Adalet (fıkıh)
Adalet (Arapça: عدالة), fıkhi ve kelami bir terimdir. Fıkıhta, günahın terk edilmesine neden olan bir sıfat olarak geçmekte ve birçok ameli hükümde ondan bahsedilmiştir. Bir kişinin adil olmasının fıkhi açıdan ispatı, iki adil kişinin tanıklığı veya o kişiyle bizzat sıkı ilişki kurulması ya da mütedeyyin olan insanların o kişinin adil olduğuna inanması ile elde edilir. Fakihlerin çoğuna göre, zahiri riayet ve güzellik (şer’i hükümlere bağlı olduğunu gösteren dış görüntü) kişinin adil olduğunun ispatı için yeterli değildir.
Fıkıhta adalet konusu, içtihat, taklit, namaz (cemaat namazı, ölünün kaza namazlarının kılınmasında niyabet), zekât, hums, hac, cihat, emri bi’l maruf ve neyhi anil münker, hicr, vakıf, vasiyet, talak (boşanma), lükata (buluntu mal) ve şehadet bablarında geçmektedir.
Adalet Nedir?
"Adl" iki şey arasında eşitliğe riayet etmek ve her şeyi kendi yerine koyma anlamına gelen zulmün karşıtıdır.[1]
Her davranışında kendisinde adaletin görüldüğü kişiye de "adil" anlamına gelen “adel” denmektedir.[2] Yine "Adil" Allah’ın isimlerinden biridir.[3]
Çünkü hak üzere hüküm vermekte, hükmünde zulüm ve adaletsizlik yoktur. Meşhur bir hadiste adalet, aklın ordularından ve zulüm ise, cehaletin ordularından sayılmıştır.[4]
Terminolojide günahların terk edilmesine neden olan nefsanî bir melekedir. Sözlükte ise, iki veya daha çok sayıda kişi arasında eşitliğe riayet etmek, davranış ve hükümde doğru olmak, hakka göre hüküm vermek ve eşit olmak anlamına gelir.
Fıkıhta Adaletin Anlamı
"Adalet" kelimesi bazen fakihlerin sözlerinde sözlük anlamındaki gibi kullanılmıştır. Nitekim bir erkeğin birden fazla olan eşleri arasında adaleti sağlama konusunda da kullanılmıştır. Lakin başka bir yerde "bazı konumların sorumluluğunu üstlenme" anlamında kullanılmıştır. Bu tür yerlerde adaletten maksadın ne olduğu konusunda fakihlerin sözlerinde farklılıklar vardır. Hiç şüphe yoktur ki adalet, tövbe gerçekleşmeden büyük günahlara düşmek veya küçük günahlarda ısrar etmekle bir arada olmaz. Böyle bir şahıs eğer bundan önce adil idiyse, adaleti zail olmuştur. Buna rağmen fakihlerin adalet tanımı farklıdır:
- Adalet, insanı takva’ya (veya takva ve mürüvvete) sevk eden nefsanî bir nitelik veya insandaki bir melekedir.[5]
Bu görüş, son dönem müçtehitlerin meşhur görüşü ve hatta tüm fakihlerin meşhur görüşü olarak ortaya çıkmaktadır.[6]
- Adalet, büyük ve küçük günahların terk edilmesi veya küçük günahlarda ısrar etmemektir. Bunun kaynağı ister nefsanî meleke olsun ve ister olmasın.
- Adalet, günahların terk edilmesi veya nefsanî melekeden kaynaklanan büyük günahların terk edilmesidir.[7]
- Adalet, fıskın dışarı çıkmaması durumunda İslam demektir. Dolayısıyla[8] kendisinde fasıklık görülmeyen her Müslüman adil sayılmaktadır.
- Adalet, dış görüntünün güzel ve iyi oluşudur. Yani kişinin dışarıda yaptığı işlerin onun şer’i hükümlere bağlı olduğunu göstermesidir. Bu tanım eski ulemanın çoğuna nispet verilmiştir.[9]
Bazılarına göre fakihlerin sözlerinde adaletin tanımı farklılıklar arz etse de hepsinin yanında adaletin hakikati birdir. Dolayısıyla adaletin manasında değil, tabirinde ihtilaf vardır.[10]
Adalet ve Mürüvvet İlişkisi
"Mürüvvet" sözlükte civanmert, mertlik, erkeklik veya onun kemali anlamında kullanılmıştır. Fıkıhtaki maksat, beğenilmiş adetlerde devamlılık, mubah adet ve işlerden sakınmaktır. Tabiî ki kamuya açık yerlerde idrar yapılması veya uygunsuz elbiselerin giyilmesi gibi insanın düşük seviyeli ve alçaklığına ve dinde kayıtsızlığına işaret eden şeylerin yapılması yakışıksız ve nefret uyandırıcı davranışlardır. Yakışıksızlık ölçüleri ve mürüvvete aykırı olma durumu; zaman, mekân ve kişiler arasında farklılıklar arz etmektedir.[11]
Son dönem fakihlerin meşhur görüşü adalette mürüvvetin (veya adaleti ispat eden zahiri iyilikler) muteber olduğu yönündedir. Adalette mürüvvetin şart olmaması eski meşhur fakihlere nispet verilmiştir.[12]
Bazılarına göre, mürüvvetle uyumu olmayan şeylere mürtekip olmak veya zorunlu gereksinimin adalete bir zararı olmaz. Mürüvvete aykırı şeylere mürtekip olmak adaletten çıkmaya neden olur ama fıska neden olmaz.[13]
Bazıları ısrar olmadan küçük günahları işlemenin de adaletin zail olmasına neden olduğunu söylemektedirler.[14]
Adalet Şartlı Fıkıh Mevzuları
Adalet şartlı fıkhi konular, oldukça fazladır. Bu konulardan bazıları şunlardır:
- Velayet-i Fakih
- Taklit merciler (müçtehitler)[15]
- Kadı (yargıç)[16]
- Şahit ve tanıklık[17]
- Cuma[18] ve cemaat imamı[19]
- Bazı fetvalara göre umumi malları (zekât)[20] toplayan memurlar
- Ölünün kazaya kalmış namaz veya haccı
Aynı şekilde yargıcın güvenerek yazdıklarına bakmadığı mahkeme kâtipleri[21], fiyat belirleme bilirkişileri[22] ve ayrıca yargıç ve hâkim tarafından ortak malın paylaşılması için görevlendirilen[23] kişilerin adil olması gereklidir.
Hadis rivayet eden ravinin de adil olmasının şart olduğu meşhur fakihlere nispet verilmiştir. Ancak birçokları bunun şart olmadığını ve ravinin doğru sözlü olduğuna güvenmenin yeterli olacağına inanmaktadırlar.[24]
Son dönem müçtehitlerinin meşhur olan görüşüne göre, zekâta müstahak olan kişinin adaleti şart değildir. Ancak eski ulemanın meşhur olan görüşüne göre şart idi. Onların bazılarından büyük günahtan kaçınmanın şart olduğu nakledilmiştir.[25] Çağdaş fakihlerin çoğu şöyle demişlerdir: “İhtiyat gereği, büyük günahı göz önünde aşikâr bir şekilde işleyen ve bilhassa içki içen kimseye zekât verilmemelidir. Elbette zekâtın verilmesi, günaha yardım ve uygunsuz işlere teşvik sayılırsa, kesinlikle caiz değildir.[26]
Dolayısıyla zekâta müstahak olan kişilerin adaletinin muteber olması durumunda, "Müellefe-i Kulûb" (kalpleri İslâm'a ısındırılan, yumuşatılan insanlar), “Fisebilillah” (Allah yolunda), “Rikab” (kölelikten kurtulmak isteyenlere bu amaçla verilen yardım, zekât), “İbn-i Sebil” (yolda kalmış, yolcu; memleketinde malı olmakla birlikte bulunduğu yerde malı, parası olmayan, yani parasızlıktan yolda kalmış kimse demektir) ve “Gariman” (borçlular) bu hükümden istisnadır ve bunlarda adalet şart değildir.[27]
Hums’a müstahak olan kişinin adaleti şart değildir.[28] Ancak birçok çağdaş müçtehit aleni olarak büyük günah işleyenlere humus verilmemesinde ihtiyat etmektedirler.[29]
Ölünün kaza namazı ve haccını üstlenen kişinin adil olması gerekir. Namaz ve hacca bu şekilde niyabet eden kişinin namaz ve haccı doğrudur. Ancak adil olmazsa, onun ameli yerine getirip getirmediği konusunda söylediklerine itimat edilemez.[30]
Adaletin İspat Yolları
Kişinin adil olup olmadığını birkaç yolla tesbit etmek mümkündür:
- İki adil kişi üçüncü kişinin adaletini onaylarsa; şu şartla ki başka iki adil kişinin, o kişinin fasık olduğuna dair tanıklıkta bulunmaması gerekmektedir.
- O kişinin adalet melekesine sahip olduğu konusunda ilim sahibi ve yakin elde edebileceği kadar o kişi ile birlikte kalma durumunda.
- Kişinin adil olduğu konusunda yakine ermiş olacağımız kadar toplumda onun adil olduğu yaygın olmuş olsun.
Kişinin adil olduğuna itminan edilmesi herhangi bir yolla olursa olsun yeterlidir. Ancak bazı fakihler itminan eden kişilerin uzman, bilirkişi, basiret sahibi ve şer’i meseleleri bilmeleri gerektiğini şart bilmektedirler.[31]
Bazılarına göre, adil bir kimse veya güvenilir bir kişinin tanıklığı ile de kişinin adaleti sabit olabilir.[32]
Bazılarının tasrihine göre adaletin ispat yollarından biri de adil iki kişinin ameli ve pratik olarak o kişiyi teyit etmesidir. Örneğin iki adil şahsın o kişiye cemaat namazında uyması.[33]
Hüsn-ü Zahir (Zahirin Güzel ve İyi Olması)
Fakihlerin çoğunun görüşüne göre kişinin adaletini ispat etme yollarından birinin de Hüsn-ü Zahir olduğu yönündedir. Hüsn-ü Zahir, kişinin zahiri olarak ve görüntüde şer’i hükümlere bağlı olmasıdır. Yani onunla bir arada olanlar, onun büyük günahlar işlemediğini, küçük günahlarda ısrar etmediğini veya böyle bir durumla karşılaşsalar bile, tövbe ettiğini görmeleriyle sağlanacağı yönündedir. Bazılarına göre ise, güçlü bir zan veya itminan ile adalet sabit olur.[34]
Adaletin Zevali
Adalet, tövbe etmeksizin büyük günah (Günah-ı Kebire) işlemek veya küçük günahlarda ısrar etme dışında gerçekleşmez veyahut günah işlemeden önce adil olması durumunda onlara mürtekip olmakla ortadan kaybolur.[35]
Lakin her ne kadar müstahapları önemsememek ve küçük sayma merhalesine yetişmese de müstahabı terk etmek adaletin ortadan kaybolmasına neden olmaz.[36]
Önceden adil olan bir kimsenin adaleti konusunda şüpheye düşülmesi durumunda, adaletinde baki olduğu farz edilir.[37]
Cemaat İmamının Adaleti
Cemaat imamı me’mumun (namazda kendisine iktida ederek uyanlar) nazarında adil olmalıdır. Bazı fakihlerin tasrihi ile şer’i hükümlere vakıf iki adil kişinin cemaat imamına uyması, imamın adil olduğuna dair güven ve itminanın oluşması için yeterlidir.[38]
Cemaat imamlığı ve adaletin şart olduğu diğer konumlarda görev üstlenmesinin caiz olup olmaması konusunda fasıklığı hakkında bilgi olunan birisi için, fakihler arasında anlaşmazlık bulunmaktadır. Meşhura dayandırılan görüşe göre, caizdir ve başkalarının adil bilmeleri yeterlidir.[39] Bazıları ise, görev üstlenmeme konusunda ihtiyat etmişlerdir.[40]
Eşler ve Çocuklar Arasında Adalet
İslam dininde bazı insanların adalete riayet etmeleri birçok yerde gerekli (farz) veya müstahap olarak istenmiştir. Şöyle ki (birden çok eşi olan) erkeğin eşleri arasında farz nafaka taksimi ve gecelerin paylaştırılması konusunda adalete riayet etmesi gerekir.[41] (Erkek her dört gecede bir cinsel ilişkiye girmese dahi daimi eşinin yanında bulunmakla mükelleftir)
Farz nafaka dışında eşinin geçim masrafları, işlerinde gerekli özveri ve dikkati göstermek, güler yüzlü olmak ve birlikte uyumak gibi yerlerde de eşler arasında adalete riayet edilmesi müstahaptır. Yine kendisiyle geceyi geçirmesi farz olan hangi eşiyle kalmışsa, onunla sabaha kadar kalması müstahaptır.[42]
Çocuklar arasında bağış ve verme konusunda adalete riayet etmek gerekir. Bazı çocukların diğerlerine üstünlüğünü ortaya koyan bazı özel durumlarda da buna riayet etmek müstahaptır.[43] Kaynaklar
Kaynakça
- ↑ Lisânü’l-Arab ve Mecmaü'l-Bahreyn, “adl” maddesi.
- ↑ Lisânü’l-Arab, “adl” maddesi.
- ↑ El-Kâfi, Kuleyni, c. 2, s. 416.
- ↑ El-Kâfi, Kuleyni, c. 1, s. 21.
- ↑ İrşâdü'l-eźhân, c. 2, s. 156; Kavaidu’l Ahkâm, c. 4, s. 494; Gayetü'l-Murad, c. 1, s. 261.
- ↑ Resailu’ş Şehid es-Sani, c. 1, s. 63; el-Hadâiku'n-Nâdire, c. 10, s. 13.
- ↑ Resail Fakihe (Şeyh Ensari), s. 6–8.
- ↑ El-Hilaf, c. 6, s. 217, 218.
- ↑ Resail Fakihe (Şeyh Ensari), s. 8.
- ↑ ed-Dürrü'n-Nazid, c. 2, s. 35.
- ↑ ed-Dürrü'n-Nazid, c. 2, s. 49, 50.
- ↑ el-Hadaiku’n Nadire, c. 10, s. 13- 16; Cevâhirü'l-Kelâm, c. 41, s. 31- 32.
- ↑ Resail Fakihe (Şeyh Ensari), s. 23.
- ↑ ed-Dürrü'n-Nazid, c. 2, s. 56.
- ↑ el-Urvetü'l-Vüskā, c. 1, s. 26; Müstedreku’l Urve, c. 1, s. 40- 42.
- ↑ Cevahiru’l Kelam, c. 40, s. 12.
- ↑ Cevâhirü'l-Kelâm, c. 11, s. 296.
- ↑ Cevâhirü'l-Kelâm, c. 11, s. 296.
- ↑ Cevâhirü'l-Kelâm, c. 13, s. 275- 277.
- ↑ Ed-Durusu’ş Şeriiyyet, c. 1, s. 242, 248; Cevâhirü'l-Kelâm, c. 15, s. 333, 334.
- ↑ Cevâhirü'l-Kelâm, c. 40, s. 109.
- ↑ Cevâhirü'l-Kelâm, c. 23, s. 290.
- ↑ Kavaidu’l Ahkâm, c. 3, s. 460; Cevâhirü'l-Kelâm, c. 40, s. 326, 327.
- ↑ Telhis-i Mikbasu'l Hidaye, c. 1, s. 80.
- ↑ el-Hadaiku’n Nadire, c. 12, s. 209; Cevâhirü'l-Kelâm, c. 15, s. 388- 394.
- ↑ el-Urvetü'l-Vüskā, c. 4, s. 129- 130.
- ↑ Cevâhirü'l-Kelâm, c. 15, s. 394.
- ↑ Cevâhirü'l-Kelâm, c. 16, s. 394.
- ↑ el-Urvetü'l-Vüskā, c. 4, s. 305- 306.
- ↑ el-Hadaiku’n Nadire, c. 14, s. 242; el-Mu'temed fi Şerhi'l Menasik, c. 3, s. 162.
- ↑ el-Urvetü'l-Vüskā, c. 3, s. 91.
- ↑ el-Urvetü'l-Vüskā, c. 1, s. 37.
- ↑ Ed-Durusu’ş Şeriiyyet, c. 1, s. 218; el-Urvetü'l-Vüskā, c. 3, s. 191; Muhzibu’l Ahkâm, c. 1, s. 52.
- ↑ Muhzibu’l Ahkâm, c. 1, s. 49- 50.
- ↑ Cevâhirü'l-Kelâm, c. 41, s. 26.
- ↑ Cevâhirü'l-Kelâm, c. 41, s. 30.
- ↑ Muhzibu’l Ahkâm, c. 1, s. 49- 50.
- ↑ El-Gayetu’l Kusva fi Tercümeti’l Urveti’l Vuska, c. 2, s. 63, mesele; 14 ve 15.
- ↑ el-Hadaiku’n Nadire, c. 10, s. 66; Kitabu’s Salat (Şeyh Ensari), c. 2, s. 274, 276; Cevâhirü'l-Kelâm, c. 13, s. 277.
- ↑ El- Urvetü'l-Vüskā, c. 3, s. 191; Müstemseku'l-Urveti'l-Vüskâ, c. 7, s. 342, 343.
- ↑ Cevâhirü'l-Kelâm, c. 31, s. 155.
- ↑ el-Hadaiku’n Nadire, c. 24, s. 609; Cevâhirü'l-Kelâm, c. 31, s. 182- 183.
- ↑ Cevâhirü'l-Kelâm, c. 28, s. 182- 183 ve 191; El- Urvetü'l-Vüskā, c. 2, s. 169.
Bibliyografi
- el-Hadaiku’n Nadire, Yusuf Bahrani, Müessese en-Neşru’l İslami, Kum.
- ed-Dürrü'n-Nazid, Allame Hüseyni Tahrani, Daru’l Miheccetü’l Beyza, Beyrut.
- Ed-Durusu’ş Şeriiyyet, Muhammed bin Mekki el-Amuli (Şehid-i Evvel), Müessese-i en-Neşru’l İslami, Kum, k. 1414.
- er-Ravzatü'l-Behiyye, Zeynuddin bin Ali el-Amuli, Şehid-i Sani, Mektebetu’d Daveri, Kum.
- el-Muhtasaru’n Nafi, Muhakkik-i Hilli, Daru’l Adva, Beyrut.
- el-Mu'temed fi Şerhi'l Menasik, Takrir-i Durus Seyyid Ebu’l Kasım Hoi, Seyyid Rıza Halhali’nin kalemi ile, İlmiye matbaası, Kum, k. 1419.
- Cevâhirü'l-Kelâm, Muhammed Hasan Necefi, Daru İhyau’t Turas, Beyrut.
- Resail-i Fakihe, Şeyh Ensari, Mecmeu’l Fikr el-İslami, Kum, k. 1412.
- Riyazü'l-Mesail, Seyyid Ali Tabatabai, Müessese-i en-Neşru’l İslami, Kum.
- Gonyetu’n Nuzu, Seyyid Hamza bin Ali bin Zühre el-Halebi, Müessese-i el-İmam Sadık (a.s), Kum.
- Kitabu's-Salat, Şeyh Murtaza Ensari, Mecmeu’l Fikr el-İslami, Kum.
- Medariku’l Ahkâm, Seyyid Muhammed bin Ali Musevi Amuli, Müessese-i Al-i Beyt li-İhyau’t Turas, Kum.
- Mesalikü'l-Efham, Zeynuddin bin Ali el-Amuli eş-Şehid Sani, Müessese-i el-Maarifu’l İslamiye, Kum, k. 1414.
- Müstemseku'l-'Urveti'l-Vüskâ, Seyyid Muhsin Tabatabai Hekim, Daru İhyau’t Turas el-Arabî, Beyrut.
- Müstenedu’ş Şia, Ahmed bin Muhammed Mehdi Neraki, Müessese-i Al-i Beyt li-İhyau’t Turas, Meşhed.
- Misbahu’l Fakih, Ağa Rıza bin Muhammed Hadi Hamedani, Müessese-i en-Neşru’l İslami.
- Minhacu’s Salihin (Hoi), Seyyid Ebu’l Kasım el-Musevi el-Hoi, Mihr baskısı, Kum, k. 1410.
- Muhzibu’l Ahkâm, Seyyid Abdu’l A’la Sebzevari, Müessese-i el-Menar, Kum.
- Nihayetu’t Takrir, Muhammed Muvahhidi Lenkerani, İntişarat-ı Fıkh, Kum, k. 1430.