Hz. Fatıma'nın Hutbesi

Öncelik: c, kalite: c
linksiz
resimsiz
wikishia sitesinden
(Fedekiye Hutbesi sayfasından yönlendirildi)
Fedekiyye hutbesinden bir parça

Hz. Fatıma Zehra’nın (s.a) hutbesi (Arapça: خطبة السيدة فاطمة الزهراء), Hz. Fatıma Zehra’nın (s.a) İmam Ali’nin (a.s) hilafetini savunmak için halife (Ebu Bekir) ve Medine halkı karşısında okuduğu hutbedir. Hutbede: Allah’a hamd ve sena, ilahî vahdaniyete ve Hz. Muhammed’in (s.a.a) risaletine tanıklık, ilahi ahit unvanı ile Kur’an’a işaret, kendisini ve Hz. Ali’yi Hz. Peygamber'e nispet vererek tanıtması, Hz. Muhammed’in peygamberliği ile şirk ve dalaletten kurtulmak, Hz. Ali’nin, risaletteki rolü, Hz. Ali’nin velayet ve hilafetinin gasp edilmesi, Hz. Peygamber'in vefatından sonra hak yoldan sapılması, irs ve miras konusunda Kur’an’dan delil getirmek, Hz. Peygamber'in evlatlarına saygı, insanlardan yardım istemek ve hüccet ve kanıtların insanlar için tamamlanması gibi konulara değinilmiştir.

Türkçe Metin (Konular Halinde)

Önsöz

Belagatu'n-Nisa[1] ve Keşfu'l Ğumme[2] kitaplarında şöyle nakledilmiştir: Abdullah İbn-i Hasan'dan ve o da kendi senediyle babalarından (a.s) şöyle rivayet etmiştir: Ebu Bekir, Fedek arazisini Fatıma'dan almayı kararlaştırdığında, bu haber Hz. Fatıma'ya ulaştı. Hz. Fatıma, başörtüsünü başına örtüp, cilbabını giyindi. Yakınlarının hanımlarından ve kendi hizmetçilerinden oluşan bir grup hanımın eşliğinde hareket etti. Yürürken etekleri yere sarkan uzun bir elbise giyinmişti. Yürüyüşü Hz. Resulullah'ın (s.a.a) yürüyüşünden farksızdı. Gelip, Ebu Bekir'in bulunduğu yere ulaştı.
Ebu Bekir, Muhacirler ve Ensar’dan oluşan bir kalabalığın içerisinde bulunuyordu. Hz. Fatıma'yla halk arasına bir perde asıldıktan sonra oturdu ve hıçkırarak ağlamaya başladı. Oradakiler de onun ağlamasıyla ağlamaya başladılar. Meclisi büyük bir hüzün kapladı.

Hamd ve Sena

Sonra Hz. Fatıma (s.a) ağlamayı kesip, biraz öylece sessiz durdu. Halkın figanı dinip galeyanı yatışınca, Allah'a hamd ve sena edip, Resulüne salât ve selâm göndererek söze başladı. Halk tekrar ağlamaya başladılar; durduklarında konuşmasını sürdürerek şöyle buyurdu:

“Allah'a hamd olsun, verdiği nimetleri için; O'na şükürler olsun, ilham ettiği hidayetlerden ötürü; O'na senalar olsun, sunmuş olduğu eşsiz ve benzersiz yaygın ihsanları, verdiği bol ve kâmil bağışları, lütfettiği tüm nimetleri için. Nimetleri sayılmaz, nimetlerinin sürekliliğinin şükrü eda edilmez ve ebedi oluşları, idrak olunabilmelerini imkânsız kılar. O, nimetlerini daha da artırmak için kullarını şükretmeye çağırmış; nimetini bollaştırarak da mahlûkatından ona hamd etmelerini istemiş ve (kıyamette) benzerlerine davet ederek, ihsanını (salih insanlara) iki kat kılmıştır.

Allah’ın Vahdaniyetine Tanıklık

Şehadet ederim ki Allah'tan başka bir ilah yoktur. Tektir; ortağı yoktur. O Allah ki tevhit kelimesinin te'vilini (esas ve özünü) ihlas kılmıştır. Kalplere O'na bağlılığı yerleştirmiş ve aklın kavrayabilmesi için tevhid düşüncesini aşikâr etmiştir.
O Allah ki gözlerin O'nu görmesi, dillerin O'nun sıfatlarını beyan etmesi ve kavrayışların O'nun keyfiyetini anlaması imkânsızdır.
O Allah ki önceden olan bir şeye dayanmadan, bir eş ve benzere öykünmeden, yaratıkları yaratmaya muhtaç değilken, yaratmada kendine bir yararı yokken, kendi güç ve meşiyetiyle her şeyi var etti. Sadece hikmetinin sağlamlığını bildirmek, itaati hususunda uyarmak, kudretini aşikâr etmek, mahlûkatını kulluğa çağırmak ve çağrısını güçlü kılmak için onları vücuda getirdi. Sonra da kullarını kendi gazabından korumak, onları cennetine sevk etmek için itaati karşısında mükâfatı ve isyanı karşısında da azabı vaat etti.

Hz. Muhammed’in (s.a.a) Risaletine Tanıklık

Şehadet ederim ki babam Muhammed, O’nun kulu ve resulüdür. Allah, onu peygamber olarak göndermeden önce beğenmiş ve yaratmadan önce seçmiştir. Meb'us kılmadan önce, hatta mahlûklar gayb âleminde korkunç perdeler altında saklıyken ve yokluk sınırının eşiğinde bulunurken, onu "Ahmed" (yani beğenilmiş) olarak isimlendirmiştir. Çünkü Allah, işlerin nihayetini ve hadiselerin akışını bilir. Takdir ettiği şeylerin yerlerine vakıftır.
Allah, emrini tamamlamak, kendi hükmünü geçerli ve kesin kılmak, kesin kıldığı kaderlerini icra etmek için, onu peygamber olarak gönderdi. (Resulullah meb'us olduğunda), İnsanlar çeşitli dinlere bölünmüş, her grup kendi ateşinin çevresinde toplanmış bulunuyorlardı. Putlara tapıyor ama Allah'ı tanımaları gerekirken O’nu inkâr ediyorlardı. (Böyle bir dönemde) Allah-u Teala, babam Muhammed’in nuruyla onların üzerine çökmüş olan karanlıkları aydınlığa çevirdi. Kalplerdeki (küfrün) düğümlerini çözdü. Gözlerden şaşkınlık perdelerini giderdi. Böylece Peygamber, insanlar arasında hidayet işini üstlendi. Sonunda onları sapıklıklardan kurtardı ve kör olan gözleri açtı. Sağlam dine doğru onları hidayet eyledi ve doğru yola onları davet etti.
Bunlardan sonra Allah, Peygamber'inin kendi istek ve rağbetiyle onu bu dünyadan alıp, kendisine doğru götürdü. Böylece Hz. Muhammed, bu dünyanın zorluklarından kurtulup, yüksek meleklerin eşliğinde Rabb'inin rızasıyla kuşatıldı ve yüce mülk sahibi Allah'ın civarına erişti.

Allah’ın Ahdi Unvanı İle Kur’an’a İşaret

Allah’ın seçtiği, beğendiği ve vahyin emini babama selam olsun. Allah’ın selamı, bereketi ve rahmeti onun üzerine olsun.

Sonra mecliste bulunanlara bakarak şöyle dedi:

Ey Allah'ın kulları! Sizler onun emir ve nehiylerinin muhatabı, dinin ve vahyin taşıyıcıları, Allah'ın kendi nefislerine emin kıldığı kimseler ve ümmetlere dinin tebliğcilerisiniz. Allah tarafından hak bir önder (olan Kur'an) sizin aranızdadır.
Bilirsiniz ki Allah’ın sizin üzerinizde hakkı vardır ve o da halef olarak bıraktığı bir emanet olan Allah'ın nâtık kitabı, sâdık Kur'ân'ı, yüce nuru ve parlak ışığıdır. Basiretleri (hidayetleri) aşikârdır. Sırları keşfedilmiş ve açıktır. Zahirleri aydındır. Ona uyanlara gıpta olunur. Kur'an kendisine uyanı, Allah'ın rızasına götürür ve ona kulak vereni kurtuluşa erdirir.
Kur'an vasıtasıyla Allah'ın aydın hüccetleri, açıklanmış azimetlerine (farzlarına), sakındırılmış haramlarına, belli göstergelerine, yeterli burhanlarına, yapılması istenmiş faziletlerine, kullara hibe edilen ruhsatlarına ve yazılı şeriatlarına ulaşılır.

İnsanların Hidayeti İçin İslam Hükümleri

Allah, imanı sizler için şirkten temizlenme vesilesi kıldı. Namazı, kibirden uzaklaşmanız; zekâtı, nefsin yücelmesi ve rızkın çoğalması; orucu, ihlası sabitleştirmek; haccı, dinin temellerini sağlamlaştırmak; adaleti, kalpleri birleştirmek ve bize itaati ise, dinin düzelmesi ve nizamı için farz kıldı.

Biz Ehlibeyti (imametimizi) tefrikadan kurtulmak; cihadı, İslam'a izzet kazandırmak; sabrı, mükâfatı hak etmek; emri bil mârufu, tüm halkın maslahatını korumak ve vâlideyne (baba ve anneye) iyiliği, Allah'ın gazabından kurtulmak için farz kıldı. Sıla-ı Rahîm yapmayı (akrabalarla iyi ilişkide bulunmayı) sayıların çoğalmasına vesile eyledi. Kısası, kanların dökülmesini önlemek; nezre (adağa) vefa etmeyi, Allah'ın bağışına ehil olmak; tartı ve ölçüleri eksiltmeyip hakkınca tutmayı, malların değerinin korunması için farz kıldı. Şarap içmeyi, (kullarını) pisliklerden temizlemek için nehyetti. Başkalarına zina nispetini vermekten kaçınmayı, lanetten korunmak ve hırsızlıktan uzak durmayı, iffet kazanmak için emretti.
Şirki, O'nun Rububiyet'ine olan inancın halis olması için haram kıldı. “Allah'tan nasıl korkup sakınmak gerekiyorsa, öylece korkup sakının”(Âl-i İmran, 102) Allah’a yaraşır bir şekilde takvalı olun ve Müslümanlık dışında dünyadan göçmeyin. Allah’ın emir ve yasaklarına uyun. Zira yalnızca alim kullar Allah’tan korkar.

Daha sonra şöyle buyurdu:

Ey insanlar! Biliniz ki ben Fatıma'yım ve babam Muhammed'dir. Bu sözü ben tekrar tekrar sizlere söylüyorum. Sözlerim haktır ve yaptığım işte batıl bir yön yoktur.

Hz. Ali (a.s) ile Kendisini Hz. Peygamber'e (s.a.a) Nispet Vererek Tanıtması

(Allah-u Teâla buyuruyor ki): “Gerçekten size kendinizden olan öyle bir peygamber geldi ki sizlerin uğradığınız sıkıntılar ona ağır gelir. O size pek düşkün ve müminlere şefkatli ve merhametlidir.” Eğer Muhammed'i (s.a.a) tanırsanız, onun, sizin hanımlarınızın babası değil, benim babam olduğunu ve sizin erkeklerinizin değil, benim kocam Müminlerin Emiri Ali’nin kardeşi olduğunu görürsünüz. Ona olan nispet ve yakınlık ne güzel bir nispettir.

Hz. Muhammed’in (s.a.a) Peygamberliği İle Şirk Ve Delaletten Kurtulması

O, peygamberliği uhdesine alıp, halkı Allah'ın azabından korkuttu. Müşriklerin yolundan yüz çevirdi. Şirkin belini kırıp, onların nefesini kesti. Halkı hikmet ve güzel nasihatle Rabb'inin yoluna çağırdı. Putları kırdı ve küfrün önderlerini yüzüstü yere serdi. Sonunda kafirler topluluğu bozguna uğrayarak, artlarına dönüp kaçtılar. Gecelerin karanlığı, sabahın aydınlığı ile yarıldı ve hakkın özü ortaya çıktı. Dinin önderi konuşmaya başladı. Şeytan sözcülerinin sesi kesildi. Nifakın tacı yere düştü. Küfür ve azgınlığın düğümleri çözüldü.
Sizler Hz. Resul-ü Ekrem gelmeden önce “tam ateş çukurunun çevresinde idiniz”. (O halinizle) taşın dibinde kalan, hemen içilip tüketilecek olan bir yudum suydunuz. Aç kişinin fırsat gözetmeden kapıp yiyeceği bir lokma ve (düşmanların) ayakları altına düşmüş bir toplumdunuz. İçtiğiniz, deve sidiğiyle dolmuş ve hayvan pisliğiyle kokuşmuş olan çöllerdeki çukur suyu idi. Yediğiniz, tabaklanmamış deriyle hazırlanan yemekti. Aşağılık bir hale düşmüştünüz ve “insanların sizi kapıp yakalamasından korkuyordunuz”

Hz. Ali’nin (a.s) Hz. Peygamber'in (s.a.a) Risaletindeki Rolü

Bütün bunlardan ve güçlülerin belasına uğradıktan, Arabın kurtlarına lokma olduktan, kitap ehlinin azgınlarına tutsak düştükten sonra, Allah-u Tebarek ve Teâlâ sizleri babam Muhammed (s.a.a) vasıtasıyla kurtardı. “Ne zaman müşrikler savaş ateşini açtıysa, Allah onu söndürdü”. Ne zaman şeytan kendi boynuzunu çıkardıysa, müşriklerden bir grubun ağzı açıldıysa, (Peygamber s.a.a) kardeşini (Hz. Ali'yi) tehlikenin önüne çıkarıp, müşriklerin ağzını tıkadı. Hz. Ali de düşmanların başını ezmedikçe ve yakılan ateşin alevini kılıcıyla söndürmedikçe geri dönmezdi.
Ali (a.s) Allah'ın zatı için zahmete katlanan, Allah'ın emrinde ciddiyet gösteren, Resulullah'ın yakını ve Allah'ın velilerinin efendisidir. O, hak yolunda kollarını sıvayarak, iyilik istiyor; ciddiyetle çalışarak, bu yolda zahmete katlanıyordu. Ama siz (o dönemde) rahat bir yaşayış yolunu seçip, asayiş ve emniyet içerisinde hayatınızı sürdürerek, bizlerin başına gelen belaların sonucunu bekliyordunuz. Neticenin kimin yararına olacağını öğrenmek istiyordunuz. Savaşlara katılsanız da düşmanla karşılaştığınızda geriye dönüp kaçıyordunuz.

Hz. Ali’nin Hilafetinin Gasp Edilmesi

Allah-u Tealâ, Peygamber'ini (s.a.a) enbiyanın bulunduğu, yani seçkinlere ayırdığı makama yüceltmeyi kararlaştırdığında, sizlerdeki kin ve nifak düğümleri aşikâr oldu. Din gömleği yıprandı. Kendini gizlemiş olan azgınlar nutka geldi ve cansız kalmış düşmanlar harekete geçti. Batıl ehlinin önderleri kükremeye başladı ve sizin aranızda değer kazandılar.
Şeytan başını kendi yuvasından çıkarıp, sizleri kendisine doğru çağırdı. Sizlerin onun davetini kabullenmeye ve aldanmaya meyilli olduğunuzu gördü. Sonra sizi tahrik etti ve sizleri hafif buldu. Sizleri kışkırttı ve siz de hemen galeyana geldiniz. Böylece sizler başkasının devesini (kendi deveniz olarak) dağladınız ve (onu) başkasına ait çeşmeye sürdünüz (yani başkasına ait olan hilafete el koydunuz ve gasp ettiniz).
Bütün bunlara henüz Resul-ü Ekrem'in (s.a.a) vefatından kısa bir süre geçmeden ve henüz kalbimizin yaraları tazeyken, yüreğimizin cerahati iyileşmeden ve hatta Resul-ü Ekrem'in (s.a.a) cenazesi defnedilmeden teşebbüs ettiniz. “Fitne çıkmasından korkuyoruz” diyerek bu işlere koştunuz ve hilafeti çaldınız. “(Oysa) iyi bilin ki (bu işleriyle), tam fitnenin ortasına düşmüşsünüz ve gerçekten cehennem, kâfirleri (her taraftan) kuşatmıştır.”

Hz. Peygamberin (s.a.a) Vefatıyla Doğru Yoldan Sapış

Heyhat! Size ne olmuştur? (Haktan dönüp), Allah'ın kitabını bırakıp, neye yönelmişsiniz? Oysaki onda olan hakikatler zahir, ahkâmı nurlu, göstergeleri belirgin, sakındırdığı şeyler ortada ve emirleri açıktır. Ama sizler onu arkanıza atmışsınız. Acaba Kur'an'ı bırakmayı ve ona sırt çevirmeyi mi istiyorsunuz; yoksa başka bir kitapla mı hüküm veriyorsunuz? “Zalimlerin (Kur'an'ın yerine) seçtikleri bedel ne kötüdür.” “Kim İslam'dan başka bir din ararsa, o (din) asla ondan kabul edilmez ve o ahirette ziyankârlardan olur.”
Sonra ancak o fitnenin doğurduğu nefret yatışıncaya ve kontrol altına girinceye kadar beklediniz. Sonra yine fitnenin alevini daha da bir şiddetlendirmeye ve ateşini daha da bir kızgınlaştırmaya yöneldiniz. Aldatıcı şeytanın davetine icabet ederek, dinin apaydın nurlarını ve Peygamber'in (s.a.a) sünnetini söndürmeye koyuldunuz.
Sizler köpüğü içmek adına altındaki sütü içiyor, (beytülmalı gizlice istediğiniz şekilde harcıyorsunuz). Bunun yanı sıra açıkta ve gizlide Peygamber'in (s.a.a) Ehlibeyt'ine ve evladına haksızlık ediyorsunuz. Biz ise, sizlerin kalbimize vurduğunuz hançer yarasına ve bağrımızı delen ok darbesine sabrediyoruz.

İrs İçin Kur’an’dan Delil

Siz şimdi de benim, babamdan miras alma hakkımın olmadığını mı iddia ediyorsunuz? “Yoksa Cahiliye hükmünü mü arıyorlar (uygulamak istiyorlar)? Halbuki yakin eden bir toplum için hükmü Allah'tan daha güzel olan kim olabilir?” Acaba sizler bilmiyor musunuz? Oysa Fedek’i gasp edenlere güneş gibi aşikâr olmuştur ki ben onun kızıyım? Ondan irs almaktayım. Ey Müslümanlar! Acaba benim mirasım zorla elimden mi alınacak? (Siz buna seyirci mi kalacaksınız?).
Ey Ebu Kuhafe'nin oğlu (Ebu Bekir)! Acaba senin, babandan miras alman ve benim, babamdan miras almamam Allah'ın kitabında mı yazılmıştır? Gerçekten ortaya attığın söz büyük bir iftiradır. Acaba bilerek mi Allah'ın kitabını arkanıza atıp, terk ettiniz? Kur’an-ı Kerim buyuruyor ki: “Ve Süleyman Davud'dan miras aldı (ona mirasçı oldu).”
Yahya İbn-i Zekeriya’nın kıssasını anlatırken de buyurmuştur: “Dedi ki (Ey Rabb'im!) Bana bir veli lütfet ki benden ve Yakup soyundan miras alsın (mirasçı olsun).” Yine buyurmuştur ki: “Allah'ın kitabında akrabaların bazıları, bazılarına (nispet, miras hususunda) daha evladır.”
Yine buyurmuştur ki: “Allah size evlatlarınız hakkında bir erkeğe iki kadının payını tavsiye eder.”
Yine buyurmuştur ki: “Sizlerden birinin ölümü geldiği zaman kendisinden bir hayır (mal) bırakıyorsa, baba ve annesine ve yakınlarına (verilmesi için) adalet ve iyilik üzere vasiyet etmek, (Allah'tan) takvalılara bir borç olarak yazılmıştır.”
(Kur'ân ayetleri böyle buyururken acaba) sizlere göre benim bir payım yok mu ve benim, babamdan miras almaya hakkım yok mudur?! Acaba Allah, sizlere miras ayetinde bir özellik tanımış da yalnız babamı mı çıkarmıştır? Yoksa sizler “Şüphesiz ayrı ayrı dinlere mensup olan kişiler birbirlerinden miras alamazlar mı?” diyor (ve bu yüzden bana miras hakkı tanımıyorsunuz)? Acaba ben ve babam aynı dine bağlı değil miyiz? Yoksa sizler Kur'an'ın özel ve umumunu (genel hükümlerini ve o hükümlerden istisna edilen durumlarını) benim babam ve amcam oğlundan daha mı iyi bildiğinizi iddia ediyorsunuz? (Ey Ebu Bekir!) Bu eğerli, yularlı ve süslenmiş Fedek devesini al da götür! Ama bil ki mahşere geldiğin gün yaptıklarınla karşılaşacaksın.
O gün ki hâkim Allah'tır ve kefil Hz. Muhammed (s.a.a). Ne güzel gündür o gün; o günde batıla uyanlar ziyana uğrarlar; o zaman pişmanlık da halinize bir yarar sağlamayacaktır. “Her bir sözün (hakikatin) gerçekleşeceği bir yer ve zaman vardır.” “Artık yakında zelil edici azabın kime geleceğini ve kalıcı azabın kimi yakalayacağını bileceksiniz.”

Hz. Peygamberin (s.a.a) Çocuklarının İhtiramı

Sonra Ensar'a doğru bakarak şöyle dedi:

Ey yiğitler topluluğu, dinin yardımcıları ve İslam'ın koruyucuları! Benim hakkımda yaptığınız bu gevşeklik ve benden zulümle alınan (Fedek) hususundaki bu gafletiniz nedir? Acaba babam Resulullah (s.a.a) “Kişinin ihtiramı, evlatlarına iyi davranmakla korunur” diye buyurmuyor muydu? Ne çabuk da verdiğiniz ahdi bozdunuz? Sizlerin benim talebimi yerine getirmeye gücünüz var.
Acaba kendi kendinize "Muhammed (s.a.a) öldü mü" diyorsunuz? (Evet, öldü ama bu) bir büyük musibet idi ki bu yüzden hasıl olan boşluk ve vücuda gelen gedik ne de büyüktür. Yeryüzü onun gaybetiyle karardı; yıldızların yüzü tutuldu; ümitler boşa çıktı ve dağlar onun karşısında huşu etti. Ama Resulullah'ın vefatıyla da hadler aşıldı ve hürmetler çiğnendi. Allah'a Andolsun ki benzeri görülmemiş büyük bir musibet idi.

Hz. Peygamberden (s.a.a) Sonra Kur’an’a Amel

Her sabah ve akşam evlerinizde okunan Allah'ın kitabı, bunun vuku bulacağını açıkça ilan etmişti. Ondan önceki peygamberlerin de durumundan haber vermişti. Bu değişmez bir hüküm ve kesin bir kazadan ibaret idi.
Muhammed, ancak bir elçidir. Ondan önce peygamberler gelip geçmiştir. Acaba eğer ölürse veya öldürülürse sizler (dinden) geriye mi döneceksiniz? Kim ki dinden geriye dönerse, (bilsin ki) Allah'a asla bir zarar vermez ve Allah şükredenleri mükâfatlandırır.

İnsanlardan Yardım İstemesi

Ey vay Evs ve Hazrec oğulları! Sizin gözünüzün önünde babamın mirasını elimden alacaklar, sizler buna şahit olup susacak ve topluca bunu duyup kendinizi kenara mı çekeceksiniz?! Halbuki hepinize yardım çağrısında bulunmuşum ve siz de haberdarsınız.
Sizlerin güç ve sayısı yeterlidir. Elinizde silah ve kalkan vardır. Acaba nasıl oluyor da yardım çağrısını duyup icabet etmiyorsunuz? Feryadımızı işitiyor ama bizim yardımımıza koşmuyorsunuz? Oysaki sizler "cesur insanlar" diye tanınmışsınız; iyilik ve salah ile marufsunuz.
Sizler seçkinler ve beğenilmişlersiniz. Araplarla savaştınız; çetinlik ve zorluklara karşı koydunuz; kabilelerle karşı karşıya geldiniz ve kahramanlarla mücadele eylediniz. Nice uzun zamanlar biz Ehlibeyt size emrettiğimizde siz hep itaat ediyordunuz. Nihayet İslam değirmeni bizlerin ekseninde dönmeye başladı; nimet ve rızk çoğaldı; şirkin sesi kesildi; iftiracıların coşkusu yattı; küfrün ateşi söndü; fitnenin çağrısı sustu ve dinin nizamı güçlendi. Öyleyse neden hak aşikâr olduktan sonra şaşkınlığa düştünüz; gerçekler ilan olduktan sonra onu tekrar gizlemeye yöneldiniz; hakka yöneldikten sonra geriye döndünüz ve iman ettikten sonra şirke düştünüz?!
Neden antlarını bozan ve Resulullah'ı çıkarmaya yeltenenlerle savaşmıyorsunuz? Oysaki ilk olarak onlar (savaşı) başlattılar. Yoksa onlardan mı korkuyorsunuz? Oysaki gerçek iman sahibi iseniz, kendisinden korkmanıza en layık olan Allah'tır. (yani neden bu hilafeti gasp edenler anlaşmalarını çiğneyerek Resulullah’la Hz. Ali hakkındaki ahitlerine vefa göstermediler? Neden sizler onlarla savaşmıyor ve Hz. Ali’yi savunmuyorsunuz?)
Ben, sizlerin alçalmaya yöneldiğinizi ve yöneticilik makamına layık olanı bu makamdan uzaklaştırdığınızı görüyorum. Sizler rahatlık ve zevke çekildiniz. Darlıktan kaçıp genişliğe ve refaha meylettiniz. Ruhunuza yerleşen marifet ve anlayışları çıkarıp attınız; afiyetle yediğiniz şeyi geri kustunuz. “Eğer, sizler ve yeryüzünde bulunan herkes kâfir olsalar, (Allah'a bir zarar veremezler.) Çünkü gerçekten Allah ganidir ve övülendir.”

İnsanlara Hüccetin Tamamlanması

Bilin ki ben, sizlerin bize arka çıkmayacağınızdan, bizi yalnız bırakacağınızdan, kalbinizde yerleşen hainlikten haberdar olmama rağmen bu sözleri size söyledim. (Bunların sizi etkilemeyeceğini biliyordum). Ama bunlar ruhun taşkınlığı, gazabın taşması, tahammülün sona ermesi neticesinde içimde toplanan dile getirdiğim dertlerimdi ve bu sözler benim size karşı hüccetimdir. Evet, alın götürün onu (hilafeti) ve yükleyin yükünüzü! Ama bilin ki bu devenin sırtı yaralı ve ayakları da aşınmıştır.
O, sizlere sürekli utanç kaynağı olacak, üzerinizde de Allah'ın gazabı ve ebedi bir utanç dağı olarak sizi, yürekleri kapsayan Allah'ın ebedi ateşine götürecektir. Bilin ki yaptıklarınız Allah'ın gözü önündedir. “Zalimler yakında nasıl bir akıbete (azaba) duçar olacaklarını bilecekler.”
Ben, sizleri önünüzde bulunan şiddetli azaptan korkutanın kızı, Fatıma'yım. Öyleyse “Siz amel edin, şüphesiz biz de amel etmekteyiz.” “Bekleyin, şüphesiz biz de beklemekteyiz.”

Ebu Bekir'in Hz. Peygamberden (s.a.a) Yalan Rivayeti

Daha sonra Ebu Bekir Hz. Zehra’ya (s.a) cevap olarak şöyle dedi: “Ey Resulullah’ın kızı! Babanız müminlere karşı çok duygulu, yüce, şefkatli ve merhametli idi. Kâfirlere karşı ise, şiddetli idi. Onun nesebini araştıracak olursak, senin baban olduğunu görürüz ve başka kadınların babası değil. Senin kocan ve eşin Ali’nin onun kardeşi olduğunu görürüz, diğer dostların kardeşi değil. Hem de Peygamber onu bütün yakınlarından daha fazla seviyordu ve her büyük işte de Resul-i Ekrem’le hareket ederdi.

Sizi saadetli kimse dışında kimse sevmez. Size bedbaht ve kötü kimseler dışında kimse düşmanlık etmez. Muhakkak siz Resulullah’ın tertemiz itreti ve Allah’ın seçkinlerisiniz. Bizi cennete götüren yollara ve hayırlara rehberlik edenlersiniz. Sen ey kadınların en seçkini ve peygamberlerin en hayırlısının kızı! Sözünde sadık [doğrucu], çok akıllı ve bilgilisin. Hakkından mahrum edilmemelisin. Hiç kimse senin doğru sözüne ve hakkına mani olmamalıdır.

Allah’a andolsun ben Resulullah’ın görüşünden ileri gitmemişim ve onun izni dışında da amel etmemişimdir. Resulullah “Biz Peygamberler taifesi kimseye altın, gümüş, ev ve yer miras olarak bırakmayız. Miras bıraktığımız şey yalnız kitap, hikmet, ilim ve nübüvvettir. Bizden arda kalan ve kullanılabilen her şey, bizden sonraki emir sahibinindir ve o uygun gördüğü şekilde amel edebilir” dediğini işitmiştim. Biz kastettiğin Fedek’in gelirini at ve savaş malzemelerinin alınmasında sarf etmekteyiz ki Müslümanlar onlarla savaşabilsinler; kâfirlerle cihat etsinler; isyancılara ve mürtet fasıklara karşı koyabilsinler. Bu iş Müslümanların oy birliğiyle yapıldı ve ben bu işi kendi kararıma göre yapmadım.

Sizin verdiğiniz mal ve varlık sizin malınızdır. Onu sizin izniniz olmadan sizden alıp biriktirmemekteyiz. Sen babanın ümmetinin efendisisin; evlatların için tertemiz ağaçsın; senin faziletini inkâr edecek değiliz; sizin aslınızı ve fer’inizi ihmal etmiyoruz ve bana bağlı malınız hakkında hükmünüz geçerlidir. Acaba sizin görüşünüze göre bu meselede Fedek meselesinde] değerli babanıza muhalefet mi ediyorum?”

Hz. Fatıma’nın (s.a) Kur’an’la Cevabı

Bunun üzerine Hz. Zehra (s.a) şöyle buyurdu:

Suphanallah! Babam Resulullah (s.a.a) asla Allah’ın Kitabı’ndan sapmadı ve onun ahkâmına karşı gelmedi. Bilakis ona uydu ve surelerinin takipçisiydi. Yoksa hepiniz hainlik etmeye mi toplandınız? Bunu, Peygambere iftira atarak ve batıl sözle delil getirerek mi yapıyorsunuz? Peygamberin vefatından sonra yaptığınız bu hıyanet, tıpkı hayatında yaptığınız düzenlere benziyor. Yine onu öldürmeye kastetmiştiniz.
Bu, Allah’ın kitabı adil bir hakem ve hakkı batıldan ayırt eden sözcüdür ki şöyle buyuruyor: “Allah’ım! Bana bir evlat bağışla ki benim ve Yakup ailesinin varisi olsun” Ve şöyle buyuruyor: “Ve Süleyman Davut’tan miras aldı.” Dolayısıyla Allah-u Teâlâ miras paylarını taksim etmiş, farzları ve mirası kanunlaştırmış, erkek ve kadınların paylarını açıklamıştır. Yalancıların (yani Ebu Bekir’in) şüphelerini ve bahanelerini bertaraf etmiş, gelecekte zanları ve şüpheleri zayi ve batıl etmiştir.
Sizin dediğiniz gibi değildir bu iş. Bilakis heva ve hevesiniz işi size böyle göstermekte ve kendinizi kandırmaktasınız. Öyleyse ben de sabredeceğim. Dedikleriniz ve nispet verdikleriniz konusunda Allah-u Teâlâ’dan yardım diliyoruz.

Ebu Bekir’in Hz. Fatıma’nın (s.a) Doğruluğuna İtirafı

Daha sonra Ebu Bekir, o Hazret’e hitap ederek şöyle dedi: “Allah, Resulü ve onun kızı doğru söylüyorlar. Sen hikmetin madeni, hidayet ve rahmet yerisin. Dinin rüknü ve Allah’ın hüccetinin kaynağısın. Senin doğru sözünü yanlış bilmiyorum ve hitabetinin de inkârcısı değilim. Bu Müslümanlar benim ve senin aranda şahit ve hâkim olsunlar.

Hutbenin Arapça Metni

Hz. Fatıma’nın (s.a) Hutbesinin Arapça metni[3]

روى انّه لمّا أجمع أبوبکر و عمر علی منع فاطمة علیهاالسلام فدکاً و بلغها ذلک، لاثت خمارها علی رأسها، و اشتملت بجلبابها، و أقبلت فی لمّة من حفدتها و نساء قومها، تطأ ذیولها، ما تخرم مشیتها مشیة رسول‏ اللَّه صلى اللَّه علیه و آله، حتّى دخلت علی أبی‏ بکر، و هو فی حشد من المهاجرین و الانصار و غیر هم، فنیطت دونها ملاءة فجلست، ثم أنّت أنّة أجهش القوم لها بالبکاء، فارتجّ المجلس، ثم أمهلت هنیئة.

حتّى اذا سکن نشیج القوم و هدأت فورتهم، افتتحت الکلام بحمداللَّه و الثناء علیه و الصلاة علی رسوله، فعاد القوم فی بکائهم، فلمّا أمسکوا عادت فی کلامها فقالت علیهاالسلام:

اَلْحَمْدُلِلَّهِ عَلی ما اَنْعَمَ، وَ لَهُ الشُّکْرُ عَلی ما اَلْهَمَ، وَ الثَّناءُ بِما قَدَّمَ، مِنْ عُمُومِ نِعَمٍ اِبْتَدَاَها، وَ سُبُوغِ الاءٍ اَسْداها، وَ تَمامِ مِنَنٍ اَوْلاها، جَمَّ عَنِ الْاِحْصاءِ عَدَدُها، وَ نَأى عَنِ الْجَزاءِ اَمَدُها، وَ تَفاوَتَ عَنِ الْاِدْراکِ اَبَدُها، وَ نَدَبَهُمْ لاِسْتِزادَتِها بِالشُّکْرِ لاِتِّصالِها، وَ اسْتَحْمَدَ اِلَى الْخَلائِقِ بِاِجْزالِها، وَ ثَنی بِالنَّدْبِ اِلى اَمْثالِها.

وَ اَشْهَدُ اَنْ لا اِلهَ اِلاَّ اللَّهُ وَحْدَهُ لا شَریکَ لَهُ، کَلِمَةٌ جَعَلَ الْاِخْلاصَ تَأْویلَها، وَ ضَمَّنَ الْقُلُوبَ مَوْصُولَها، وَ اَنارَ فِی التَّفَکُّرِ مَعْقُولَها، الْمُمْتَنِعُ عَنِ الْاَبْصارِ رُؤْیَتُهُ، وَ مِنَ الْاَلْسُنِ صِفَتُهُ، وَ مِنَ الْاَوْهامِ کَیْفِیَّتُهُ.

اِبْتَدَعَ الْاَشْیاءَ لا مِنْ شَىْ‏ءٍ کانَ قَبْلَها، وَ اَنْشَاَها بِلاَاحْتِذاءِ اَمْثِلَةٍ اِمْتَثَلَها، کَوَّنَها بِقُدْرَتِهِ وَ ذَرَأَها بِمَشِیَّتِهِ، مِنْ غَیْرِ حاجَةٍ مِنْهُ اِلى تَکْوینِها، وَ لا فائِدَةٍ لَهُ فی تَصْویرِها، اِلاَّ تَثْبیتاً لِحِکْمَتِهِ وَ تَنْبیهاً عَلی طاعَتِهِ، وَ اِظْهاراً لِقُدْرَتِهِ وَ تَعَبُّداً لِبَرِیَّتِهِ، وَ اِعْزازاً لِدَعْوَتِهِ، ثُمَّ جَعَلَ الثَّوابَ عَلی طاعَتِهِ، وَ وَضَعَ الْعِقابَ عَلی مَعْصِیَتِهِ، ذِیادَةً لِعِبادِهِ مِنْ نِقْمَتِهِ وَ حِیاشَةً لَهُمْ اِلى جَنَّتِهِ.

وَ اَشْهَدُ اَنَّ اَبی‏مُحَمَّداً عَبْدُهُ وَ رَسُولُهُ، اِخْتارَهُ قَبْلَ اَنْ اَرْسَلَهُ، وَ سَمَّاهُ قَبْلَ اَنْ اِجْتَباهُ، وَ اصْطَفاهُ قَبْلَ اَنْ اِبْتَعَثَهُ، اِذ الْخَلائِقُ بِالْغَیْبِ مَکْنُونَةٌ، وَ بِسَتْرِ الْاَهاویلِ مَصُونَةٌ، وَ بِنِهایَةِ الْعَدَمِ مَقْرُونَةٌ، عِلْماً مِنَ اللَّهِ تَعالی بِمائِلِ الْاُمُورِ، وَ اِحاطَةً بِحَوادِثِ الدُّهُورِ، وَ مَعْرِفَةً بِمَواقِعِ الْاُمُورِ.

اِبْتَعَثَهُ اللَّهُ اِتْماماً لِاَمْرِهِ، وَ عَزیمَةً عَلى اِمْضاءِ حُکْمِهِ، وَ اِنْفاذاً لِمَقادیرِ رَحْمَتِهِ، فَرَأَى الْاُمَمَ فِرَقاً فی اَدْیانِها، عُکَّفاً عَلی نیرانِها، عابِدَةً لِاَوْثانِها، مُنْکِرَةً لِلَّهِ مَعَ عِرْفانِها.

فَاَنارَ اللَّهُ بِاَبی‏مُحَمَّدٍ صَلَّى اللَّهُ عَلَیْهِ و الِهِ ظُلَمَها، وَ کَشَفَ عَنِ الْقُلُوبِ بُهَمَها، وَ جَلى عَنِ الْاَبْصارِ غُمَمَها، وَ قامَ فِی النَّاسِ بِالْهِدایَةِ، فَاَنْقَذَهُمْ مِنَ الْغِوایَةِ، وَ بَصَّرَهُمْ مِنَ الْعِمایَةِ، وَ هَداهُمْ اِلَى الدّینِ الْقَویمِ، وَ دَعاهُمْ اِلَى الطَّریقِ الْمُسْتَقیمِ.

ثُمَّ قَبَضَهُ اللَّهُ اِلَیْهِ قَبْضَ رَأْفَةٍ وَ اخْتِیارٍ، وَ رَغْبَةٍ وَ ایثارٍ، فَمُحَمَّدٌ صَلَّى اللَّهُ عَلَیْهِ و الِهِ مِنْ تَعَبِ هذِهِ الدَّارِ فی راحَةٍ، قَدْ حُفَّ بِالْمَلائِکَةِ الْاَبْرارِ وَ رِضْوانِ الرَّبِّ الْغَفَّارِ، وَ مُجاوَرَةِ الْمَلِکِ الْجَبَّارِ، صَلَّى اللَّهُ عَلی أَبی نَبِیِّهِ وَ اَمینِهِ وَ خِیَرَتِهِ مِنَ الْخَلْقِ وَ صَفِیِّهِ، وَ السَّلامُ عَلَیْهِ وَ رَحْمَةُاللَّهِ وَ بَرَکاتُهُ.

ثم التفت الى اهل المجلس و قالت:

اَنْتُمْ عِبادَ اللَّهِ نُصُبُ اَمْرِهِ وَ نَهْیِهِ، وَ حَمَلَةُ دینِهِ وَ وَحْیِهِ، وَ اُمَناءُ اللَّهِ عَلى اَنْفُسِکُمْ، وَ بُلَغاؤُهُ اِلَى الْاُمَمِ، زَعیمُ حَقٍّ لَهُ

فیکُمْ، وَ عَهْدٍ قَدَّمَهُ اِلَیْکُمْ، وَ بَقِیَّةٍ اِسْتَخْلَفَها لَیْکُمْ: کِتابُ اللَّهِ النَّاطِقُ وَ الْقُرْانُ الصَّادِقُ، و النُّورُ السَّاطِعُ وَ الضِّیاءُ اللاَّمِعُ، بَیِّنَةً بَصائِرُهُ، مُنْکَشِفَةً سَرائِرُهُ، مُنْجَلِیَةً ظَواهِرُهُ، مُغْتَبِطَةً بِهِ اَشْیاعُهُ، قائِداً اِلَى الرِّضْوانِ اِتِّباعُهُ، مُؤَدٍّ اِلَى النَّجاةِ اسْتِماعُهُ.

بِهِ تُنالُ حُجَجُ اللَّهِ الْمُنَوَّرَةُ، وَ عَزائِمُهُ الْمُفَسَّرَةُ، وَ مَحارِمُهُ الْمُحَذَّرَةُ، وَ بَیِّناتُهُ الْجالِیَةُ، وَ بَراهینُهُ الْکافِیَةُ، وَ فَضائِلُهُ الْمَنْدُوبَةُ، وَ رُخَصُهُ الْمَوْهُوبَةُ، وَ شَرائِعُهُ الْمَکْتُوبَةُ.

فَجَعَلَ اللَّهُ الْایمانَ تَطْهیراً لَکُمْ مِنَ الشِّرْکِ، وَ الصَّلاةَ تَنْزیهاً لَکُمْ عَنِ الْکِبْرِ، وَ الزَّکاةَ تَزْکِیَةً لِلنَّفْسِ وَ نِماءً فِی الرِّزْقِ، وَ الصِّیامَ تَثْبیتاً لِلْاِخْلاصِ، وَ الْحَجَّ تَشْییداً لِلدّینِ، وَ الْعَدْلَ تَنْسیقاً لِلْقُلُوبِ، وَ طاعَتَنا نِظاماً لِلْمِلَّةِ، وَ اِما مَتَنا اَماناً لِلْفُرْقَةِ، وَ الْجِهادَ عِزّاً لِلْاِسْلامِ، وَ الصَّبْرَ مَعُونَةً عَلَی اسْتیجابِ الْاَجْرِ.

وَ الْاَمْرَ بِالْمَعْرُوفِ مَصْلِحَةً لِلْعامَّةِ، وَ بِرَّ الْوالِدَیْنِ وِقایَةً مِنَ السَّخَطِ، وَ صِلَةَ الْاَرْحامِ مَنْساءً فِی الْعُمْرِ وَ مَنْماةً لِلْعَدَدِ، وَ الْقِصاصَ حِقْناً لِلدِّماءِ، وَ الْوَفاءَ بِالنَّذْرِ تَعْریضاً لِلْمَغْفِرَةِ، وَ تَوْفِیَةَ الْمَکائیلِ وَ الْمَوازینِ تَغْییراً لِلْبَخْسِ.

وَ النَّهْىَ عَنْ شُرْبِ الْخَمْرِ تَنْزیهاً عَنِ الرِّجْسِ، وَ اجْتِنابَ الْقَذْفِ حِجاباً عَنِ اللَّعْنَةِ، وَ تَرْکَ السِّرْقَةِ ایجاباً لِلْعِصْمَةِ، وَ حَرَّمَ اللَّهُ الشِّرْکَ اِخْلاصاً لَهُ بِالرُّبوُبِیَّةِ.

فَاتَّقُوا اللَّهَ حَقَّ تُقاتِهِ، وَ لا تَمُوتُنَّ اِلاَّ وَ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ، وَ اَطیعُوا اللَّهَ فیما اَمَرَکُمْ بِهِ وَ نَهاکُمْ عَنْهُ، فَاِنَّهُ اِنَّما یَخْشَی اللَّهَ مِنْ عِبادِهِ الْعُلَماءُ.

ثم قالت:

اَیُّهَا النَّاسُ! اِعْلَمُوا اَنّی فاطِمَةُ وَ اَبی‏مُحَمَّدٌ، اَقُولُ عَوْداً وَ بَدْءاً، وَ لا اَقُولُ ما اَقُولُ غَلَطاً، وَ لا اَفْعَلُ ما اَفْعَلُ شَطَطاً، لَقَدْ جاءَکُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِکُمْ عَزیزٌ عَلَیْهِ ما عَنِتُّمْ حَریصٌ عَلَیْکُمْ بِالْمُؤْمِنینَ رَؤُوفٌ رَحیمٌ.

فَاِنْ تَعْزُوهُ وَتَعْرِفُوهُ تَجِدُوهُ اَبی دُونَ نِسائِکُمْ،وَ اَخَا ابْنِ عَمّی دُونَ رِجالِکُمْ، وَ لَنِعْمَ الْمَعْزِىُّ اِلَیْهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَیْهِ وَ الِهِ.

فَبَلَّغَ الرِّسالَةَ صادِعاً بِالنَّذارَةِ، مائِلاً عَنْ مَدْرَجَةِ الْمُشْرِکینَ، ضارِباً ثَبَجَهُمْ، اخِذاً بِاَکْظامِهِمْ، داعِیاً اِلى سَبیلِ رَبِّهِ بِالْحِکْمَةِ و الْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ، یَجُفُّ الْاَصْنامَ وَ یَنْکُثُ الْهامَّ، حَتَّى انْهَزَمَ الْجَمْعُ وَ وَ لَّوُا الدُّبُرَ.

حَتَّى تَفَرََّى اللَّیْلُ عَنْ صُبْحِهِ، وَ اَسْفَرَ الْحَقُّ عَنْ مَحْضِهِ، و نَطَقَ زَعیمُ‏الدّینِ، وَ خَرَسَتْ شَقاشِقُ الشَّیاطینِ، وَ طاحَ وَ شیظُ النِّفاقِ، وَ انْحَلَّتْ عُقَدُ الْکُفْرِ وَ الشَّقاقِ، وَ فُهْتُمْ بِکَلِمَةِ الْاِخْلاصِ فی نَفَرٍ مِنَ الْبیضِ الْخِماصِ.

وَ کُنْتُمْ عَلى شَفا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ، مُذْقَةَ الشَّارِبِ، وَ نُهْزَةَ الطَّامِعِ، وَ قُبْسَةَ الْعِجْلانِ، وَ مَوْطِی‏ءَ الْاَقْدامِ، تَشْرَبُونَ الطَّرْقَ، وَ تَقْتاتُونَ الْقِدَّ، اَذِلَّةً خاسِئینَ، تَخافُونَ اَنْ یَتَخَطَّفَکُمُ النَّاسُ مِنْ حَوْلِکُمْ، فَاَنْقَذَکُمُ اللَّهُ تَبارَکَ وَ تَعالی بِمُحَمَّدٍ صَلَّى اللَّهُ عَلَیْهِ وَ الِهِ بَعْدَ اللَّتَیَّا وَ الَّتی، وَ بَعْدَ اَنْ مُنِیَ بِبُهَمِ الرِّجالِ، وَ ذُؤْبانِ الْعَرَبِ، وَ مَرَدَةِ اَهْلِ الْکِتابِ.

کُلَّما اَوْقَدُوا ناراً لِلْحَرْبِ اَطْفَأَهَا اللَّهُ، اَوْ نَجَمَ قَرْنُ الشَّیْطانِ، اَوْ فَغَرَتْ فاغِرَةٌ مِنَ الْمُشْرِکینَ، قَذَفَ اَخاهُ فی لَهَواتِها، فَلا یَنْکَفِی‏ءُ حَتَّى یَطَأَ جِناحَها بِأَخْمَصِهِ، وَ یَخْمِدَ لَهَبَها بِسَیْفِهِ، مَکْدُوداً فی ذاتِ اللَّهِ، مُجْتَهِداً فی اَمْرِ اللَّهِ، قَریباً مِنْ رَسُولِ‏اللَّهِ، سَیِّداً فی اَوْلِیاءِ اللَّهِ، مُشَمِّراً ناصِحاً مُجِدّاً کادِحاً، لا تَأْخُذُهُ فِی اللَّهِ لَوْمَةَ لائِمٍ.

وَ اَنْتُمَ فی رَفاهِیَّةٍ مِنَ الْعَیْشِ، و ادِعُونَ فاکِهُونَ آمِنُونَ، تَتَرَبَّصُونَ بِنَا الدَّوائِرَ، وَ تَتَوَکَّفُونَ الْاَخْبارَ، وَ تَنْکُصُونَ عِنْدَ النِّزالِ، وَ تَفِرُّونَ مِنَ الْقِتالِ.

فَلَمَّا اِختارَ اللَّهُ لِنَبِیِّهِ دارَ اَنْبِیائِهِ وَ مَأْوى اَصْفِیائِهِ، ظَهَرَ فیکُمْ حَسْکَةُ النِّفاقِ، وَ سَمَلَ جِلْبابُ الدّینِ، وَ نَطَقَ کاظِمُ الْغاوینَ، وَ نَبَغَ خامِلُ الْاَقَلّینَ، وَ هَدَرَ فَنیقُ الْمُبْطِلینَ، فَخَطَرَ فی عَرَصاتِکُمْ، وَ اَطْلَعَ الشَّیْطانُ رَأْسَهُ مِنْ مَغْرَزِهِ، هاتِفاً بِکُمْ، فَأَلْفاکُمْ لِدَعْوَتِهِ مُسْتَجیبینَ، وَ لِلْغِرَّةِ فیهِ مُلاحِظینَ، ثُمَّ اسْتَنْهَضَکُمْ فَوَجَدَکُمْ خِفافاً، وَ اَحْمَشَکُمْ فَاَلْفاکُمْ غِضاباً، فَوَسَمْتُمْ غَیْرَ اِبِلِکُمْ، وَ وَرَدْتُمْ غَیْرَ مَشْرَبِکُمْ.

هذا، وَ الْعَهْدُ قَریبٌ، وَالْکَلْمُ رَحیبٌ، وَ الْجُرْحُ لَمَّا یَنْدَمِلُ، وَ الرَّسُولُ لَمَّا یُقْبَرُ، اِبْتِداراً زَعَمْتُمْ خَوْفَ الْفِتْنَةِ، اَلا فِی الْفِتْنَةِ سَقَطُوا، وَ اِنَّ جَهَنَّمَ لَمُحیطَةٌ بِالْکافِرینَ.

فَهَیْهاتَ مِنْکُمْ، وَ کَیْفَ بِکُمْ، وَ اَنَّى تُؤْفَکُونَ، وَ کِتابُ اللَّهِ بَیْنَ اَظْهُرِکُمْ، اُمُورُهُ ظاهِرَةٌ، وَ اَحْکامُهُ زاهِرَةٌ، وَ اَعْلامُهُ باهِرَةٌ، و زَواجِرُهُ لائِحَةٌ، وَ اَوامِرُهُ واضِحَةٌ، وَ قَدْ خَلَّفْتُمُوهُ وَراءَ ظُهُورِکُمْ، أَرَغْبَةً عَنْهُ تُریدُونَ؟ اَمْ بِغَیْرِهِ تَحْکُمُونَ؟ بِئْسَ لِلظَّالمینَ بَدَلاً، وَ مَنْ یَبْتَغِ غَیْرَ الْاِسْلامِ دیناً فَلَنْ یُقْبَلَ مِنْهُ، وَ هُوَ فِی الْاخِرَةِ مِنَ الْخاسِرینِ.

ثُمَّ لَمْ تَلْبَثُوا اِلى رَیْثَ اَنْ تَسْکُنَ نَفْرَتَها، وَ یَسْلَسَ قِیادَها،ثُمَّ اَخَذْتُمْ تُورُونَ وَ قْدَتَها، وَ تُهَیِّجُونَ جَمْرَتَها، وَ تَسْتَجیبُونَ لِهِتافِ الشَّیْطانِ الْغَوِىِّ، وَ اِطْفاءِ اَنْوارِالدّینِ الْجَلِیِّ، وَ اِهْمالِ سُنَنِ النَّبِیِّ الصَّفِیِّ، تُسِرُّونَ حَسْواً فِی ارْتِغاءٍ، وَ تَمْشُونَ لِاَهْلِهِ وَ وَلَدِهِ فِی الْخَمَرِ وَ الضَّرَّاءِ، وَ نَصْبِرُ مِنْکُمْ عَلى مِثْلِ حَزِّ الْمَدى، وَ وَخْزِالسنان‏فى‏الحشا.

وَ اَنْتُمُ الانَ تَزَْعُمُونَ اَنْ لا اِرْثَ لَنا أَفَحُکْمَ الْجاهِلِیَّةِ تَبْغُونَ، وَ مَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللَّهِ حُکْماً لِقَومٍ یُوقِنُونَ، أَفَلا تَعْلَمُونَ؟ بَلى، قَدْ تَجَلَّى لَکُمْ کَالشَّمْسِ الضَّاحِیَةِ أَنّی اِبْنَتُهُ.

اَیُّهَا الْمُسْلِمُونَ! أَاُغْلَبُ عَلى اِرْثی؟ یَابْنَ اَبی‏قُحافَةَ! اَفی کِتابِ اللَّهِ تَرِثُ اَباکَ وَ لا اَرِثُ اَبی؟ لَقَدْ جِئْتَ شَیْئاً فَرِیّاً، اَفَعَلى عَمْدٍ تَرَکْتُمْ کِتابَ اللَّهِ وَ نَبَذْتُمُوهُ وَراءَ ظُهُورِکُمْ، إذْ یَقُولُ «وَ وَرِثَ سُلَیْمانُ داوُدَ»[4] وَ قالَ فیما اقْتَصَّ مِنْ خَبَرِ زَکَرِیَّا اِذْ قالَ: «فَهَبْ لی مِنْ لَدُنْکَ وَلِیّاً یَرِثُنی وَ یَرِثُ مِنْ الِ‏یَعْقُوبَ»،[5] وَ قالَ: «وَ اوُلُوا الْاَرْحامِ بَعْضُهُمْ اَوْلی بِبَعْضٍ فی کِتابِ اللَّهِ»،[6] وَ قالَ «یُوصیکُمُ اللَّهُ فی اَوْلادِکُمْ لِلذَّکَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَیَیْنِ»،[7] وَ قالَ «اِنْ تَرَکَ خَیْراً الْوَصِیَّةَ لِلْوالِدَیْنِ وَالْاَقْرَبَیْنِ بِالْمَعْرُوفِ حَقّاً عَلَى الْمُتَّقینَ»[8] وَ زَعَمْتُمْ اَنْ لا حَظْوَةَ لی، وَ لا اَرِثُ مِنْ اَبی، وَ لا رَحِمَ بَیْنَنا، اَفَخَصَّکُمُ اللَّهُ بِایَةٍ اَخْرَجَ اَبی مِنْها؟ اَمْ هَلْ تَقُولُونَ: اِنَّ اَهْلَ مِلَّتَیْنِ لا یَتَوارَثانِ؟ اَوَ لَسْتُ اَنَا وَ اَبی مِنْ اَهْلِ مِلَّةٍ واحِدَةٍ؟ اَمْ اَنْتُمْ اَعْلَمُ بِخُصُوصِ الْقُرْانِ وَ عُمُومِهِ مِنْ اَبی وَابْنِ عَمّی؟ فَدُونَکَها مَخْطُومَةً مَرْحُولَةً تَلْقاکَ یَوْمَ حَشْرِکَ.

فَنِعْمَ الْحَکَمُ اللَّهُ، وَ الزَّعیمُ مُحَمَّدٌ، وَ الْمَوْعِدُ الْقِیامَةُ، وَ عِنْدَ السَّاعَةِ یَخْسِرُ الْمُبْطِلُونَ، وَ لا یَنْفَعُکُمْ اِذْ تَنْدِمُونَ، وَ لِکُلِّ نَبَأٍ مُسْتَقَرٌّ، وَ لَسَوْفَ تَعْلَمُونَ مَنْ یَأْتیهِ عَذابٌ یُخْزیهِ، وَ یَحِلُّ عَلَیْهِ عَذابٌ مُقیمٌ.

ثم رمت بطرفها نحو الانصار، فقالت:

یا مَعْشَرَ النَّقیبَةِ وَ اَعْضادَ الْمِلَّةِ وَ حَضَنَةَ الْاِسْلامِ! ما هذِهِ الْغَمیزَةُ فی حَقّی وَ السِّنَةُ عَنْ ظُلامَتی؟ اَما کانَ رَسُولُ‏اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَیْهِ وَ الِهِ اَبی یَقُولُ: «اَلْمَرْءُ یُحْفَظُ فی وُلْدِهِ»، سَرْعانَ ما اَحْدَثْتُمْ وَ عَجْلانَ ذا اِهالَةٍ، وَ لَکُمْ طاقَةٌ بِما اُحاوِلُ، وَ قُوَّةٌ عَلى ما اَطْلُبُ وَ اُزاوِلُ.

اَتَقُولُونَ ماتَ مُحَمَّدٌ؟ فَخَطْبٌ جَلیلٌ اِسْتَوْسَعَ وَ هْنُهُ، وَاسْتَنْهَرَ فَتْقُهُ، وَ انْفَتَقَ رَتْقُهُ، وَ اُظْلِمَتِ الْاَرْضُ لِغَیْبَتِهِ، وَ کُسِفَتِ الشَّمْسُ وَ الْقَمَرُ وَ انْتَثَرَتِ النُّجُومُ لِمُصیبَتِهِ، وَ اَکْدَتِ الْامالُ، وَ خَشَعَتِ الْجِبالُ، وَ اُضیعَ الْحَریمُ، وَ اُزیلَتِ الْحُرْمَةُ عِنْدَ مَماتِهِ.

فَتِلْکَ وَاللَّهِ النَّازِلَةُ الْکُبْرى وَ الْمُصیبَةُ الْعُظْمى، لامِثْلُها نازِلَةٌ، وَ لا بائِقَةٌ عاجِلَةٌ اُعْلِنَ بِها، کِتابُ اللَّهِ جَلَّ ثَناؤُهُ فی اَفْنِیَتِکُمْ، وَ فی مُمْساکُمْ وَ مُصْبِحِکُمْ، یَهْتِفُ فی اَفْنِیَتِکُمْ هُتافاً وَ صُراخاً وَ تِلاوَةً وَ اَلْحاناً، وَ لَقَبْلَهُ ما حَلَّ بِاَنْبِیاءِ اللَّهِ وَ رُسُلِهِ، حُکْمٌ فَصْلٌ وَ قَضاءٌ حَتْمٌ.

«وَ ما مُحَمَّدٌ اِلاَّ رَسُولٌ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُلُ اَفَاِنْ ماتَ اَوْ قُتِلَ انْقَلَبْتُمْ عَلى اَعْقابِکُمْ وَ مَنْ یَنْقَلِبْ عَلى عَقِبَیْهِ فَلَنْ یَضُرَّ اللَّهَ شَیْئاً وَ سَیَجْزِى اللَّهُ شَیْئاً وَ سَیَجْزِى اللَّهُ الشَّاکِرینَ».[9] ایهاً بَنی‏ قیلَةَ! ءَ اُهْضَمُ تُراثَ اَبی وَ اَنْتُمْ بِمَرْأى مِنّی وَ مَسْمَعٍ وَ مُنْتَدى وَ مَجْمَعٍ، تَلْبَسُکُمُ الدَّعْوَةُ وَ تَشْمَلُکُمُ الْخُبْرَةُ، وَ اَنْتُمْ ذَوُو الْعَدَدِ وَ الْعُدَّةِ وَ الْاَداةِ وَ الْقُوَّةِ، وَ عِنْدَکُمُ السِّلاحُ وَ الْجُنَّةُ، تُوافیکُمُ الدَّعْوَةُ فَلا تُجیبُونَ، وَ تَأْتیکُمُ الصَّرْخَةُ فَلا تُغیثُونَ، وَ اَنْتُمْ مَوْصُوفُونَ بِالْکِفاحِ، مَعْرُوفُونَ بِالْخَیْرِ وَ الصَّلاحِ، وَ النُّخْبَةُ الَّتی انْتُخِبَتْ، وَ الْخِیَرَةُ الَّتِی اخْتیرَتْ لَنا اَهْلَ الْبَیْتِ.

قاتَلْتُمُ الْعَرَبَ، وَ تَحَمَّلْتُمُ الْکَدَّ وَ التَّعَبَ، وَ ناطَحْتُمُ الْاُمَمَ، وَ کافَحْتُمُ الْبُهَمَ، لا نَبْرَحُ اَوْ تَبْرَحُونَ، نَأْمُرُکُمْ فَتَأْتَمِرُونَ، حَتَّى اِذا دارَتْ بِنا رَحَى الْاِسْلامِ، وَ دَرَّ حَلَبُ الْاَیَّامِ، وَ خَضَعَتْ نُعْرَةُ الشِّرْکِ، وَ سَکَنَتْ فَوْرَةُ الْاِفْکِ، وَ خَمَدَتْ نیرانُ الْکُفْرِ، وَ هَدَأَتْ دَعْوَةُ الْهَرَجِ، وَ اسْتَوْسَقَ نِظامُ الدّینِ، فَاَنَّى حِزْتُمْ بَعْدَ الْبَیانِ، وَاَسْرَرْتُمْ بَعْدَ الْاِعْلانِ، وَ نَکَصْتُمْ بَعْدَ الْاِقْدامِ، وَاَشْرَکْتُمْ بَعْدَ الْایمانِ؟

«بؤْساً لِقَوْمٍ نَکَثُوا اَیْمانَهُمْ مِنْ بَعْدِ عَهْدِهِمْ، وَ هَمُّوا

بِاِخْراجِ الرَّسُولِ وَ هُمْ بَدَؤُکُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍ، اَتَخْشَوْنَهُمْ فَاللَّهُ اَحَقُّ اَنْ تَخْشَوْهُ اِنْ کُنْتُمْ مُؤمِنینَ.»

اَلا، وَ قَدْ أَرى اَنْ قَدْ اَخْلَدْتُمْ اِلَى الْخَفْضِ، وَ اَبْعَدْتُمْ مَنْ هُوَ اَحَقُّ بِالْبَسْطِ وَ الْقَبْضِ، وَ خَلَوْتُمْ بِالدَّعَةِ، وَ نَجَوْتُمْ بِالضّیقِ مِنَ السَّعَةِ، فَمَجَجْتُمْ ما وَعَبْتُمْ، وَ دَسَعْتُمُ الَّذى تَسَوَّغْتُمْ، فَاِنْ تَکْفُرُوا اَنْتُمْ وَ مَنْ فِی الْاَرْضِ جَمیعاً فَاِنَّ اللَّهَ لَغَنِیٌّ حَمیدٌ.

اَلا، وَ قَدْ قُلْتُ ما قُلْتُ هذا عَلى مَعْرِفَةٍ مِنّی بِالْخِذْلَةِ الَّتی خامَرْتُکُمْ، وَ الْغَدْرَةِ الَّتِی اسْتَشْعَرَتْها قُلُوبُکُمْ، وَ لکِنَّها فَیْضَةُ النَّفْسِ، وَ نَفْثَةُ الْغَیْظِ، وَ حَوَزُ الْقَناةِ، وَ بَثَّةُ الصَّدْرِ، وَ تَقْدِمَةُ الْحُجَّةِ، فَدُونَکُمُوها فَاحْتَقِبُوها دَبِرَةَ الظَّهْرِ، نَقِبَةَ الْخُفِّ، باقِیَةَ الْعارِ، مَوْسُومَةً بِغَضَبِ الْجَبَّارِ وَ شَنارِ الْاَبَدِ، مَوْصُولَةً بِنارِ اللَّهِ الْمُوقَدَةِ الَّتی تَطَّلِعُ عَلَى الْاَفْئِدَةِ.

فَبِعَیْنِ اللَّهِ ما تَفْعَلُونَ، وَ سَیَعْلَمُ الَّذینَ ظَلَمُوا اَىَّ مُنْقَلَبٍ یَنْقَلِبُونَ، وَ اَنَا اِبْنَةُ نَذیرٍ لَکُمْ بَیْنَ یَدَىْ عَذابٌ شَدیدٌ، فَاعْمَلُوا اِنَّا عامِلُونَ، وَ انْتَظِرُوا اِنَّا مُنْتَظِرُونَ.

فأجابها أبوبکر عبداللَّه بن عثمان، و قال:

یا بِنْتَ رَسُولِ ‏اللَّهِ! لَقَدْ کانَ اَبُوکِ بِالْمُؤمِنینَ عَطُوفاً کَریماً، رَؤُوفاً رَحیماً، وَ عَلَى الْکافِرینَ عَذاباً اَلیماً وَ عِقاباً عَظیماً، اِنْ عَزَوْناهُ وَجَدْناهُ اَباکِ دُونَ النِّساءِ، وَ اَخا اِلْفِکِ دُونَ الْاَخِلاَّءِ، اثَرَهُ عَلى کُلِّ حَمیمٍ وَ ساعَدَهُ فی کُلِّ اَمْرٍ جَسیمِ، لا یُحِبُّکُمْ اِلاَّ سَعیدٌ، وَ لا یُبْغِضُکُمْ اِلاَّ شَقِیٌّ بَعیدٌ.

فَاَنْتُمْ عِتْرَةُ رَسُولِ‏اللَّهِ الطَّیِّبُونَ، الْخِیَرَةُ الْمُنْتَجَبُونَ، عَلَى الْخَیْرِ اَدِلَّتُنا وَ اِلَى الْجَنَّةِ مَسالِکُنا، وَ اَنْتِ یا خِیَرَةَ النِّساءِ وَ ابْنَةَ خَیْرِ الْاَنْبِیاءِ، صادِقَةٌ فی قَوْلِکِ، سابِقَةٌ فی وُفُورِ عَقْلِکِ، غَیْرَ مَرْدُودَةٍ عَنْ حَقِّکِ، وَ لا مَصْدُودَةٍ عَنْ صِدْقِکِ.

وَ اللَّهِ ما عَدَوْتُ رَأْىَ رَسُولِ‏اللَّهِ، وَ لا عَمِلْتُ اِلاَّ بِاِذْنِهِ، وَ الرَّائِدُ لا یَکْذِبُ اَهْلَهُ، وَ اِنّی اُشْهِدُ اللَّهَ وَ کَفى بِهِ شَهیداً، اَنّی سَمِعْتُ رَسُولَ‏ اللَّهِ یَقُولُ: «نَحْنُ مَعاشِرَ الْاَنْبِیاءِ لا نُوَرِّثُ ذَهَباً وَ لا فِضَّةًّ، وَ لا داراً وَ لا عِقاراً، وَ اِنَّما نُوَرِّثُ الْکِتابَ وَ الْحِکْمَةَ وَ الْعِلْمَ وَ النُّبُوَّةَ، وَ ما کانَ لَنا مِنْ طُعْمَةٍ فَلِوَلِیِّ الْاَمْرِ بَعْدَنا اَنْ یَحْکُمَ فیهِ بِحُکْمِهِ».

وَ قَدْ جَعَلْنا ما حاوَلْتِهِ فِی الْکِراعِ وَ السِّلاحِ، یُقاتِلُ بِهَا الْمُسْلِمُونَ وَ یُجاهِدُونَ الْکُفَّارَ، وَ یُجالِدُونَ الْمَرَدَةَ الْفُجَّارَ، وَ ذلِکَ بِاِجْماعِ الْمُسْلِمینَ، لَمْ اَنْفَرِدْ بِهِ وَحْدى،وَ لَمْ اَسْتَبِدْ بِما کانَ الرَّأْىُ عِنْدى، وَ هذِهِ حالی وَ مالی، هِیَ لَکِ وَ بَیْنَ یَدَیْکِ، لا تَزْوى عَنْکِ وَ لا نَدَّخِرُ دُونَکِ، وَ اَنَّکِ، وَ اَنْتِ سَیِّدَةُ اُمَّةِ اَبیکِ وَ الشَّجَرَةُ الطَّیِّبَةُ لِبَنیکِ، لا یُدْفَعُ مالَکِ مِنْ فَضْلِکِ، وَ لا یُوضَعُ فی فَرْعِکِ وَ اَصْلِکِ، حُکْمُکِ نافِذٌ فیما مَلَّکَتْ یَداىَ، فَهَلْ تَرَیِنَّ اَنْ اُخالِفَ فی ذاکَ اَباکِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَیْهِ وَ الِهِ وَ سَلَّمَ).

فقالت:

سُبْحانَ‏ اللَّهِ، ما کانَ اَبی رَسُولُ‏ اللَّهِ عَنْ کِتابِ اللَّهِ صادِفاً، وَ لا لِاَحْکامِهِ مُخالِفاً، بَلْ کانَ یَتْبَعُ اَثَرَهُ، وَ یَقْفُو سُوَرَهُ، اَفَتَجْمَعُونَ اِلَى الْغَدْرِ اِعْتِلالاً عَلَیْهِ بِالزُّورِ، وَ هذا بَعْدَ وَفاتِهِ شَبیهٌ بِما بُغِیَ لَهُ مِنَ الْغَوائِلِ فی حَیاتِهِ، هذا کِتابُ اللَّهِ حُکْماً عَدْلاً وَ ناطِقاً فَصْلاً، یَقُولُ: «یَرِثُنی وَ یَرِثُ مِنْ الِ‏یَعْقُوبَ»، وَ یَقُولُ: «وَ وَرِثَ سُلَیْمانُ داوُدَ».

بَیَّنَ عَزَّ وَ جَلَّ فیما وَزَّعَ مِنَ الْاَقْساطِ، وَ شَرَعَ مِنَ الْفَرائِضِ وَالْمیراثِ، وَ اَباحَ مِنْ حَظِّ الذَّکَرانِ وَ الْاِناثِ، ما اَزاحَ بِهِ عِلَّةَ الْمُبْطِلینَ وَ اَزالَ التَّظَنّی وَ الشُّبَهاتِ فِی الْغابِرینَ، کَلاَّ بَلْ سَوَّلَتْ لَکُمْ اَنْفُسُکُمْ اَمْراً، فَصَبْرٌ جَمیلٌ وَ اللَّهُ الْمُسْتَعانُ عَلى ما تَصِفُونَ.

فقال أبوبکر:

صَدَقَ اللَّهُ وَ رَسُولُهُ وَ صَدَقَتْ اِبْنَتُهُ، مَعْدِنُ الْحِکْمَةِ، وَ مَوْطِنُ الْهُدى وَ الرَّحْمَةِ، وَ رُکْنُ الدّینِ، وَ عَیْنُ الْحُجَّةِ، لا اَبْعَدُ صَوابَکِ وَ لا اُنْکِرُ خِطابَکِ، هؤُلاءِ الْمُسْلِمُونَ بَیْنی وَ بَیْنَکِ قَلَّدُونی ما تَقَلَّدْتُ، وَ بِاتِّفاقٍ مِنْهُمْ اَخَذْتُ ما اَخَذْتُ، غَیْرَ مَکابِرٍ وَ لا مُسْتَبِدٍّ وَ لا مُسْتَأْثِرٍ، وَ هُمْ بِذلِکَ شُهُودٌ.

فالتفت فاطمة علیهاالسلام الى النساء، و قالت:

مَعاشِرَ الْمُسْلِمینَ الْمُسْرِعَةِ اِلى قیلِ الْباطِلِ، الْمُغْضِیَةِ عَلَى الْفِعْلِ الْقَبیحِ الْخاسِرِ، اَفَلا تَتَدَبَّرُونَ الْقُرْانَ اَمْ‏عَلی قُلُوبٍ اَقْفالُها، کَلاَّ بَلْ رانَ عَلى قُلُوبِکُمْ ما اَسَأْتُمْ مِنْ اَعْمالِکُمْ، فَاَخَذَ بِسَمْعِکُمْ وَ اَبْصارِکُمْ، وَ لَبِئْسَ ما تَأَوَّلْتُمْ،

وَ ساءَ ما بِهِ اَشَرْتُمْ، وَ شَرَّ ما مِنْهُ اِعْتَضْتُمْ، لَتَجِدَنَّ وَ اللَّهِ مَحْمِلَهُ ثَقیلاً، وَ غِبَّهُ وَ بیلاً، اِذا کُشِفَ لَکُمُ الْغِطاءُ، وَ بانَ ما وَرائَهُ الضَّرَّاءُ، وَ بَدا لَکُمْ مِنْ رَبِّکُمْ ما لَمْ تَکُونُوا تَحْتَسِبُونَ، وَ خَسِرَ هُنالِکَ الْمُبْطِلُونَ.

ثم عطفت على قبر النبیّ صلى اللَّه علیه و آله، و قالت:

قَدْ کانَ بَعْدَکَ اَنْباءٌ وَهَنْبَثَةٌ – لَوْ کُنْتَ شاهِدَها لَمْ تَکْثِرِ الْخُطَبُ

اِنَّا فَقَدْ ناکَ فَقْدَ الْاَرْضِ وابِلَها – وَ اخْتَلَّ قَوْمُکَ فَاشْهَدْهُمْ وَ لا تَغِبُ

وَ کُلُّ اَهْلٍ لَهُ قُرْبی وَ مَنْزِلَةٌ – عِنْدَ الْاِلهِ عَلَی الْاَدْنَیْنِ مُقْتَرِبُ

اَبْدَتْ رِجالٌ لَنا نَجْوى صُدُورِهِمُ – لمَّا مَضَیْتَ وَ حالَتْ دُونَکَ التُّرَبُ

تَجَهَّمَتْنا رِجالٌ وَ اسْتُخِفَّ بِنا – لَمَّا فُقِدْتَ وَ کُلُّ الْاِرْثِ مُغْتَصَبُ

وَ کُنْتَ بَدْراً وَ نُوراً یُسْتَضاءُ بِهِ- عَلَیْکَ تُنْزِلُ مِنْ ذِى‏الْعِزَّةِ الْکُتُبُ

وَ کانَ جِبْریلُ بِالْایاتِ یُؤْنِسُنا- فَقَدْ فُقِدْتَ وَ کُلُّ الْخَیْرِ مُحْتَجَبُ

فَلَیْتَ قَبْلَکَ کانَ الْمَوْتُ صادِفُنا- لَمَّا مَضَیْتَ وَ حالَتْ دُونَکَ الْکُتُبُ[10]-[11]

Hutbenin Türkçe Anlamı

Hz. Fatıma’nın (s.a) Hutbesinin Türkçe Anlamı

“Allah'a hamd olsun, verdiği nimetleri için ve ona şükürler olsun, ilham ettiği hidayetlerden ötürü ve ona senalar olsun, sunmuş olduğu eşsiz ve benzersiz yaygın ihsanları ve verdiği bol ve kâmil bağışları ve lütfettiği tüm nimetleri için. Nimetleri sayılmaz, nimetlerinin sürekliliğinin şükrü eda edilmez ve ebedi oluşları idrak olunabilmelerini imkânsız kılar. O, nimetlerini daha da artırmak için kullarını şükretmeye çağırmış ve nimetini bollaştırarak da mahlûkatından O'na hamd etmelerini istemiş ve (kıyamette) benzerlerine davet ederek, ihsanını (salih insanlara) iki kat kılmıştır.
Şehadet ederim ki Allah'tan başka bir ilah yoktur. Tektir ve ortağı yoktur. O Allah ki tevhit kelimesinin te'vilini (esas ve özünü) ihlas kılmış; kalplere ona bağlılığı yerleştirmiş ve aklın kavrayabilmesi için tevhid düşüncesini aşikâr etmiştir.
O Allah ki gözlerin onu görmesi, dillerin onun sıfatlarını beyan etmesi ve kavrayışların onun keyfiyetini anlaması imkânsızdır.
O Allah ki önceden olan bir şeye dayanmadan, bir eş ve benzere öykünmeden, yaratıkları yaratmaya muhtaç değilken ve yaratmada kendine bir yararı yokken, kendi güç ve meşiyetiyle her şeyi var etti. Sadece hikmetinin sağlamlığını bildirmek, itaati hususunda uyarmak, kudretini aşikâr etmek, mahlûkatını kulluğa çağırmak ve çağrısını güçlü kılmak için onları vücuda getirdi. Sonra da kullarını kendi gazabından korumak, onları cennetine sevk etmek için, itaati karşısında mükâfatı ve isyanı karşısında da azabı vaat etti.
Şehadet ederim ki babam Muhammed, O’nun kulu ve resulüdür. Allah, onu peygamber olarak göndermeden önce beğenmiş ve yaratmadan önce seçmiştir. Meb'us kılmadan önce ve hatta mahlûklar gayb âleminde korkunç perdeler altında saklıyken, yokluk sınırının eşiğinde bulunurken, onu "Ahmed" (yani beğenilmiş) olarak isimlendirmiştir. Çünkü Allah, işlerin nihayetini, hadiselerin akışını bilir ve takdir ettiği şeylerin yerlerine vakıftır.
Allah emrini tamamlamak, kendi hükmünü geçerli ve kesin kılmak, kesin kıldığı kaderlerini icra etmek için, onu peygamber olarak gönderdi. (Resulullah meb'us olduğunda) insanlar çeşitli dinlere bölünmüş, her grup kendi ateşinin çevresinde toplanmış bulunuyorlar ve putlara tapıyorlardı. Ama Allah'ı tanımaları gerekirken, O’nu inkâr ediyorlardı. (Böyle bir dönemde) Allah-u Teala, babam Muhammed’in nuruyla onların üzerine çökmüş karanlıkları aydınlığa çevirdi. Kalplerdeki (küfrün) düğümlerini çözdü ve gözlerden şaşkınlık perdelerini giderdi. Böylece Peygamber (s.a.a) insanlar arasında hidayet işini üstlendi. Sonunda onları sapıklıklardan kurtardı ve kör olan gözleri açtı. Sağlam dine doğru onları hidayet eyledi ve onları doğru yola davet etti.
Bunlardan sonra Allah, Peygamber'inin (s.a.a) kendi istek ve rağbetiyle onu, bu dünyadan alıp kendisine doğru götürdü. Böylece Hz. Muhammed (s.a.a), bu dünyanın zorluklarından kurtulup yüksek meleklerin eşliğinde Rabb'inin rızasıyla kuşatıldı ve yüce mülk sahibi Allah'ın civarına erişti.
Allah’ın seçtiği ve beğendiği, vahyin emini babama selam olsun. Allah’ın selamı, bereketi ve rahmeti onun üzerine olsun.

Sonra mecliste bulunanlara bakarak şöyle dedi:

Ey Allah'ın kulları! Sizler onun emir ve nehiylerinin muhatabı, dinin ve vahyin taşıyıcıları, Allah'ın kendi nefislerine emin kıldığı kimseler ve ümmetlere dinin tebliğcilerisiniz. Allah tarafından hak bir önder (olan Kur'an) sizin aranızdadır.
Bilirsiniz ki Allah’ın sizin üzerinizde hakkı vardır ve o da halef olarak bıraktığı bir emanet, Allah'ın nâtık kitabı, sâdık Kur'ân'ı, yüce nuru ve parlak ışığıdır. Basiretleri (hidayetleri) aşikârdır. Sırları keşfedilmiş ve açıktır. Zahirleri aydındır. Ona uyanlara gıpta olunur. Kur'an kendisine uyanı, Allah'ın rızasına götürür ve ona kulak vereni kurtuluşa erdirir.
Kur'an vasıtasıyla Allah'ın aydın hüccetlerine, açıklanmış azimetlerine (farzlarına), sakındırılmış haramlarına, belli nişanelerine, yeterli burhanlarına, yapılması istenmiş faziletlerine, kullara hibe edilen ruhsatlarına ve yazılı şeriatlarına ulaşılır.
Allah, imanı sizler için şirkten temizlenme vesilesi kıldı. Namazı, kibirden uzaklaşmanız; zekâtı, nefsin yücelmesi ve rızkın çoğalması; orucu, ihlası sabitleştirmek; haccı, dinin temellerini sağlamlaştırmak; adaleti, kalpleri birleştirmek; bize itaati, dinin düzelmesi ve nizamı için farz kıldı.
Biz Ehlibeyti (imametimizi) tefrikadan kurtulmak; cihadı, İslam'a izzet kazandırmak; sabrı, mükâfatı hak etmek; emri bil mârufu, tüm halkın maslahatını korumak ve vâlideyne (baba ve anneye) iyiliği, Allah'ın gazabından kurtulmak için farz kıldı. Sıla-ı Rahîm yapmayı (akrabalarla iyi ilişkide bulunmayı) sayıların çoğalmasına vesile eyledi. Kısası, kanların dökülmesini önlemek; nezre (adağa) vefa etmeyi, Allah'ın bağışına ehil olmak; tartı ve ölçüleri eksiltmeyip hakkınca tutmayı, malların değerinin korunması için farz kıldı. Şarap içmeyi, (kullarını) pisliklerden temizlemek için nehyetti. Başkalarına zina nispetini vermekten kaçınmayı, lanetten korunmak ve hırsızlıktan uzak durmayı iffet kazanmak için emretti.
Şirki, onun rabliğine olan inancın halis olması için haram kıldı. “Allah'tan nasıl korkup sakınmak gerekiyorsa, öylece korkup sakının”(Al-i İmran, 102) Allah’a yaraşır bir şekilde takvalı olun ve Müslümanlık dışında dünyadan göçmeyin. Allah’ın emir ve yasaklarına uyun. Zira yalnızca alim kullar Allah’tan korkar.

Daha sonra şöyle buyurdu:

Ey insanlar! Biliniz ki ben Fatıma'yım ve babam Muhammed'dir. Bu sözü ben tekrar tekrar sizlere söylüyorum. Sözlerim haktır ve yaptığım işte batıl bir yön yoktur.
(Allah-u Teâla buyuruyor ki): “Gerçekten size kendinizden olan öyle bir peygamber geldi ki sizlerin uğradığınız sıkıntılar ona ağır gelir. O size pek düşkün ve müminlere şefkatli ve merhametlidir.” Eğer Muhammed'i (s.a.a) tanırsanız, onun, sizin hanımlarınızın babası değil, benim babam olduğunu ve sizin erkeklerinizin değil, benim kocam Müminlerin Emiri Ali’nin kardeşi olduğunu görürsünüz. Ona olan nispet ve yakınlık ne güzel bir nispettir.
O peygamberliği uhdesine alıp, halkı Allah'ın azabından korkuttu. Müşriklerin yolundan yüz çevirdi. Şirkin belini kırıp, onların nefesini kesti; halkı hikmet ve güzel nasihatle Rabb'inin yoluna çağırdı; putları kırdı ve küfrün önderlerini yüzüstü yere serdi. Sonunda kafirler topluluğu bozguna uğrayarak, artlarına dönüp kaçtılar. Gecelerin karanlığı, sabahın aydınlığı ile yarıldı ve hakkın özü ortaya çıktı; dinin önderi konuşmaya başladı; şeytan sözcülerinin sesi kesildi; nifakın tacı yere düştü; küfür ve azgınlığın düğümleri çözüldü.
Sizler Hz. Resul (s.a.a) gelmeden önce “tam ateş çukurunun çevresinde idiniz”. (O halinizle) taşın dibinde kalan ve hemen içilip tüketilecek olan bir yudum suydunuz; aç kişinin fırsat gözetmeden kapıp yiyeceği bir lokmaydınız ve (düşmanların) ayakları altına düşmüş bir toplumdunuz. İçtiğiniz, deve sidiğiyle dolmuş ve hayvan pisliğiyle kokuşmuş olan çöllerdeki çukur suyu idi. Yediğiniz, tabaklanmamış deriyle hazırlanan yemekti. Aşağılık bir hale düşmüştünüz ve “insanların sizi kapıp yakalamasından korkuyordunuz”
Bütün bunlardan ve güçlülerin belasına uğradıktan, Arap’ın kurtlarına lokma olduktan, kitap ehlinin azgınlarına tutsak düştükten sonra, sizleri Allah-u Tebareke ve Teâlâ babam Muhammed (s.a.a) vasıtasıyla kurtardı. “Ne zaman müşrikler savaş ateşini açtıysa, Allah onu söndürdü” ve ne zaman şeytan kendi boynuzunu çıkardıysa ve müşriklerden bir grubun ağzı açıldıysa, (Peygamber s.a.a) kardeşini (Hz. Ali'yi) tehlikenin önüne çıkarıp, müşriklerin ağzını tıkadı. Hz. Ali de düşmanların başını ezmedikçe ve yakılan ateşin alevini kılıcıyla söndürmedikçe geri dönmezdi.
Ali (a.s) Allah'ın zatı için zahmete katlanan, Allah'ın emrinde ciddiyet gösteren, Resulullah'ın (s.a.a) yakını ve Allah'ın velilerinin efendisidir. O, hak yolunda kollarını sıvayarak, iyilik istiyor; ciddiyetle çalışarak, bu yolda zahmete katlanıyordu. Ama siz (o dönemde) rahat bir yaşayış yolunu seçip, asayiş ve emniyet içersinde hayatınızı sürdürüyordunuz. Bizlerin başına gelen belaların sonucunu bekliyordunuz. Neticenin kimin yararına olacağını öğrenmek istiyordunuz. Savaşlara katılsanız da düşmanla karşılaştığınızda geriye dönüp kaçıyordunuz.
Allah-u Tealâ, Peygamber'ine (s.a.a) enbiyanın bulunduğu, yani seçkinlere ayırdığı makama yüceltmeyi kararlaştırdığında sizlerdeki kin ve nifak düğümleri aşikâr oldu; din gömleği yıprandı; kendini gizlemiş olan azgınlar nutka geldi; cansız kalmış düşmanlar harekete geçti; bâtıl ehlinin önderleri kükremeye başladı ve sizin aranızda değer kazandılar.
Şeytan başını kendi yuvasından çıkarıp, sizleri kendisine doğru çağırdı. Sizlerin onun davetini kabullenmeye ve aldanmaya meyilli olduğunuzu gördü. Sonra sizi tahrik etti; sizleri hafif buldu; sizleri kışkırttı ve siz de hemen galeyana geldiniz. Böylece sizler başkasının devesini (kendi deveniz olarak) dağladınız ve (onu) başkasına ait çeşmeye sürdünüz (yani başkasına ait olan hilafete el koydunuz ve gasp ettiniz).
Bütün bunlara henüz Resul-ü Ekrem'in (s.a.a) vefatından kısa bir süre geçmeden ve henüz kalbimizin yaraları tazeyken, yüreğimizin cerahati iyileşmeden ve hatta Resul-ü Ekrem'in (s.a.a) cenazesi defnedilmeden teşebbüs ettiniz. “Fitne çıkmasından korkuyoruz” diyerek, bu işlere koştunuz ve hilafeti çaldınız. “(Oysa) İyi bilin ki (bu işleriyle) tam fitnenin ortasına düşmüşsünüz ve gerçekten cehennem, kâfirleri (her taraftan) kuşatmıştır.”
Heyhat! Size ne olmuştur? (Haktan dönüp), Allah'ın kitabını bırakıp, neye yönelmişsiniz? Oysaki onda olan hakikatler zahir, ahkâmı nurlu, nişaneleri belirgin, sakındırdığı şeyler ortada ve emirleri açıktır. Ama sizler onu arkanıza atmışsınız. Acaba Kur'an'ı bırakmayı ve ona sırt çevirmeyi mi istiyorsunuz; yoksa başka bir kitapla mı hüküm veriyorsunuz? “Ne kötüdür zalimlerin (Kur'an'ın yerine) seçtikleri bedel.” “Kim, İslam'dan başka bir din ararsa, o (din) asla ondan kabul edilmez ve o ahirette ziyankârlardan olur.”
Sonra ancak o fitnenin doğurduğu nefret yatışıncaya ve kontrol altına girinceye kadar beklediniz. Sonra yine fitnenin alevini daha da bir şiddetlendirmeye ve ateşini daha da bir kızgınlaştırmaya yöneldiniz. Aldatıcı şeytanın davetine icabet ederek, dinin apaydın nurlarını ve Peygamber'in (s.a.a) sünnetini söndürmeye koyuldunuz.
Sizler köpüğü içmek adına altındaki sütü içiyor ve (beytülmalı gizlice istediğiniz şekilde harcıyorsunuz). Bunun yanı sıra açıkta ve gizlide Peygamber'in (s.a.a) Ehlibeyt'ine ve evladına haksızlık ediyorsunuz. Biz ise, sizlerin kalbimize vurduğunuz hançer yarasına ve bağrımızı delen ok darbesine sabrediyoruz.
Siz şimdi de benim, babamdan miras alma hakkımın olmadığını mı iddia ediyorsunuz? “Yoksa Cahiliye hükmünü mü arıyorlar (uygulamak istiyorlar)? Hâlbuki yakin eden bir toplum için, hükmü Allah'tan daha güzel olan kim olabilir?” Acaba sizler bilmiyor musunuz? Oysa Fedek’i gasp edenlere güneş gibi aşikâr olmuştur ki ben onun kızıyım? Ondan irs almaktayım. Ey Müslümanlar! Acaba benim mirasım zorla benim elimden alınacak mı? (Siz buna seyirci mi kalacaksınız?).
Ey Ebu Kuhafe'nin oğlu (Ebu Bekir)! Acaba senin babandan miras alman, ama benim babamdan miras almamam Allah'ın kitabında mı yazılmıştır? Gerçekten ortaya attığın söz büyük bir iftiradır. Acaba bilerek mi Allah'ın kitabını arkanıza atıp, terk ettiniz? Kur’an-ı Kerim buyuruyor ki: “Ve Süleyman Davud'dan miras aldı (ona mirasçı oldu).”
Yahya İbn-i Zekeriya’nın kıssasını anlatırken de buyurmuştur: “Dedi ki (Ey Rabb'im!) Bana bir veli lütfet ki benden ve Yakup soyundan miras alsın (mirasçı olsun).” Yine buyurmuştur ki: “Allah'ın kitabında akrabaların bazıları, bazılarına (nisbet, miras hususunda) daha evladır.”
Yine buyurmuştur ki: “Allah size evlatlarınız hakkında bir erkeğe iki kadının payını tavsiye eder.”
Yine buyurmuştur ki: “Sizlerden birinin ölümü geldiği zaman kendisinden bir hayır (mal) bırakıyorsa, baba ve annesine ve yakınlarına (verilmesi için) adalet ve iyilik üzere vasiyet etmek (Allah'tan) takvalılara bir borç olarak yazılmıştır.”
(Kur'ân ayetleri böyle buyururken acaba) sizlere göre benim bir payım yok mu ve benim babamdan miras almaya hakkım yok mudur?! Acaba Allah, Sizlere miras ayetinde bir özellik tanımış da yalnız babamı mı çıkarmıştır? Yoksa sizler “Şüphesiz ayrı ayrı dinlere mensup olan kişiler birbirlerinden miras alamazlar mı?” diyorsunuz (ve bu yüzden bana miras hakkı tanımıyorsunuz)? Acaba ben ve babam aynı dine bağlı değil miyiz? Yoksa sizler Kur'an'ın özel ve umumunu (genel hükümlerini ve o hükümlerden istisna edilen durumlarını) benim babam ve amcam oğlundan daha mı iyi bildiğinizi iddia ediyorsunuz? (Ey Ebu Bekir!) Bu eğerli, yularlı ve süslenmiş Fedek devesini al da götür! Ama bil ki mahşere geldiğin gün yaptıklarınla karşılaşacaksın.
O gün ki hâkim Allah'tır ve kefil Hz. Muhammed (s.a.a) Ne güzel gündür o gün, o günde batıla uyanlar ziyana uğrarlar; o zaman pişmanlık da halinize bir yarar sağlamayacaktır? “Her bir sözün (hakikatin) gerçekleşeceği bir yer ve zaman vardır.” “Artık yakında zelil edici azabın kime geleceğini ve kalıcı azabın kimi yakalayacağını bileceksiniz.”

Sonra Ensar'a doğru bakarak şöyle dedi:

Ey yiğitler topluluğu ve dinin yardımcıları ve İslam'ın koruyucuları! Benim hakkımda yaptığınız bu gevşeklik ve benden zulümle alınan (Fedek) hususundaki bu gafletiniz nedir? Acaba babam Resulullah (s.a.a) “Kişinin ihtiramı, evlatlarına iyi davranmakla korunur” diye buyurmuyor muydu? Ne çabuk da verdiğiniz ahdi bozdunuz? Sizlerin benim talebimi yerine getirmeye gücünüz var.
Acaba kendi kendinize "Muhammed (s.a.a) öldü mü?" diyorsunuz? (Evet, öldü ama bu) bir büyük musibet idi ki bu yüzden hâsıl olan boşluk ve vücuda gelen gedik ne de büyüktür. Yeryüzü onun gaybetiyle karardı; yıldızların yüzü tutuldu; ümitler boşa çıktı ve dağlar onun karşısında huşu etti. Ama Resulullah'ın (s.a.a) vefatıyla da hadler aşıldı ve hürmetler çiğnendi. Allah'a Andolsun ki benzeri görülmemiş büyük bir musibet idi.
Her sabah ve akşam evlerinizde okunan Allah'ın kitabı, bunun vuku bulacağını açıkça ilan etmişti. Ondan önceki peygamberlerin de durumundan haber vermişti. Bu değişmez bir hüküm ve kesin bir kazadan ibaret idi.
Muhammed, ancak bir elçidir; ondan önce peygamberler gelip geçmiştir; acaba eğer ölürse veya öldürülürse, sizler (dinden) geriye mi döneceksiniz? Kim ki dinden geriye dönerse, (bilsin ki) Allah'a asla bir zarar vermez ve Allah şükredenleri mükâfatlandırır.
Ey vay Evs ve Hazrec oğulları! sizin gözünüzün önünde babamın mirasını elimden alacaklar; sizler buna şahit olup, susacak ve topluca bunu duyup, kendinizi kenara mı çekeceksiniz?! Hâlbuki hepinize yardım çağrısında bulunmuşum ve siz de haberdarsınız.
Sizlerin, güç ve sayısı yeterlidir. Elinizde silah ve kalkan vardır. Acaba nasıl olur da yardım çağrısını duyup, icabet etmiyorsunuz; feryadımızı işitiyor ama bizim yardımımıza koşmuyorsunuz? Oysaki sizler "cesur insanlar" diye tanınmışsınız ve iyilik ve salah ile marufsunuz.
Sizler, seçkinler ve beğenilmişlersiniz. Araplarla savaştınız; çetinlik ve zorluklara karşı koydunuz; kabilelerle karşı karşıya geldiniz ve kahramanlarla mücadele eylediniz. Nice uzun zamanlar biz Ehlibeyt size emrettiğimizde, siz hep itaat ediyordunuz. Nihayet İslam değirmeni bizlerin ekseninde dönmeye başladı; nimet ve rızık çoğaldı; şirkin sesi kesildi; iftiracıların coşkusu yattı; küfrün ateşi söndü; fitnenin çağrısı sustu ve dinin nizamı güçlendi. Öyleyse neden hak aşikâr olduktan sonra şaşkınlığa düştünüz; gerçekler ilan olduktan sonra onu tekrar gizlemeye yöneldiniz; hakka yöneldikten sonra geriye döndünüz ve iman ettikten sonra şirke düştünüz?!
Neden antlarını bozan ve Resulullah'ı (s.a.a) çıkarmaya yeltenenlerle savaşmıyorsunuz? Oysaki ilk olarak onlar (savaşı) başlattılar. Yoksa onlardan mı korkuyorsunuz? Oysaki gerçek iman sahibi iseniz, kendisinden korkmanıza en layık olan Allah'tır. (Yani neden bu hilafeti gaspedenler anlaşmalarını çiğneyerek Resulullah’la (s.a.a) Hz. Ali (a.s) hakkındaki ahitlerine vefa göstermediler; sizler onlarla savaşmıyor ve Hz. Ali’yi (a.s) savunmuyorsunuz?)
Ben, sizlerin alçalmaya yöneldiğinizi ve yöneticilik makamına layık olanı bu makamdan uzaklaştırdığınızı görüyorum. Sizler rahatlık ve zevke çekildiniz. Darlıktan kaçıp genişliğe ve refaha meylettiniz. Ruhunuza yerleşen marifet ve anlayışları çıkarıp attınız ve afiyetle yediğiniz şeyi geri kustunuz. “Eğer, sizler ve yeryüzünde bulunan herkes kâfir olsalar, (Allah'a bir zarar veremezler.) Çünkü gerçekten Allah ganidir ve övülendir.”
Bilin ki ben, sizlerin bize arka çıkmayacağınızdan, bizi yalnız bırakacağınızdan, kalbinizde yerleşen hıyanetten haberdar olmama rağmen bu sözleri size söyledim. (Bunların size tesir etmeyeceğini biliyordum). Ama bunlar ruhun taşkınlığı, gazabın taşması, tahammülün sona ermesi neticesinde içimde toplanan ve dile getirdiğim dertlerimdi; bu sözler benim size karşı hüccetimdir. Evet, alın götürün onu (hilafeti) ve yükleyin yükünüzü! Ama bilin ki bu devenin sırtı yaralı, ayakları da aşınmıştır.
O, sizlere sürekli utanç kaynağı olacak, üzerinizde de Allah'ın gazabı ve ebedi bir utanç dağı olarak sizi, yürekleri kapsayan Allah'ın ebedi ateşine götürecektir. Bilin ki yaptıklarınız Allah'ın gözü önündedir. “Zalimler yakında nasıl bir akıbete (azaba) duçar olacaklarını bilecekler.”
Ben, sizleri önünüzde bulunan şiddetli azaptan korkutanın kızı Fatıma'yım. Öyleyse “Siz amel edin, şüphesiz biz de amel etmekteyiz.” “Bekleyin, şüphesiz biz de beklemekteyiz.”

Daha sonra Ebu Bekir Hz. Zehra’ya (s.a) cevap olarak şöyle dedi:

“Ey Resulullah’ın kızı! Babanız müminlere karşı çok duygulu, yüce, şefkatli ve merhametli; kâfirlere karşı ise, şiddetli idi. Onun nesebini araştıracak olursak, senin baban olduğunu görürüz ve başka kadınların babası değil. Senin kocan ve eşin Ali’nin onun kardeşi olduğunu görürüz, diğer dostların kardeşi değil. Hem de Peygamber onu bütün yakınlarından daha fazla seviyordu; her büyük işte de Resul-ü Ekrem’le hareket ederdi.
Sizi saadetli kimse dışında kimse sevmez; size bedbaht ve kötü kimseler dışında kimse düşmanlık etmez. Muhakkak siz Resulullah’ın tertemiz itreti ve Allah’ın seçkinlerisiniz. Bizi cennete götüren yollara ve hayırlara rehberlik edenlersiniz. Sen ey kadınların en seçkini ve peygamberlerin en hayırlısının kızı! Sözünde sadık [doğrucu], çok akıllı ve bilgilisin. Hakkından mahrum edilmemelisin ve hiç kimse senin doğru sözüne ve hakkına mani olmamalıdır.
Allah’a andolsun ben Resulullah’ın görüşünden ileri gitmemişimdir ve onun izni dışında da amel etmemişimdir. Resulullah “Biz Peygamberler taifesi kimseye altın, gümüş, ev ve yer miras olarak bırakmayız. Miras bıraktığımız şey yalnız kitap, hikmet, ilim ve nübüvvettir. Bizden arda kalan ve kullanılabilen her şey, bizden sonraki emir sahibinindir ve o uygun gördüğü şekilde amel edebilir” dediğini işitmiştim. Biz kastettiğin Fedek’in gelirini at ve savaş malzemelerin alınmasında sarf etmekteyiz ki Müslümanlar onlarla savaşabilsinler; kâfirlerle cihat etsinler; isyancılara ve mürtet fasıklara karşı koyabilsinler. Bu iş Müslümanların oy birliğiyle yapıldı ve ben bu işi kendi kararıma göre yapmadım.
Sizin verdiğiniz mal ve varlık sizin malınızdır; onu sizin izniniz olmadan sizden alıp biriktirmemekteyiz. Sen babanın ümmetinin efendisisin; evlatların için tertemiz ağaçsın; senin faziletini inkâr edecek değiliz; sizin aslınızı ve fer’inizi ihmal etmiyoruz ve bana bağlı malınız hakkında hükmünüz geçerlidir. Acaba sizin görüşünüze göre bu meselede Fedek meselesinde] değerli babanıza muhalefet mi ediyorum?”

Bunun üzerine Hz. Zehra (s.a) şöyle buyurdu:

Suphanallah! Babam Resulullah (s.a.a) asla Allah’ın Kitabı’ndan sapmadı ve O'nun ahkâmına karşı gelmedi. Bilakis ona uydu ve surelerinin takipçisiydi. Yoksa hepiniz hıyanet etmeye mi toplandınız? Bunu, Peygamber'e (s.a.a) iftira atarak ve batıl sözle delil getirerek mi yapıyorsunuz? Peygamber'in (s.a.a) vefatından sonra yaptığınız bu hıyanet, tıpkı hayatında yaptığınız düzenlere benziyor. Yine onu öldürmeye kastetmiştiniz.
Bu, Allah’ın kitabı adil bir hakem ve hakkı batıldan ayırt eden sözcüdür ki şöyle buyuruyor: “Allah’ım! Bana bir evlat bağışla ki benim ve Yakup ailesinin varisi olsun” ve şöyle buyuruyor: “Ve Süleyman Davut’tan miras aldı.” Dolayısıyla Allah-u Teâlâ miras paylarını taksim etmiş, farzları ve mirası kanunlaştırmış, erkek ve kadınların paylarını açıklamıştır. Yalancıların (yani Ebu Bekir’in) şüphelerini ve bahanelerini bertaraf etmiş, gelecekte zanları ve şüpheleri zayi ve batıl etmiştir.
Sizin dediğiniz gibi değildir bu iş. Bilakis heva ve hevesiniz işi size böyle göstermekte ve kendinizi kandırmaktasınız. Öyleyse ben de sabredeceğim ve dedikleriniz ve nispet verdikleriniz konusunda Allah-u Teâlâ’dan yardım diliyoruz.

Ayrıca Bakınız

Kaynakça

  1. Belagatu'n-Nisa, s. 20, 26.
  2. Keşfu'l Ğumme, s. 480, 492.
  3. İbn-i Tayfur, Ebu’l Fazl Ahmed b. Ebu Tahir, Belagatu’n-Nisa, Beyrut, Daru’l Adva, 1420 /1999.
  4. Neml, 16.
  5. Meryem, 6
  6. Ahzab, 6.
  7. Nisa, 11.
  8. Bakara, 180.
  9. Al-i İmran, 144.
  10. İbn-i Tayfur, "Belagatu’n-Nisa" kitabından iktibas, s. 23 – 27.
  11. Fedekiye hutbesini nakleden bazı kaynaklar: Şerh-i Nehcü’l Belaga, İbn-i Ebi’l Hadid, c. 16, s. 211 – 249; Biharu’l Envar, c. 43, s. 148.

Bibliyografi

  • Fedek hutbesinin metni.
  • İbn-i Tayfur, Ebu’l Fazl Ahmed b. Ebu Tahir, Belagatu’n-Nisa, Beyrut, Daru’l Adva, 1420 /1999.