Taslak:Galiler
Galiler veya Gulât terimi (Arapça: الغلاة), İmam Ali’ye (a.s) ve onun soyundan gelen evlatlarına ilahi bir nitelik (tanrısallık) veya peygamberlik isnat eden ve onların övgüsünde aşırılığa kaçan kimseler için kullanılmaktadır. Mezhepler tarihi ve fırka incelemeleriyle ilgili klasik eserlerde, gali fırkalarının sayısı konusunda farklı görüşler yer almaktadır. Bazı kaynaklarda bu fırkaların sayısı en az dokuz olarak, bazı kaynaklarda ise en fazla yüz kadar olarak belirtilmiştir. Fırka tanıtımlarında Şii mezhebine nispet edilen en tanınmış gali gruplardan bazıları şunlardır: Sebeiyye (yani Abdullah bin Sebe taraftarları), Keysaniyye, Beyaniyye, Hattabiyye, Beşiriyye ve Müfevvize fırkaları. Bu toplulukların ortak inançları arasında, Şii imamlarının (a.s) ilahlık sıfatına sahip olduklarına inanmak, onlara peygamberlik atfetmek ya da kendi kurucuları için imamet veya peygamberlik iddiasında bulunmak gibi düşünceler yer almaktadır.
Gaybet-i Suğra döneminde de, bazı imamların (a.s) yakın dost ve talebeleri benzer bir şekilde İmam Mehdi’nin (a.s) özel temsilciliğini (özel naiblik) iddia etmiş, hatta bu iddiaları çerçevesinde aşırı inançlar ileri sürerek taraftar toplamışlardır. Tarihçilerin naklettiğine göre, Hasan Şeri’i, Muhammed bin Ali Şelmegani, Ahmed bin Hilal Abartai ve Muhammed bin Nusayr Numayri gibi şahıslar — ki bunlar İmam Hasan Askeri’nin (a.s) yakın çevresinden sayılmaktadır — bu tür eğilimleriyle tanınmışlardır.
Araştırmacıların kanaatine göre, Galiler, Şii imamlarının (a.s) dikkatini kendilerine yöneltmek, saf ve sade inançlı Şii topluluğunu kendi taraflarına çekmek ve böylece Şiiler arasında görüş ayrılıkları ve parçalanma yaratmak suretiyle, Şii hareketinin gücünü zayıflatmış ve Şii mezhebine telafisi güç darbeler vurmuşlardır.
Tanıtım ve Konum
Galiler (tekili: Gali), İmam Ali’ye (a.s) ve onun soyundan gelen evlatlarına (Şii imamlar) tanrısal bir sıfat veya peygamberlik atfeden; onları hem dini hem dünyevi açıdan övgüyle anlatırken aşırılığa kaçan kimselerdir.[1]
Mezhepler tarihi ve fırka araştırmalarıyla ilgili eserlerde, gali fırkalarının ortaya çıkış süreci, tarihsel gelişimi ve inanç sistemleri ayrıntılı biçimde ele alınmıştır.[2] Bazı Şii rivayet kaynaklarında ise, kimi gali şahısların (örneğin Beşşar Şairi) isimleri zikredilmiş ve bu kişiler Şii imamları (a.s) tarafından lanet ve kınamayla anılmıştır.[3] Rivayet edilir ki, Galilerin bir kısmının inançları Masum imamların (a.s) üstün niteliklerine ve faziletlerine dairdir; bir kısmı ise onların zatını, yani mahiyetini ilgilendirmekte ve bu zatı tanrısallık mertebesine yükseltmektedir. Bu sebeple Kelam ilminde, yani İslami inanç esaslarını inceleyen disiplinde, galilerin görüşleri özel bir başlık altında incelenmiştir.[4]
Rical ilmiyle uğraşan alimler de, bazı ravilere (hadis aktaran kimselere) “aşırıya kaçma” yani guluv isnadı yapmışlardır.[5] Onların değerlendirmesine göre, bir ravinin gali olarak tanınması, o kişinin güvenilirliğini zedeleyen ve rivayetinin kabul edilmemesine yol açan bir durumdur.[6] Ayrıca fıkıh ilminde de galilerle ilgili özel hükümler, yani onların dini statüsü ve şer‘i hükmü, detaylı biçimde ele alınmıştır.[7]
Guluv (Aşırılık)
Terim olarak guluv, bir kimsenin dinin belirlediği sınırların ötesine geçerek inanç veya davranışta aşırıya kaçması anlamına gelir.[8] Bu aşırılığın örnekleri arasında şunlar sayılmıştır: herhangi bir peygamberi veya imamı Tanrı olarak görmek, onların evrenin işleyişinde Allah’a ortak olduklarına inanmak, bir kimsenin Allah’ın oğlu olduğuna inanmak,[9] Peygamber (s.a.a) ile bir başkasını peygamberlikte ortak görmek, İmam Ali’ye (a.s) veya başka bir Şii imama (a.s) peygamberlik atfetmek, yahut Mehdi-i Mev‘ud (a.s) dışında birine mehdilik sıfatı yüklemek.[10]
Şia fakihleri'nin ittifakına göre, İmam Ali’ye (a.s) veya herhangi bir masum imama (a.s) tanrılık isnat etmek, çünkü bu düşünce doğrudan Allah’ın inkarını gerektirir, küfür sayılmaktadır. Bu inancı benimseyenler kafir olarak değerlendirilir.[11] Bazı fakihlere göre ise, eğer Galilerin inançları İslam’ın dinin zorunlu ilkelerinden birini inkar etmeye yol açarsa, yine küfür hükmüne tabi olurlar.[12]
Gali Fırkaları
Fırka tarihi ve mezheplerin sınıflandırılmasına dair eserlerde, Gali topluluklarının sayısı konusunda farklı değerlendirmeler bulunmaktadır.[13] Tarih araştırmacısı Nemetullah Saferi Furuşani, bu konuyla ilgili kaleme alınmış çeşitli mezhepler tarihi kaynaklarını inceleyerek, Gali fırkalarının en az dokuz, en fazla ise yüz farklı grup olarak zikredildiğini belirtmektedir.[14] Bu farklı sayımların nedeni, tarih boyunca bu fırkaların zamanla bölünmesi, içlerinden yeni alt grupların doğması ve bazılarının diğerlerine karışmasıyla ilgilidir. Kimi araştırmacılar, bu grupların bir kısmının tarihi kayıtlarda müstakil birer topluluk olmadığını, ancak benzer inanç eğilimleri taşıyan küçük çevrelerden ibaret olduğunu da vurgulamışlardır.
Aşağıda, Şii mezhebine nispet edilen en tanınmış Gali fırkalardan bazıları tanıtılmıştır:
Sebeiyye (Sebeiyye)
Sebeiyye (veya Sebaiyye), Abdullah bin Sebe adlı kişiyi önder kabul eden bir gruptur.[15] Bazı fırka yazarları onların Şiiliğe nispet edilen ilk gali topluluk olduğunu ifade etmişlerdir.[16]
Ünlü kelamcı Ebü’l Hasan el-Eş‘ari (3. ve 4. yüzyıl h.k.), Makalatü’l İslamiyyin adlı eserinde bu grubun şu inanca sahip olduğunu aktarır: Onlara göre İmam Ali (a.s) vefat etmemiştir; o, kıyamet öncesi bir zamanda yeniden yeryüzüne dönecek ve dünya zulüm ve haksızlıkla dolup taşmışken, onu adalet ve doğrulukla dolduracaktır.[17]
Keşşi’nin Rical kitabı olarak da bilinen eserde, İmam Cafer Sadık’tan (a.s) bir rivayet nakledilmiştir. Bu rivayete göre, Sebeiyye’nin kurucusu olan Abdullah bin Sebe peygamberlik iddiasında bulunmuş, hatta İmam Ali’yi (a.s) Tanrı olarak görmüştür.[18] Bu rivayet, Şii kaynaklarındaki en eski örneklerden biri olarak, gali inançlarının erken dönemdeki yapısını gözler önüne sermektedir. Ayrıca bu anlatı, Şii imamların (a.s) bu tür aşırılık iddialarını açıkça reddettiğini ve bu tarz görüşleri sapkınlık olarak nitelediğini de göstermektedir.
Keysaniyye
Keysaniyye, imamet makamının Muhammed bin Hanefiyye’ye ait olduğuna inanan bir grup Şii topluluğuydu.[19] Şehristani, el-Milel ve’n Nihal adlı meşhur eserinde, Muhammed bin Hanefiyye’nin vefatından sonra onun takipçileri arasında ciddi görüş ayrılıklarının ortaya çıktığını belirtir.[20]
Bu ayrılıklar, temelde onun ölümünün gerçekleşip gerçekleşmediği ve imametin kimde devam ettiği meselesi etrafında şekillenmiştir. Takipçilerinin bir kısmı, Muhammed bin Hanefiyye’nin aslında vefat etmediğini, kıyametten önce tekrar dünyaya döneceğini ve yeryüzünü adaletle dolduracağını ileri sürmüştür.[21] Diğer bir grup ise onun gerçekten vefat ettiğine, fakat imametin kendisinden sonra oğlu Ebu Haşim’e geçtiğine inanmıştır.[22]
Muhammed Cevad Meşkur (öl. 1374 h.ş), Tahran Üniversitesi’nde öğretim üyesi ve tanınmış tarihçi olarak kaleme aldığı Ferheng-i Firak-ı İslami adlı eserinde, Keysaniyye fırkasının Muhammed bin Hanefiyye’nin ölümünden sonra on iki farklı kola ayrıldığını belirtir.[23] Bu alt kolların tamamı, Muhammed bin Hanefiyye’nin imametine ortak bir biçimde inanmayı temel esas kabul etmişlerdir.[24]
Keysaniyye’nin bu alt kolları arasında en tanınmışları şunlardır: Haşimiyye,[25] Kerubiyye,[26] Hamziyye,[27] Beyaniyye,[28] ve Harbiyye.[29] Bu grupların tamamı, Şii inanç dairesinde aşırı eğilimlerin nasıl çeşitlendiğini ve imamet düşüncesinin tarih boyunca ne kadar farklı biçimlerde yorumlandığını göstermesi bakımından dikkat çekicidir.
Hattabiyye
Hattabiyye, Ebu’l Hattab Muhammed bin Ebi Zeynep adlı kişinin çevresinde toplanmış bir topluluk olarak bilinmektedir.[30] Şehristani’nin naklettiğine göre Ebu’l Hattab, imamları (a.s) önce peygamberlerin, daha sonra da Tanrı’nın mertebesine yükseltmiş ve özellikle İmam Cafer Sadık’ın (a.s) ilahlığına inanmıştır. Onun inancına göre, İmam Sadık (a.s) çağının ilahıydı; insanlar onu görseler de hakikatte o, duyularla idrak edilemeyen yüce bir varlıktı. Yüksek alemlerden dünyaya indiği için insan suretine bürünmüştü.[31]
Keşşi’nin Rical eserinde, İmam Cafer Sadık’ın (a.s) Ebu’l Hattab’ı yalancı olarak nitelediği, onunla ilişiğini tamamen kestiği ve kendisine lanet ettiği rivayet edilmektedir.[32]
Hattabiyye fırkası zamanla birçok alt gruba bölünmüştür. Bu alt kollar arasında şunlar sayılabilir: Muhammese,[33] Bezi‘iyye,[34] Umeyriyye,[35] ve Muammeriyye.[36] Bu bölünmeler, Hattabiyye’nin yalnızca bir inanç topluluğu değil, zaman içinde farklı anlayışlara yönelen bir düşünce hareketi olduğunu da göstermektedir.
Muğiriyye
Muğiriyye fırkası, Muğire bin Said İcli’nin takipçilerinden oluşmaktaydı.[37] Nubahti’nin Fıraku’ş Şia adlı eserinde belirttiğine göre, Muğire bin Said’in bazı ashabı, onun gerçek bir imam olduğuna inanmışlardı. Bu kişiler, İmam Hüseyin (a.s), İmam Seccad (a.s) ve İmam Muhammed Bakır’ın (a.s) vefatlarından önce Muğire hakkında vasiyet ettiklerini ve onu kendi yerlerine halef tayin ettiklerini iddia ediyorlardı.[38] Ayrıca Muğiriyye taraftarları, İmam Cafer Sadık’ın (a.s) imametini reddediyor ve İmam Muhammed Bakır’dan (a.s) sonra İmam Ali’nin (a.s) soyundan başka bir imamın ortaya çıkmadığını, dolayısıyla Mehdi zuhur edinceye kadar Muğire bin Said’in imam olduğunu ileri sürüyorlardı.[39]
Muğiriyye mensupları ayrıca Muhammed bin Abdullah bin Hasan’ı — ki “Nefsü’z Zekiyye” lakabıyla tanınmaktaydı — vaad edilmiş Mehdi olarak görüyorlardı. Onun öldürülmesinden sonra ise, gerçekte ölmediğini, halen Mekke yakınlarındaki “Alemiyye” isimli bir dağda gizlice yaşadığını ve zamanı geldiğinde ortaya çıkacağını iddia ettiler.[40] Bazı rivayetlerde nakledildiğine göre, İmam Cafer Sadık (a.s) ve İmam Rıza (a.s) onu, İmam Muhammed Bakır’a (a.s) yalan isnad ettiği için lanetlemiş ve beddua etmişlerdir.[41]
Mansuriyye
Mansuriyye, Ebu Mansur el-İcli’nin etrafında toplanmış bir gruptu.[42] Şehristani’ye göre Ebu Mansur başlangıçta İmam Muhammed Bakır’a (a.s) yakınlık göstermiş, onun çevresinde bulunmuştu. Ancak batıl ve aşırı görüşleri nedeniyle İmam Muhammed Bakır (a.s) ondan uzaklaşmış, onu reddetmiş ve cemaatinden kovmuştur. Bunun ardından Ebu Mansur kendi başına imamet iddiasında bulunmuş, insanları kendine davet etmeye başlamıştır.[43]
Nubahti’nin aktarımına göre, Ebu Mansur Allah’ın onu göğe yükselttiğini, kendisiyle konuştuğunu, eliyle başını okşadığını ve Süryanice bir hitapla “oğlum” diye seslendiğini iddia etmiştir.[44] Yine Nubahti’nin bildirdiğine göre Ebu Mansur, İmam Muhammed Bakır’ın (a.s) vefatından sonra da onun kendisini halefi tayin ettiğini ileri sürmüştür.[45] Ayrıca rivayet edilir ki Ebu Mansur, Şii imamlar’ın (a.s) ilk beşini peygamber olarak kabul ediyor ve kendisinin, ondan sonra gelen altı kuşak soyunun da Kaim’in (Mehdi’nin) zuhuruna kadar peygamberlik görevini sürdüreceğini iddia ediyordu.[46] İmam Cafer Sadık’tan (a.s) nakledilen bir rivayette, onun Rical-i Keşşi’de belirtildiği üzere Ebu Mansur’u lanetlediği ve onu şeytanın gönderdiği bir kimse olarak tanımladığı bildirilmiştir.[47]
Beşiriyye
Beşiriyye fırkası, Muhammed bin Beşir el-Kufi’nin öğretilerine bağlı kalan bir topluluktu.[48] Bu grubun inanç sistemine göre, İmam Musa Kazım (a.s) hiçbir zaman hapse girmemiş, zindana atılmamış ve aslında vefat da etmemiştir. Onlara göre o, Kaim olan Mehdi’dir; yani gizli bir şekilde yaşayan, zamanı geldiğinde zuhur edecek olan kurtarıcıdır. Beşiriyye mensupları, İmam Musa Kazım’ın gaybet dönemine girdiğinde, Muhammed bin Beşir’i (kendi liderlerini) resmen vasi, yani dini ve dünyevi işlerde vekil ve halefi olarak tayin ettiğine inanmışlardır. İmam’ın yüzüğünü, ilmi mirasını ve insanların dini rehberlikte ve toplumsal işlerde ihtiyaç duyduğu her şeyi ona emanet ettiği söylenmiştir.[49]
Beşiriyye’ye göre, Muhammed bin Beşir’in vefatından sonra oğlu Semi‘ bin Muhammed babasının vasisi ve yeni imam olarak onun yerine geçmiştir. Onların inancına göre, Semi‘ bin Muhammed kime vasiyet ederse, o kişi yeni imam olur ve bu durum İmam Musa Kazım (a.s) yeniden ortaya çıkıncaya kadar böyle devam eder.[50] Şii rivayetlerinde, İmam Musa Kazım’ın (a.s) Muhammed bin Beşir’i üç kez lanetlediği aktarılmıştır.[51] Bu durum, imamların gali eğilimli kimselere karşı açık bir tavır aldıklarını göstermesi bakımından dikkat çekicidir.
Serriyye
Serriyye adı, “Serri Aksam” isminde bir şahsa bağlanan topluluğa verilmiştir.[52] Bu fırkanın inanç sisteminde Serri, İmam Cafer Sadık (a.s) tarafından gönderilmiş bir peygamberdir. Onlara göre Serri, Hz. Musa (a.s) gibi güçlü, güvenilir ve doğru sözlüdür; hatta Hz. Musa’ya ait olan aynı ruhun Serri’de de bulunduğuna inanmışlardır.[53]
Serriyye mensuplarına göre, İmam Sadık (a.s) bizzat İslam’ın kendisidir; “İslam” kelimesi “selam” yani “esenlik ve barış” anlamına geldiğinden, o da Tanrı’nın ta kendisidir. Bu sebeple, onlar kendilerini “İslam’ın oğulları” olarak adlandırmışlardır.[54] Serriyye topluluğunun üyeleri, halkı Serri’nin peygamberliğine inanmaya çağırmış, İmam Sadık (a.s) için namaz kılmış, hac ibadetini ve oruçlarını da onun adına yerine getirmişlerdir.[55]
Ancak İmam Sadık’dan (a.s) nakledilen bir rivayette, Serri’nin yalancı (kezzab) olarak nitelendirildiği ve açık bir şekilde lanetlendiği bildirilmiştir.[56] Bu rivayet, imamların kendi dönemlerinde ortaya çıkan aşırı gruplara karşı ne kadar kararlı ve net bir tavır benimsediklerini gösterir.
İnançlarına Göre Adlandırılan Fırkalar
Milal ve Nihal kitaplarında, bazı gali fırkalarının adları onların temel inançlarından, yani kendilerini diğerlerinden ayıran başlıca akidelerinden türetilerek verilmiştir.[57] Bu tür fırkalardan birkaçı aşağıda kısaca tanıtılmaktadır:
- İsneyniyye: Bu grup, hem Hz. Muhammed’in (s.a.a) hem de İmam Ali’nin (a.s) tanrısal bir varlık olduğuna inanan galiler topluluğuydu.[58] Onların içinde iki alt eğilim bulunmaktaydı: bir kısmı peygamberin ilahlığını İmam Ali’ninkinden önce ve üstün sayıyor, bu nedenle “Mimiyye” olarak adlandırılıyordu; diğer bir kısmı ise İmam Ali’nin tanrısallığını öne çıkarıyor ve “Ayniyye” adıyla biliniyordu.[59]
- Ezdariyye: Bu fırka, İmam Ali’nin (a.s) ilah olduğuna inanmış ve onun insani varlığını ikiye ayıran bir öğreti geliştirmiştir. Onlara göre, dünyada yaşayan, Hasaneyn’in (a.s) babası olan Ali, gerçekte “Ali el-Ezdari” adında bir kişiydi; ama imamet makamına sahip olan asıl Ali, yaratıcı (sani‘) olduğu için evlat sahibi olamazdı.[60]
- Müfevvize: Şii çevreler içinde ortaya çıkan bu grup, tefviz (yetkinin devredilmesi) inancını benimsemişti.[61] Bu inanca göre Allah, önce Peygamber’i (s.a.a) ve İmam Ali’yi (a.s) yaratmış, ardından evrenin düzeniyle ilgili tüm işleri — yaratma, öldürme, yaşatma ve kulların rızkını verme gibi — onlara bırakmıştır.[62] Müfevvize’nin bu anlayışı, ilahi kudretin bir kısmının mahluka devredilebileceği düşüncesiyle klasik İslam akaidinden ayrılmaktadır.
- Zübabiyye, Garamiyye ve Zimamiyye: Bu üç fırka, inanç bakımından birbirine çok yakın olup aynı düşünce etrafında birleşmişlerdir. Hepsi, İmam Ali’nin (a.s) peygamberlik hakkına sahip olduğunu savunmuşlardır. Onlara göre Cebrail, vahiy sırasında, İmam Ali ile Hz. Muhammed’in (s.a.a) birbirine olan benzerliği yüzünden yanılmış ve vahyi yanlışlıkla peygambere indirmiştir.[63] Seyyid Muhsin Emin, bu tür fırkaların Şii mezhebine nispet edilmesini temelsiz bir iddia olarak değerlendirmiş ve böyle adların hiçbir klasik Şii kaynakta yer almadığını özellikle vurgulamıştır.[64] Ona göre bu adlandırmalar, Şii mezhebini kötü göstermek ve küçük düşürmek amacıyla kasıtlı olarak uydurulmuştur.[65]
- Şerikiyye: Bu grup, Hz. Harun’un (a.s) Hz. Musa (a.s) ile peygamberlikte ortak olduğunu düşündüğü gibi, İmam Ali’nin (a.s) de Hz. Muhammed (s.a.a) ile nübüvvet görevinde ortak olduğunu savunmuştur.[66] Bu görüş, hem nübüvvetin son oluşu ilkesine hem de İslam’ın temel teolojik yapısına aykırı olduğu için İslam alimlerince açık bir sapma olarak değerlendirilmiştir.
Küçük Gaybet Döneminde Gaybi İmam’ın Naipliğini İddia Edenler
Gaybet-i Suğra döneminde bazı tanınmış Şii şahsiyetler, aşırı görüşlere yönelmiş ve hem kendileri hem de imamlar (a.s) hakkında abartılı iddialarda bulunmuşlardır. Bu kişilerden bazıları, İmam Mehdi’nin (a.f) özel vekili (naib-i hassa) olduklarını iddia etmiş, böylece hem kendi konumlarını yüceltmiş hem de yeni fırkaların ortaya çıkmasına yol açmışlardır.[67] Onların çevresinde bir grup mürit toplanmış ve bu sözde iddialar üzerine yeni topluluklar oluşmuştur.[68] Bu gruplardan bazıları şunlardır:
- Şeriiyye: İmam Hadi’nin (a.s) ve İmam Hasan Askeri’nin (a.s) ashabından olan Hasan Şerii’nin takipçileridir.[69] Onun, İmam Hasan Askeri’nin (a.s) şahadetinden sonra, Gaybet-i Suğra döneminde İmam Mehdi’nin (a.f) naibliğini yalan yere iddia eden ilk kişi olduğu söylenmiştir.[70] Bu iddianın ardından, İmam Mehdi (a.f) tarafından onun yalanını reddeden bir tevki‘ (imamdan yazılı belge) gönderilmiştir.[71] Bunun üzerine Şii toplumu onu reddetmiş, ondan uzak durmuş ve kendisini lanetle anmıştır.[72]
- Nümeyriyye: Muhammed b. Nesir en-Nümeyri’nin taraftarlarıdır.[73] Şeyh Tusi, el-Ğaybe adlı eserinde, onun İmam Hasan Askeri’nin (a.s) ashabından biri olduğunu, ancak İmam’ın vefatından sonra İmam Mehdi (a.f) adına vekillik ve naiblik iddiasında bulunduğunu bildirmektedir.[74] Sa‘d b. Abdullah el-Eş‘ari, el-Makālat ve’l Fıraq adlı eserinde, Muhammed b. Nesir’in İmam Hadi’nin (a.s) tanrısallığına inandığını ve kendisini onun peygamberi ve elçisi olarak gördüğünü aktarmıştır.[75] Ayrıca onun livata (erkekler arası ilişki) ve diğer haram kılınmış davranışları helal saydığı da rivayet edilmiştir.[76]
- Şelmaganiyye: Muhammed b. Ali eş-Şelmagani’nin takipçileridir. O, İmam Hasan Askeri’nin (a.s) ashabından biri olarak tanınmaktaydı.[77] Rivayete göre Şelmagani başlangıçta Şii fıkıh alimlerinden biriydi; ancak İmam Hasan Askeri’nin (a.s) şahadetinden sonra, İmam Mehdi’nin (a.f) naibliğini üstlenmeyi bekliyordu. Fakat bu görev Hüseyin b. Ruh Nubahti’ye verilince, kıskançlık ve ihtiras duygularına kapılarak ona karşı bir dizi entrika çevirdi. Hüseyin b. Ruh’a ve diğer nüvvab-ı erbaa’ya (dört naip) iftiralar yöneltti, onlara isnat edilen uydurma sözler yaydı.[78] Ona hulul (Tanrı’nın bir insanda tecelli etmesi) ve tenasüh (ruh göçü) inancını nispet etmişlerdir. Aktarıldığına göre Şelmagani, Allah’ın ruhunun önce Hz. Adem’in bedeninde zuhur ettiğine, ardından da bu ruhun ardışık biçimde diğer peygamberler ve vasilerin bedenlerine intikal ettiğine inanıyordu. Nihayet bu ilahi ruhun İmam Hasan Askeri’ye (a.s) ve ondan sonra da kendi bedenine geçtiğini iddia etmiştir.[79] İmam Mehdi’den (a.f) gelen bir tevki‘de, Şelmagani’nin lanetlendiği, ondan teberri (uzaklaşma) edildiği ve onun mürted olduğu belirtilmiştir.[80]
- Hilaliyye: Ahmed b. Hilal el-Abertai adlı şahsın takipçileridir.[81] O, hem İmam Hadi’nin (a.s) hem de İmam Hasan Askeri’nin (a.s) ashabından sayılmıştır.[82] Şeyh Tusi’nin el-Gaybe adlı eserinde bildirdiğine göre, Ahmed b. Hilal, İmam Hasan Askeri’nin (a.s) şahadetinden sonra Muhammed b. Osman el-Umri’nin vekalet ve naiblik iddiasını reddetmişti. Bir süre sonra İmam Mehdi’den (a.f) gelen bir tevki‘de onun lanetlendiği bildirilmiştir.[83]
- Belaliyye: Muhammed b. Ali b. Belal’e nispet edilen bir topluluktur.[84] Rivayetlere göre o, başlangıçta İmam Hasan Askeri’nin (a.s) ashabından olup,[85] İmam Zaman (a.f) adına humus ve diğer mali yükümlülükleri toplayan vekillerden biriydi.[86] Ancak Muhammed b. Osman el-Umri naib olarak seçilince, onun elindeki mallar kendisinden talep edildi. Bunun üzerine Belal, Muhammed b. Osman’ın naibliğini inkar etti, malları geri vermeyi reddetti ve kendi kendisini İmam Mehdi’nin (a.f) naibi olarak ilan etti.[87]
Galilerin Şiilik Üzerindeki Etkileri
Araştırmacıların tespitine göre, İmamlar (a.s) ve Şii alimler, guluv (aşırılık) düşüncesiyle mücadele etmek, bu akımı ortadan kaldırmak ve Şii toplumunun galilerle karışmasını ya da onların fikirlerinden etkilenmesini engellemek için büyük bir çaba göstermişlerdir. Ancak bütün bu gayretlere rağmen, galilerin Şiilik üzerinde son derece yıkıcı ve kalıcı etkileri olmuştur.[88]
Bu gruplar, İmamlar (a.s) hakkında asılsız rivayetler uydurmuş, kendi sapkın görüşlerini onlara nispet etmişlerdir. Böylece yalnızca İmamların şahsiyetini zedelemekle kalmamış, aynı zamanda halkın onlara karşı kin ve nefret duymasına yol açarak Şii topluluğunun İslam toplumu içinde dışlanmasına sebep olmuşlardır.[89] Ayrıca, bazı batıl ve hurafi inançlar uydurup bunları İmamlar’ın ashabına nispet ederek, hem bu ashabın itibarını sarsmış hem de dolaylı biçimde İmamlar’ın (a.s) manevi konumuna zarar vermişlerdir.[90]
Galilerin etkileri yalnızca inanç düzeyinde kalmamış, aynı zamanda siyasi ve toplumsal sahalarda da hissedilmiştir. Özellikle Şii kıyamların (isyan ve hareketlerin) kötülenmesinde önemli bir rol oynamışlardır.[91] Tarihçi Nimetullah Saferi Furuşani’ye göre, Galiler bu kıyamların doğrudan önderleri arasında yer almasa da, Şii düşmanları onların adını kullanarak isyan liderlerine “gali” sıfatını yakıştırmış, böylece halkın gözünde bu hareketleri küçük düşürmek istemişlerdir.[92] Bunun yanında bazı galiler, sahte biçimde kendilerini bu isyanların öncülerine nispet ederek hareketlerin yönünü saptırmış, böylece hem liderlerin itibarını zedelemiş hem de davayı boşa çıkarmışlardır.
Örneğin Muğiriyye fırkasına mensup bir grup, Muhammed b. Abdullah b. Hasan’ı desteklediklerini iddia ederek kendi düşmanlarına suikast düzenlemişti. Bunun sonucunda Abbasi halifesi Mansur bu cinayetleri Muhammed b. Abdullah’a mal etmiş ve onu halk nezdinde kötü göstermeye çalışmıştır.[93]
Genel olarak bakıldığında, galiler ve onların aşırılığa dayalı inançları, Şiilik düşmanları için bir bahane haline gelmiştir. Bu düşmanlar, galilerin sapkın görüşlerini Şiilere isnat ederek, Şiiliği aşırı, batıl ve akıl dışı bir mezhep gibi göstermeye çalışmışlardır. Bu durum, günümüzde bile bazı Vehhabiler ve Batılı araştırmacılar arasında sürmektedir. Onlar, geçmişte İmamlar (a.s) ve Şii alimler tarafından açıkça reddedilen bu aşırı görüşleri, haksız yere Şiiliğe mal etmektedirler.[94]
Saferi Furuşani’ye göre, galiler İmamlar’ın (a.s) zamanını boşa harcatarak, Şiilerin dikkatini dağıtıp saf ve samimi müminleri kendi saflarına çekmiş, Şii toplumu içinde fitne ve ayrılık tohumları ekmişlerdir. Bu nedenle Şii cemaatinin manevi ve toplumsal gücü zayıflamış, mezhep tarih boyunca telafisi zor darbeler almıştır.[95]
Kaynakça
- ↑ Şeyh Müfid, Tashihü’l İ‘tikadat, 1414 h.k, s. 131.
- ↑ Örneğin bkz: Şehristani, el-Milel ve’n Nihal, 1364 h.ş, c.1, s.203 ve 220.
- ↑ Örneğin bkz: Şeyh Tusi, İhtiyar Ma‘rifeti’r Rical, 1409 h.k, c.1, s.304.
- ↑ Safri Furuşani, “Cerayan-Şinasi-yi Ğuluv”, s.114.
- ↑ Örneğin bkz: Neccaşi, Ricalü’n Neccaşi, 1407 h.k, s.156; Hui, Mu‘cem Ricali’l Hadis, 1409 h.k, c.20, s.149-150.
- ↑ Örneğin bkz: Neccaşi, Ricalü’n Neccaşi, 1407 h.k, s.156; Hui, Mu‘cem Ricali’l Hadis, 1409 h.k, c.20, s.149-150.
- ↑ Örneğin bkz: Necefi, Cevahirü’l Kelam, 1362 h.ş, c.4, s.80 ve c.30, s.102.
- ↑ İbn Aşur, et-Tahrir ve’t Tenvir, 1420 h.k, c.4, s.330.
- ↑ Allame Meclisi, Biharü’l Envar, 1403 h.k, c.25, s.346; Sadr, Buhus fi Şerhi’l Urveti’l Vüska, 1408 h.k, c.3, s.306.
- ↑ Allame Meclisi, Biharü’l Envar, 1403 h.k, c.25, s.346; Makrizi, el-Meva‘iz ve’l İ‘tibar, 1418 h.k, c.4, s.184.
- ↑ Hakim, Müstensekü’l Urveti’l Vüska, 1391 h.k, c.1, s.386.
- ↑ Şeyh Ensari, Kitabü’t Tahare, 1415 h.k, c.5, s.150; Hakim, Müstensek fi Şerhi’l Urveti’l Vüska, 1391 h.k, c.1, s.386.
- ↑ Safri Furuşani, Galiler (Çavuşi der Ceryanha ve Berayendha), 1378 h.ş, s.61.
- ↑ Örneğin bkz: Safri Furuşani, Galiler (Çavuşi der Ceryanha ve Berayendha), 1378 h.ş, s.61–62.
- ↑ Eş‘ari, Makalatü’l İslamiyyin, 1400 h.k, s.15; Şehristani, el-Milel ve’n Nihal, 1364 h.ş, c.1, s.204.
- ↑ Nubahti, Fıraku’ş Şia, Darü’l Ezva, s.22; Eş‘ari, el-Makalat ve’l Fırak, 1360 h.ş, s.20.
- ↑ Eş‘ari, Makalatü’l İslamiyyin, 1400 h.k, s.15.
- ↑ Şeyh Tusi, İhtiyar Ma‘rifeti’r Rical, 1409 h.k, c.1, s.107.
- ↑ Nubahti, Fıraku’ş Şia, Darü’l Ezva, s.23.
- ↑ Şehristani, el-Milel ve’n Nihal, 1364 h.ş, c.1, s.37.
- ↑ Şehristani, el-Milel ve’n Nihal, 1364 h.ş, c.1, s.37.
- ↑ Şehristani, el-Milel ve’n Nihal, 1364 h.ş, c.1, s.37.
- ↑ Meşkur, Ferheng-i Firak-ı İslami, 1375 h.ş, s.375.
- ↑ Bağdadi, el-Fark Beyne’l Fırak, 1977, s.27.
- ↑ Nubahti, Fıraku’ş Şia, Darü’l Ezva, s.30–31; Eş‘ari, Makalatü’l İslamiyyin, 1400 h.k, s.20.
- ↑ Harizmi, Mefatihu’l Ulum, Darü’l Kütübi’l Arabi, s.49; Nubahti, Fıraku’ş Şia, Darü’l Ezva, s.27.
- ↑ Eş‘ari Kummi, el-Makalat ve’l Fırak, 1361 h.ş, s.56.
- ↑ Nubahti, Fıraku’ş Şia, Darü’l Ezva, s.34; Bağdadi, el-Fark Beyne’l Fırak, 1977, s.28; Makrizi, el-Meva‘iz ve’l İ‘tibar, 1418 h.k, c.4, s.182.
- ↑ Eş‘ari, el-Makalat ve’l Fırak, 1361 h.ş, s.28; Eş‘ari, Makalatü’l İslamiyyin, 1400 h.k, s.22.
- ↑ Nubahti, Fıraku’ş Şia, Darü’l Ezva, s.69; Şehristani, el-Milel ve’n Nihal, 1364 h.ş, c.1, s.210.
- ↑ Şehristani, el-Milel ve’n Nihal, 1364 h.ş, c.1, s.210.
- ↑ Örneğin bkz: Şeyh Tusi, İhtiyar Ma‘rifeti’r Rical, 1409 h.k, c.2, s.275.
- ↑ Eş‘ari, el-Makalat ve’l Fırak, 1361 h.ş, s.56.
- ↑ Safri Furuşani, Galiler (Ceryanha ve Berayendha), 1378 h.ş, s.107.
- ↑ Eş‘ari, Makalatü’l İslamiyyin, 1400 h.k, s.12.
- ↑ Eş‘ari, Makalatü’l İslamiyyin, 1400 h.k, s.11.
- ↑ Nubihti, Fıraku’ş Şia, Darü’l Edva, s. 63; Şehristani, el-Milel ve’n Nihal, 1364h.ş, c.1, s.207.
- ↑ Nubihti, Fıraku’ş Şia, Darü’l Edva, s.63.
- ↑ Nubihti, Fıraku’ş Şia, Darü’l Edva, s.63.
- ↑ Nubihti, Fıraku’ş Şia, Darü’l Edva, s.62-63; Sübhani, Buḥus fi’l Milel ve’n Niḥal, Müessesetü’n Neşri’l İslami, c.7, s.15.
- ↑ Şeyh Tusi, İḫtiyar Ma‘rifeti’r Rical, 1409h.k, c.1, s.223.
- ↑ Şehristani, el-Milel ve’n Nihal, 1364h.ş, c.1, s.209; Eş‘ari, el-Makālat ve’l Fırak, 1361h.ş, s.187.
- ↑ Şehristani, el-Milel ve’n Nihal, 1364h.ş, c.1, s.209.
- ↑ Nubihti, Fıraku’ş Şia, Darü’l Edva, s.38.
- ↑ Nubihti, Fıraku’ş Şia, Darü’l Edva, s.38.
- ↑ Nubihti, Fıraku’ş Şia, Darü’l Edva, s.38.
- ↑ Şeyh Tusi, İḫtiyar Ma‘rifeti’r Rical, 1409h.k, c.2, s.30.
- ↑ Nubihti, Fıraku’ş Şia, Darü’l Ezda, s.83; Eş‘ari, el-Makalat ve’l Fırak, 1361 h.ş, s.191.
- ↑ Nubihti, Fıraku’ş Şia, Darü’l Ezda, s.83; Eş‘ari, el-Makalat ve’l Fırak, 1361 h.ş, s.191.
- ↑ Nubihti, Fıraku’ş Şia, Darü’l Ezda, s.83; Şeyh Tusi, İhtiyar Ma‘rifeti’r Rical, 1409 h.k, c.1, s.478.
- ↑ Şeyh Tusi, İhtiyar Ma‘rifeti’r Rical, 1409 h.k, c.1, s.482-483.
- ↑ Nubihti, Fıraku’ş Şia, Darü’l Ezda, s.43; Meşkur, Ferheng-i Fırak-i İslami, 1375 h.ş, s.228.
- ↑ Nubihti, Fıraku’ş Şia, Darü’l Ezda, s.43-44; Meşkur, Ferheng-i Fırak-i İslami, 1375 h.ş, s.228-229.
- ↑ Nubihti, Fıraku’ş Şia, Darü’l Ezda, s.43-44; Meşkur, Ferheng-i Fırak-i İslami, 1375 h.ş, s.228-229.
- ↑ Nubihti, Fıraku’ş Şia, Darü’l Ezda, s.43-44; Meşkur, Ferheng-i Fırak-i İslami, 1375 h.ş, s.228-229.
- ↑ Şeyh Tusi, İhtiyar Ma‘rifeti’r Rical, 1409 h.k, c.2, s.127.
- ↑ Safri Furuşani, Galiler (Cereyanlar ve Sonuçlar), 1378 h.ş, s.142.
- ↑ Safri Furuşani, Galiler (Cereyanlar ve Sonuçlar), 1378 h.ş, s.143.
- ↑ Safri Furuşani, Galiler (Cereyanlar ve Sonuçlar), 1378 h.ş, s.143.
- ↑ Ebu’l Me‘ali, Beyanü’l Edyan, 1376 h.ş, s.52.
- ↑ Beşbişi, el-Fıraku’l İslamiyye, s.29.
- ↑ Şeyh Saduk, el-İ‘tikadat, 1414 h.k, s.100-101.
- ↑ Örneğin bkz: Tu‘ayme, el-Ġulu ve’l Fıraq el-Ġaliyye beyne’l İslamiyyin, 2009, s.241; Safri Furuşani, Galiler (Cereyanlar ve Sonuçlar), 1378 h.ş, s.145-148.
- ↑ Emin, A‘yanü’ş Şia, Darü’t Ta‘aruf li’l Matbu‘at, c.1, s.23.
- ↑ Emin, A‘yanü’ş Şia, Darü’t Ta‘aruf li’l Matbu‘at, c.1, s.23.
- ↑ Meşkur, Ferheng-i Fırak-i İslami, 1375 h.ş, s.255.
- ↑ Safri Furuşani, Galiler (Cereyanlar ve Sonuçlar), 1378 h.ş, s.131-132.
- ↑ Safri Furuşani, Galiler (Cereyanlar ve Sonuçlar), 1378 h.ş, s.132.
- ↑ Meşkur, Ferheng-i Fırak-i İslami, 1375 h.ş, s.255.
- ↑ Meşkur, Ferheng-i Fırak-i İslami, 1375 h.ş, s.255; Safri Furuşani, Galiler (Cereyanlar ve Sonuçlar), 1378 h.ş, s.131-132.
- ↑ Tabersi, el-İhticac, 1403 h.k, c.2, s.474-475.
- ↑ Safri Furuşani, Galiler (Cereyanlar ve Sonuçlar), 1378 h.ş, s.133.
- ↑ Safri Furuşani, Galiler (Cereyanlar ve Sonuçlar), 1378 h.ş, s.133.
- ↑ Şeyh Tusi, el-Ğaybe, 1411 h.k, s.398.
- ↑ Eş‘ari, el-Makālat ve’l Fıraq, 1361 h.ş, s.100.
- ↑ Eş‘ari, el-Makālat ve’l Fıraq, 1361 h.ş, s.100.
- ↑ Safri Furuşani, Galiler (Cereyanlar ve Sonuçlar), 1378 h.ş, s.136.
- ↑ Safri Furuşani, Galiler (Cereyanlar ve Sonuçlar), 1378 h.ş, s.136.
- ↑ Safri Furuşani, Galiler (Cereyanlar ve Sonuçlar), 1378 h.ş, s.136.
- ↑ Şeyh Tusi, el-Ğaybe, 1411 h.k, s.410-411.
- ↑ Meşkur, Ferheng-i Fırak-i İslami, 1375 h.ş, s.467.
- ↑ Şeyh Tusi, Ricalü’t Tusi, 1373 h.ş, s.410 ve 428.
- ↑ Şeyh Tusi, el-Ğaybe, 1411 h.k, s.399.
- ↑ Safri Furuşani, Galiler (Cereyanlar ve Sonuçlar), 1378 h.ş, s.138.
- ↑ Hui, Mu‘cem Rical el-Hadis, 1409 h.k, c.17, s.335.
- ↑ Safri Furuşani, Galiler (Cereyanlar ve Sonuçlar), 1378 h.ş, s.138.
- ↑ Şeyh Tusi, el-Ğaybe, 1411 h.k, s.400.
- ↑ Safri Furuşani, Galiler (Cereyanlar ve Sonuçlar), 1378 h.ş, s.309.
- ↑ Rızazade Askeri, “Nakş-i Ğulat der Tahrib-i Çehre-yi Şiʿa”, s.169.
- ↑ Safri Furuşani, Galiler (Cereyanlar ve Sonuçlar), 1378 h.ş, s.313-315.
- ↑ Safri Furuşani, Galiler (Cereyanlar ve Sonuçlar), 1378 h.ş, s.315.
- ↑ Safri Furuşani, Galiler (Cereyanlar ve Sonuçlar), 1378 h.ş, s.315.
- ↑ Safri Furuşani, Galiler (Cereyanlar ve Sonuçlar), 1378 h.ş, s.315-316.
- ↑ Örneğin bkz. Kummeysi, es-Sıra‘ beyne’l İslam ve’l Veseniye, 1402 h.k, c.1, mukaddime, s. “ح”; Safri Furuşani, Galiler (Cereyanlar ve Sonuçlar), 1378 h.ş, s.323-325.
- ↑ Safri Furuşani, Galiler (Cereyanlar ve Sonuçlar), 1378 h.ş, s.325-326.
Bibliyografi
- Ebû’l Me‘âlî, Muhammed b. Ubeydullah, Beyânü’l Edyân, Tahran, Neşr-i Rûzene, 1376 h.ş.
- İbn Âşûr, Muhammed Tâhir, Tefsîrü’t Tahrîr ve’t Tenvîr, Beyrut, Müessesetü’t Târîhi’l Arabî, 1420 h.k.
- Eş‘arî Kummî, Sa‘d b. Abdullah, el-Makâlât ve’l Fırak, tahkik: Muhammed Cevâd Meşkur, Tahran, Şirket-i İntişârât-i ‘İlmî ve Fervengî, 1360 h.ş.
- Eş‘arî, Ebü’l Hasan, Makâlâtü’l İslâmiyyîn ve İhtilâfü’l Musallîn, Almanya, Franz Steiner, 1400 h.k.
- Emîn, Seyyid Muhsin, A‘yânü’ş Şî‘a, Beyrut, Dârü’t Ta‘âruf li’l Matbû‘ât, t.y.
- Beşbîşî, Mahmûd, el-Fırakü’l İslâmiyye, Kahire, Mektebetü’s Sekâfe ed-Dîniyye, 1423 h.k.
- Bağdâdî, Abdülkâdir b. Tâhir, el-Fark Beyne’l Fırak, Mısır, Mektebet ve Matba‘at Muhammed Ali Sabîh ve Evlâduhu, 1977.
- Hakîm, Seyyid Muhsin, Müstmsekü’l Urveti’l Vüskâ, Kum, Dârü’t Tefsîr, 1391 h.k.
- Hârizmî, Muhammed b. Ahmed, Mefâtîhu’l Ulûm, Beyrut, Dârü’l Kitâbi’l Arabî, t.y.
- Hûî, Seyyid Ebü’l Kâsım, Mu‘cem Ricâli’l Hadîs, Kum, Dafter-i Âyetullah el-Uzmâ el-Hûî, 1409 h.k.
- Rızâzâde Askerî, Zehrâ, “Naḳş-ı Ğulât der Taḥrîb-i Çehre-yi Şîʿa” (Târîh-i Ferveng ve Temeddün-i İslâmî), sayı 1, kış 1389 h.ş.
- Subhânî, Ca‘fer, Buḥûs fî’l Milel ve’n Niḥal, Kum, Müessesetü’n Neşri’l İslâmî, t.y.
- Şehristânî, Muhammed b. Abdülkerîm, el-Milel ve’n Niḥal, Kum, eş-Şerîf er-Rızâ, 3. baskı, 1364 h.ş.
- Şeyh Ensârî, Murtazâ, Kitâbü’t Tahâre, Kum, Kongre-yi Cihânî-yi Bozorgdâşti Şeyh-i A‘zam Ensârî, 1415 h.k.
- Şeyh Sadûk, Muhammed b. Ali, el-İ‘tikâdât, Kum, Kongre-yi Şeyh Müfîd, 1414 h.k.
- Şeyh Tûsî, Muhammed b. Hasan, İḫtiyâr Ma‘rifeti’r Ricâl, Meşhed, Müesseset-i Neşr-i Dânişgâh-i Meşhed, 1. baskı, 1409 h.k.
- Şeyh Tûsî, Muhammed b. Hasan, Kitâbü’l Ğaybe, tashih: ‘Ubeydullah Tahrânî ve Ali Ahmed Nâsıh, Kum, Dârü’l Ma‘ârif el-İslâmiyye, 1411 h.k.
- Şeyh Tûsî, Muhammed b. Hasan, Ricâlü’t Tûsî, Kum, Müessesetü’n Neşri’l İslâmî, 3. baskı, 1373 h.ş.
- Şeyh Müfîd, Muhammed b. Muhammed, Taṣḥîḥü’l İ‘tikâdât, Kum, Kongre-yi Şeyh Müfîd, 2. baskı, 1414 h.k.
- Sadr, Seyyid Muhammed Bâkır, Buḥûs fî Şerḥi’l ‘Urveti’l Vüskâ, Kum, Mecma‘u’ş Şehîd Âyetullah es-Sadr el-‘İlmî, 1408 h.k.
- Saffârî Furuşânî, Ne‘metullah, “Ceryân-şinâsî-yi Ğulûv”, ‘Ulûm-i Ḥadîs, sayı 1, sonbahar 1375 h.ş.
- Saffârî Furuşânî, Ne‘metullah, Ğâliyân (Kâveşî der Ceryân-hâ ve Berâyend-hâ), Meşhed, Âstân-i Kuds-i Rızavî, 1378 h.ş.
- Tabersî, Ahmed b. Ali, el-İḥticâc ‘alâ Ehli’l Licâc, Meşhed, Neşr-i Murtazâ, 1. baskı, 1403 h.k.
- Tu‘ayme, Sâbir Abdurrahmân, el-Ġulû ve’l Fıraku’l Ġâliyye beyne’l İslâmiyyîn, Kahire, Mektebetü Medbûlî, 2009.
- Allâme Meclisî, Muhammed Bâkır, Biḥârü’l Envâr, Beyrut, Müessesetü’l Vefâ, 1403 h.k.
- Kumeysî, Abdullah, es-Ṣırâ‘ beyne’l İslâm ve’l Veseniyye, Kahire, nşr. y., 2. baskı, 1402 h.k.
- Meşkûr, Muhammed Cevâd, Târîḫ-i Şîʿa ve Fırak-ı İslâmî tâ Karn-i Çehârum-i Hicrî, Tahran, İntişârât-i Şarkî, 1379 h.ş.
- Makrîzî, Takiyyüddîn, el-Mevâ‘iz ve’l İ‘tibâr fî Zikri’l Ḫıṭaṭ ve’l Âs̱âr, Beyrut, Dârü’l Kütübi’l ‘İlmiyye, 1418 h.k.
- Neccâşî, Ebü’l ‘Abbâs Ahmed b. Ali, Ricâlü’n Neccâşî, tahkik: Seyyid Mûsâ Şübeyrî Zencânî, Kum, Müessesetü’n Neşri’l İslâmî, 1407 h.k.
- Necefî, Muhammed Hasan, Cevâhirü’l Kelâm, Beyrut, Dârü İhyâi’t Türâsi’l ‘Arabî, 7. baskı, 1362 h.ş.
- Nûbahṭî, Hasan b. Mûsâ, Fıraku’ş Şîʿa, Beyrut, Dârü’l Edvâ’, t.y.