar) de anlamsız hale gelir, dolayısıyla sevap ve cezanın rasyonel temeli ortadan kalkardı.[24]

Abdullah Cevadi Amuli, Şii mercilerinden biri olarak, cebri ismet anlayışının masum kişinin insanlar üzerindeki delil oluşuyla (hüccetliğiyle) ve Allah’ın insanlara onu örnek almalarını emretmesiyle çeliştiğini ifade eder. O’na göre eğer masumun günah işlemesi mahiyet bakımından imkansız olsaydı, o takdirde itaat etmek de özsel olarak zorunlu olurdu. Böyle bir durumda itaatin emredilmesine gerek kalmazdı; ayrıca uyarı, müjdeleme, ödül ve ceza gibi kavramların da anlamı kalmazdı.[25]

Allame Tebatebayi, ismetin ihtiyar (özgür irade) ile bağdaştığını açıklarken şöyle yazar: “İsmetin kaynağı, Allah’ın masumlara lütfettiği özel bir ilimdir. Bilgi (ilim), iradenin en önemli ilkelerinden biridir. Bu sebeple masumlar, amellerin yararlı veya zararlı yönlerini tam olarak bildiklerinden dolayı günaha yönelmezler. Bu durum, öldürücü zehrin etkisini kesin olarak bilen bir kimsenin, o zehri asla içmemesine benzer.”[26]

Muhammed Taki Misbah Yezdi, hem filozof hem de Şii müfessir olarak, ismeti yalnızca ilmi bir meleke (bilgiye dayalı bir nitelik) değil, aynı zamanda ilmi-ameli bir meleke olarak tanımlar. Yani masumun davranışları, Allah tarafından bahşedilen özel bir ilimle tam bir uyum içindedir; bu uyum da onun fiillerinde yanılmamasını sağlar.[27] Misbah Yezdi, görüşünü daha da açıklayarak şöyle der: Her insan, doğuştan belli bir kabiliyet, istidat ve ilahi yetenek sermayesiyle dünyaya gelir; ancak bu potansiyelin gerçeğe dönüşmesi, yani fiil haline gelmesi, kişinin kendi çabasına bağlıdır. Masumların ismetine zemin hazırlayan o özel bilgi de ilahi bir bağış olmakla birlikte, bireye hiçbir zorunluluk yüklemez. Dolayısıyla bu ilahi bilginin aktif biçimde kullanılabilmesi ve davranışların onunla uyumlu hale gelmesi, tamamen masumun kendi iradesi ve gayretiyle gerçekleşir.[28]

Peygamberlerin İsmeti

Peygamberlerin vahiy (Allah’tan gelen ilahi mesaj) konusunda masum olmaları, yani hata ve yanılgıdan korunmuş bulunmaları, bütün ilahi dinlerin üzerinde birleştiği temel inanç esaslarından biri olarak kabul edilmiştir.[29] Bununla birlikte, bu ismetin mahiyeti, dereceleri ve kapsamı konusunda hem farklı dinlerin mensupları hem de İslam mezheplerine bağlı düşünürler arasında çeşitli görüş ayrılıkları mevcuttur.[30]

Müslüman kelamcılar (İslami inanç esaslarını akli delillerle açıklayan alimler), peygamberlerin ismetiyle ilgili olarak üç temel noktada ittifak etmişlerdir: Birincisi, peygamberlerin şirk ve küfürden — yani Allah’a ortak koşmaktan ve O’nu inkar etmekten — hem nübüvvetten (peygamberlikten) önce hem de sonra tamamen korunmuş olduklarıdır. İkincisi, onların vahiyi alma, onu doğru biçimde koruma ve insanlara hatasız şekilde tebliğ etme hususunda da mutlak bir ismet sıfatına sahip bulunmalarıdır. Üçüncüsü ise, peygamberlerin nübüvvetten sonra kasıtlı olarak hiçbir günah işlememeleridir.

Buna karşılık, kelam alimleri üç meselede görüş ayrılığına düşmüşlerdir: Birincisi, peygamberlerin nübüvvetten sonra sehven (yanlışlıkla, farkında olmadan) işlenen günahlardan da masum olup olmadıkları; İkincisi, onların nübüvvetten önce, ister kasıtlı ister sehven işlenen günahlardan korunmuş bulunup bulunmadıkları; Üçüncüsü ise, peygamberlerin toplum içindeki beşeri ve şahsi yaşamlarında da ismetlerinin geçerli olup olmadığı meselesidir.

İmamiyye (Şii imamet inancını benimseyen mezhep), peygamberlerin adı geçen bütün alanlarda mutlak bir ismete sahip olduklarına inanır. Hatta İmamiyye’ye göre peygamberler, sadece günah ve hata gibi dini kusurlardan değil, aynı zamanda halkın kendilerinden soğumasına, onlardan nefret etmesine veya güvenini kaybetmesine yol açabilecek her türlü davranıştan da korunmuşlardır.[31]

İmamiyye kelamına göre, peygamberlerin ismetinin zorunluluğu yalnızca dini bir kabule dayanmaz; aynı zamanda akli bir zorunluluk (rasyonel gereklilik) olarak da görülür. Çünkü peygamberlik görevine güven duyulabilmesi, insanların onların doğruluğuna inanması ve vahyin kabul edilmesi için peygamberlerin mutlak güvenilirlik ve günahsızlık niteliğine sahip olmaları gerekir.[32] Ayrıca bu görüş, Kur’an-ı Kerim’deki bazı ayetler[33] ve birçok rivayetle de desteklenmiştir.[34] Bu deliller, peygamberlerin her yönüyle Allah tarafından korunmuş olduklarını ortaya koyar.[35]

Peygamberlerin ismetine karşı çıkanlar ise, görüşlerini Kur’an’daki bazı ayetlere dayandırmışlardır. Bu ayetler iki gruba ayrılır: Bir kısmı, tüm peygamberlerin ismetine aykırıymış gibi görünen ayetler; diğer kısmı ise, yalnızca bazı peygamberlerin masumiyetine ters düşüyormuş gibi görünen ayetlerdir.[36] Ancak kelamcılar bu iddialara şu şekilde cevap vermişlerdir: Bu ayetler müteşabih (yani anlamı dolaylı ve yoruma açık) ayetlerdendir ve doğru anlamlarının ortaya çıkarılması için te’vil (derin yorum) yoluna gidilerek, muhkem (açık ve kesin) ayetlerle birlikte değerlendirilmesi gerekir.[37] Bunun yanı sıra, peygamberlerin ismetiyle çelişir gibi görünen bütün bu ayetler aslında terk-i evla (daha üstün olan davranışı terk etme, yani günah sayılmayan ama daha uygun bir davranışı yapmama) anlamına hamledilmelidir.[38]

İmamların İsmeti

İmamet anlayışında, İsnaaşeriyye (On İki İmam Şiiliği) ekolüne göre imamların masumiyeti (ismet) imametin temel şartlarından biridir ve Şii inanç sisteminin esaslarını oluşturan ana öğelerden sayılır.[39] Allame Meclisi’nin nakline göre, İmamiyye bilginleri ittifak etmişlerdir ki, imamlar’ın (a.s) hepsi hem büyük günahlardan hem de küçük günahlardan, ister bilerek ister sehven (yanılarak) işlenmiş olsun, tamamen korunmuşlardır; ayrıca her türlü hata ve yanılmadan da masumdurlar.[40] Rivayet edildiğine göre İsmailiyye mezhebi de, imamların masum olmasını imametin şartlarından biri olarak kabul etmektedir.[41] Buna karşılık, Ehl-i sünnet ve’l cemaat imamet için ismeti zorunlu bir şart olarak görmez.[42] Çünkü onların genel kabulüne göre Üç halife (Ebu Bekir, Ömer ve Osman) imam idiler, fakat masum değillerdi.[43] Vehhabiler de imamların ismetini ve Şii imamlar’ın (a.s) masumiyetini kabul etmezler; onlar bu özelliği sadece peygamberlere mahsus sayarlar.[44]

Cafer Sübhani’nin açıklamasına göre, peygamberlerin ismetini ispatlamak için ortaya konan bütün akli deliller — örneğin nübüvvetin hedeflerinin gerçekleşmesi, toplumun güvenini kazanmak ve rehberliğin tam doğrulukla yürütülmesi gibi gerekçeler — imamların ismeti için de aynı şekilde geçerlidir.[45] Şii kelamcılar, imamlar’ın (a.s) masumiyetini kanıtlamak amacıyla hem Kur’an ayetlerinden hem de çok sayıda hadis rivayetinden deliller getirmişlerdir. Bu deliller arasında en çok başvurulanlar şunlardır: İbtila Ayeti,[46] Ulu'l Emr Ayeti,[47] Tathir Ayeti,[48] Sadıkeyn Ayeti[49] ile birlikte Sakaleyn Hadisi[50] ve Sefine Hadisi.[51]

Şii inancına göre Hz. Fatıma Zehra (s.a) da ismet makamına sahiptir ve onun da tüm günahlardan ve hatalardan korunmuş olduğuna inanılır.[52] Onun ismetine delil olarak hem Tathir Ayeti hem de Bez’a Hadisi gösterilmiştir.[53]

Meleklerin İsmeti

Kur'an:
عَلَیها مَلائِکةٌ غِلاظٌ شِدادٌ لا یعْصُونَ اللَّهَ ما أَمَرَهُمْ وَ یفْعَلُونَ ما یؤْمَرُونَ
Onun üzerinde (yani cehennem ateşinin başında) katı ve sert tabiatlı melekler görevlendirilmiştir; onlar, Allah’ın kendilerine buyurduğu hiçbir emre karşı gelmezler ve kendilerine verilen her emri eksiksiz yerine getirirler.

Tahrim Suresi, 6. Ayet.

Allame Meclisi’nin açıklamasına göre, Şiiler arasında icma (oybirliği) vardır ki bütün melekler — ister büyük ister küçük günahlar olsun — her türlü günah ve hatadan tamamen korunmuşlardır, yani hepsi masumdurlar. Ehl-i Sünnet ve Cemaat’in büyük bir kısmı da aynı inancı paylaşmaktadır.[54] Bununla birlikte, meleklerin ismeti hakkında farklı görüşler de ileri sürülmüştür. Bazı alimler meleklerin masum olmadıklarını, yani hata işleyebileceklerini savunmuşlardır. Kimileri ise hem ismeti kabul edenlerin hem de reddedenlerin delillerini yetersiz bularak bu konuda bir hükme varmaktan kaçınmış ve “tevakkuf” (görüş belirtmeme) tavrını benimsemişlerdir. Diğer bir grup, sadece vahiy taşıyan veya Allah’a en yakın konumdaki meleklerin (mukarreb melekler) masum olduklarını; bazıları ise göksel (semavi) meleklerin masum olduğunu, buna karşılık yeryüzüyle ilgili görev yapan meleklerin bu kapsama girmediğini ileri sürmüşlerdir.[55]

İsmeti savunanlar, meleklerin günah ve hatadan korunmuş olduklarını göstermek için Kur’an’daki çeşitli delillere ve rivayetlere başvururlar. Özellikle Enbiya Suresi, 27. ayet[56] ile Tahrim Suresi, 6. ayet[57] ve ayrıca çok sayıda hadis[58] meleklerin ismetine açık şekilde işaret eder.[59] Rivayete göre, Müslümanlar arasında meleklerin ismetini inkar eden tek grup, Haşviyye fırkasıdır.[60]

Ayetullah Mekarim Şirazi ise “meleklerde ismetin bir anlamı yoktur” şeklindeki iddialara cevap verirken şu açıklamayı yapmıştır: Her ne kadar meleklerde, insanlarda bulunan şehvet (cinsel veya dünyevi arzu) ve gazap (öfke) gibi günaha yönelten güçlü duygular ya hiç yoktur ya da çok zayıf düzeydedir, ancak bu onların iradesiz oldukları anlamına gelmez. Melekler de irade sahibi (fail-i muhtar) varlıklardır ve dilerlerse Allah’ın emrine aykırı davranabilecek güçtedirler. Buna rağmen, bilerek ve isteyerek günah işlememeyi tercih ettikleri için masumdurlar. Ayrıca, bazı rivayetlerde geçen meleklerin ilahi emri yerine getirmekte gecikmeleri veya bir tür uyarıya maruz kalmaları, gerçek anlamda bir günah değil; sadece “terk-i evla” (daha üstün olan davranışı terk etme) olarak yorumlanmalıdır.[61]

İtirazlar ve Yanıtlar

Masumiyet (ismet) anlayışını reddeden bazı kimseler tarafından çeşitli eleştiriler yöneltilmiştir. Bu eleştirilerin başlıcaları ve onlara verilen cevaplar aşağıda açıklanmaktadır:

İsmetin insan tabiatıyla bağdaşmadığı iddiası

Mısırlı yazar Ahmed Emin, ismet kavramının insanın doğasıyla uyuşmadığını savunmuştur. Ona göre insan, hem şehvani (nefsin arzularına dayanan) hem de ruhani (manevi) güçlere sahip bir varlıktır; içinde iyiliğe olduğu kadar kötülüğe yönelme eğilimi de bulunmaktadır. Eğer bu eğilimler ondan tamamen alınırsa, insan artık insan olma özelliğini yitirir; çünkü o zaman iradeye, seçim yapma gücüne ve beşeri duygulara sahip bir varlık olmaktan çıkar. Bu nedenle Ahmed Emin’e göre hiçbir insan, hatta peygamberler (s.a.a) bile, günah (masiyet) işlemekten tamamen korunmuş değildir.[62]

Ayetullah Cevadi Amuli ise bu görüşe cevap verirken insanın özü olan nefs kavramına dikkat çeker. Ona göre insanın nefsi, yaratılış itibarıyla öyle bir potansiyele sahiptir ki, manevi bir terakki (yükseliş) sürecinden geçerek ismet zirvesine ulaşabilir. Çünkü nefis, seyr-i süluk denilen bu manevi yolculukta, dalgınlık, unutkanlık, gaflet ve cehaletten korunma gücüne erişebilir. Amuli’ye göre eğer bir kimsenin nefsi, tam ve sahih bir şekilde keşif ve şuhud (hakikati doğrudan idrak etme) mertebesine ulaşır ve aklın saf hakikat alanına girerse, artık o kişi sadece hakikati kavrar; şüphe, hata, gaflet ve unutkanlık gibi durumlar onun için imkansız hale gelir. Dolayısıyla, madde ve hayal dünyasının ötesine geçip gerçek hakikat kaynaklarına ulaşmış bir kişi, fiilen masum (günah ve hatadan korunmuş) olabilir.[63]

İsmet düşüncesinin menşei meselesi

Bazı araştırmacılar, ismet düşüncesinin İslam’ın ilk dönem kaynaklarında bulunmadığını ve sonradan ortaya çıkmış bir bid‘at (dine sonradan sokulmuş inanç) olduğunu iddia etmişlerdir. Onlara göre bu fikir, Ehl-i Kitap’tan, eski İran kültüründen, tasavvuf geleneğinden veya Zerdüşti öğretilerden İslam’a geçmiş bir anlayıştır.[64]

Bu iddiaya karşılık olarak ise şu cevap verilmiştir: Peygamberlerin ismeti inancı, İslam’ın ilk döneminde yaşayan Müslümanlar arasında zaten yaygındı ve doğrudan Kur’an’ın öğretileriyle ve Hz. Muhammed’in (s.a.a) söz ve davranışlarıyla temellendirilmiştir.[65] Ayrıca Ehl-i Kitap bu düşüncenin kaynağı olamaz; çünkü Tevrat’ta, peygamberlere en ağır günahlar ve çirkin davranışlar nispet edilmiştir.[66] Yine, henüz tasavvuf kurumsal bir yapı kazanmadan önce ismet inancı Şiiler arasında yaygın bir inançtı; dolayısıyla tasavvufun bu düşüncenin kaynağı olduğu iddiası da geçersizdir.[67] Farz edelim ki ismet inancı hem İslam’da hem de Zerdüştilikte benzer şekilde bulunuyor olsun; bu durumda bile birinin diğerinden etkilenmiş olduğu sonucu çıkmaz. Bu benzerlik, bütün ilahi dinlerin özünün aynı hakikatten kaynaklanması ve temel ilkelerinde birbirleriyle örtüşmeleri sebebiyledir.[68]

Masumların istiğfar (bağışlanma dileme) etmesiyle çelişki

Bazı kişiler, masumiyet inancının peygamberlerin ve imamların kendi davranışlarıyla bağdaşmadığını ileri sürerler. Çünkü onlar, çeşitli rivayetlerde kendilerini günahkar olarak nitelendirmiş ve Allah’tan bağışlanma dilemişlerdir. Bu durumda — denildiğine göre — onların masum sayılması, bizzat kendi beyanlarıyla çelişir.[69]

İmamiyye bilginleri bu iddiaya karşı çeşitli açıklamalar getirmiştir:

1. İstiğfarın (bağışlanma dilemenin) kaynağı: Bu durum, masumların sahip oldukları derin marifet (hakikat bilgisi) ve Allah’ın azametine dair yüksek idraklerinden kaynaklanabilir. Yani onlar, kendi fiillerinde gerçek bir günah bulunmasa da, Allah’ın yüceliği karşısında kulluk edebini göstermek amacıyla istiğfar ederler.[70]

2. Günah olmayan fiiller için istiğfar: Masumlar’ın (a.s) istiğfarı, hakikatte günah olmayan fakat onların yüksek manevi derecelerine göre eksiklik sayılabilecek fiiller içindir. Yani sıradan insanlar için günah olmayan bazı şeyler, onların nazarında bir kusur olarak görülür.[71]

3. Manevi terakkideki basamak farkı: Masumlar (a.s), manevi yükseliş (seyr u süluk) sürecinde bir mertebeden daha yüksek bir mertebeye ulaştıklarında, önceki derecelerini kendi nazarlarında yetersiz görür ve o seviyeden istiğfar ederler.[72]

4. Ümmet için istiğfar: Masumların (a.s) istiğfarı, kendi günahları için değil; ümmetlerinin günahları içindir. Bu, onların şefaat (Allah katında bağış dileme) makamının bir yansımasıdır.[73]

5. Eğitici amaçla istiğfar: Masum kişi, ümmetine tevbe, pişmanlık ve Allah’a yönelişin (inabe) nasıl yapılacağını öğretmek için kendisi örnek olarak istiğfar eder.[74]

İlgili Konular

Kaynakça

  1. Hüseyni Milani, Cevahirü’l kelam fi ma‘rifeti’l imame ve’l imam, 1389 h.ş, c.2, s.38-39.
  2. Örnek olarak bkz.: Tusi, el-İktisad fima yete‘alleku bi’l i‘tikad, 1496 h.k, s.260, 350; Allame Hilli, Keşfü’l merad, 1382 h.ş, s.155, 184; Feyz Lahici, Sermaye-i iman, 1372 h.ş, s.90, 114.
  3. Örnek olarak bkz.: Tabatabai, el-Mizan, 1417 h.k, c.2, s.13-134; c.5, s.78-80; c.11, s.162-164; Subhani, Menşur-u cavid, 1383 h.ş, c.4, s.3-410; Mekarim Şirazi, Tefsir-i Numune, 1371 h.ş, c.17, s.297-305.
  4. Ziyaifer, “Kelami Görüşlerin Usul-i Fıkıh Üzerindeki Etkisi”, s.323.
  5. Hüseyni, “Ehl-i Kitab’ın Görüşüne Göre İsmet (Yahudiler ve Hristiyanlar)”, ayende-i Ruşen web sitesi.
  6. Mufid, Tashihu’l i‘tikadat el-İmamiyye, 1414 h.k, s. 128; Seyyid Murtaza, Resa’ilü’ş Şerif el-Murtaza, 1405 h.k, c. 3, s. 326; Allame Hilli, Babu’l hadi aşer, 1365 h.ş, s. 9.
  7. Kadı Abdülcebbar, Şerhu’l usuli’l hamse, 1422 h.k, s. 529; Taftazani, Şerhu’l makasıd, 1409 h.k, c. 4, s. 312-313.
  8. Fazıl Mıkdad, el-levami‘u’l ilahiyye, 1422 h.k, s. 242; Rabbani Golpayegani, İmamet der Bineşi İslami, 1387 h.ş, s. 215.
  9. Seyyid Murtaza, Resa’ilü’ş Şerif el-Murtaza, 1405 h.k, c. 3, s. 326; Allame Hilli, Babu’l hadi aşer, 1365 h.ş, s. 9; Fazıl Mıkdad, el-levami‘u’l ilahiyye, 1422 h.k, s. 243.
  10. Allame Hilli, el-Babu’l hadi aşer, 1365 h.ş, s. 9.
  11. Curcani, Şerhu’l Mevakıf, 1325 h.k, c. 8, s. 280; Taftazani, Şerhu’l Makasıd, 1409 h.k, c. 4, s. 312–313.
  12. Curcani, Şerhu’l Mevakıf, 1325 h.k, c. 8, s. 280.
  13. Tusi, Telhisu’l Muhassal, 1405 h.k, s. 369; Curcani, Şerhu’l Mevakıf, 1325 h.k, c. 8, s. 281; Tabatabai, el-Mizan, 1417 h.k, c. 11, s. 162; Cevadi Amuli, Vahiy ve Nübüvvet der Kur’an, 1392 h.ş, s. 197; Misbah Yezdi, Rah u Rahnema-Şinasi, 1395 h.ş, s. 285–286.
  14. Subhani, Menşur-ı Cavid, 1383 h.ş, c. 4, s. 12–14; Subhani, el-İlahiyyat, 1412 h.k, c. 3, s. 158–159.
  15. Subhani, Menşur-ı Cavid, 1383 h.ş, c. 4, s. 20.
  16. Bkz. İbn Faris, Mu‘cemu Mekayisi’l luğa, Mektebetü’l İ‘lami’l İslami, c. 4, s. 331; Rağıb el-İsfahani, Müfredatü elfazi’l Kur’an, Dar Kalem, s. 569; Cevheri, es-Sıhah, 1407 h.k, c. 5, s. 1986; İbn Manzur, Lisanü’l Arab, Dar Sadır, c. 12, s. 403–404.
  17. Kadrdan Karamelki, Kelam-ı Felsefi, 1383 h.ş, s. 388-390.
  18. Müfid, Tashihu’l İ‘tikadati’l İmamiyye, 1414 h.k, s. 128; Seyyid Murtaza, ez-Zehira, 1411 h.k, s. 189.
  19. Allame Hilli, Keşfü’l Murad, 1382 h.ş, s. 186.
  20. Fazıl Mukaddem, el-Levami‘u’l İlahiyye, 1422 h.k, s. 224; Tabatabai, el-Mizan, 1417 h.k, c. 5, s. 79; c. 11, s. 162-163; c. 17, s. 291; Subhani, el-İlahiyyat, 1412 h.k, c. 4, s. 159-161.
  21. Tabatabai, el-Mizan, 1417 h.k, c. 11, s. 163; Misbah Yezdi, Rah u Rahnema-şinasi, 1395 h.ş, s. 302-304.
  22. Fadlullah, Tefsir min vahyi’l Kur’an, Beyrut, 1419 h.k, c.4, s.155–156.
  23. Rabbani Gulpeyegani, İmamet der Bineş-i İslami, 1387 h.ş, s.217.
  24. Allame Hilli, Keşfü’l Murad, 1382 h.ş, s.186; Fazıl Mukaddem, el-Lavami‘u’l İlahiyye, 1422 h.k, s.243; Cürcani, Şerhu’l Mevakıf, 1325 h.k, c.8, s.281.
  25. Cevadi ameli, Siretü’n Nebi el-Ekrem (s.a.a) fi’l Kur’an, c.9, 1385 h.ş, s.24.
  26. Tabatabai, el-Mizan fi Tefsir el-Kur’an, 1417 h.k, c.11, s.162–163.
  27. Misbah Yezdi, Der Pertev-i Velayet, 1383 h.ş, s.53–63.
  28. Misbah Yezdi, Der Pertev-i Velayet, 1383 h.ş, s.57–58.
  29. Enveri, Nur-ı İsmet ber Sima-yı Nübüvvet, 1397 h.ş, s.52.
  30. Sadegi Erdekani, İsmet, 1388 h.ş, s.19.
  31. Rebbani Golpayegani, Kelam-ı Tetbiki, 1385 h.ş, s.94-98.
  32. Allame Hilli, Keşfü’l Murad, 1382 h.ş, s.155.
  33. Örnek olarak, Haşr Suresi 7. ayet.
  34. Kulayni, el-Kafi, 1407 h.k, c.1, s.202-203; Meclisi, Biharü’l Envar, 1403 h.k, c.14, s.103; c.12, s.348; c.4, s.45; Saduk, Uyunü Ahbari’r Rıza, 1378 h.k, c.1, s.192-204.
  35. Kerimi, Nübüvvet (Pezuheşi der Nübüvvet-i Amme ve Hasse), 1383 h.ş, s.134; Eşrefi ve Rezai, “Peygamberlerin İsmeti Kur’an ve Ahd-i Atik’te”, s.87.
  36. Subhani, Menşur-ı Cavid, 1383 h.ş, c.5, s.51-52; aynı yazar, İsmetü’l Enbiya fi’l Kur’an el-Kerim, 1420 h.k, s.69, 70, 91-229; Cevadi amuli, Vahy ve Nübüvvet der Kur’an, 1392 h.ş, s.246-286; Mekkarim Şirazi, Peyam-ı Kur’an, 1386 h.ş, c.7, s.101-160.
  37. Milani, İsmet ez Menzar-ı Ferikeyn, 1394 h.ş, s.102-103.
  38. Milani, İsmet ez Menzar-ı Ferikeyn, 1394 h.ş, s.101-102.
  39. Örnek olarak bkz. Tusi, el-İktisad fi ma yete‘alleku bi’l i‘tikad, 1496 h.k, s. 305; Allame Hilli, Keşfu’l merad, 1382 h.ş, s. 184; Feyz Lahici, Sermaye-i iman, 1372 h.ş, s. 114; Sübhani, el-İlahiyyat, 1412 h.k, c. 4, s. 116.
  40. Meclisi, Biharü’l envar, 1403 h.k, c. 25, s. 209, 350, 351.
  41. Allame Hilli, Keşfu’l merad, 1382 h.ş, s. 184; Cürcani, Şerhu’l mevakıf, 1325 h.k, c. 8, s. 351.
  42. Kadı Abdülcebbar, el-Muğni, 1962–1965, c. 15, s. 251, 255, 256; c. 20, kısım 1, s. 26, 84, 95, 98, 215, 323; Cürcani, Şerhu’l mevakıf, 1325 h.k, c. 8, s. 351; Teftazani, Şerhu’l makasıd, 1409 h.k, c. 5, s. 249.
  43. Cürcani, Şerhu’l mevakıf, 1325 h.k, c. 8, s. 351; Teftazani, Şerhu’l makasıd, 1409 h.k, c. 5, s. 249.
  44. Bkz. İbn Teymiyye, Minhacü’s sünne’n nebeviyye, 1406 h.k, c. 2, s. 429; c. 3, s. 381; İbn Abdülvehhab, Risale fi’r red ‘ale’r rafıda, Riyad, s. 28; Kafari, Usulü mezhebi’ş Şi‘ati’l İmamiyye, 1431 h.k, c. 2, s. 775.
  45. Sübhani, Menşur-ı Cavid, 1383 h.ş, c. 4, s. 251.
  46. Fazıl Mukaddem (Fazıl Mukaddem el-Mekki), el-Levami‘u’l ilahiyye, 1422 h.k, s. 332; Muzaffar, Delailü’s sıdk, 1422 h.k, c. 4, s. 220.
  47. Bkz. Tusi, et-Tibyan fi tefsiri’l Kur’an, Dar İhyai’t türasi’l ‘Arabi, c. 3, s. 236; Tabersi, Mecme‘u’l beyan, 1372 h.ş, c. 3, s. 100; Bahrani, Menaru’l hüda, 1405 h.k, s. 113–114; Muzaffar, Delailü’s sıdk, 1422 h.k, c. 4, s. 221.
  48. Seyyid Murtaza, eş-Şafi fi’l imame, 1410 h.k, c. 3, s. 134–135; Bahrani, Menaru’l hüda, 1405 h.k, s. 646–647; Sübhani, el-İlahiyyat, 1412 h.k, c. 4, s. 125.
  49. Bkz. Allame Hilli, Keşfu’l merad, 1382 h.ş, s. 196; Rabbani Gülpayigani, İslami Görüşte İmamet, 1387 h.ş, s. 274–280.
  50. Bkz. Müfid, el-Mesailü’l Carudiyye, 1413 h.k, s. 42; İbn Atiyye, Ebha’l midad, 1423 h.k, c. 1, s. 131; Bahrani, Menaru’l hüda, 1405 h.k, s. 671.
  51. Mir Hamid Hüseyin, ‘Abekatü’l envar, c. 23, s. 655–656.
  52. Seyyid Murtaza, eş-Şafi fi’l imame, 1410 h.k, c. 4, s. 95.
  53. Seyyid Murtaza, eş-Şafi fi’l imame, 1410 h.k, c. 4, s. 95.
  54. Meclisi, Biharü’l envar, 1403 h.k, c.11, s.124.
  55. Bkz. Muhakkık, İsmet ez didgah-ı Şi‘a ve Ehli Sünnet, 1391 h.ş, s.130-132.
  56. Feyz Lahici, Güher-i Murad, 1383 h.ş, s.425; Fahreddin Razi, et-Tefsirü’l kebir, 1420 h.k, c.22, s.136.
  57. Bkz. Tusi, et-Tibyan fi tefsiri’l Kur’an, Darü ihyai’t türasi’l Arabi, c.10, s.50; Tabersi, Mecma‘u’l beyan, 1372 h.ş, c.10, s.477.
  58. Bkz. Feyz Lahici, Güher-i Murad, 1383 h.ş, s.426.
  59. İsmetin lehindeki deliller için bkz. Rastin & Kehnesal, “İsmet-i Feriştegan: Şevahid-i Muvafık ve Muhalif”, s.117-121.
  60. Bkz. Meclisi, Biharü’l envar, 1403 h.k, c.11, s.124; Rastin & Kehnesal, “İsmet-i Feriştegan: Şevahid-i Muvafık ve Muhalif”, s.121.
  61. Mekarim Şirazi, Peyam-ı İmam Emirü’l Mü’minin (a.s), 1386 h.ş, c.1, s.167-168.
  62. Ahmed Emin, Duḥa’l İslam, 2003, c.3, s.229–230.
  63. Cevadi amuli, Vahiy ve Nübüvvet der Kur’an, 2013 (1392h.ş), s.201–203.
  64. Şerifi ve Yusefian, Pezuheşi der ‘Ismet-i Ma‘suman (a.s), 2009 (1388h.ş), s.79–85.
  65. Şerifi ve Yusefian, Pezuheşi der ‘Ismet-i Ma‘suman (a.s), 2009 (1388h.ş), s.80–82.
  66. Aynı eser, s.80–81.
  67. Aynı eser, s.83.
  68. Aynı eser, s.86.
  69. Fahreddin Razi, ‘Ismetü’l Enbiya, 1409h.k, s.136; alusi, Ruhu’l Me‘ani fi Tefsiri’l Kur’an, 1414h.k, c.12, s.26; Kıfari, Usulü Mezhebi’ş Şi‘a el-İmamiyye, 1431h.k, c.2, s.794–796; Dehlevi, Tuhfe-i İsnaaşeriyye, Mektebetü’l Hakika, s.463.
  70. Mecilisi, Biharü’l envar, 1403h.k, c.25, s.210; Kebir Medeni Şirazi, Riyazü’s salikin fi şerhi Sahifeti Seyyidi’s Sacidin, c.2, s.472; Humeyni, Şerhu Çihil Hadis, 2001 (1380h.ş), s.70; Humeyni, Cihad-i Ekber, 1999 (1378h.ş), s.57; Cevadi amuli, Tefsir-i Mevzu‘i-yi Kur’an, 1999 (1378h.ş), c.3, s.267.
  71. Erbili, Keşfü’l Ğumme, 1381h.k, c.2, s.253–255; Hace Nasirüddin Tusi, Evsafü’l Eşraf, 1994 (1373h.ş), s.26; Mecilisi, Biharü’l envar, 1403h.k, c.25, s.210; Humeyni, Sahife-i İmam, c.20, s.269; Tabatabai, el-Mizan fi Tefsiri’l Kur’an, 1390h.k, c.6, s.367; Sübhani, el-Fikrü’l Halid, 1425h.k, c.1, s.432–437; Mekarim Şirazi, Tefsir-i Nemune, 1995 (1374h.ş), c.20, s.134; Misbah Yezdi, “Çera-yi İ‘tiraf-ı Ma‘suman be Kusur u Kutahi”, s.8–10.
  72. Mecilisi, Biharü’l envar, 1403h.k, c.25, s.210; Mecilisi, Mir’atü’l ‘ukul, 1404h.k, c.12, s.113; Humeyni, Şerhu Çihil Hadis, 2001 (1380h.ş), s.343; Misbah Yezdi, “Çera-yi İ‘tiraf-ı Ma‘suman be Kusur u Kutahi”, s.11–14; Nayiçi, adab-i Raz u Niyaz be Dergeh-i Bi-niyaz, 2002 (1381h.ş), s.347.
  73. Kebir Medeni Şirazi, Riyazü’s salikin fi şerhi Sahifeti Seyyidi’s Sacidin, c.2, s.472; Şeyh Tusi, et-Tibyan fi Tefsiri’l Kur’an, Dar İhyai’t Türasi’l ‘Arabi, c.9, s.87.
  74. Mecilisi, Mir’atü’l ‘ukul, 1404h.k, c.11, s.308; Kebir Medeni Şirazi, Riyazü’s salikin fi şerhi Sahifeti Seyyidi’s Sacidin, c.2, s.472.
  1. Nefsani Meleke, insan ruhuna nüfuz etmiş ve kolayca yok olmayan, sürekli ve kalıcı bir nefs halidir. (Curcani, et-Ta‘rifat, 1412 h.k, s. 101.)

Bibliyografi

  • İbn Teymiyye, Ahmed b. Abdülhalim, Minhâcü’s sünneti’n nebeviyye fî nakzi kelâmi’ş Şîati’l kaderiyye, tahkik: Muhammed Reşâd Sâlim, Câmiatu’l İmâm Muhammed b. Suûd el-İslâmiyye, 1. baskı, 1406 h.k / 1986.
  • İbn Abdülvehhâb, Muhammed b. Abdülvehhâb b. Süleyman, Risâletün fi’r reddi aler-Râfıza, tahkik: Nâsır b. Sa’d er-Reşîd, Riyad, Câmiatu’l İmâm Muhammed b. Suûd el-İslâmiyye, t.y. (Bu risale, Muhammed b. Abdülvehhâb’ın Müellefât adlı eserinin 12. cildinde yayımlanmıştır.)
  • İbn Atıyye, Mukâtil, Ebhâ’l medâd fî şerhi Mu’temeri ulemâi Bağdâd, şerh ve tahkik: Muhammed Cemîl Hamûd, Beyrut, Müessesetü’l A’lemî, 1. baskı, 1423 h.k.
  • İbn Manzûr, Muhammed b. Mukrim, Lisânü’l Arab, Dâr Sâdır, 3. baskı, t.y.
  • Eşrefî, Abbas & Ümmü’l Benîn Rezâî, “Kur’an ve Ahd-i Kadîm’de Peygamberlerin (a.s) İsmeti”, Pezûheşnâme-yi Ma’ârif-i Kur’ânî, sayı 12, 1392 h.ş.
  • Erbelî, Ali b. Îsâ, Keşfü’l gumme, Tebriz, Benî Hâşimî, 1381 h.k.
  • Âlûsî, Seyyid Mahmûd, Rûhu’l meânî fî tefsîri’l Kur’âni’l azîm, Beyrut, Dârü’l fikr, 1414 h.k.
  • Emîn, Ahmed, Duha’l İslâm, Kahire, Mektebetü’l usra, 2003.
  • Envârî, Cafer, Nur-u İsmet Ber Simâ-yi Nübüvvet; Kur’anî Şüphelere Yanıt, Kum, İmam Humeynî Eğitim ve Araştırma Enstitüsü, 1. baskı, 1397 h.ş.
  • Bahrânî, Şeyh Ali, Menâru’l hüdâ fî’n nassi alâ imâmeti’l eimmeti’l isnâ aşer, tahkik: Abdü’z Zehrâ Hatîb, Beyrut, Dârü’l Müntezir, 1405 h.k.
  • Teftezanî, Sa’düddin, Şerhu’l makâsıd, tahkik ve ta’lîk: Abdurrahman Umeyre, Kum, Şerîf Razî, 1. baskı, 1409 h.k.
  • Cürcânî, Mir Seyyid Şerîf, Şerhu’l mevâkıf, tahkik: Bedreddin Na’sânî, Kum, Şerîf Razî, 1. baskı, 1325 h.k.
  • Cevâdî Âmulî, Abdullah, Tefsîr-i Mevzûî, Kum, Neşr-i İsrâ, 1376 h.ş.
  • Cevâdî Âmulî, Abdullah, Kur’an’da Peygamber-i Ekrem’in (s.a.a) Sîreti (c.9), Kum, Merkez-i Neşr-i İsrâ, 1385 h.ş.
  • Cevâdî Âmulî, Abdullah, Vahy ve Nübüvvet der Kur’an (Tefsîr-i Mevzûî-yi Kur’ân-ı Kerîm, c.3), tahkik ve düzenleme: Ali Zamânî Kumşehî, Kum, Neşr-i İsrâ, 6. baskı, 1392 h.ş.
  • Hüseynî, “Ehl-i Kitap’ın Görüşüne Göre İsmet (Yahudiler ve Hristiyanlar)”, Âyende-i Rûşen web sitesi, yayımlanma tarihi: 1 Urdibehişt 1388 h.ş. (21 Nisan 2009), ziyaret tarihi: 12 Urdibehişt 1402 h.ş. (2 Mayıs 2023).
  • Hüseynî Mîlânî, Seyyid Ali, Cevâhirü’l kelâm fî ma’rifeti’l imâmeti ve’l imâm, Kum, Merkezü’l hakâiki’l İslâmiyye, 1389 h.k.
  • Hüseynî Mîlânî, Seyyid Ali, İsmet ez Menzâr-ı Ferîkeyn (Şiî ve Ehl-i Sünnet), Kum, Merkezü’l hakâiki’l İslâmiyye, 1394 h.ş.
  • Humeynî, Rûhullah, Cihâd-ı Ekber, Tahran, İmam Humeynî Eserlerini Düzenleme ve Yayınlama Kurumu, 1378 h.ş.
  • Humeynî, Rûhullah, Şerh-i Çehil Hadîs, Tahran, İmam Humeynî Eserlerini Düzenleme ve Yayınlama Kurumu, 1380 h.ş.
  • Humeynî, Rûhullah, Sahîfe-i İmam, Tahran, İmam Humeynî Eserlerini Düzenleme ve Yayınlama Kurumu, 1385 h.ş.
  • Hâce Nasîrüddîn Tûsî, Muhammed b. Muhammed, Evsâfü’l eşrâf, Tahran, Vezâret-i Ferheng ve Erşâd-ı İslâmî, Sâzmân-ı Çâp u Enteşâr, 1373 h.ş.
  • Rastin, Emir ve Alireza Kehnesâl, “Meleklerin İsmeti: Uyumlu ve Karşıt Deliller”, Feslnâme-yi Andîşe-yi Nevîn-i Dînî, sayı 38, Güz 1393 h.ş.
  • Dehlevî, Abdülazîz, Tuhfetü’s seniyye el-İsnâaşeriyye, İstanbul, Mektebetü’l Hakîka, t.y.
  • Rebbânî Gülpâyegânî, Ali, İmâmet der Bîniş-i İslâmî, Kum, Büstân-ı Kitâb, 2. baskı, 1387 h.ş.
  • Rebbânî Gülpâyegânî, Ali, Kelâm-ı Tatbîkî, Kum, Merkez-i Cihânî-i Ulûm-i İslâmî Neşriyâtı, 1385 h.ş.
  • Câfer Subhânî, el-İlâhiyyât alâ Hudâ’l Kitâb ve’s Sünne ve’l Akl, Kum, el-Merkezü’l Âlemî li’d Dirâsâti’l İslâmiyye, 1. baskı, 1412 h.k.
  • Câfer Subhânî, İsmetü’l enbiyâ fi’l Kur’âni’l Kerîm, Kum, Müessese-i İmam Sâdık (a.s), 1420 h.k.
  • Câfer Subhânî, el-Fikrü’l Hâlid fî Beyâni’l Akâid, Kum, Müessese-i İmam Sâdık (a.s), 1425 h.k.
  • Câfer Subhânî, Menşûr-ı Câvid, Kum, Müessese-i İmam Sâdık (a.s), 1383 h.ş.
  • Seyyid Murtazâ, Ali b. Hüseyin, ez-Zehîre fi’l İlm-i Kelâm, Kum, Neşr-i İslâmî, 1411 h.k.
  • Seyyid Murtazâ, Ali b. Hüseyin, eş-Şâfî fi’l İmâme, tahkik ve ta‘lik: Seyyid Abdüzzehrâ Hüseynî, Tahran, Müessese-i Sâdık (a.s), 2. baskı, 1410 h.k.
  • Seyyid Murtazâ, Ali b. Hüseyin, Resâilü’ş Şerîf el-Murtazâ, Kum, Dârü’l Kütüb, 1405 h.k.
  • Ahmed Hüseyin Şerîfî ve Hasan Yûsefiyân, Masumlar’ın (a.s) İsmeti Üzerine Bir Araştırma, Tahran, Pejûheşgâh-ı Ferheng ve Endîşe-i İslâmî, 1388 h.ş.
  • Muhammed Emin Sâdikî Erdekanî, İsmet, Kum, Neşr-i Huzet-i İlmiyye, 1388 h.ş.
  • Sadûk, Muhammed b. Ali b. Bâbûye, Uyûnü Ahbâri’r Rızâ (a.s), tahkik: Mehdî Lâcevârdî, Tahran, Neşr-i Cihân, 1. baskı, 1378 h.k.
  • Seyyid Muhammed Hüseyin Tabâtabâî, el-Mîzân fî Tefsîri’l Kur’ân, Kum, Neşr-i İslâmî, 1417 h.k.
  • Seyyid Muhammed Hüseyin Tabâtabâî, el-Mîzân fî Tefsîri’l Kur’ân, Beyrut, A‘lemî, 1390 h.k.
  • Tabersî, Fazl b. Hasan, Mecma‘u’l Beyân fî Tefsîri’l Kur’ân, Tahran, Nâsır-ı Husrev, 3. baskı, 1372 h.ş.
  • Tûsî, Nasîrüddîn, Telhîsü’l Muhassal el-Ma‘rûf bi-Nakdi’l Muhassal, Beyrut, Dârü’d Duâ, 2. baskı, 1405 h.k.
  • Tûsî, Muhammed b. Hasan, el-İktisâd fî mâ Yete‘alleku bi’l İ‘tikâd, Beyrut, Dârü’l Ezdâ, 2. baskı, 1406 h.k.
  • Tûsî, Muhammed b. Hasan, et-Tibyân fî Tefsîri’l Kur’ân, Beyrut, Dârü İhyâi’t Türâsi’l Arabî, 1. baskı, t.y.
  • Allâme Hillî, Hasan b. Yûsuf, el-Bâbü’l Hâdî Aşer, Tahran, Müessese-i Mutâlâ‘ât-ı İslâmî, 1365 h.ş.
  • Allâme Hillî, Hasan b. Yûsuf, Keşfü’l Murâd fî Şerhi Tecrîdi’l İ‘tikâd, Kısım: el-İlâhiyyât, haz.: Câfer Subhânî, Kum, Müessese-i İmam Sâdık (a.s), 2. baskı, 1382 h.ş.
  • Fâzıl Mukadded, Mukadded b. Abdullah, el-Levâmi‘u’l İlâhiyye fi’l Mebâhisi’l Kelâmiyye, tahkik ve ta‘lik: Şehîd Kâzî Tabâtabâî, Kum, Dâfter-i Teblîgât-i İslâmî, 2. baskı, 1422 h.k.
  • Fahreddîn Râzî, Muhammed b. Ömer, et-Tefsîru’l Kebîr (Mefâtîhu’l Ğayb), Beyrut, Dârü İhyâi’t Türâsi’l Arabî, 3. baskı, 1420 h.k.
  • Fahreddîn Râzî, Muhammed b. Ömer, İsmetü’l Enbiyâ, Beyrut, Dârü’l Kütübi’l İlmiyye, 1409 h.k.
  • Fazlullah, Seyyid Muhammed Hüseyin, Tefsîrü Min Vehyi’l Kur’ân, Beyrut, Dârü’l Melâk li’t Tıbâ‘a ve’n Neşr, 1419 h.k.
  • Fayyâz Lâhicî, Abdürrezzâk, Sermâye-i Îmân der Usûl-i İ‘tikâdât, tashih: Sâdık Lârîcânî, Tahran, Neşr-i Zehrâ, 3. baskı, 1372 h.ş.
  • Fayyâz Lâhicî, Abdürrezzâk, Gevher-i Murâd, Tahran, Neşr-i Sâye, 1. baskı, 1383 h.ş.
  • Kâzî Abdülcebbâr, Abdülcebbâr b. Ahmed, el-Muğnî fî Ebvâbi’t Tevhîd ve’l Adl, tahkik: Corc Kanvâtî, Kahire, ed-Dârü’l Mısriyye, 1962–1965.
  • Kadrdân Karamelkî, Muhammed Hasan, Kelâm-ı Felsefî, Kum, Vüsûk, 1383 h.ş.
  • Kafârî, Nâsır Abdullah Ali, Usûlü Mezhebi’ş Şîa el-İmâmiyye; Arz ve Nakd, Cîze, Dârü’r Rızâ, 4. baskı, 1431 h.k / 2010.
  • Kebîr Medenî Şîrâzî, Seyyid Ali Han b. Ahmed, Riyâzü’s Sâlikîn fî Şerhi Sahîfeti Seyyidi’s Sâcidîn, Kum, Dâfter-i Neşr-i İslâmî, 1409 h.k.
  • Kuleynî, Muhammed b. Ya‘kûb, el-Kâfî, Tahran, Dârü’l Kütübi’l İslâmiyye, 1407 h.k.
  • Meclisî, Muhammed Bâkır, Bihârü’l Envâr el-Câmi‘a li-Düreri Ahbâri’l Eimmeti’l Ethâr, Beyrut, Dârü İhyâi’t Türâsi’l Arabî, 2. baskı, 1403 h.k.
  • Meclisî, Muhammed Bâkır, Mir’âtü’l ‘Ukûl fî Şerhi Ahbâri Âli’r Resûl, Kum, Dârü’l Kütübi’l İslâmiyye, 1404 h.k.
  • Muhakkik, Fâtıma, İsmet Şiî ve Ehl-i Sünnet Görüşüne Göre, Kum, Âşiyâne-i Mehr, 1. baskı, 1391 h.ş.
  • Muhammed Takî Misbâh Yezdî, Der Pervâ-yi Velâyet (Velâyet’in Gölgesinde), nşr.: Muhammed Mehdî Nâderî, Kum, Müessese-i Âmûzeşî ve Pejûheşî-i İmam Humeynî (r.a), 1383 h.ş.
  • Muhammed Takî Misbâh Yezdî, Râh ve Râhnemâşinâsî (Yol ve Rehber Tanıma), Kum, Müessese-i Âmûzeşî ve Pejûheşî-i İmam Humeynî (r.a) Neşriyâtı, 1395 h.ş.
  • Muhammed Takî Misbâh Yezdî, “Masumlar’ın (a.s) Kusur ve Eksikliklerini İtiraf Etmelerinin Hikmeti”, Ma‘rifet Dergisi, sayı 147, İsfend 1388 h.ş.
  • Şeyh Müfîd, Muhammed b. Nu‘mân, Tashîhü’l İ‘tikâdâti’l İmâmiyye, Kum, Kongre-i Şeyh Müfîd, 2. baskı, 1414 h.k.
  • Şeyh Müfîd, Muhammed b. Muhammed, el-Mesâilü’l Cârûdiyye, Kum, el-Mü’temerü’l Âlemî li’ş Şeyh el-Müfîd, 1. baskı, 1413 h.k.
  • Nâsır Mekârim Şîrâzî, Peygamber’in (s.a.a) Mesajı, Tahran, Dârü’l Kütübi’l İslâmiyye, 1. baskı, 1386 h.ş.
  • Nâsır Mekârim Şîrâzî, Numûne Tefsîri, Tahran, Dârü’l Kütübi’l İslâmiyye, 1374 h.ş.
  • Muhammed Hüseyin Muzaffar, Delâilü’s Sıdk, Kum, Müessese-i Âl-i Beyt (a.s), 1. baskı, 1422 h.k.
  • Muhammed Hüseyin Nâyicî, Âdâb-ı Râz u Niyâz be Dergâh-ı Bî-Niyâz (İbn Fehd Hillî’nin Udde’tü’d Dâ‘î Adlı Eserinin Tercümesi), Tahran, Neşr-i Kiyâ, 1381 h.ş.