Taslak:İmamların İsmeti
| İlahiyat | |
|---|---|
| Tevhid | Zati Tevhid • Sıfati Tevhid • Efali Tevhid • İbadette Tevhid |
| Füruu | Tevessül • Şefaat • Teberrük • |
| Adalet (İlahi Fiiler) | |
| Hüsn ve Kubh • Beda • Emru'n Beyne'l Emreyn • | |
| Nübüvvet | |
| Peygamberlerin İsmeti • İslam Peygamberinin Hatemiyeti • Gaybet İlmi • Mucize • Kur’an’ın Tahrif Olmadığı | |
| İmamet | |
| İnançlar | İmam'ın Tayin Edilmesinin Gerekliliği • İmamların İsmeti • Tekvini Velayet • İmamların Gaybi İlmi • Gaybet (Küçük Gaybet, Büyük Gaybet), İntizar, Zuhur • Ric'at |
| İmamlar | 1. İmam Ali |
| Mead | |
| Berzah • Cismani Mead • Haşir • Sırat • Amel Defteri • Mizan | |
| Belirgin Konular | |
| Ehlibeyt • On Dört Masum • Takiye • Merceiyyet • İsmet | |
İmamların İsmeti veya İmamların Masumiyeti (Arapça: عِصمَة الأئِمَة), yani Şia imamları’nın (a.s) her türlü günah, hata, unutkanlık ve hatta küçük ihmallerden dahi tamamen uzak olmaları anlamına gelir. İmamiyye (Caferiyye) mezhebine ve aynı şekilde İsmailiyye mezhebine göre de bu ismet, yani mutlak manevi temizlik ve yanılmazlık, imamet makamının en temel şartlarından biri olup imamların en üstün özelliklerinden sayılır. İmamların ismeti, On İki İmam Şiileri (İsnaaşeriyye) inancına özgü, ayırt edici bir öğreti olarak kabul edilir ve bu hususta onlar arasında tam bir icma (ittifak) mevcuttur. Abdullah Cevadi Amuli’nin beyanına göre imamlar (a.s), davranışlarında ve tüm fiillerinde nasıl masum ve tertemiz iseler, onların imamın İlmi de aynı şekilde hakka dayalı, eksiksiz, yanılgıdan korunmuş ve her türlü beşeri hata etkisinden uzaktır.
Şii alimler, imamların ismetini temellendirmek için birçok ayete ve delile başvurmuşlardır. Bunlar arasında Ulu'l Emr ayeti, Tathir ayeti, İbtila ayeti, Sadıkeyn ayeti, Meveddet ayeti ve Salavat ayeti özellikle dikkat çeker. Bu ayetlerin her biri, imamların Allah tarafından özel bir koruma ve lütufla günah, hata ve şaşırmadan uzak kılındıklarını vurgulayan güçlü metinlerdir. Ayrıca, hadis kaynaklarında da bu konu hakkında oldukça çok sayıda rivayet bulunmaktadır. Özellikle Sekaleyn hadisi, Eman hadisi ve Sefine hadisi (Hadisü’s Sefine) gibi sahih rivayetler, imamların (a.s) ismetini destekleyen açık ve kuvvetli deliller arasında yer alır.
Her ne kadar imamların ismetine ilişkin bu kadar çok akli ve nakli delil ortaya konmuşsa da, Vehhabilik mensupları ve onların önde gelen temsilcisi kabul edilen İbn Teymiyye el-Harrani, bu inancı reddetmiş, hatta çeşitli akli ve nakli itirazlar yöneltmiştir. Bununla birlikte, Şii bilginler bu itirazların her birine ayrıntılı, mantıklı ve ilmi cevaplar vermişler; böylece imamların (a.s) ismetinin hem akli hem de nakli yönden savunulabilir olduğunu ayrıntılı şekilde açıklamışlardır.
İmamların ismeti ve imamet konuları üzerine tarih boyunca çok sayıda eser kaleme alınmıştır. Bu eserlerden bazıları şunlardır: Cafer Subhani’nin İmamı Tanımak ve Onun İsmetini İncelemek Üzerine Bir Araştırma adlı kitabı; Muhammed Hüseyin Fariyab’ın Beşinci Hicri Asrın Sonuna Kadar İmamiyye Düşüncesinde İmamın İsmeti adlı eseri ve İbrahim Saferzade’nin Akıl ve Vahiy Açısından İmamların İsmeti adlı kapsamlı çalışması.
Konum ve Önem
İmamın İsmeti ve bu ismetin dayandığı deliller, hem Kur’an’i hem de kelami (teolojik) bakımdan en önemli meselelerden biri olarak kabul edilmektedir.[1] İmamiyye (Ca‘feriyye) mezhebine mensup On İki İmam Şiileri’nin (İsnaaşeriyye) görüşüne göre ismet, yani her türlü hata, unutkanlık ve günah karşısında mutlak korunmuşluk, hem imametin şartlarından biridir hem de imamların en temel sıfatları arasında yer alır.[2] Allame Meclisi’nin rivayet ettiğine göre, İmamiyye alimlerinin tamamı imamlar’ın (a.s) büyük ve küçük tüm günahlardan, ister kasıtlı ister sehven olsun, ayrıca her tür hata ve yanılmadan da tamamen uzak oldukları konusunda ittifak etmişlerdir.[3] Rivayet edilmiştir ki, İsmailiyye mezhebi de ismeti, yani manevi yanılmazlığı, imamet için zorunlu bir şart olarak kabul etmiştir.[4]
Buna karşılık Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat mezhebine mensup bilginler, ismeti imamet için bir şart olarak görmemişlerdir.[5] Onlara göre üç halife imam idiler; ancak masum değillerdi.[6] Bu sebeple Ehl-i Sünnet alimleri, imamet için ismet yerine adalet şartını yeterli görmüşlerdir.[7] Bununla birlikte, yedinci yüzyılda yaşamış olan Ehl-i Sünnet alimlerinden Sıbt İbnü’l Cevzi, imamın ismetini kabul etmiş ve bunu açıkça ifade etmiştir.[8] Vehhabiler ise imamların ve Şia imamları’nın (a.s) ismetini kabul etmez, onu yalnızca peygamberlere özgü bir özellik olarak görürler.[9] İbn Ebi’l Hadid Mu‘tezili’nin nakline göre, beşinci hicri yüzyılda yaşamış Mu‘tezili kelamcı Ebu Muhammed Hasan b. Ahmed b. Metteveyh, imamet için ismeti zorunlu görmemekle birlikte, Ali’nin (a.s) masumiyetini kabul etmiş ve bunu Mu‘tezile mezhebinin görüşü olarak belirtmiştir.[10]
Ayetullah Cafer Subhani’ye göre, bu görüş ayrılığı, Şiiler ile Sünniler’in imamet ve Peygamber’in (s.a.a) halifeliği konusundaki farklı anlayışlarından kaynaklanmaktadır. Şii düşüncesine göre imamet, nübüvvet gibi ilahi bir makamdır ve bu makama gelecek kişiyi yalnızca Allah tayin eder.[11] Buna karşılık Ehl-i Sünnet anlayışında imamet dünyevi, yani toplumsal ve beşeri bir görevdir;[12] imam halk tarafından seçilir, ilmi ve adaleti toplumun geneliyle kıyaslanır ve Allah tarafından tayin edilmez.[13]
İmamların (a.s) ismeti, Şii usul-i fıkıh ilminde önemli bir kelami esas olarak kabul edilir; çünkü imamların ismeti kanıtlandığında, imamların sünneti — yani sözleri, fiilleri ve masumun takriri — usul-i fıkıhta şer‘i hükümlerin istinbatı için geçerli bir kaynak olarak kabul edilir. Ancak ismet ispatlanmazsa, imamların sünnetinden hüküm çıkarmak mümkün olmaz.[14] Ayrıca, Şii alimlerine göre icma’ın bağlayıcılığının (hüccet oluşunun) temeli de imamın ismetidir; çünkü imam, Peygamber’in (s.a.a) halifesi olup onun gibi masumdur. Bu nedenle icma, masumun görüşünü yansıttığı ölçüde bağlayıcı kabul edilir. Buna karşılık, Ehl-i Sünnet’in usul alimleri, icmaın hüccet olmasının dayanağını ümmetin ismetinde görürler.[15]
İmamların (a.s) ismeti konusu Kur’an’da açıkça zikredilmemekle birlikte, Şii alimler birçok ayeti bu anlamda yorumlamışlardır. Bunların başında Ulu'l Emr ayeti[16], Tathir ayeti[17] ve İbtila ayeti[18] gelir. Ayrıca, hadis kaynaklarında imamların ismetiyle ilgili pek çok sahih rivayet nakledilmiştir.[19]
İmam Kazım (a.s) babalarından, İmam Zeynü’l Abidin’den (a.s) şöyle rivayet etmiştir:
Bizim ehlimizden, yani Ehl-i Beyt’imizden yalnızca masum (ismet sahibi) olan kimse imam olabilir. İsmet, insanın dış görünüşünden anlaşılabilecek bir özellik değildir. Bu nedenle, masum olan kimsenin Allah tarafından açıkça tayin edilmiş ve nasla belirlenmiş olması gerekir. Birisi sordu: “Ey Allah Resulü’nün evladı! Masumun manası nedir?” İmam şöyle cevap verdi: “Masum, Allah’ın ipine (kurtuluş bağını) sımsıkı sarılan kimsedir. Allah’ın ipi ise Kur’an’dır. Bu iki unsur, yani Kur’an ve masum imam, kıyamet gününe kadar birbirinden ayrılmayacaklardır. İmam, insanları Kur’an’a yönlendirir ve Kur’an da insanları imama ulaştırır.”
Kavramın Anlamı ve Tanımı
İmamların ismeti, onların her türlü günahtan, hata ve yanılmadan korunmuş olmaları anlamına gelir.[20] İsmet (masumiyet) kavramı, kelam ilminde ve İslam felsefesinde “koruma” ve “engelleme” anlamlarını taşıyan kök anlamından hareketle açıklanır.[21] Bununla birlikte, kelamcılar ve filozoflar kendi düşünce sistemleri ve metafizik ilkelerine dayanarak ismet hakkında farklı tanımlar ortaya koymuşlardır. Bu tanımların bazıları şunlardır:
- Kelamcıların tanımı: Adliyye ekolüne mensup kelam alimleri (İmamiyye[22] ve Muʿtezile[23]) ismeti, lütuf kaidesi (kaide-i lutf) esasına göre açıklamışlardır.[24] Buna göre ismet, Allah’ın kuluna verdiği özel bir lütuftur ki, bu lütuf sayesinde kul çirkin fiillerden, günah ve kötülüklerden uzak durur.[25] Eşʿariler ise ismeti, Allah’ın masum kişide günah fiilini yaratmaması şeklinde tanımlamışlardır.[26]
- Filozofların tanımı: Müslüman hikmet ehline göre ismet, nefiste kökleşmiş nefsani bir meleke (yani kalıcı bir ruhsal nitelik)[Not 1] olarak tanımlanır. Bu melekeye sahip olan kişiden günah ve isyan fiili meydana gelmez.[27] Bu tanım, filozofların fiillerin tevhidi (tevhid-i efali) anlayışına dayanır; yani insanın fiillerini onun iradeli nefsi aracılığıyla Allah’a nispet ederler.[28]

Köken bakımından “ismet” kelimesi, “ʿasm” «عصم» kökünden türemiş bir isim-mastar olup,[29] Arapçada “korumak”, “engel olmak” anlamlarını taşır.[30] “İsmet” kelimesi Kur’an’da doğrudan geçmemekle birlikte, türevleri on üç kez yer almakta ve her defasında kök anlamı olan “koruma” manasında kullanılmaktadır.[31]
Kapsam
İmamiyye alimleri, Şia imamları’nın (a.s) tıpkı peygamberler (a.s) gibi, bilerek veya bilmeden, unutkanlıkla ya da sehven meydana gelebilecek her türlü büyük ve küçük günahlardan, hatalardan ve yanılgılardan tamamen korunmuş, yani ismet sıfatıyla donanmış olduklarına inanırlar.[32] Onlara göre imamlar (a.s), yalnızca imamlık dönemlerinde değil, hayatlarının tamamında — yani doğumlarından önceki hazırlık aşamalarından vefatlarına kadar — her türlü günah, hata ve unutkanlıktan korunmuşlardır.[33]
Fayyaz Lahici, yalnızca günah ve hata açısından değil, aynı zamanda bedeni, ruhi, akli ve soya dayalı kusurlardan da imamın masum olması gerektiğini vurgular. Ona göre, bir imamın bedeninde toplumda tiksinti uyandıracak veya onu görevinden alıkoyacak türden kalıcı hastalıklar — örneğin cüzzam, dilsizlik, felç, ya da benzeri kronik rahatsızlıklar — bulunmamalıdır. Ayrıca imamda bencillik, cimrilik, kabalık gibi ruhsal kusurlar veya delilik, bilgisizlik, unutkanlık gibi akli kusurlar da olmamalıdır. Bu görüşünü şöyle temellendirir: bu tür kusurlar insanlarda nefret ve uzaklaşma duygusu doğurur ve böylece toplumun imama yönelmesini, yani onun itaat edilmesini zorunlu kılan ilkeyle çelişir.[34]
Şeyh Müfid, imamın sehven, yani farkında olmadan bir müstehab ameli terk etmesini aklen mümkün görür; ancak bunun hiçbir zaman fiilen gerçekleşmediğini, imamların hayatları boyunca en küçük bir müstehabı bile ihmal etmediklerini açıkça belirtir.[35]
Abdullah Cevadi Amuli, ismeti iki temel kısma ayırır: ameli ismet (davranışsal masumiyet) ve ilmi ismet (bilgide yanılmama). Ona göre imamlar (a.s) her iki tür ismeti de kendilerinde birleştirmiştir. İmamların davranışları bütünüyle hakla uyumludur; aynı şekilde onların ilmi de mutlak hakikatten kaynaklanır ve en küçük bir hata, unutma ya da yanılma ihtimali dahi taşımaz.[36] Cevadi Amuli’ye göre, bir kişi ilmi ismet mertebesine eriştiğinde artık şeytanın vesveselerinden tamamen korunur; çünkü şeytan böyle bir kimsenin düşünce dünyasında hiçbir şekilde etkili olamaz, onun zihnine nüfuz edemez.[37]
Ali Rebbani Golpaygani, kelam araştırmacısı olarak, ameli ismeti “günahtan korunmuşluk” şeklinde açıklar ve ilmi ismeti ise birkaç alt mertebeye ayırır:
- İlahi hükümlerin bilgisinde yanılmama (Allah’ın hükümlerini doğru anlama ve bildirme);
- Bu hükümlerin konularını doğru teşhis etme;
- Toplumsal liderlikle ilgili işlerde maslahat (yarar) ve mefsedet (zarar) dengesini eksiksiz şekilde ayırt etme;
- Bireysel veya toplumsal günlük yaşamın tüm alanlarında doğruluk ve isabet sahibi olma.[38]
Golpaygani’ye göre Şia imamları (a.s), bu dört mertebenin tamamına sahiptir ve her biri bu yönleriyle mükemmel bir ismet örneği sergiler.[39]
İsmetin Aklen İspatı
Şii alimler, imamın (a.s) ismet sahibi olduğunu yani günah ve hatadan tamamen korunmuş bulunduğunu göstermek için birçok akli (mantıksal) delil ortaya koymuşlardır. Bu delillerden bazıları şu şekildedir:
- Teselsülün imkansızlığı: Eğer imam (a.s) masum olmazsa, onun hatalarını düzeltip doğru yolu göstermesi için başka bir imamın bulunması gerekir. Bu durumda ikinci imam, birinciyi yönlendiren kişi olur ve bu ikinci imamın masum olması zorunludur. Eğer o da masum değilse, üçüncü bir imam gerekli olur ve bu zincir sonsuza kadar devam eder. Ancak akli olarak sonsuz zincir (teselsül) mümkün değildir. O halde zorunlu olarak, hata işlemeyen ve mutlak şekilde masum olan bir imama ulaşmak gerekir.[40]
- İtaatin zorunluluğu (vücubu’t taʿa): Eğer bir imamdan (a.s) hata veya günah sadır olursa, ona karşı çıkmak ve ondan uzak durmak vacip hale gelir; çünkü hatalı kişiye uymak caiz değildir. Bu ise Ulu’l Emr ayeti’nde açıkça emredilen “emir sahiplerine itaat edin” hükmüyle çelişir. Dolayısıyla Kur’an’ın bu emrinin anlamlı olabilmesi için imamın masum olması gerekir.[41]
- Gaye ve maksatın bozulması (nakzü'l garaz): İmamın (a.s) atanmasının amacı, ümmetin onun rehberliğinde doğru yolda ilerlemesidir. Eğer imamın kendisinden günah veya hata sadır olursa, bu amaç ortadan kalkar ve imamet kurumunun hikmeti iptal olur. Bu sebeple imamın masum olması aklen zorunludur.[42]
- Derece bakımından düşüş (tenezülu'd derece): Eğer imam (a.s) günah işlerse, bu durum onu sıradan günahkarlardan bile aşağı bir dereceye indirir. Çünkü imamın Allah’ı tanıma bilgisi (marifeti) ve aklı daha mükemmeldir; buna rağmen günah işlerse cezası diğerlerinden daha ağır olur. Böyle bir durum ise imam hakkında düşünülemez ve imkansızdır.[43]
Akli deliller, imamın (a.s) kim olduğuna veya tarihi örneklerine girmeksizin, yalnızca “ismet” ilkesinin gerekliliğini ispat eder. Cafer Subhani’ye göre, peygamberlerin ismetini kanıtlamak için kullanılan bütün akli gerekçeler —örneğin peygamberliğin hedeflerinin gerçekleşmesi, insanların güveninin sağlanması gibi nedenler— aynı şekilde imamların ismeti için de geçerlidir. Ona göre, imamın masum olması, Şii düşüncesinde imametin risalet ve nübüvvet görevlerinin devamı olarak kabul edilmesinin zorunlu sonucudur. Zira Muhammed (s.a.a)’in risalet görevlerinin bir kısmı imamlar (a.s) aracılığıyla sürdürülmektedir; dolayısıyla bu görevin hatasız biçimde yürütülmesi, ancak ismet sıfatına sahip imamlar sayesinde mümkündür.[44]
Kur’an Ayetlerine Dayanma
İmamların (a.s) ismet sahibi olduklarını kanıtlamak amacıyla, birçok Kur’an ayetine başvurulmuştur. Bu ayetler arasında özellikle İbtila ayeti, Ulu'l Emr ayeti, Tathir ayeti, Sadıkeyn ayeti,[45] Meveddet ayeti[46] ve Salavat ayeti[47] zikredilmiştir.
İmtihan Ayeti (İbtela-i İbrahim Ayeti)
«وَ إِذِ ابْتَلی إِبراهیمَ رَبُّهُ بِکَلِماتٍ فَأَتَمَّهُنَّ قالَ إِنّی جاعِلُکَ لِلنّاسِ إِماماً قالَ وَمِنْ ذُرّیَّتی قالَ لا یَنالُ عَهْدی الظّالِمینَ»
“Rabbi, İbrahim’i (a.s) birtakım sözlerle (imtihanlarla) denedi; o da bu denemeleri tam olarak yerine getirdi. Bunun üzerine Allah buyurdu: ‘Ben seni insanlara imam kılacağım.’ İbrahim (a.s) dedi ki: ‘Zürriyetimden (neslimden) de imamlar çıkar, değil mi?’ Allah buyurdu: ‘Benim ahdim zalimlere erişmez.’”[48]
Bu ayetten yapılan istidlalde şöyle denilmiştir: “La yenalü ahdi’z zalimin” ifadesinin genel anlamı, bir kimse hayatının herhangi bir döneminde zulüm işlemişse — ister küçük ister büyük bir zulüm olsun — onun Allah’ın imamet ahdine dahil olamayacağını gösterir. Dolayısıyla bu ayet, imamın yalnızca imamet zamanında değil, öncesinde de günahsız ve masum olması gerektiğine delalet eder.[49]
Fazıl Mikdad bu ayeti şu şekilde yorumlamıştır: Birinci öncül, “masum olmayan kişi zalimdir”; İkinci öncül, “zalim imam olamaz”; Sonuç olarak, “masum olmayan imam olamaz; dolayısıyla imamın masum olması gerekir.”[50]
Şii alimlere göre, Bakara Suresi 124. ayetinde geçen “ahdi” kelimesi, Allah’ın “imamlık ahdi” anlamındadır.[51]
Ulu’l Emr Ayeti
«يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ ...»
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin; Peygambere ve sizden olan emir sahiplerine (ulu’l emr) de itaat edin.”[52]
Şii alimler bu ayete dayanarak şöyle demişlerdir: Allah, bu ayette hiçbir kayıt ve istisna getirmeksizin ulu’l emr’e itaat edilmesini emretmiştir. Böylesine mutlak bir emir, ancak hatadan korunmuş (masum) kimseler hakkında geçerli olabilir. Çünkü eğer ulu’l emr günah veya hata işleyebilecek kimseler olsaydı, hikmet sahibi olan Allah’ın adaleti, onların mutlak surette itaat edilmesini emretmezdi.[53]
Şiiler’in naklettiği rivayetler[54] esas alındığında, “ulu’l emr” ifadesinden maksat, Şia imamları’dır (a.s).[55]
Tathir Ayeti (Temizlik Ayeti)
«إِنَّمَا یُرِیدُ اللهُ لِیُذْهِبَ عَنْکُمُ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَیتِ وَیُطَهِّرَکُمْ تَطْهِیرًا»
“Şüphesiz Allah, siz Ehl-i Beyt’ten (a.s) her türlü kir ve pisliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.”[56]
Bu ayet de, Ehl-i Beyt’in (a.s) masumiyetine (ismetine) delil olarak gösterilmiştir.[57]
Bu ayetten yapılan istidlal şu şekildedir:
a. ayette geçen “Ehl-i Beyt” ifadesiyle, Ashab-ı Kisa yani Peygamber Muhammed’in (s.a.a), Fatıma’nın (s.a), Ali’nin (a.s), Hasan’ın (a.s) ve Hüseyin’in (a.s) kastedildiği kabul edilir.
b. ayet, Allah’ın Ehl-i Beyt’ten her türlü “rics”i yani manevi kir ve günahı gidermeyi irade ettiğini bildirmektedir.
c. Buradaki ilahi irade, sadece isteme anlamında değil, fiilen gerçekleşme iradesidir; çünkü bu ifade Ehl-i Beyt’in övülmesi (medh ve menkıbe) bağlamında kullanılmıştır. Bu da Allah’ın “tekvini iradesi”dir (el-iradeü't tekviniyye).
d. Ehl-i Beyt’ten her türlü pisliğin giderilmesi, onların günah ve hatalardan tamamen korunmuş olmaları, yani ismet sahibi olmaları anlamına gelir.[58]
Bu görüş, hem Şiiler’den[59] hem de Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat alimlerinden[60] gelen çok sayıda rivayetle desteklenmiştir. Bu sebeple, Tathir ayeti’nin “Ashab-ı Kisa” hakkında nazil olduğu kabul edilmiştir. Dolayısıyla ayette geçen “Ehl-i Beyt” ifadesi, bu beş kişiyle sınırlıdır.[61]
Rivayetlere Dayanma
Hadis kaynaklarında, ashab ve imamlar (a.s) kanalıyla nakledilen çok sayıda rivayet, imamların (a.s) ismetini (günah ve hatadan korunmuşluğunu) ispat etmektedir.[62] Şiilerin delil olarak başvurduğu bazı Nebevi hadisler aşağıda yer almaktadır:
Abdullah b. Abbas’tan rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ben, Ali, Hasan, Hüseyin ve Hüseyin’in dokuz evladı tertemiz ve masum (ismet sahibi) kimseleriz.”
Sekaleyn Hadisi
Bu hadis, “لَنْ يَفْتَرِقَا حَتَّى يَرِدَا عَلَيَّ الْحَوْضَ (Onlar havzın başında bana gelinceye dek birbirlerinden ayrılmayacaklardır)” ifadesiyle Kur’an ile Ehl-i Beyt’in (a.s) hiçbir zaman birbirinden ayrılmayacağını açıkça bildirmektedir. Bu da Ehl-i Beyt’in ismetine delalet eder; çünkü Ehl-i Beyt’ten herhangi bir günah veya hata sadır olsaydı, bu durum onların Kur’an’dan ayrılmasına yol açardı.[63]
Ayrıca Resulullah (s.a.a) bu hadiste “Kim Kur’an’a ve Ehl-i Beyt’ime (a.s) sarılırsa asla dalalete düşmez” buyurarak, onlara bağlanmanın ebedi hidayet vesilesi olduğunu belirtmiştir. Bu ifade de onların masum olduklarını gösterir; zira eğer masum olmasalardı, onlara kayıtsız şartsız tabi olmak dalalete yol açardı.[64] Başka bir deyişle, bu hadis Ehl-i Beyt’e itaatin vücubuna delalet eder; onlara itaatin vacip oluşu da ismetlerini gerektirir.[65]
Şii rivayetlerde, hadis-i Sekaleyn’de geçen Ehl-i Beyt’in, doğrudan Şia imamları olduğu açıklanmıştır.[66] Bazı Sünni alimler[67] hadisdeki Ehl-i Beyt’ten maksadın “Ashab-ı Kisa” olduğunu, bazıları ise[68] en açık örneğinin İmam Ali (a.s) olduğunu belirtmişlerdir.
Bazı İmamiyye kelamcıları, Sekaleyn hadisi’ni tevatür derecesinde sahih kabul etmiş ve doğruluğundan hiçbir şüphe bulunmadığını ifade etmişlerdir.[69] Bazıları da bu hadisi manevi tevatür kapsamında değerlendirmiştir.[70]
Eman (Güven ve Korunma) Hadisi
Eman hadisi, Hz. Muhammed’den (s.a.a) nakledilen ve hem Şii[71] hem de Ehl-i Sünnet[72] rivayet zincirlerinde yer alan meşhur bir hadistir. Rivayet, küçük lafız farklılıklarıyla şu şekilde nakledilmiştir: «النُّجُومُ أَمَانٌ لِأَهْلِ السَّمَاءِ وَ أَهْلُ بَيْتِی أَمَانٌ لِأُمَّتِی» “en-nücumu emanun li-ehli’s sema’, ve ehlü beyti emanun li-ümmeti.” “Yıldızlar gök halkı için bir güven vesilesidir; benim Ehl-i Beyt’im ise ümmetim için bir eman (korunma) vesilesidir.”
Bu rivayet, Ehl-i Beyt’in (a.s) konumunu yıldızlara benzetmekte ve onların ümmet için sapkınlıktan, fitneden ve helakten koruyucu bir güven unsuru olduklarını beyan etmektedir. Hz. Peygamber’in (s.a.a) bu teşbihi, Ehl-i Beyt’in rehberliğinin sürekliliğini ve güvenilirliğini vurgular. Eğer Ehl-i Beyt (a.s) hata veya günah işleyebilselerdi, ümmetin onlara mutlak olarak güven duyması ve onları “eman” (güven vesilesi) olarak görmesi mümkün olmazdı. Dolayısıyla hadisin içeriği, doğrudan doğruya onların ismet (günahsızlık ve yanılmazlık) sıfatını zorunlu kılar. [73]
Hadisin bir diğer önemli yönü, ümmetin birlik ve hidayetinin Ehl-i Beyt’e (a.s) bağlı olmasına yaptığı vurgudur. Peygamber (s.a.a), Ehl-i Beyt’i herhangi bir kayıt koymadan “ümmetin emanı” olarak nitelendirmiştir. Bu, onların yalnızca bilgi veya soy bakımından değil, doğrudan doğruya manevi ve ilahi bir güvence makamında olduklarını ifade eder. Hidayet, rehberlik ve koruma görevlerinin bu şekilde tanımlanması, ancak onların masumiyetini varsaymakla tutarlı hale gelir; zira masum olmayan bir kimseye mutlak güven bağlanamaz. Bu açıdan hadis, imamların ismetinin hem akli hem de nakli dayanaklarından biri olarak kabul edilmiştir.
Kifayetü’l Eser adlı eserde nakledilen rivayette, “Ehl-i Beyt” ifadesinin doğrudan İmamlar (a.s) olarak açıklandığı ve onların masumiyetine açıkça işaret edildiği görülür. [74] Bununla birlikte, Hakim Nişaburi gibi dördüncü yüzyılın önde gelen Ehl-i Sünnet muheddisleri de bu hadisi sahih isnadlı (hadis sahihu’l isnad) olarak değerlendirmiş ve metninin güvenilirliğini teyit etmişlerdir. [75]
Sonuç olarak Eman hadisi, hem Şii hem Sünni kaynaklarda güçlü rivayet zincirleriyle yer almakta; metinsel ve anlam bakımından ise imamların (a.s) ümmetin güven kaynağı ve sapkınlıktan koruyucu “ilahi teminat vesilesi” olduklarını ortaya koymaktadır. Bu konum, ancak onların ismet sıfatıyla bağdaştırılabilir; aksi halde, ümmetin emanı olma iddiası hem aklen hem de naklen geçerliliğini yitirir.
Safine (Gemi) Hadisi
Sefine hadisi, hem Şii[76] hem de Ehl-i Sünnet[77] kaynaklarında Hz. Muhammed’den (s.a.a) küçük lafız farklarıyla nakledilen meşhur bir hadistir. Hadisin metni şu şekildedir: «إِنَّمَا مَثَلُ أَهْلِ بَیتِی فِیکُمْ کَمَثَلِ سَفِینَةِ نُوحٍ مَنْ رَکِبَهَا نَجَی وَ مَنْ تَخَلَّفَ عَنْهَا غَرِقَ» “İnnema meselü ehli beyti fikum ke-meseli sefineti Nuh, men rekibeha neca, ve men tehallefe anha ğarika.” “Benim Ehl-i Beyt’imin (a.s) durumu, aranızda Nuh’un gemisine benzer; kim ona binerse kurtulur, kim ondan geri kalırsa boğulur.”
Bu hadis, Ehl-i Beyt’in (a.s) insanları hidayete ulaştıran ve sapkınlıktan koruyan yegane kurtuluş yolu olduğunu vurgular. Peygamber (s.a.a), Ehl-i Beyt’i Nuh’un gemisine benzeterek, onların bağlılarına kurtuluşu, onlardan uzaklaşanlara ise helaki haber vermiştir. Bu yönüyle hadis, Ehl-i Beyt’e (a.s) uymanın imanın selameti için zorunlu olduğunu açıkça ortaya koyar. Bazı hadis alimleri, bu rivayetin çok sayıda isnadla nakledilmesi sebebiyle mütevatir (inkarı mümkün olmayan derece güçlü) olduğunu belirtmiştir.[78] Hakim Nişaburi de hadisi sahih isnadlı olarak nitelemiştir.[79]
Mir Hamid Hüseyn el-Hindi (v. 1306 h.k), bu hadise dayanarak şöyle bir istidlalde bulunur: Eğer Ehl-i Beyt’in (a.s) gemisine binen herkes kurtuluyor ve onlardan yüz çeviren herkes helak oluyorsa, o halde Ehl-i Beyt’in kendileri de hata ve sapkınlıktan korunmuş olmalıdır. Aksi takdirde, insanlara hiçbir kayıt koymadan onlara uymayı ve onların gemisine binmeyi emretmek, ilahi hikmete aykırı olurdu; zira hataya düşebilecek bir topluluğa kayıtsız şartsız uymak, insanları dalalete sürüklerdi. Allah Teala ve Resulü (s.a.a) ise asla insanları saptıracak bir şeye davet etmez.[80]
Bu nedenle, Sefine hadisi Ehl-i Beyt’in (a.s) ismet (günahsızlık ve yanılmazlık) sıfatını zorunlu kılan önemli delillerden biri olarak görülür. Zira geminin kaptanları olan İmamlar (a.s), eğer hatadan korunmuş olmasalardı, gemiye binenlerin kurtuluşa ermesi değil, bilakis sapkınlığa düşmesi söz konusu olurdu. Bu da hem aklen hem naklen imkansızdır.
Hadiste geçen “Ehl-i Beyt”in kimliği konusunda Şii kaynaklar açık bir biçimde bu kavramın İmamlar’a (a.s) işaret ettiğini bildirir.[81] Şafii mezhebine mensup onuncu–on birinci yüzyıl muheddislerinden Abdurrauf el-Menavi de hadisteki “Ehl-i Beyt”in, Hz. Fatıma (s.a) ve onunla birlikte İmamlar (a.s) olduğunu belirtmiştir.[82]
Allah sizi (Ey Ehl-i Beyt) her türlü hatadan korudu, fitnelerden emin kıldı ve sizi her türlü pislikten arındırdı; sizi tertemiz kıldı, nurlandırdı ve mahlukat içinde seçkin kıldı.
İsmet İnancının Kaynağı
İmamların masumiyetine (ismetine) karşı çıkan bazı kişiler, İslam’ın ilk dönemlerinde böyle bir inancın bulunmadığını ve sonradan ortaya çıktığını ileri sürmüşlerdir. Örneğin İbn Teymiyye, imamın masum olduğuna dair inancın Abdullah b. Sebe’den kaynaklandığını ve onun bir bidat (dinde sonradan ortaya çıkan inanç) olduğunu iddia etmiştir.[83] Nasır el-Kaffari de bu görüşü paylaşmış ve söz konusu inancın ilk kez Hişam b. Hakem tarafından ortaya atıldığını öne sürmüştür.[84] Seyyid Hüseyin Muderrisi Tebatebayi, Şii asıllı İranlı İslam araştırmacısı da Mekteb der Ferayendi Tekamül (Ekol, Tekamül Sürecinde) adlı eserinde, ismet düşüncesinin kaynağını Hişam b. Hakem’e dayandırmıştır.[85]
Nasır el-Kaffari, Vehhabi çevreye mensup olmasına ve Şiiliğe karşı açık muhalefetine rağmen, ismet inancının Abdullah b. Sebe’ye nispet edilmesini tarihsel açıdan hatalı bulmuş ve kendi araştırmalarında bu iddiayı destekleyecek bir delile ulaşmadığını belirtmiştir.[86]
İmamların masumiyeti ve “ismet” kavramı da Hişam b. Hakem’in icadı değildir; zira Hz. Muhammed (s.a.a) ve Ehl-i Beyt’ten (a.s) nakledilen birçok rivayette imamların masum oldukları açıkça ifade edilmiştir.[87] Nitekim İmam Ali (a.s) bir hadisinde ismeti, imamın alametlerinden biri olarak belirtmiştir.[88] İmam Seccad (a.s), babası İmam Hüseyin’den (a.s) rivayetle, Hz. Peygamber’in (s.a.a) imamları masum olarak tanıttığını bildirmiştir.[89]
Ehl-i Sünnet kaynaklarında da Abdullah b. Abbas, Hz. Peygamber’den (s.a.a) şu hadisi nakletmiştir: “Ben, Ali, Hasan, Hüseyin ve Hüseyin’in dokuz evladı tertemiz ve masum kılındık.”[90]
İmamların İsmeti ve Güluv
Nasır el-Kaffari, Suudi Arabistanlı Vehhabi araştırmacılardan biridir. O ve bazı diğer araştırmacılar,[91] Ehl-i Beyt’in masum (günahtan korunmuş) kabul edilmesini Güluv yani aşırılık olarak nitelendirmişlerdir.[92]
Buna karşılık Şiilere göre “Ehl-i Gulu” (aşırıya giden kimse), Ehl-i Beyt’in (a.s) faziletlerini anlatırken dengeyi kaybedip onları kulluk ve beşeriyet makamının ötesine çıkaran, hatta Allah’a ait olan sıfatları onlara isnat eden kişidir. Yani, aşırı giden kimse Ehl-i Beyt’i ilahi özelliklerle donatır ve bu sebeple doğru inanç çizgisinden sapar. Ancak Şiiler’in kendileri, Ehl-i Beyt hakkında böyle bir inanca sahip değildirler.[93]
Şii inancına göre ismet (günah ve hatadan korunmuşluk) tıpkı diğer kemal sıfatları gibi öz itibarıyla yalnızca Allah’a aittir. Ancak Allah, kullarından bir kısmını — özellikle insanları doğru yola iletmekle görevlendirdiği peygamberleri ve imamları — bu ismet sıfatında desteklemiştir. Yani onların hata ve günaha düşmemeleri için özel bir ilahi yardımda bulunmuştur.
Dolayısıyla, ismet sıfatının aslında sadece Allah’a ait olması, O’nun bazı seçilmiş kullarına da bu sıfatı vermesine engel değildir. Bu durum, hem teolojik olarak hem de aklen mümkün görülür. Nitekim bütün Müslümanlar, İslam Peygamberi’nin (s.a.a) masum (ismet sahibi) olduğunu kabul ederler.[94]
İsmet ile İmamların Sözleri ve Davranışları
Bazı araştırmacılar, Şia imamları'nın söz ve davranışlarından bazılarının onların ismet (günah, hata ve yanılgıdan korunmuşluk) sıfatıyla tam olarak bağdaşmadığını ileri sürmüşlerdir. Bu kişiler, imamların beşeri yönünü ön plana çıkaran bazı ifadeleri, onların ilahi koruma altında oldukları inancına aykırı görmüşlerdir. Bu tartışmalarda en çok örnek verilen ifadelerden biri, İmam Ali’ın (a.s) ashabına hitaben söylediği şu ünlü sözdür: «...فَلَا تَکُفُّوا عَنِّی مَقَالَةً بِحَقٍّ أَوْ «مَشُورَةً بِعَدْلٍ فَإِنِّی لَسْتُ فِی نَفْسِـی بِفَوْقِ مَا أَنْ أُخْطِئَ وَ لَا آمَنُ ذَلِکَ مِنْ فِعْلِی إِلَّا أَنْ یَکْفِیَ اللهُ مِنْ نَفْسِی...؛ “... Benden hakkı söylemekten veya adaletli bir görüş bildirmekten sakınmayın. Gerçek şu ki, ben kendimden öyle üstün biri değilim ki asla hata etmeyeyim; kendi işlerimde yanılmaktan da emin değilim — ancak Allah beni nefsimin (hatalarından) korursa başka ...”[95]
Şihabüddin alusi (Şafii fakihi ve müfessir), Ahmed Emin Mısri, Abdülaziz Dehlevi (Hindistanlı Selefi alimlerinden) ve Nasır el-Kaffari gibi bazı Sünni alimler bu ifadeyi, İmam Ali (a.s) ve genel olarak Şia imamları'nın masumiyet inancıyla çelişkili olarak değerlendirmişlerdir. Onlara göre, İmam Ali (a.s) burada kendi hataya düşebileceğini itiraf etmekte ve böylece masumiyet iddiasını reddetmektedir. Bu sebeple bu söz, onların nazarında imamların mutlak anlamda masum olmadıklarına dair bir delil olarak kabul edilmiştir.[96]
Buna karşılık Allame Muhammed Bakır Meclisi[97] ve Molla Salih Mazenderani[98] gibi Şii alimler bu sözün zahirine takılı kalınmaması gerektiğini belirtmişlerdir. Onlara göre, İmam Ali (a.s) bu ifadeyi tevazu göstermek, ashabına adaletli bir eleştiriyi ve hakkı söyleme cesaretini öğretmek için söylemiştir. İmam’ın “Ben hatadan emin değilim” sözü, kendisinin insan oluşunu inkar etmemek içindir; yoksa bu, Allah’ın onu korumasından yoksun olduğu anlamına gelmez. Bu yaklaşım, İmam’ın kulluk bilincini ve Allah’a tam bağlılığını yansıtır.
Ayrıca bu yorum, Hz. Yusuf’un (a.s) Kur’an’da geçen şu sözüyle paraleldir: «وَ ما أُبَرِّئُ نَفْسی إِنَّ النَّفْسَ لَأَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ إِلاَّ ما رَحِمَ رَبِّی؛» “Ve ma uberriʾu nefsi, inne’n nefse le emmaretün bi’s suʾi illa ma raḥime rabbi — Ben kendi nefsimi temize çıkarmam; çünkü nefis, Rabbimin rahmet ettiği hariç, daima kötülüğü emreder.”[99] Bu ayette Hz. Yusuf (a.s), nefsin zayıflıklarını hatırlatarak ilahi korumanın gerekliliğini vurgular. Aynı şekilde, İmam Ali (a.s) de insanın hata edebilme potansiyeline dikkat çekmekte; ancak Allah’ın özel koruması sayesinde bundan uzak tutulduğunu ifade etmektedir.
Nasır Mekarim Şirazi de bu konuya açıklık getirerek, “فَإِنِّی لَسْتُ فِی نَفْسِی بِفَوْقِ مَا أَنْ أُخْطِئَ” (Ben kendimden öyle üstün değilim ki hiç hata etmeyeyim) cümlesinin, hemen ardından gelen “إِلَّا أَنْ یَکْفِیَ اللهُ مِنْ نَفْسِی” (Ancak Allah beni nefsimden korursa başka) ifadesiyle açıklanması gerektiğini söyler. Yani, İmam burada beşeri yönüyle hata edebilir bir varlık olduğunu hatırlatmakta; fakat ilahi lütuf sayesinde hataya düşmekten korunmuş olduğunu ifade etmektedir.
Bu açıklamaya göre, İmam Ali (a.s) bir yandan insani tevazu sergilemekte, diğer yandan Allah’ın seçkin kullarının nasıl ilahi himaye altında olduklarını göstermektedir. Aynı zamanda bu söz, eğitimsel bir mesaj taşır: İmam, ashabına her insanın hata yapabileceğini, bu nedenle kibirden uzak durmaları gerektiğini öğretir. Kendi şahsında da örnek olarak, “öğreten ama mütevazı” bir lider profilini ortaya koyar.
Dolayısıyla, İmam Ali’ın (a.s) bu sözü, masumiyet inancını zedeleyen bir beyan değil; bilakis, ilahi korumanın ve kulluğun derin anlamını öğreten bir uyarıdır. Bu anlayış, hem İmam’ın ruhsal olgunluğunu hem de İslam’da tevazu ve ilahi bağlılığın önemini ortaya koymaktadır.[100]
İmamların (a.s) Günah İtirafı ve İstiğfarı
Masumiyet (ismet) inancına karşı çıkan bazı kimseler, Şia imamları'nın günah itirafında bulunmaları ve istiğfar (Allah’tan bağışlanma dilemeleri) rivayetlerini, onların günahsız oldukları inancıyla çelişkili görmüşlerdir.[101] Aynı durum Hz. Muhammed (s.a.a) hakkında da rivayet edilmiştir. Nitekim bazı hadislerde, Peygamber’in her gün yetmiş defa istiğfar ettiği bildirilmiştir.[102]
Muhammed Taki Meclisi’ye göre,[103] imamların (a.s) istiğfarları, günah işledikleri için değil, insanlara ve ravilere eğitim vermek içindi. Bu görüşe göre, imamlar kendi davranışlarıyla ümmetin ahlakını terbiye etmeyi amaçlamışlardır. Aynı şekilde bazı Ehl-i Sünnet alimleri de[104] Peygamber’in (s.a.a) istiğfarını, günah nedeniyle değil, ümmetine örnek olması için yapılan bir eylem olarak değerlendirmişlerdir.
Buna ek olarak, bazı müfessir ve kelam alimleri, imamların (a.s) günah itiraflarını ve istiğfarlarını «حَسَنَاتُ الْأَبْرَارِ سَيِّئَاتُ الْمُقَرَّبِينَ؛» “hasanatü’l ebrar seyyiatü’l mukarrebin” yani “iyi kulların güzel amelleri, Allah’a yakın olanlar için eksiklik sayılır” prensibiyle açıklamışlardır. Onlara göre imamlar, yüksek manevi derecelerinden bir anlık dünyevi meşguliyet sebebiyle aşağı bir mertebeye yöneldiklerinde, bunu kendileri için bir tür eksiklik görmüş ve bundan dolayı istiğfar etmişlerdir.[105]
Hz. Peygamber’in (s.a.a) «إِنَّهُ لَيُغَانُ عَلَى قَلْبِی وَ إِنِّی لَأَسْتَغْفِرُ الله کُلَّ یَومٍ سَبْعِينَ مَرَّةً؛» “İnnehu le yuganu ʿala ḳalbi ve inni le estağfirullahe kulle yevmin sebʿine merrah — Kalbim bazen bir tür perdeyle örtülür, bu yüzden her gün yetmiş kez istiğfar ederim” şeklindeki sözü de aynı bağlamda değerlendirilmiştir.[106] Yani burada kastedilen şey, maddi anlamda bir günah değil; ilahi huzurdan bir anlık gaflet hissidir. Bu da onların derin Allah bilincinin (marifetullah) bir yansımasıdır.
Bazı çağdaş araştırmacılar, Peygamber’in (s.a.a) ve imamların (a.s) istiğfar ve tevbesinin temel nedenini, “Allah’tan gayrısına yönelme” yani dünyevi meşguliyetler sebebiyle meydana gelen manevi uzaklık olarak açıklamışlardır. Onlara göre, bu tür istiğfarlar, Allah’tan uzaklaşmayı değil, tam tersine O’na yeniden yönelişi temsil eder.[107]
Allame Meclisi’ye göre, imamların (a.s) ve Peygamber’in (s.a.a) Allah’a olan marifetleri (tanıma düzeyi) son derece yücedir. Onlar, ilahi kudretin ve büyüklüğün farkında oldukları için, kendi ibadetlerini ve amellerini bu mutlak kemal karşısında son derece küçük ve yetersiz görürler. Bu nedenle, herhangi bir eksiklik duygusu taşıdıklarında, Allah’a yönelip tevbe ve istiğfar ederler.[108]
Ayrıca bazı kelam alimlerine göre, imamların istiğfarı aynı zamanda günah işlemeye karşı bir “önleyici koruma” işlevi taşır. Normal insanlar, geçmişte yaptıkları günahların bağışlanması için istiğfar ederler; fakat imamların istiğfarı, günaha yaklaşmamak, ondan korunmak ve Allah’a daha da yakınlaşmak içindir. Bu nedenle onların istiğfarı, bir pişmanlıktan çok, bir bilinç ve kulluk tezahürüdür.[109]
İlgili Konular
Kaynakça
- ↑ Subhani, Menşur-ı Cavid, 1383 h.ş, c.4, s.239.
- ↑ Örneğin bkz. Tusi, el-İktisad fi ma yete‘alleku bi’l i‘tikad, 1496 h.k, s.305; Allame Hilli, Keşfü’l Murad, 1382 h.ş, s.184; Feyyaz Lahici, Sermaye-i iman, 1372 h.ş, s.114; Subhani, el-İlahiyyat, 1412 h.k, c.4, s.116.
- ↑ Meclisi, Biharü’l Envar, 1403 h.k, c.25, s.209, 350 ve 351.
- ↑ Allame Hilli, Keşfü’l Murad, 1382 h.ş, s.184; Cürcani, Şerhu’l Mavakıf, 1325 h.k, c.8, s.351.
- ↑ Kadi Abdülcebbar, el-Muğni, 1962–1965, c.15, s.251, 255, 256; c.20, 1. kısım, s.26, 84, 95, 98, 215 ve 323; Cürcani, Şerhu’l Mavakıf, 1325 h.k, c.8, s.351; Teftazani, Şerhu’l Makasıd, 1409 h.k, c.5, s.249.
- ↑ Cürcani, Şerhu’l Mavakıf, 1325 h.k, c.8, s.351; Teftazani, Şerhu’l Makasıd, 1409 h.k, c.5, s.249.
- ↑ Kadi Abdülcebbar, el-Muğni, 1962–1965, c.20, 1. kısım, s.201; Cürcani, Şerhu’l Mavakıf, 1325 h.k, c.8, s.350; Teftazani, Şerhu’l Makasıd, 1409 h.k, c.5, s.243–246.
- ↑ Sıbt İbnü’l Cevzi, Tezkiretü’l Havas, c.2, s.519.
- ↑ Bkz. İbn Teymiyye, Minhacü’s Sünneti’n Nebeviyye, 1406 h.k, c.2, s.429; c.3, s.381; İbn Abdülvehhab, Risale fi’r Reddi ala’r Rafıza, Riyad, s.28; Kıfari, Usulü Mezhebi’ş Şiati’l İmamiyye, 1431 h.k, c.2, s.775.
- ↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerhu Nehcü’l Belağa, 1404 h.k, c.6, s.376–377.
- ↑ Subhani, Menşur-ı Cavid, 1383 h.ş, c.4, s.244–245; ayrıca bkz. Bazeli, “İlahi Bir Makam Olarak İmamet”, s.9–45.
- ↑ Subhani, Menşur-ı Cavid, 1383 h.ş, c.4, s.239.
- ↑ Subhani, Menşur-ı Cavid, 1383 h.ş, c.4, s.239–242.
- ↑ Mübellegi, “Kelami Esasların Usul Üzerindeki Etkisi ve İmam Humeyni’nin Yönteminde Onlardan Yararlanma”, s.149.
- ↑ Ziyaifer, “Kelami Görüşlerin Usul-i Fıkıh Üzerindeki Etkisi”, s.323.
- ↑ Bkz. Tusi, et-Tibyan, Dar İhyai’t Türasi’l Arabi, c.3, s.236; Tabersi, Mecma‘u’l Beyan, 1372 h.ş, c.3, s.100; Bahrani, Menaru’l Hüda, 1405 h.k, s.113–114; Tabatabai, el-Mizan, 1417 h.k, c.4, s.391.
- ↑ Seyyid Murtaza, eş-Şafi fi’l İmame, 1410 h.k, c.3, s.134; Bahrani, Menaru’l Hüda, 1405 h.k, s.646; Subhani, el-İlahiyyat, 1412 h.k, c.4, s.125.
- ↑ Bkz. Seyyid Murtaza, eş-Şafi fi’l İmame, 1410 h.k, c.3, s.139; Tusi, et-Tibyan, Dar İhyai’t Türasi’l Arabi, c.1, s.449; Fazıl Mukaddem, el-Levamiu’l İlahiyye, 1422 h.k, s.332–333; Muzaffar, Delailü’s Sıdk, 1422 h.k, c.4, s.220.
- ↑ Örnek olarak bkz. Saduk, Me‘ani’l Ahbar, 1403 h.k, s.132–133; Hazzaz Kummi, Kifayetü’l Eser, 1401 h.k, s.16–19, 29, 36–38, 45, 76, 99 ve 100–104; İbn Ukde Kufi, Fedailü Emiri’l Mü’minin (a.s), 1424 h.k, s.154–155; Bahrani, Menaru’l Hüda, 1405 h.k, s.665–675.
- ↑ Bkz. Subhani, Menşur-i Cavid, 1383 h.ş, c.4, s.249.
- ↑ Rebbani Golpaygani, İslami Görüşte İmamet, 1387 h.ş, s.214.
- ↑ Mufid, Tashihu İʿtikadati’l İmamiyye, 1414 h.k, s.128; Seyyid Murtaza, Resaʾilü’ş Şerif el-Murtaza, 1405 h.k, c.3, s.326; Allame Hilli, Babü’l Hadi ʿAşer, 1365 h.ş, s.9.
- ↑ Kadi Abdülcebbar, Şerhu’l Usuli’l Hamse, 1422 h.k, s.529; Teftazani, Şerhu’l Makasıd, 1409 h.k, c.4, s.312-313.
- ↑ Fazıl Mukaddad, el-Levamiʿu’l İlahiyye, 1422 h.k, s.242; Rebbani Golpaygani, İslami Görüşte İmamet, 1387 h.ş, s.215.
- ↑ Seyyid Murtaza, Resaʾilü’ş Şerif el-Murtaza, 1405 h.k, c.3, s.326; Allame Hilli, Babü’l Hadi ʿAşer, 1365 h.ş, s.9; Fazıl Mukaddad, el-Levamiʿu’l İlahiyye, 1422 h.k, s.243.
- ↑ Cürcani, Şerhu’l Mavakıf, 1325 h.k, c.8, s.280; Teftazani, Şerhu’l Makasıd, 1409 h.k, c.4, s.312-313.
- ↑ Tusi, Telhisu’l Muhassal, 1405 h.k, s.369; Cürcani, Şerhu’l Mavakıf, 1325 h.k, c.8, s.281; Tabatabai, el-Mizan, 1417 h.k, c.11, s.162; Cevadi amuli, Vahiy ve Nübüvvet Kur’an’da, 1385 h.ş, s.197; Misbah Yezdi, Yol ve Rehber Tanıma, 1395 h.ş, s.285-286.
- ↑ Rebbani Golpaygani, İslami Görüşte İmamet, 1387 h.ş, s.216.
- ↑ Mustafavi, et-Tahkik fi Kelimati’l Kur’an, 1402 h.k, c.8, s.154.
- ↑ Örneğin bkz. İbn Faris, Muʿcemu Mekayisi’l Luğa, Mektebu’l İʿlami’l İslami, c.4, s.331; Ragıb İsfahani, Mufredatü Elfazi’l Kur’an, Dar Kalem, s.569; Cevheri, es-Sıhah, 1407 h.k, c.5, s.1986; İbn Manzur, Lisanü’l Arab, Dar Sadır, c.12, s.403-404.
- ↑ Subhani, Menşur-i Cavid, 1383 h.ş, c.4, s.3.
- ↑ Örnek olarak bkz. Mufid, Tashihu İʿtikadati’l İmamiyye, 1414 h.k, s.129; Allame Hilli, Nehcü’l Hakk ve Keşfü’s Sıdk, 1982, s.164; Fayyaz Lahici, Sermaye-i iman, 1372 h.ş, s.115; Meclisi, Biharü’l Envar, 1403 h.k, c.25, s.209, 350-351.
- ↑ Allame Hilli, Nehcü’l Hakk ve Keşfü’s Sıdk, 1982, s.164; Meclisi, Biharü’l Envar, 1403 h.k, c.25, s.209, 350-351.
- ↑ Fayyaz Lahici, Güher-i Murad, 1383 h.ş, s.468-469; Fayyaz Lahici, Sermaye-i iman, 1372 h.ş, s.115.
- ↑ Mufid, Tashihu İʿtikadati’l İmamiyye, 1414 h.k, s.129-130.
- ↑ Cevadi amuli, Vahiy ve Nübüvvet Kur’an’da, 1385 h.ş, s.198-199.
- ↑ Cevadi amuli, Vahiy ve Nübüvvet Kur’an’da, 1385 h.ş, s.200.
- ↑ Rebbani Golpaygani, İslami Görüşte İmamet, 1387 h.ş, s.220.
- ↑ Rebbani Golpaygani, İslami Görüşte İmamet, 1387 h.ş, s.220.
- ↑ Allame Hilli, Keşfü’l Murad, 1382 h.ş, s.184; Şeʿrani, Şerh-i Farsi-i Tecridü’l İʿtikad, 1376 h.ş, s.510.
- ↑ Allame Hilli, Keşfü’l Murad, 1382 h.ş, s.185.
- ↑ Allame Hilli, Keşfü’l Murad, 1382 h.ş, s.185.
- ↑ Allame Hilli, Keşfü’l Murad, 1382 h.ş, s.185; Şeʿrani, Şerh-i Farsi-i Tecridü’l İʿtikad, 1376 h.ş, s.511.
- ↑ Subhani, Menşur-ı Cavid, 1383 h.ş, c.4, s.251.
- ↑ Bkz. Allame Hilli, Keşfü’l Murad, 1382 h.ş, s.196; Rabbani Gülpayigani, İmamet der Bineş-i İslami, 1387 h.ş, s.274-280.
- ↑ Behrani, Menarü’l Hüda, 1405 h.k, s.664-665.
- ↑ Rabbani Gülpayigani, “Efdaliyet ve İsmet-i Ehl-i Beyt (a.s) der aye ve Revayat-i Salavat”, s.9-26.
- ↑ Bakara Suresi, 2/124.
- ↑ Muzaffar, Delailü’s Sıdk, 1422 h.k, c.4, s.220.
- ↑ Fazıl Mikdad, el-Levamiʿü’l İlahiyye, 1422 h.k, s.332.
- ↑ Örnek olarak bkz. Seyyid Murtaza, eş-Şafi fi’l İmame, 1410 h.k, c.3, s.139; Tusi, et-Tibyan fi Tefsiri’l Kur’an, Dar İhyaʾü’t Türas el-ʿArabi, c.1, s.449; Fazıl Mikdad, el-Levamiʿü’l İlahiyye, 1422 h.k, s.332; Muzaffar, Delailü’s Sıdk, 1422 h.k, c.4, s.220.
- ↑ Nisa Suresi, 4/59.
- ↑ Bkz. Tusi, et-Tibyan fi Tefsiri’l Kur’an, Dar İhyaʾü’t Türas el-ʿArabi, c.3, s.236; Tabersi, Mecmaʿü’l Beyan, 1372 h.ş, c.3, s.100; Behrani, Menarü’l Hüda, 1405 h.k, s.113-114; Muzaffar, Delailü’s Sıdk, 1422 h.k, c.4, s.221.
- ↑ Örnek olarak bkz. Kuleyni, el-Kafi, 1407 h.k, c.1, s.276, h.1; Saduk, Kemalü’d din ve Temamü’n Niʿme, 1395 h.k, c.1, s.253; Hazzaz Kummi, Kifayetü’l Eser, 1401 h.k, s.53-54; Behrani, Ğayetü’l Meram, 1422 h.k, c.3, s.109-115.
- ↑ Bkz. Tusi, et-Tibyan fi Tefsiri’l Kur’an, Dar İhyaʾü’t Türas el-ʿArabi, c.3, s.236; Tabersi, Mecmaʿü’l Beyan, 1372 h.ş, c.3, s.100; Behrani, Ğayetü’l Meram, 1422 h.k, c.3, s.109.
- ↑ Ahzab Suresi, 33/33.
- ↑ Seyyid Murtaza, eş-Şafi fi’l İmame, 1410 h.k, c.3, s.134-135; Behrani, Menarü’l Hüda, 1405 h.k, s.646-647; Subhani, el-İlahiyyat, 1412 h.k, c.4, s.125; Hammud, el-Fevaʾidü’l Behiyye, 1421 h.k, c.2, s.92-93.
- ↑ Fariyab, İmamun İsmeti der Tarih-i Tefekkur-i İmamiyye, 1390 h.ş, s.335-336.
- ↑ Örnek olarak bkz. Behrani, Ğayetü’l Meram, 1422 h.k, c.3, s.193-211. Bu eserde Şii kaynaklardan 34 rivayet nakledilmiştir.
- ↑ Örnek olarak bkz. Müslim Nişaburi, Sahih-i Müslim, Dar İhyaʾü’t Türas el-ʿArabi, c.4, s.1883, h.61; Tirmizi, Sünen-i Tirmizi, 1395 h.k, c.5, s.351-352, h.3205-3206 ve s.663, h.3787. Seyyid Haşim Behrani, Ğayetü’l Meram’da bu konuda Ehl-i Sünnet’ten 41 rivayet aktarmıştır (a.g.e., c.3, s.173-192).
- ↑ Behrani, Ğayetü’l Meram, 1422 h.k, c.3, s.193; Tabatabai, el-Mizan, 1417 h.k, c.16, s.311-312; Subhani, Menşur-ı Cavid, 1383 h.ş, c.4, s.387-392.
- ↑ Örnek olarak bkz. Hazzaz Kumi, Kifayetü’l eser, 1401 h.k, s. 16-19, 29, 36-38, 45, 76, 99 ve 100-104; İbn Ukde Kufi, Fezailü Emiri’l Mü’minin (a.s), 1424 h.k, s. 154-155; Bahrani, Menarü’l hüda, 1405 h.k, s. 665-673.
- ↑ Bkz. Müfid, el-Mesailü’l Carudiyye, 1413 h.k, s. 42; İbn Atiyye, Ebha’l medad, 1423 h.k, c.1, s.131; Bahrani, Menarü’l hüda, 1405 h.k, s.671; Hammud, el-Fevaidü’l behiyye, 1421 h.k, c.2, s.95.
- ↑ İbn Atiyye, Ebha’l medad, 1423 h.k, c.1, s.131; Bahrani, Menarü’l hüda, 1405 h.k, s.671; Hammud, el-Fevaidü’l behiyye, 1421 h.k, c.2, s.95.
- ↑ Halebi, el-Kafi fi’l fıkh, 1403 h.k, s.97.
- ↑ Bkz. Hazzaz Kumi, Kifayetü’l eser, 1401 h.k, s.87, 92, 129 ve 137; Saduk, Uyunü ahbari’r Rıza (a.s), 1378 h.k, c.1, s.57.
- ↑ Menavi, Feyzü’l kadir, 1356 h.k, c.3, s.14.
- ↑ İbn Hacer Heytemi, es-Savaiku’l muhrika, 1417 h.k, c.2, s.442-443.
- ↑ İbn Atiyye, Ebha’l medad, 1423 h.k, c.1, s.130; Bahrani, Menarü’l hüda, 1405 h.k, s.670.
- ↑ Bahrani, el-Hedaikü’n nazıra, Daru’n Neşri’l İslami, c.9, s.360; Mazenderani, Şerhu’l Kafi, 1382 h.k, c.6, s.124.
- ↑ Örnek olarak bkz. et-Tefsirü’l mensub ila’l İmam el-Hasan el-Askeri, 1409 h.k, s.546; Saduk, Uyunü Ahbari’r Rıza (a.s), 1378 h.k, c.2, s.27; Tusi, el-Emali, 1414 h.k, s.259 ve 379.
- ↑ Örnek olarak bkz. İbn Hanbel, Fezailü’s sahabe, 1403 h.k, c.2, s.671; Hakim Nişaburi, el-Müstedrek ala’s Sahihayn, 1411 h.k, c.2, s.486 ve c.3, s.517; Taberani, el-Mu‘cemü’l kebir, Mektebetü İbn Teymiyye, c.7, s.22; İbn Asakir, Tarihu Dımaşk, 1415 h.k, c.40, s.20.
- ↑ Bkz. Rebbani Golpayegani – Fatımi Nezhad, “Hadis-i Eman ve Ehlibeyt’in (a.s) İmameti”, s.31.
- ↑ Hazzaz Kumi, Kifayetü’l eser, 1401 h.k, s.29.
- ↑ Hakim Nişaburi, el-Müstedrek ala’s Sahihayn, 1411 h.k, c.2, s.486.
- ↑ Örnek olarak bkz. Saduk, Uyunü Ahbari’r Rıza (a.s), 1378 h.k, c.2, s.27; Saffar, Besairu’d Derecat, s.297; Hazzaz Kumi, Kifayetü’l eser, 1401 h.k, s.34; Tusi, el-Emali, 1414 h.k, s.60, 249, 459, 482, 513 ve 733; Bahrani, Gayetü’l meram, 1422 h.k, c.3, s.13–24.
- ↑ Örnek olarak bkz. İbn Hanbel, Fezailü’s sahabe, 1403 h.k, c.2, s.785; Hakim Nişaburi, el-Müstedrek ala’s Sahihayn, 1411 h.k, c.2, s.373 ve c.3, s.163; Taberani, el-Mu‘cemü’l kebir, Mektebetü İbn Teymiyye, c.3, s.45; Menavi, Feyzü’l kadir, 1356 h.k, c.2, s.519 ve c.5, s.517.
- ↑ Musevi Şefti, el-İmame, 1411 h.k, s.209.
- ↑ Hakim Nişaburi, el-Müstedrek ala’s Sahihayn, 1411 h.k, c.3, s.163.
- ↑ Mir Hamid Hüseyn, ‘Ubqatü’l envar, c.23, s.655–656.
- ↑ Hazzaz Kumi, Kifayetü’l eser, 1401 h.k, s.34, 210–211; Halebi, el-Kafi fi’l fıkh, 1403 h.k, s.97.
- ↑ Menavi, Feyzü’l kadir, 1356 h.k, c.2, s.519.
- ↑ İbn Teymiyye, Minhacü’s sünneti’n nebeviyye, 1406h.k, c.7, s.220.
- ↑ Kaffari, Usulu mezhebi’ş Şia el-imamiyye, 1431h.k, c.2, s.777-779.
- ↑ Medresi Tabatabai, Mekteb der Ferayendi Tekamül, s.39; nakleden: Gürbani Mubin & Muhammedrızai, “Pezuheşi der İsmet-i İmaman”, s.153.
- ↑ Kaffari, Usulu mezhebi’ş Şia el-imamiyye, 1431h.k, c.2, s.777.
- ↑ Gürbani Mubin & Muhammedrızai, “Pezuheşi der İsmet-i İmaman”, s.158.
- ↑ Bkz. Saduk, el-Hısal, 1362h.ş, s.129; Meclisi, Biharü’l envar, 1403h.k, c.25, s.164.
- ↑ İbn Ukde, Fezailü Emiri’l mü’minin (a.s), 1424h.k, s.154; Hazzaz Kummi, Kifayetü’l eser, 1401h.k, s.302-303.
- ↑ Örneğin bkz. Hemevi, Fevaidü’s sımtayn, Müessese-i Mahmudi, c.2, s.133 ve 313.
- ↑ Emin, Duḥa el-İslam, Hindavi Enstitüsü, c.3, s.864.
- ↑ Kaffari, Uṣul Mezhebi’ş Şia el-İmamiyye, 1431 h.k, c.2, s.776.
- ↑ Müfid, Taṣḥiḥu’l İ‘tiḳad el-İmamiyye, s.131; Subhani, Rahnüma-yi Ḥaḳiḳat, 1385 h.ş, s.114.
- ↑ Subhani, Rahnüma-yi Ḥaḳiḳat, 1385 h.ş, s.365.
- ↑ Küleyni, el-Kafi, 1407 h.k, c.8, s.356; Nehcü’l Belağa, Ṣubḥi Ṣaliḥ neşri, hutbe 216, s.335.
- ↑ alusi, Ruḥu’l Meʿani, 1415 h.k, c.11, s.198; Emin, Ḍuḥa el-İslam, Hindavi Enstitüsü, c.3, s.861; Dehlevi, Tuḥfetü’l İsna ʿAşeriyye, Mektebetü’l Ḥaḳiḳa, s.373 ve 463; Kaffari, Uṣul Mezhebi’ş Şia el-İmamiyye, 1431 h.k, c.2, s.793.
- ↑ Meclisi, Mirʾatü’l ʿUkul, 1404 h.k, c.26, s.527–528.
- ↑ Mazenderani, Şerḥu’l Kafi, 1382 h.k, c.12, s.485–486.
- ↑ Yusuf Suresi, 53. ayet.
- ↑ Mekarim Şirazi, Peyam-ı İmam Emirü’l Müʾminin (a.s), 1386 h.ş, c.8, s.269.
- ↑ Bkz. Kaffari, Uṣul Mezhebi’ş Şia el-İmamiyye, 1431 h.k, c.2, s.794–796; Dehlevi, Tuḥfetü’l İsna ʿAşeriyye, Mektebetü’l Ḥaḳiḳa, s.463.
- ↑ Küleyni, el-Kafi, 1407 h.k, c.2, s.438, 450 ve 505.
- ↑ Meclisi, Levamiʿ Ṣaḥibḳırani, 1414 h.k, c.4, s.185.
- ↑ alusi, Ruḥu’l Meʿani, 1415 h.k, c.11, s.198.
- ↑ Meclisi, Levamiʿ Ṣaḥibḳırani, 1414 h.k, c.4, s.185; Erbeli, Keşfü’l Gumme fi Maʿrifeti’l Eʾimme, 1381 h.k, c.2, s.253–254; Meclisi, Biḥarü’l Envar, 1403 h.k, c.25, s.204–210.
- ↑ Meclisi, Biḥarü’l Envar, 1403 h.k, c.25, s.204–210.
- ↑ “Sekizinci Bölüm: Tövbenin Mertebeleri / Üçüncü Mertebe: Ehassü’l Havas’ın Tövbesi”, ayetullah Muẓaheri’nin resmi web sitesi.
- ↑ Meclisi, Biḥarü’l Envar, 1403 h.k, c.25, s.210.
- ↑ “İmam Humeyni’nin Bakış Açısıyla Masumların İstiğfarının Sebepleri: İmam Hüseyin’in (a.s) Arefe Duası Üzerine Bir İnceleme”, İmam Humeyni Portalı.
- ↑ Nefsani Meleke, insan ruhuna nüfuz etmiş ve kolayca yok olmayan, sürekli ve kalıcı bir nefs halidir. (Cürcani, et-Taʿrifat, 1412 h.k, s.101)
Bibliyografi
- Âlûsî, Mahmûd b. Abdullah, Rûhu’l Meânî fî Tefsîri’l Kur’âni’l Azîm ve’s Seb‘i’l Mesânî, tahkik: Alî Abdülbârî Atiyye, Beyrut, Dârü’l Kütübi’l İlmiyye – Menşûrât Muhammed Alî Beyzûn, 1. baskı, 1415 h.k.
- İbn Ebî’l Hadîd, Abdülhamîd b. Hebetullah, Şerhu Nehci’l Belâğa, tahkik: Muhammed Ebü’l Fazl İbrâhîm, Kum, Mektebetü Âyetullah el-Meraşî en-Necefî, 1. baskı, 1404 h.k.
- İbn Teymiyye, Ahmed b. Abdülhalîm, Minhâcü’s Sünneti’n Nebeviyye fî Nakdi Kelâmi’ş Şîati’l Kaderiyye, tahkik: Muhammed Reşâd Sâlim, Riyad, Câmiatu’l İmâm Muhammed b. Suûd el-İslâmiyye, 1. baskı, 1406 h.k / 1986 m.
- İbn Hacer Heytemî, Ahmed b. Muhammed, es-Savâiku’l Muhrika alâ Ehli’r Rafz ve’d Dalâl ve’z Zendeka, tahkik: Abdurrahmân b. Abdullah et-Türkî ve Kâmil Muhammed el-Harrât, Beyrut, Müessesetü’r Resâle, 1. baskı, 1417 h.k / 1997 m.
- İbn Hanbel, Ahmed b. Muhammed b. Hanbel, Fedâilü’s Sahâbe, tahkik: Vasiyyullah Muhammed Abbâs, Beyrut, Müessesetü’r Resâle, 1. baskı, 1403 h.k / 1983 m.
- İbn Abdülvehhâb, Muhammed b. Abdülvehhâb b. Süleyman, Risâle fî’r Red alâ’r Râfıza, tahkik: Nâsır b. Sa‘d er-Reşîd, Riyad, Câmiatu’l İmâm Muhammed b. Suûd el-İslâmiyye, t.s. (Bu risâle, Muhammed b. Abdülvehhâb’ın Müellifât adlı külliyatının 12. cildinde basılmıştır.)
- İbn Asâkir, Alî b. Hasan, Târîhu Dımaşk, tahkik: Amr b. Garâme el-Ömerî, Beyrut, Dârü’l Fikr, 1415 h.k / 1995 m.
- İbn Atıyye, Mukâtil, Ebhâ’l Midâd fî Şerhi Mu’temeri Ulemâi Bağdâd, şerh ve tahkik: Muhammed Cemîl Hammûd, Beyrut, Müessesetü’l A‘lemî, 1. baskı, 1423 h.k.
- İbn Ukde Kûfî, Ahmed b. Muhammed, Fedâilü Emîri’l Mü’minîn (a.s), tahkik ve tashih: Abdürrezzâk Muhammed Hüseyin Harzeddîn, Kum, Delîl-i Mâ, 1. baskı, 1424 h.k.
- İbn Fâris, Ahmed, Mu‘cemu Mekâyîsi’l Luğa, tahkik: Abdüsselâm Muhammed Hârûn, Kum, Mektebü’l İ‘lâm el-İslâmî, 1. baskı, t.s.
- İbn Manzûr, Muhammed b. Mukarram, Lisânü’l Arab, Beyrut, Dâr Sâdır, 3. baskı, t.s.
- Erbelî, Alî b. Îsâ, Keşfü’l Gumme fî Ma‘rifeti’l Eimme (tab‘-ı kadîm), tahkik ve tashih: Seyyid Hâşim Resûlî Muhallettî, Tebriz, Benî Hâşim, 1. baskı, 1381 h.k.
- Emîn, Ahmed, Duha’l İslâm, Kahire, Müessesetü Hindâvî, t.s.
- Bâzelî, Rizâ, “İlâhî Kaynaklı İmamet Makamı”, Mûsûatu Reddi’ş Şübuhât (16): İmamet (1) içinde, Tahran, Meş‘ar Yayınları, 1. baskı, 1398 h.ş.
- Bahrânî, Seyyid Hâşim, Gâyetü’l Merâm ve Hüccetü’l Hısâm fî Ta‘yîni’l İmâm, tahkik: Seyyid Alî Âşûr, Beyrut, Müessesetü’t Târîhi’l İslâmî, 1. baskı, 1422 h.k.
- Bahrânî, Şeyh Alî, Menâru’l Hüdâ fî’n Nass alâ İmâmeti’l Eimmeti’l İsnâ Aşer, tahkik: Abdü’z Zehrâ Hatîb, Beyrut, Dârü’l Müntezır, 1405 h.k.
- Bahrânî, Yûsuf, el-Hadâiku’n Nâdıra fî Ahkâmi’l İtrati’t Tâhira, Kum, Dâru’n Neşri’l İslâmî (Câmiatu’l Müderrisîn el-Havze el-İlmiyye’ye bağlı), t.s.
- “İmamların (a.s) İstiğfârının Hikmeti – İmam Humeynî’nin Görüşüne Göre İmam Hüseyin’in (a.s) Arefe Duası Bağlamında”, İmam Humeynî Portalı], yayımlanma tarihi: 8 Şehrîver 1396 h.ş (30 Ağustos 2017), erişim tarihi: 5 Urdîbehişt 1402 h.ş (25 Nisan 2023).
- Tirmizî, Muhammed b. Îsâ, Sünen Tirmizî, tahkik ve ta‘lik: Ahmed Muhammed Şâkir, Muhammed Fuâd Abdülbâkî ve İbrâhîm Atve, Mısır, Şirketü Mektebeti ve Matbaati Mustafâ el-Bâbî el-Halebî, 2. baskı, 1395 h.k / 1975 m.
- Teftâzânî, Sa‘deddîn, Şerhu’l Makâsıd, tahkik ve ta‘lik: Abdurrahmân Umeyre, Kum, Şerîf Razî, 1. baskı, 1409 h.k.
- et-Tefsîru’l Mensûb ile’l İmâm el-Hasan el-Askerî, tahkik: Muhammed Bâkır Muhedd Ebtehî, Kum, Medresetü’l İmâm el-Mehdî (a.s), 1. baskı, 1409 h.k.
- Cürcânî, Mîr Seyyid Şerîf, et-Ta‘rîfât, Tahran, Nâsır Hüsrev, 4. baskı, 1412 h.k.
- Cürcânî, Mîr Seyyid Şerîf, Şerhu’l Mevâkıf, tahkik: Bedreddîn Ne‘sânî, Kum, Şerîf Razî, 1. baskı, 1325 h.k.
- Cevâdî Âmulî, Abdullah, Vahy ve Nübüvvet der Kur’ân (Kur’ân-ı Kerîm’in Konulu Tefsiri, c.3), tahkik ve tertip: Ali Zamânî Kumşehâî, Kum, Neşr-i İsrâ, 3. baskı, 1385 h.ş.
- Cevherî, İsmâil b. Hammâd, es-Sıhâh Tâcu’l Luğa ve Sıhâhu’l Arabiyye, tahkik: Ahmed Abdülgafûr Attâr, Beyrut, Dârü’l İlm, 4. baskı, 1407 h.k.
- Hâkim Nîşâbûrî, Muhammed b. Abdullah, el-Müstedrek ale’s Sahîhayn, tahkik: Mustafâ Abdülkâdir Atâ, Beyrut, Dârü’l Kütübi’l İlmiyye, 1. baskı, 1411 h.k / 1990 m.
- Halebî, Ebû’s Salâh, el-Kâfî fi’l Fıkh, tahkik: Rızâ Ustâdî, İsfahan, Mektebetü Emîri’l Mü’minîn, 1. baskı, 1403 h.k.
- Hammûd, Muhammed Cemîl, el-Fevâidü’l Behiye fi Şerhi Akâidi’l İmâmiyye, Beyrut, Müessese el-A‘lemî, 2. baskı, 1421 h.k.
- Hamûyî, İbrâhîm b. Muhammed, Ferâidü’s Simtayn, tahkik: Muhammed Bâkır Mahmûdî, Beyrut, Müessese el-Mahmûdî, tarihsiz.
- Hazzâz Kummî, Alî b. Muhammed, Kifâyetü’l Eser fi’n Nass ale’l Eimmeti’s Snâ Aşer, tahkik ve tashih: Abdüllatîf Hüseynî Kuhkemerî, Kum, Beydâr, 1401 h.k.
- Dehlevî, Abdülazîz, Tuhfe-i İsna Aşeriyye, İstanbul, Mektebetü’l Hakîka, tarihsiz.
- Râgıb İsfahânî, Hüseyn b. Muhammed, Müfredâtü Elfâzi’l Kur’ân, Beyrut, Dârü Kalem, 1. baskı, tarihsiz.
- Rebbânî Gülpâyegânî, Alî, İmamet der Bineş-i İslâmî, Kum, Bûstân-i Kitâb, 2. baskı, 1387 h.ş.
- Rebbânî Gülpâyegânî, Alî, “Salavaat Âyet ve Rivayetlerde Ehl-i Beyt’in (a.s) Üstünlüğü ve İsmeti”, Faslnâme-i Kelâm-i İslâmî, sayı 99, Sonbahar 1395 h.ş.
- Rebbânî Gülpâyegânî, Alî ve Alî Rızâ Fâtımî-Nejâd, “Hadîs-i Emân ve Ehl-i Beyt’in (a.s) İmameti”, Faslnâme-i Kelâm-i İslâmî, sayı 100, kış 1395 h.ş.
- Rebbânî Gülpâyegânî, Alî, “Akıl Açısından İmamın İsmeti”, Faslnâme-i Kebasât, sayı 45, güz 1386 h.ş.
- Subhânî, Ca‘fer, el-İlâhiyyât alâ Hudâ’l Kitâb ve’s Sünne ve’l Akl, Kum, el-Merkezü’l Âlemî li’d Dirâsâti’l İslâmiyye, 1. baskı, 1412 h.k.
- Subhânî, Ca‘fer, Menşûr-u Câvid, Kum, Müessese-i İmâm Sâdık (a.s), 1. baskı, 1383 h.ş.
- Seyyid Murtazâ, Alî b. Hüseyn, eş-Şâfî fi’l İmâme, tahkik ve ta‘lik: Seyyid Abdüzzahrâ Hüseynî, Tahran, Müessese-i es-Sâdık (a.s), 2. baskı, 1410 h.k.
- Seyyid Murtazâ, Alî b. Hüseyn, Resâilü’ş Şerîf el-Murtazâ, tahkik: Mehdî Recâî, Kum, Dârü’l Kur’ân el-Kerîm, 1405 h.k.
- Şe‘rânî, Ebü’l Hasen, Tercüme-i Farsî-i Tecrîdü’l İ‘tikâd, Tahran, Kitâbfuruşî-i İslâmiyye, 8. baskı, 1376 h.ş.
- Sadûk, Muhammed b. Alî b. Bâbûye, el-Hısâl, tahkik ve tashih: Alî Ekber Gaffârî, Kum, Câmi‘atü’l Müderrisîn, 1. baskı, 1362 h.ş.
- Sadûk, Muhammed b. Alî b. Bâbûye, Uyûnü Ahbâri’r Rızâ (a.s), tahkik: Mehdî Lâcevverdî, Tahran, Neşr-i Cihân, 1. baskı, 1378 h.k.
- Sadûk, Muhammed b. Alî b. Bâbûye, Kemâlü’d Dîn ve Temâmu’n Ni‘me, tahkik: Alî Ekber Gaffârî, Tahran, İslâmiyye, 2. baskı, 1395 h.k.
- Sadûk, Muhammed b. Alî b. Bâbûye, Ma‘ânî’l Ahbâr, tahkik: Alî Ekber Gaffârî, Kum, Dafter-i Neşr-i İslâmî, 1. baskı, 1403 h.k.
- Ziyâîfer, Saîd, “Kelâmî Görüşlerin Fıkıh Usûlü Üzerindeki Etkisi”, Faslnâme-i Nakd u Nazar, sayı 41–42, Ferverdin 1385 h.ş.
- Tabâtabâî, Seyyid Muhammed Hüseyn, el-Mîzân fî Tefsîri’l Kur’ân, Kum, Mektebetü’n Neşri’l İslâmî, 5. baskı, 1417 h.k.
- Taberânî, Süleyman b. Ahmed, el-Mu‘cemü’l Kebîr, tahkik: Hamdî b. Abdülmecîd es-Süflî, Kahire, Neşr-i Mektebetü İbn Teymiyye, 2. baskı, tarihsiz.
- Tabersî, Fazl b. Hasen, Mecme‘u’l Beyân fî Tefsîri’l Kur’ân, Tahran, Nâsır Hüsrev, 3. baskı, 1372 h.ş.
- Tûsî, Muhammed b. Hasan, el-Emâlî, Kum, Dârü’s Sekâfe, 1. baskı, 1414 h.k.
- Tûsî, Hâce Nasîrüddîn, Telhîsü’l Muhassıl (ma‘rûf bi Nakdi’l Muhassıl), Beyrut, Dârü’l Ezvâ’, 2. baskı, 1405 h.k.
- Tûsî, Muhammed b. Hasan, el-İktisâd fîmâ Yete‘allaku bi’l İ‘tikâd, Beyrut, Dârü’l Ezvâ’, 2. baskı, 1406 h.k.
- Tûsî, Muhammed b. Hasan, et-Tibyân fî Tefsîri’l Kur’ân, Beyrut, Dârü İhyâi’t Türâsi’l Arabî, 1. baskı, tarihsiz.
- Allâme Hillî, Hasen b. Yûsuf, el-Bâbü’l Hâdî Aşer, Tahran, Müessese-i Mutâlâ‘ât-i İslâmî, 1365 h.ş.
- Allâme Hillî, Hasen b. Yûsuf, Keşfü’l Murâd fî Şerhi Tecrîdi’l İ‘tikâd (Kısm-ı İlâhiyyât), tahkik: Ca‘fer Subhânî, Kum, Müessese-i İmâm Sâdık (a.s), 2. baskı, 1382 h.ş.
- Allâme Hillî, Hasen b. Yûsuf, Nehcü’l Hakk ve Keşfü’s Sıdk, Beyrut, Dârü’l Kitâbi’l Lübnânî, 1. baskı, 1982 m.
- Fârîyâb, Muhammed Hüseyn, Târîh-i İsmet-i İmam der Endîşe-i İmâmiyye tâ Pâyân-ı Karn-ı Pencüm-i Hicrî, Kum, Müessese-i Âmûzeşî ve Pejuheşî-i İmâm Humeynî, 1. baskı, 1390 h.ş.
- Fâzıl Mikdâd, Mikdâd b. Abdullah, el-Levâmi‘u’l İlâhiyye fi’l Mebâhisi’l Kelâmiyye, tahkik ve ta‘lik: Şehîd Kâzî Tabâtabâî, Kum, Dafter-i Teblîğât-i İslâmî, 2. baskı, 1422 h.k.
- Tövbenin Mertebeleri / Sekizinci Bölüm: Üçüncü Mertebe: Ehasu’l Havass’ın Tövbesi, Ayetullah Mazaheri Bilgi Portalı, Ziyaret Tarihi: 31 Farvardin 1402 h.ş (20 Nisan 2023).
- Fiyaz Lahici, Abdurrezzak, Sermaye-yi İman der Usul-i İtikadat, tashih: Sadık Laricani, Tahran, el-Zehra Yayınları, 3. Baskı, 1372 h.ş.
- Fiyaz Lahici, Abdurrezzak, Gauhar-i Murad, Tahran, Saye Yayınları, 1. Baskı, 1383 h.ş.
- Kazi Abdülcebbâr, Abdulcebbar bin Ahmed, el-Muğni fi Ebvabi’t Tevhid ve’l Adl, tahkik: Corc Kanavati, Kahire, ed-Dar el-Mısriyye, 1962-1965 M.
- İmamların İsmetine Dair Bir Araştırma, Hamidreza Kurbani Mobin ve Muhammed Muhammedrezaei, İslamî Maarif Derneği Mevsimlik Dergisi, Sayı 23, Yaz 1389 h.ş.
- Kafari, Nasır Abdullah Ali, Usulu Mezhebi’ş Şia el-İmamiyye: Arz ve Nakd, Cize, Daru’r Rıza, 4. Baskı, 1431 h.k – 2010 M.
- Mazenderani, Muhammed Salih bin Ahmed, Şerhu’l Kafi (el-Usul ve’r Ravza), tashih: Ebu’l Hasan Şearani, Tahran, el-Mektebetu’l İslamiyye, 1. Baskı, 1382 h.k.
- Mubelliği, Ahmed, «Usulün Kelami Temelleri ve Bu Temellerden İmam Humeyni’nin Görüş ve Metodunda Yararlanma», Fıkıh Mevsimlik Dergisi, Sayı 45, Mehr 1384 h.ş (Eylül – Ekim 2005).
- Meclisi, Muhammed Bakır, Biharü’l Envar, Beyrut, Daru İhya’i’t Turasi’l Arabi, 2. Baskı, 1403 h.k.
- Meclisi, Muhammed Bakır, Mir’atu’l Ukul fi Şerhi Ahbari Ali’r Resul, tahkik ve tashih: Seyyid Haşim Resuli Muhallati, Tahran, Daru’l Kutubi’l İslamiyye, 2. Baskı, 1404 h.k.
- Meclisi, Muhammed Taki, Lewamiu Sahipgerani (Meşhur be Şerhi Fakih), Kum, Müessese-i İsmailiyan, 2. Baskı, 1414 h.k.
- Müslim Nişaburi, Müslim bin Haccac, Sahih-i Müslim, tahkik: Muhammed Fuad Abdulbaki, Beyrut, Daru İhya’i’t Turasi’l Arabi, t.y.
- Misbah Yezdi, Muhammed Taki, Rah ve Rahnemai Şenasi, Kum, İmam Humeyni (a.s) Eğitim ve Araştırma Enstitüsü Yayınları, 1395 h.ş.
- Mustafavi, Hasan, el-Tahkik fi Kelimati’l Kur’an, Tahran, Merkezu’l Kitab li’t Tercüme ve’n Neşr, 1. Baskı, 1402 h.k.
- Muzafar, Muhammed Hüseyin, Delailü’s Sıdk, Kum, Müessese-i Alu’l Beyt (a.s), 1. Baskı, 1422 h.k.
- Müfid, Muhammed bin Nu’man, Tashihu İtikadati’l İmamiyye, Kum, Şeyh Müfid Kongresi, 2. Baskı, 1414 h.k.
- Müfid, Muhammed bin Muhammed, el-Mesailu’l Carudiyye, Kum, Dünya Şeyh Müfid Kongresi, 1. Baskı, 1413 h.k.
- Mekarim Şirazi, Nasır, Peyam-ı İmam Emirü’l Müminin (a.s), Tahran, Daru’l Kutubi’l İslamiyye, 1. Baskı, 1386 h.ş.
- Münevi, Abdurrauf bin Tacü’l Arifin, Fayzu’l Kadir Şerhu’l Cami’i’s Sağir, Mısır, el-Mektebetu’t Ticariyyetu’l Kubra, 1. Baskı, 1356 h.k.
- Musevi Şefti, Seyyid Esedullah, el-İmamet, tahkik: Seyyid Mehdi Recaî, İsfahan, Mektebetu Huceti’l İslam eş-Şefti, 1. Baskı, 1411 h.k.
- Nehcü’l Belağa, tashih: Subhi Salih, Kum, Hicret, 1. Baskı, 1414 h.k.