Allah Hakkı ve Kul Hakkı

Öncelik: b, kalite: c
linksiz
navbox'siz
yönlendirmesiz
wikishia sitesinden

Allah hakkı ve kul hakkı (Arapça: حق‌اللّه و حق‌الناس) veya hakkullah ve hakkunnas, fıkıh ve hukukta yer alan iki önemli kavramdır. Allah hakkından maksat, Allah'ın kulları üzerindeki hakları ve kul hakkından maksat ise, can, mal ve ırz güvenliği dahil olmak üzere insanların birbirleri üzerinde olan haklarıdır. Tüm dini vazifeler bir açıdan Allah hakkı olduğu gibi, bazılarının kul hakkı yönü de vardır.

Bu haklardan bazıları farz ve bazıları ise, müstahaptır. Farz bir hakkın zayi edilmesi durumunda tövbenin yanı sıra, farz namazların kaza edilmesi veya insanlara ait (çalınan, gaspedilen veya haksızlıkla alınan) malların sahibine geri verilmesi gibi, birçok yerde bu hakların telafi edilerek eda edilmesi gerekir. Kul hakkı tövbe ile bağışlanmamaktadır. Bunun için tövbenin yanı sıra hakkı elinden alınan insanın haklarının iade edilmesi veya hak sahibinin hakkını helal etmesi gerekir.

Kur’an-ı Kerim’in en uzun ayeti, kul hakkı ile ilgilidir. Hadislerde Allah ve kullarının haklarının eda edilmesine oldukça vurgu yapılmış ve insanın boynunda bulunan kul hakkının kişinin dualarının kabul olmamasına neden olacağı ileri sürülmüştür.

Etimoloji

Allah hakkı ve kul hakkı, fıkıh ve hukukta yer alan iki ünlü kavramdır. Allah hakkından maksat, Allah'ın kulları üzerindeki hakları ve kul hakkından maksat ise, can, mal ve ırz güvenliği dahil olmak üzere insanların birbirlerine olan haklarıdır. Tüm farz ve haram hükümler Allah hakkıdır.[1] Başkalarını kapsayan mali veya mali olmayan haklar, aynı zamanda kul hakkı veya insan hakkıdır. Bu iki terimin edebiyat ve yaygın örfte daha has bir manası vardır. Başkaları için hukuki bir etkisi olmayan, yalnızca Allah'a yakınlık için yerine getirilen ibadet hükümleri, "Allah hakkı" olarak belirtilmiştir. Buna karşın kişilerin kendilerine has dünyevi hak ve çıkarlarını korumak ve onların haklarını tespit etmek için konulmuş haklara da "kul" veya "insan hakları" denmiştir.[2]

Bazı fakihler, (özellikle kul hakkının Allah hakkı mukabilinde kullanıldığı zaman) hakları üç bölüme ayırmaktadırlar: 1-Mutlak kul hakkı: İnsanların can ve malına riayet etmek gibi haklar; 2-Mutlak Allah hakkı: Namaz ve oruç gibi haklar; 3-Allah ve kul hakkı: Zekat ve hums gibi, bir yönüyle Allah ve diğer yönüyle kul hakkı sayılan haklardır. [3]

Hadisler ve fıkıh kaynaklarında, kul hakkı ile ilgili mevzularda; "kul hakkı", "kulların hakkı", "insan hakkı", "insanların hakları" ve "Müslümanların hakları" gibi ifadeler kullanılmıştır.[4]

Kur’an ve Hadislerde Hakların Önemi

Allah hakkı ve kul hakkının Kur’an-ı Kerim'de çok özel bir yeri vardır. Birçok ayette namaz, Allah haklarının ve zekat ise, kul haklarının sembolü olarak zikredilmiştir.[5] Mutaffifin, Hucurat ve Hümeze gibi sureler, kul haklarına yöneliktir. Kur’an-ı Kerim’in en uzun ayeti olan Bakara suresinin 282. ayeti de kul hakkı ile ilgilidir. Allame Tabatabai, Allah haklarının tamamını iki cümle ile özetlemiştir: Dini öğrenmek ve amel etmek. [6] Açıktır ki bu iki konu tüm dini farz ve haramları kapsamaktadır.

Kul Haklarının Yeri

Bazı hadisler, kul hakkını Allah hakkından daha önemli bilmiştir. Zira kul hakkı aynı zamanda Allah hakkıdır. Ancak Allah hakkı kul hakkı değildir. Her kim günah işlerse, yalnız Allah'a borçlu olur. Ancak insanların haklarının zayi olmasına neden olan bir şey yaparsa, Allah da hak sahibi olmuş olur.

Şia İmamları (a.s) "Müminlerin haklarını eda etmekten daha üstün bir ibadet çeşidi yoktur" demişlerdir.[Not 1] Yine bir mümine borçlu kalmak ve onun hakkında hıyaneti, müminin konumundan uzak bilmektedirler.[Not 2] İmam Hüseyin (a.s) Aşura gecesi yârenlerinden, üzerinde kul hakkı olanların ordusunda yer almamasını istemiştir. [Not 3] İnsanların tövbesi bile, Allah ve kul haklarının eda edilmesi ile kabul olmaktadır.[Not 4]

Hz. Resulullah Efendimizden (s.a.a) nakledilen “menahi hadisi”nde; kişi yerine getirme gücü olduğu halde boynunda olan hakkı ödemezse, her gün amel (defterine) zalim bir reisin günahı kadar günahın yazıldığı belirtilmiştir. Altıncı imam, Hz. İmam Cafer Sadık (a.s) "İnsanın kıyametteki en zor halinin, zekat ve humusa müstahak olanların, kişinin önünü keserek hakkını istedikleri; ‘‘Allah'ım! Bu kişi malının zekat ve humusunu bize vermedi’’ dedikleri ve Allah'ın da bu kişinin iyiliklerini onlarla değiştirdiği haldir" demiştir.

Dini açıdan, kul hakkı insanların malına özgü değil, insanın can ve ırzını da kapsamaktadır.[Not 5] Hatta insanları yersiz bir şekilde korkutmak, huzursuz etmek, rahatsız etmek de kul hakkı olarak sayılmış ve kıyamette ağır cezaları gerektirmektedir.[Not 6]-[Not 7] Alay etmek, iğnelemek, kişinin şahsiyet ve onuruyla oynamak, sırlarını ifşa etmek de şiddetle yasaklanmış haklardandır.[Not 8]-[Not 9] İnsanlara zulüm ve kul hakkı, aynı zamanda duaların kabul olmama nedenlerindendir. [Not 10]

İmam Seccad’ın Hukuk Risalesi

Allah ve kul haklarını açıklayan en kapsamlı ve en öz hadislerden biri, İmam Seccad’dan (a.s) nakledilen hukuk risalesi adlı hadistir. Bu hadiste İmam Zeynel Abidin (a.s) Allah'ın en önemli haklarını, imamların (a.s), yöneticilerin, cemaat imamlarının, anne, baba, eş, çocuk, komşu, öğretmen, öğrenci… haklarını belirtmiştir.

Teşhis Ölçüsü

Allah hakkını kul hakkından ayırmak ve teşhis etmek için bir takım kurallar belirtilmiştir. Bunların en önemlilerinden biri, Allah hakkının umumi ve kamu yararı yönünün bulunması ve kul hakkının ise, ihtisasi ve özel bir yönünün bulunmasıdır. Yine Allah hakkı, (günahkar kişinin tövbe etmesi gibi bazı özel durumlar dışında (zarara uğrayan) insanların razı olması ile insanın boynundan kalkmaz. Yine Allah hakkı olan günahlarda (zina gibi, bireyin) kendisine karşı yapılan haksızlık ve suçu bağışlaması ile cezalandırma işlemi son bulmaz. Oysa bazı kul hakları, bağışlanma veya intikal özelliğine sahiptir.

İran Yüksek Yargı Konseyinin görüşüne göre, suçlarla ilgili konularda, her zaman Allah hakkı ve suçun umumi olma yönü dikkate alınarak tercihte bulunulmakta ve sırf kişilerin razı olmaları cezaların düşmesine neden olmamaktadır…[7] İran Yüksek Yargı Konseyinin görüşüne göre “Birey veya belli bir toplumun zararına neden olan suçlar, kul hakkı; düzen ve sistemde kargaşa ve düzensizliğe neden olan, sosyal ve umumi haklara zarar veren suçlar ise, Allah hakkı sayılmaktadır…”[8]

Bu İki Hak Arasındaki Farklı Hükümler

Halis ve mutlak olarak nitelenen Allah ve kul hakları, özellikle yargı ve şehadet yönüyle aralarında derin farklar vardır. Bu farkların en önemlisi şuradan kaynaklanmaktadır: Özellikle suçlar ve cezalandırmalar konusundaki Allah hakları ile ilgili hükümler, hoşgörü, tolerans ve hafifletici sebeplere tabidir. Buna karşın kul hakları ise, dikkat, titizlik ve ihtiyata tabidir.[9] Bu durumda şüphe ve kuşku durumlarında hududun icra edilmemesi söylenmiştir.[10]
İkisi arasındaki farklardan bazıları şunlardır:

  • Yargıç ve hakim karşısında Allah hakkının ispatı daha zordur. Zira Allah hakkı, bir erkek ve iki kadının tanıklığı veya erkeğin yeminle birlikte tanıklığı veya kadınların yalnızca tanıklığı ile ispat edilememektedir. Ancak buna karşın bazı kul hakları bu tanıklıklarla ispat edilebilmektedir.

[11]

  • Allah hakkıyla ilintili konuların icra edilmesi, birisinin talep etmesine bağlı değildir. Ancak kul hakkında hak sahibinin bunu talep etmesi gerekmektedir.[12]
  • Allah hakkında “teberrü şehadet” kabul edilmekte; ancak bazı fakihlere göre kul hakkı olduğu yerlerde hak sahibinin yargıçtan şahit talep etmesi üzerine, yargıcın şahitlerin şahitlik etmelerini istemesi ile ikame edilmektedir.[13]
  • Kul hakkı olan yerlerin aksine Allah hakkı olan yerlerde yargıç, suçluyu ikrar etmekten vazgeçirebilir. [14]
  • Allah hakkı olan yerlerde, yargıcın orada olmayan kayıp kişi hakkında yargı ve hükümde bulunmaya hakkı yoktur.[15]
  • Allah hakkı ile ilgili davalarda, müştekinin şahidi olmaz ve sanık da ikrar etmezse, iki taraftan da yemin etmesi istenmez. [16]

Allah Hakkı

Yalan konuşmak, namahreme bakmak, zina etmek… gibi bazı günahlar tövbe ile temizlenmektedir. Ancak namaz kılmamak gibi bazı günahlar, tövbenin yanı sıra namazların kaza edilmesini de gerektirmektedir.

Kul Hakkı

Hırsızlık, faiz, gıybet, töhmet, iftira, dil yarası, onurla oynanması… vb. gibi günahlar, Allah’a istiğfar ve tövbenin yanı sıra, kişi veya kişilerden helallik alınması ve haklarının telafi edilmesini de gerekli kılmaktadır. Hatta Allah yolunda şehit olmak bile, bu tür günahları telafi etmemektedir.[Not 11]

Ergenlik ve Buluğ Öncesine Ait Kul Hakları

Eğer bir kişi çocukluğunda birey veya bireylere bir zararda bulunmuşsa, borçlu olan kimse tazmin etmeye mecbur ve sorumludur. Eğer çaldığı veya gasp ettiği mal halen mevcutsa, onu geri vermelidir. Eğer mal mevcut değilse, bir şekilde onu telafi etmeli veya mal sahibini razı ederek helallik almalıdır. Eğer hak sahibi ölmüşse, varislerine kişinin hakkını geri vermelidir...[17] Çocukların anne ve babaları çocuklarının zarar ve ziyanlarını o anda telafi edebilir ve çocuklarını bu şekilde başkalarına borçlu bırakmayabilirler. Bu hem çocuklara konunun önemini vurgulamış olur ve hem de başkalarının haklarına saygılı olmalarını sağlar.

Kaynakça

  1. “أَكْبَرُ حُقُوقِ اللّهِ عَلَيْكَ مَا أَوْجَبَهُ لِنَفْسِهِ تَبَارَكَ وَ تَعَالَى.” İmam Zeynel Abidin (a.s), Hukuk Risalesi.
  2. Kitabu Mustalahat el-Fıkh, s. 215.
  3. El-Mebsut fi Fıkhi’l-İmamiye, c. 8, s. 163; el-Kavaid ve’l-Fevaid, fi’l-Fıkh ve’l-Usul, kısım. 2, s. 42, 43.
  4. Kafi, c. 7, s. 220, 413; Vesailu’ş-Şia, c. 28, s. 57, 29 ve c. 29, s. 174.
  5. El-Mizan, c. 20, s. 97.
  6. El-Mizan, c. 2, s. 444.
  7. Ayin-i Dadresi Keyferi, c. 1, s. 162, dipnot.
  8. Sukut-u Mücazat der Hukuk-u Keyferi İslam ve İran, s. 114.
  9. Şeraiu’l-İslam, kısım, 4, s. 875.
  10. Mesaliku’l-Efham, c. 13, s. 469.
  11. El-Mebsut fi Fıkhi’l-İmamiye, c. 7, s. 248, 249.
  12. Dirasat fi Velayeti’l-Fakih, c. 2, s. 201.
  13. Mebadi Tekmiletu’l-Minhac, c. 1, s. 107.
  14. Mukaddes Erdebili, c. 12, s. 91.
  15. Bkz. İbn-i Kuddame, c. 11, s. 486.
  16. El-Mebsut fi Fıkhi’l-İmamiye, c. 8, s. 215, 216; İbn-i Kudame, c. 12, s. 127, 128.
  17. Camiu’l-Mesail Fazil, c. 1, s. 387.
  1. “ما عُبِدَ اللّه بِشَیء اَفضَلُ مِن اَداء حَقّ المُؤمن”, Mizanu’l-Hikmet, c. 2, s. 481.
  2. Ebu Sumame şöyle diyor: “İmam Bakır’ın (a.s) yanına giderek şöyle dedim: ‘Fedanız olayım! Ben Mekke’de yaşamak isteyen birisiyim. Ancak ‘‘Mürcie’’ mezhebine mensup birisi benden alacaklı ve ben ona borçluyum. Sizin görüşünüz nedir? Vatanıma dönüp o kişiye olan borcumu ödemeli miyim? Yoksa o kişinin batıl bir mezhebe mensup olduğunu göz önünde bulundurarak, borcumu geciktirip bu şekilde Mekke’de kalmalı mıyım?’ İmam Muhammed Bakır (a.s) şöyle buyurdu: ‘Alacaklı olan kişinin yanına git ve borcunu öde. Öyle bir şekilde yaşa ki ölüm anında ve Allah’la mülakat ettiğinde boynunda başkalarının bir alacağı ve talebi olmasın, zira mümin asla hıyanet etmez.” Biharu’l-Envar, c. 103, s. 142.
  3. Musa b. Umeyr adlı bir kişi, İmam Hüseyin’in (a.s), babasından yarenlerinin arasında ayağa kalkarak, yüksek sesle şöyle demesini emrettiğini nakletmektedir: ‘Benim ordumun içinde halka borcu olan kimsenin bulunmaya hakkı yoktur. Zira medyun olup da ölen ve sonra borcu eda edilmeyen kimse, borcundan dolayı ateşe atılır. “ناد فی الناس ان لا یقاتلن معی رجل علیه دَینٌ” İhkaku’l-Hak, c. 19, s. 430.
  4. Naha hanedanı ileri gelenlerinden birisi İmam Bakır'ın (a.s) huzuruna gelerek şöyle dedi: ‘Ben Haccac’ın (katliamları ile meşhur vali) döneminde her zaman tağut hükumetlerin komutanlarından biriydim. Tövbe edersem, tövbem kabul olur mu?’ İmam (a.s) sustu ve bir şey demedi. Adam yeniden sordu. İmam Bakır (a.s) bu kez şöyle buyurdu: ‘Yapamazsın, ancak tüm hak sahiplerinin haklarını vermen gerekir.” “لا، حتّی تؤدّی الی کل ذی حق حقّه”, Kafi, c. 2, s. 331.
  5. Hz. Resulullah Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Müminin her şeyi; ırzı, namusu, malı ve kanı haram ve muhteremdir.” الْمُؤْمِنُ حَرَامٌ کُلُّهُ عِرْضُهُ وَ مَالُهُ وَ دَمُ, Biharu’l-Envar, c. 74, s. 160.
  6. Hz. Resulullah Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim mümin birisini üzer ve ardından da tüm dünyayı ona bağışlarsa, bu onun kefareti olmaz ve karşılığı sayılmaz.”, مَن اَحَزن مُومِنا ثُم اَعطاهَ الدُنیا لَم یکُن ذَلک کَفارتُه ولَم یوجَر عَلیه Kafi, c. 5, s. 125.
  7. Hz. Resulullah Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim bir mümine korkutmak için bakarsa, Allah Azze ve Celle, Allah'ın gölgesi dışında hiçbir gölgenin olmadığı (kıyamet) günde onu korkutur.” El-Kafi, c. 2, s. 369.
  8. İmam Muhammed Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim başka müminlerin içinde mümin birini maskara ederek alay ederse, en kötü bir biçimde ölür ve hiçbir zaman hayır yüzü görmez.” El-Mahasin, c. 1, s. 101.
  9. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim birisinin bir yanlış yaptığını anlar, onu gizlemeyerek ifşa eder ve ardından tövbe etmezse, Allah nezdinde günah işleyen ve müminin günahını ifşa etme günahını da üstlenen kişi gibi olur. Öyle ki Allah günah işleyen müminin günahını, onuruna sürülen lekeden dolayı bağışlar.” Hakunnas, Rahimi, Abbas, s. 117.
  10. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizlerden her kim duasının kabul olmasını istiyorsa, kazancını temizlemeli ve insanların haklarını geri vermelidir. Şüphesiz Allah, karnında haram (lokma) olanın veya kullarından birinin hakkı üzerinde olanın duasını kabul etmez. Biharu’l-Envar, c. 90, s. 321.
  11. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şehitten akan ilk kan, günahlarının kefaretine neden olur. Ancak kefareti eda edilmesine bağlı olan üstündeki borçlar (mal, para, hak) hariç. Vesailu’ş-Şia, c. 13, s. 85.

Bibliyografi

  • Pejuh Websitesi.
  • Danışname-i Cihan-ı İslam.
  • Mahmut Ahundi, Ayin-i Dadresi Keyferi, c. 1, Tahran, ş. 1368.
  • İbn-i İdris-i Hilli, Kitabu’s-Serair el-Havi Li-Tahriri’l-Fetava, Kum, 1410.
  • İbn-i Abdusselam, Kavaidu’l-Ahkâm fi Mesalihi’l-Enam, Beyrut, 1998.
  • İbn-i Kudame, el-Muğni, Beyrut ofset baskısı, 1983.
  • Mecmua Ceraim ve Mücazatha, Tahran, Muavinet-i Pejuheş, Tedvin ve Tankih-i Kavanin ve Mukarrerat, üçüncü baskı, ikinci tashih, 1385.
  • Şiri, Abbas, Sukut-u Mücazat der Hukuk-u Keyferi İslam ve İran, Tahran, merkez İntişarat-ı Cihad Danişkahi Şehit Beheşti, 1372.
  • İbn-i Kudame Mukeddesi, eş-Şerhu’l-Kebir, Rıza Üstadi, Hakkullah ve Hakkunnas, Nur Ali.
  • Hürrü Amuli, Ali Hüseyni Milani, Kitabu’l-Kaza, Takrirat Dersi Ayetullah Gulpeygani, Kum, 1413.
  • Ahmed Huseri, Nazariyetu’l-Hukm ve Mesadiri’t-Teşri fi Usulu’l-Fıkhu’l-İslami, Beyrut, 1986.
  • Muhsin Hekim, Müstemseku’l-Urvetu’l-Vuska, Kum ofset baskısı, 1404.
  • Ebu’l-Kasım Hoi, Mebani Tekmletu’l-Menahic, 1975.
  • Vehbet Mustafa Zuheyli, el-Fıkhu’l-İslami ve Edilletuhu, Dımeşk, 1984.
  • Muhammed bin Mekki Şehid-i Evvel, el-Kavaidu ve’l-Vefaid, fi’l-Fıkh ve’l-Usul ve’t-Arabi, Abdulhadi Hekim baskısı, Necef, Kum ofset baskısı.
  • Zeynuddin bin Ali Şehid-i Sani, Mesaliku’l-Efham ila Tenkihu Şeraiu’l-İslam, Kum, 1413.
  • Muhammed bin Hasan Tusi, el-Mebsut fi Fıkhi’l-İmamiyye, Tahran, el-Mektebetu’l-Murtazeviye, 1387.
  • Hasan bin Yusuf Allame Hilli, Tahriru’l-Ahkam eş-Şeria ale Mezhebi’l-İmamiyye, İbrahim Bahadiri baskısı, Kum, 1420.
  • Kuleyni, Kafi.
  • Ali bin Muhammed Maverdi, el-Havî'l-Kebir fi Fıkhi Mezhebi'l-İmam eş-Şafii, Şerh Muhtasar el-Mezeni, Ali Muhammed Muavvez ve Adil Ahmed Abdulmevcut, Beyrut, 1994.
  • Cafer bin Hasan Muhakkik-i Hilli, Şeraiu’l-İslam fi Mesaili’l-Hilal ve’l-Haram, Sadık Şirazi baskısı, Tahran, 1409.
  • Ali Meşkini, Kitab Mustalahat el-Fıkh, Kum, ş. 1379.
  • Ahmed bin Muhammed Mukaddes Erdebili, Mecmaü'l-Fâide ve'l-Burhan fî Şerhi İrşadi'l-Ezhan, c. 12, Kum, 1414.
  • Muhammed Ali bin Hüseyin Mekki Maliki, Tehzibu’l-Furuk ve’l-Kavaidi’s-Sünnet fi’l-Esrari’l-Fıkhiyye, Ahmed bin İdris Karafi.
  • Hüseyinali Muntezeri, Dirasat fi Velayeti’l-Fekih ve Fikhi’d-Devleti’l-İslamiye, Kum, 1411.
  • Muhammed Hasan bin Bakır Necefi, Cevahirü'l-Kelam fi Şerhi Şerai'l-İslam, Beyrut, 1981.
  • Ahmed bin Muhammed Mehdi Neraki, Müstenedu’ş-Şia fi Ahkami’ş-Şeriat, c. 17, Kum, 1419.