Sahabe’nin Adaleti Teorisi

Öncelik: b, kalite: c
linksiz
kategorisiz
wikishia sitesinden
(Sahabe’nin Adaleti Kuramı sayfasından yönlendirildi)
Hz. Resul-ü Kibriya (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

"Kıyamet günü ümmetimden bazı ileri gelenler getirilerek cehenneme götürülecektir. Ben: 'Allah'ım! bunlar benim ashabım!' diyeceğim. Bunun üzerine: 'Sen, bunların senden sonra ne yaptıklarını bilmiyorsun' denilecektir. Ben de salih kul İsa gibi şöyle diyeceğim: Onlara ancak bana emrettiğin şeyi söyledim; 'Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a ibadet edin.' dedim. Aralarında bulunduğum sürece onlara şahit (gözetici) idim. Beni (aralarından) aldığında kendin onların gözetleyicisi oldun ve sen her şeye şahitsin. Eğer onlara azap edecek olursan, kuşku yok ki onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan da, şüphesiz sen güçlüsün ve hikmet sahibisin." dedi.[1] Bunun üzerine bana şöyle denilecek: 'Sen aralarından ayrılır ayrılmaz bunlar mürtet olup dinden çıktılar ve eski (Cahiliye Dönemi) hâllerine döndüler."

El-Hamidi, El-Cem Beyne's-Sahiheyni'l Buhari ve Sahih-i Müslim, c. 2, s. 50-51.

Sahabe’nin Adaleti Teorisi (Arapça: نظرية عدالة الصحابة) Ehlisünnet'in çoğunluğunun resmi görüşüdür. Bu görüşe göre Hz. Resul-ü Ekrem’in (s.a.a) tüm sahabesi adildir ve cennetliktir. Dolayısıyla onlardan hiçbirisi eleştirilemez. Bu teori Şia’ya göre doğru değildir. Şia alimlerine ve bazı Ehlisünnet alimlerine göre, sahabeler ile diğer Müslümanlar arasında adalet konusunda hiçbir fark yoktur.

Teorinin Ayrıntıları

Ana Madde: Sahabe

“Sahabe’nin adaleti” teorisi, Ehlisünnet mensupları tarafından ortaya atılmış bir iddiadır. Onlara göre Hz. Peygamber Efendimizi (s.a.a) gören ve ona iman edip Müslüman olarak ölen kişiye sahabe denir.[2] Böyle bir kişi (Sahabe) günah işlemez(!) Çünkü adildir! Bu teori, Ehlisünnet mensupları arasında meşhur ve kabul edilmiş bir düşüncedir.[3]

Ehlisünnet'in Delilleri

Ehlisünnet mensupları bu teoriyi ispat etmek için Kur’an’dan bazı ayetlerle istidlal etmişlerdir. Örneğin:

  • “Muhacirler ve Ensar'dan (İslam'ı kabul etmede) ilk öncüler ve iyilikle onları takip edenler var ya, Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O'ndan razı olmuşlardır; (Allah) onlara (ağaçlarının) altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır; orada ebedi kalacaklardır. İşte bu, büyük kazanç ve başarıdır.” (Tövbe, 100)[4]
  • “Sizler, insanlar için (ortaya) çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten alıkoyar ve Allah'a iman edersiniz.” (Al-i İmran, 110)[5]

Ehlisünnet'te Meşhur Olmayan Yaklaşımlar

Genel olarak Ehlisünnet arasında bu teoriye üç şekilde bir yaklaşım söz konusudur:

Birinci yaklaşım: Bütün sahabeler adildir. İbn-i Hacer, bu teoriyi tüm Ehlisünnet'e nispet vererek, bu görüşe karşı çıkanların az olduğunu ve bu kişilerin mubtedie (bidatçi) olduğunu iddia etmektedir.[6] Bu görüş Ehlisünnet arasında genel bir yaklaşımdır ve meşhurdur. Ancak aşağıdaki iki yaklaşım meşhur değildir.

İkinci yaklaşım: Sahabe adil değildir. Ehlisünnet'ten bazıları sahabenin adil olmadığına inanmaktadır.[7] Örneğin İbn-i Ebi’l Hadid, Cemel Savaşını başlatanlar hakkında şöyle yazmaktadır: “Aişe, Talha ve Zübeyr dışındaki tüm sahabeler mutezile açısından helaktır; çünkü bu üçü tövbe etmiştir. Bunların tövbesiz hükmü de bağy'da (meşru devlet başkanına silahla karşı koyma ve isyan etmede) ısrar ettiklerinden cehennemdir.” Yine Şam ordularının Sıffin Savaşındaki durumu hakkında şöyle yazmaktadır: “Onların hepsi mutezile açısından helaktırlar. Zira bağyda diretmişler ve ölümleri de bu hal üzerine olmuştur; kâh baştakileri olsun, kâh takipçileri.” Keza Hariciler hakkında şöyle yazmaktadır: “Onlar biz mutezile açısından hiçbir ihtilaf olmadan cehennemliklerdir. Genel olarak bizim yârenlerimizden her kim fısk üzere ölürse, cehennemliktir ve hiç kuşku yoktur ki her bağy ve imama karşı çıkan, fasıktır.”[8]

Şafii’den nakledildiğine göre sahabeden dört kişinin şahitliği kabul edilmez: Muaviye, Amr b. As, Muğayre ve Ziyad b. Ebih.”[9]

Üçüncü yaklaşım: Bazı sahabelerin adil olduğu görüşü. Örneğin Mazeri şöyle diyor: “Sahabe adildir dediğimizde, Hz. Peygamber’i (s.a.a) her kim bir gün görmüş veya az da olsa onunla görüşmüş veya bir niyetle onun yanında durmuş ve az bir süre sonra ondan ayrılmasıyla ‘adil’ olduğu anlamı çıkmamalıdır. Bilakis bizim maksadımız mutlaka onunla olanlardır; onu aziz kılarak, yardım eden ve onunla nazil olan nuru takip edenler kurtuluşa ermişlerdir.”[10]

Şia’nın Görüşü

Hz. Peygamber (s.a.a) ve Ehlibeyt'inin (a.s) takipçileri olan Şialar, sahabelerin adil olduğu teorisini kabul etmemekte ve bu teoriyi birkaç şekilde eleştirmektedir.

Teorinin Delillerinin Çürütülmesi

Sünniler kendi teorilerini ispat etmek için Kur’an’dan bazı ayetleri delil olarak ortaya koymuşlardır. Örneğin Tövbe suresinin 100. ayetine istinat etmişlerdir. Bu ayette: “Muhacirler ve Ensar'dan (İslam'ı kabul etmede) ilk öncüler ve iyilikle onları takip edenler var ya, Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O'ndan razı olmuşlardır.”

“Ancak bu ayet tüm sahabenin adil olduğuna delalet etmemektedir. Zira yine Kur’an’ın kendisi onlardan bazılarının kalbinde hastalık olduğunu[11], bazılarının münafıklar için casusluk yaptığını ve bazılarının fasık olduğunu belirtmiştir. Hz. Resulullah (s.a.a) da onlardan bazılarından uzak olduğunu belirtmiştir. Dolayısıyla Allah-u Teala’nın onların (tamamından) razı olduğu doğru değildir. Zira Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Fakat siz onlardan razı olsanız bile, Allah fâsıklar topluluğundan asla razı olmaz.”(Tövbe, 96) İkinci olarak onların üstünlükleri ve Allah’ın onlardan razı olmaları, onların imanlı olmaları ve salih amel yapmalarına bağlıdır. Çünkü müminlerin bu ayette övülmeleri, münafıkların kötülükleri ve küfürlerinden dolayı kınanma siyakında gerçekleşmiştir.[12]

Buna ilaveten, sair yerlerde Allah’ın onları övmesi, iman ve salih amele bağlıdır. Bunun dışında, bu surenin 96. ayetinde: ‘Allah’ın fasıklardan hoşlanmadığı’ ayet-i kerimesi ve Nisa suresinin 123. ayeti: “kim bir kötülük yaparsa, onun cezasını görür” ve daha bir çok ayetin yalanlanması anlamına gelir.”[13]

Tüm sahabenin adil olduğunu ispat etmek için Sünnilerin iddia ettikleri bir diğer ayet ise, şu ayet-i kerimedir: “Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz.” (Al-i İmran, 110)

“Bu ayetin de bu teoriyi destekleyen bir tarafı yoktur. Zira en üstün ve hayırlı ümmet olabilmek için içlerinde başka ümmetlerde olmayan 'en üstün kişilerin' olması yeterlidir. Buna ilaveten, eğer tüm İslam ümmetinin adaletine delalet etmiş olsaydı, içlerinde münafık ve mürtet olmaması gerekirdi. Oysa ki kesinlikle böyle değildir.”[14]

Teorinin Çürütülmesi

Bazı Şii alimler, bu teorinin çürütülmesi için teorinin yol açtığı sorunlara parmak basmışlardır. Bu teorinin İslam ümmeti içinde yol açtığı sorun ve krizlere değinerek, bu teorinin de yanlış olduğu ortaya konulmaktadır. Bu teorinin yol açtığı sorunlar şu şekilde ele alınmaktadır:

  1. İslami hakimiyet ve hükumetin gasp edilmesi bu şekilde meşru gösterilmiştir: Muaviye tulekadandır, (Mekke fethine kadar Müslüman olmamış ve Hz. Peygambere (s.a.a) karşı savaşıp Mekke'nin fethinden sonra Hz. Resulullah’ın (s.a.a) lütfuyla azat edilenler için kullanılan bir ifade) kendisi ve babası Mekke’nin fethine kadar şirk cephesinin elebaşlarındandı… Büyük sahabelerin var olmasına ragmen, tüm onları bir kenara bırakmış ve İslam toplumunun hakimiyetini gasp etmiştir. Bu durum ve bunun gibi onlarca yanlış hükumet uygulamaları, sahabenin adaleti teorisi ile gerekçelendirilmiş ve tüm haram ve gayri meşru uygulamalara meşruiyet kazandırılmıştır! Bu görüşe göre Muaviye ve yandaşları sahabedendir. Sahabeler de (bu görüşe göre) adil, güvenilir ve cennetlik olduklarından, yaptıkları doğrudur (veya sahabe olduklarından ve hata günah işlemediklerinden uygulamalar konusunda içtihat etmişlerdir ve hata yapmaları durumunda bir sevap, doğru yapmaları durumunda da iki sevap elde etmişlerdir). Dolayısıyla onların yaptıkları eleştirilemez. Yine hepsi sahabe olduklarından ve kendi aralarında adil olmaları açısından bir fark olmadığından Muaviye’nin Hz. Resulullah’ın (s.a.a) halife ve ardılı olması için hiç bir mani yok mudur?! Bu sebepten dolayı, sahabelerin adaleti teorisi, Muaviye ve onun gibilerin saltanatları için en ideal bir yol ve onlara meşruiyet kazandırma aracı olmuştur.[15] Keza Cemel Savaşında sahabelerin bir kısmı hak cephe olan Hz. Resulullah’ın (s.a.a) gerçek halifesi Hz. Ali’nin (a.s) yanında yer almış ve bir grup sahabe de batıl cephe olan Aişe, Talha ve Zübeyr’in başını çektiği batıl cephede yer almışlardır. Bu teoriye göre, bu sahabeler ister hak cephede yer alsın ve isterse batıl cephede yer alsınlar, hepsi sahabe olduklarından bizlerin onları eleştirmeye hakkı yoktur. Olayları irdelememiz ve hükümde bulunmamız doğru değildir. (Binlerce masum insanın katledilmesi, yaralanması, kadınların dul kalması, çocukların yetim kalması, İslam ümmetinin içten bölünmesi, birikimlerinin iç savaşlarda yok edilmesi...vb. gibi şeyleri konuşmak bile suçtur. Tüm bunlara ragmen, yine onları sevmeliyiz ve kayıtsız şartsız onların dediklerini doğru kabul ederek itaat etmeliyiz!) Çünkü onlar sahabe olduklarından ve sahabelerin hepsi de adil ve cennetlik olduklarından yaptıkları her şey doğrudur! En fazla hak cephede yer alanlar iki sevap almış ve batıl cephede olanlar da bir sevap almış olacaklardır!
  2. Muaviye ve takipçilerinin yaptıkları, bu teoriyle meşru gösterilmektedir: Muaviye ve yandaşları, İslam ve Müslümanlara en büyük bela ve acıları yaşatmışlardır. Örneğin, Busr b. Ertat ve Müslim b. Ukbe, feci ve acı olaylara imza atmışlardır. Örneğin Harre olayında Bedir Savaşına katılmış tüm sahabeler öldürülmüştür. Ensar ve Kureyş’ten 700 kişi şehit edilmiş ve yine sair halktan 10 bin kişi katledilmiştir. Bu kişiler süt emen çocuklara bile acımamış ve onları katletmişlerdir. Örneğin Busr b. Ertat, Ubeydullah b. Abbas’ın iki çocuğunu katletmiştir. Muaviye, Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.a) ailesinin tamamını ortadan kaldırmak için her türlü terör ve katliam yöntemlerini kullanmıştır. Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.a) biricik torunu Hz. Hasan (a.s) bu doğrultuda Muaviye tarafından zehirletilerek şehit edilmiştir. Yine Muaviye, Abdurrahman b. Halid b. Velid, Abdurrahman b. Ebi Bekir ve Malik Eşter’i de aynı yöntemle zehirletmiştir. Açıktır ki tüm bunları yaparken Muaviye’nin en büyük gerekçe ve silahı sahabelerin adil olma teorisiydi.[16] Bu teoriyle İslam’a aykırı tüm gayri meşru işlerini ve katliamlarını gerekçelendiriyordu.
  3. Eleştiri, tepki, hakaret ve itirazlara karşı bu teoriye sığınmışlardır: Sahabelerin tümünün adil olduğu teorisi ile Muaviye ve yandaşlarının İslam’a aykırı ve gayri meşru işlerden dolayı eleştirilmesi yasaklanmış oluyordu! Çünkü Muaviye, Hz. Resul-ü Kibriya Efendimizin (s.a.a) sahabesidir ve adil sayılmaktadır. Dolayısıyla her kim Muaviye’yi eleştirecek ve itiraz edecek olursa, kafir olur ve onunla birlikte yiyip-içmek caiz değildir ve hatta böyle bir kişinin cenazesine namaz kılmak yasaktır ve doğru değildir.[17]
  4. Bu teori hak ve hakikat yandaşlarının Muaviye ve yandaşlarına karşı üstünlüklerini geçersiz kılmaktadır: Bu teori, Muaviye ve düşmanları arasında yaşanan her türlü çatışma ve savaşta Muaviye’nin başarılı olmasını sağlamakta ya da en azından düşmanlarının (Hz. Ali ve Ehlibeyt'in) üstünlük ve hakkaniyetini bu tartışmalarda geçersiz kılarak, etkisiz hale getirmektedir. Örneğin eğer Hz. Peygamber’in (s.a.a) ailesi ‘bizler Tathir ayeti gibi onlarca ayetin mihenk taşı ve mısdaklarıyız’ derse, Muaviye ve yandaşları da “bizler de Hz. Peygamberin (s.a.a) sahabesiyiz, adiliz, güveniliriz ve hepimiz cennetliğiz” diyecektir.[18]
  5. Müslümanlar arasında bölünme çıkmasına neden olmaktadır: Sahabenin adaleti teorisi tasarlandığı vakit, bir grup bu teorinin taraftarlığını yapacak ve bir başka grup buna itiraz edecektir. Sonunda her iki grup da kendi görüşünü savunacağından o konuda bağnazlığa kadar gidilecektir. Böylece Müslümanlar arasında vahdet ve birlik ortadan kalkacak ve anlaşmazlık ve bölünme yaşanacaktır.[19]

Teorinin İmkansızlığı

Şia açısından Hz. Resul-ü Kibriya Efendimizin (s.a.a) sahabeleri de (tüm çağlarda yaşayan) diğer Müslümanlar gibidir. Hiç kimsenin adaleti, sırf Hz. Peygamber’in (s.a.a) sahabesi olduğu için sabit olmaz, olamaz.[20] Şu da unutulmamalıdır ki Hz. Fahri Kainat Efendimiz (s.a.a) vefat ettiğinde 114 bin kadar sahabesi vardı. Bizzat Hz. Resulullah’ın (s.a.a) kendileri sahabelerinin arasında münafıkların bulunduğunu buyurmuştur. Sahabeden bazıları keyfi bir şekilde, bazıları korkudan, bazıları başka çareleri olmadığından ve bazıları da “Müellefetü’l Kulup” vasıtasıyla Müslüman olmuşlardır. Nitekim diğer peygamberlerin (a.s) takipçileri, şehvet ve tutkularına düşkün oldukları gibi, Müslümanlar arasında da bu durum söz konusudur. Nitekim Hz. Resul-ü Kibriya Efendimizin (s.a.a) kendisi bu konuda şöyle buyurmuştur: ‘Sizler önceki ümmetlerin yaşadıklarını adım adım yaşayacaksınız’.[21]

Yaşanan İhlaller

Sahabelerin adil olduğu teorisinin doğru olmadığını ortaya koyan delillerden bir diğeri de şudur ki eğer sahabe olmak günah işlemeye maniyse, Abdullah b. Cahş, Ubeydullah b. Hatal, Rabia b. Ümeyye, Eş’as b. Kays gibi sahabeler neden mürtet olmuşlardır?[22] Bunlara ilaveten, bazı sahabenin yaptıkları şeyler asla adaletle bağdaşmamaktadır. Örneğin, adil imama karşı savaşa kalkışılmış; bir çok masum insan katledilmiş; insanların malları haksız yere gasp edilmiştir. Nitekim küfür ve sövgüde sınır tanımamışlar; Müslümanlara karşı savaşmışlar, aldatmışlar ve riyaset için fitneye sebep olmuşlar; öyle ki tarih kitapları bu tür vakıalarla doludur. Örneğin, Mervan b. Hakem’in Osman döneminde yaptıkları meşhurdur. Yine Muğayre b. Şu’be, Velid b. Ukbe ve Busr b. Ertat’ın yaptıkları ortadadır ki bunların tamamı sahabeydiler.[23]

Bazı Sünni alimler, bu kişilerin İslam ve insanlıkla bağdaşmayan tutum ve davranışlarını onların içtihatlarına bağlamış ve yaptıkları hiçbir şeyden sorumlu tutulamayacaklarını iddia ederek, bunların günah sayılmayacaklarını ileri sürmektedir. Akıl, mantık ve Allah’ın adaleti ilkesiyle bağdaşmayan bu iddiaya Şii alimler şöyle yanıt vermişlerdir: ‘Eğer böyle bir iddia doğru olursa, herkes her türlü büyük günahı işler (masum insanları öldürür, insanların malını gasp eder…) sonra ardından “ben kendi içtihadıma göre davrandım ve dolayısıyla yanlış bir şey yapmadım” diyebilir.”[24]

Sahabenin Adil Olduğu Görüşünün Ortaya Çıkma Sebepleri

Emeviler, Peygamber Efendimizin (s.a.a) sünnet-i şerifini saptırıp karıştırmada büyük bir rol oynamışlardır. Onlar, sahabelerin tümünün adil oldukları inancını ortaya atıp, insanları sahabeleri eleştirmemeye davet ediyor; böylece İslam dinine ters düşen çirkin davranışlarından dolayı insanların kendilerini eleştirip kınamalarını önlemeye çalışıyorlardı. Onları eleştiren Müslümanları kafirlik ve zındıklıkla suçlayarak, öldürülmelerine fetva veriyorlardı. Emeviler öldürmek istedikleri muhaliflerini sahabeye küfretmekle suçluyorlardı. Onlara göre sahabeye küfretmenin anlamı, sahabenin yaptıklarından dolayı eleştirilmesiydi.

Bu görüş, Emevilerin hükumeti döneminde yaygınlaştırılmaya çalışılıyordu. Çünkü bu görüş, onların hükumetleri için sağlam bir kale sayılıyor ve onların bütün gayr-i meşru işlerine meşruiyet kazandırıyordu. Emevî yöneticiler döneminde, onların uygulamalarını temize çıkarmak ve onlara meşruiyet kazandırmak amacıyla özel bir siyasi zaman diliminde ve özel bir takım siyasi hedeflerle yaygınlaştırılmıştır. İşte bu nedenle, Muaviye kendini Hz. Resulullah’ın (s.a.a) halifesi saydığı zaman, çirkin işlerine geçerlilik kazandırıp güçlendirmek için kendine bu şekilde meşruiyet kazandırmış oluyordu. Onun için en iyi delil, “sahabelerin tümünün adil olduğu” görüşüydü. Çünkü kendisi de onlardan biri sayılıyordu. Dolayısıyla, ayet ve rivayetler Muaviye’nin adil olduğuna işaret etseydi, artık onun Peygamberin (s.a.a) halifesi ve Müslümanların imamı olmasını önleyecek bir şey kalmayacak mıydı?! (Bilindiği üzere bu dönemde cebri görüş de aynı gerekçelerle halk arasında yaygınlaştırılıyordu. Halifeler, sahabe ve tabiinin yaptığı hata ve yanlışlardan doğan itirazlara “Allah’ın takdiri bu yönde” ve “Allah tarafından böyle istediğinden işler bu şekilde oluyor”, diye insanları kandırıyorlardı. Öyle ki Kâinatın Efendisi Hz. Resul-ü Kibriya’nın (s.a.a) “evladım” ve “cennet gençlerinin efendisi” dediği Hz. Hüseyin (a.s) ve ashabının, ümmetin sahabe ve tabiinlerince katledilmesi dahi, cebri anlayışa bağlanmakta ve Allah’ın böyle istediği yalanı ile insanlar aldatılmaktaydı! Cebri görüş şu anda Ehlisünnet'in iki itikadi mezhebi olan Eşari ve Maturidiye ekolünde de görülmektedir)

Sahabenin tamamının adil olduğu görüşünün dönemin hakim gücü tarafından ortaya atılıp yaygınlaştırılmasının bir diğer nedeni de Ehlibeyt’in (a.s) önünün kesilmesi ve halka öz İslam’ın ulaştırılmamasıdır. Bunun için bazı bidatçiler bu görüşü ortaya atıp, İslam ümmeti arasında yaymayı üstlendiler. Bunu, Kur'an-ı Kerim’in kendilerinden her türlü çirkinliği uzak tutup tertemiz kılarak masum olduklarını bildiren Ehlibeyt’in (a.s) konum ve makamına gölge düşürebilmek için gerek gördüler.

Tarihte Yaşanmış Birkaç Anekdot

Muaviye, Osman hakkında hadisler çoğaltıp, her yere yaydıktan sonra, yine valilerine şöyle yazdı:

"Mektubumu alır almaz halkı, sahabe ve ilk halifelerin faziletlerini rivayet etmeye çağırın. Her Müslümanın Ebû Tûrab (Hz. Ali) için naklettiği faziletlerin aynısını sahabe için uydurun ve bana gönderin. Çünkü bunu daha çok severim. Bu gözümü daha da açar; Ebû Turab ve taraftarlarının delillerini daha bir ortadan kaldırır. Bu onlara, Osman'ın fazilet ve menkıbelerini zikretmekten daha çetindir."

Onun mektupları halka okundu. Hemen ardından sahabenin faziletleri konusunda birçok haber rivayet edildi. Hepsi de yalan ve uydurmaydı. Halk buna alıştı. O kadar ki bu rivayetler minberlerde okundu, okullara sokuldu ve hocalara empoze edildi. Onlar da çocuklara bunları öğretti. Bu hadisler o derece yayıldı ve önemsendi ki, onları Kur'an gibi öğrendiler; kız çocuklarına, hanımlarına, köle ve cariyelerine öğrettiler.

Daha sonra İbn-i Ebi'l Hadid, muhaddislerin büyüklerinden olan İbn-i Neftaveyh'den şöyle nakletmektedir:

"Sahabenin faziletleri hakkında uydurulan hadislerin çoğu Ben-î Ümeyye döneminde uydurulmuştu. Ümeyyeoğulları bu yolla Haşimoğullarının burnunu yere sürteceklerine inanırken, uyduranlar da uydurma yoluyla Ümeyyeoğullarına yaklaşmak istiyorlardı."[25]

Her halükârda sonuç şu oldu: İlk üç halife ve diğer sahabelerin seviyesi de yükseldi. O derece ki bazen Hz. Peygamber’in (s.a.a) seviyesine yaklaştı.[26] Yine bu işlerin sonucunda ilk dönem İslâm tarihi, konum ve kutsallık kazandı. İslâm'la eş bir değer ve önem elde etti.

Gerçi bu bağlamda birçok faktör etkindi ama onların en önemlisi ve en etkini, Hz. Ali b. Ebî Talib'in (a.s) kişiliğini ayaklar altına almak için Muaviye'nin yaptığı işlerdi. Onun, Hz. Ali'yi (a.s) yermek için (Hz. Peygamber’in (s.a.a) hadisleriymiş gibi) uydurduğu sözler, varlığını sürdüremedi. Gerçi büsbütün etkisiz de değildi; özellikle ilk çağlarda... Fakat ilk üç halife ve sahabesini İmam'la (a.s) eşdeğer yapmak için uydurduğu sözler vardı. Onlara inanıldı ve ittifakla kabul edildi. Ehlisünnet, Şia'nın tam aksine Muaviye'nin yaptıklarını bilinçli ya da bilinçsizce kabul etti. Bu nedenle de İslâm'a, ilk dönem tarihsel açıdan baktı. Şiîler ise, ilk dönem İslâm tarihine İslâmî ilke ve ölçüleri esas alarak baktılar.[27]

Ayrıca Bakınız

Kaynakça

  1. Maide, 117-118.
  2. İbn-i Hacer, el-İsabet, c. 1, s. 158.
  3. İbn-i Hacer, el-İsabet, c. 1, s. 162.
  4. İbn-i Hacer, el-İsabet, c. 1, s. 162.
  5. İbn-i Hacer, el-İsabet, c. 1, s. 162.
  6. İbn-i Hacer, el-İsabet, c. 1, s. 162.
  7. El-Emin, A’yanu’ş-Şia, c. 1, s. 113.
  8. İbn-i Ebi’l Hadid, c. 1, s. 113.
  9. Ebu Reyye, Şeyh el-Muziyre Ebu Hureyre, s. 219.
  10. İbn-i Hacer, el-İsabet, c. 1, s. 163; Konuşmasının sonunda bunu ileri sürmüş ve delil olarak A’raf Suresinin 157. ayetini göstermiştir.
  11. Örneğin, Enfal Suresi, 49. ayet.
  12. Et-Tabatabai, el-Mizan, c. 9, s. 374, 375.
  13. İbn-i Hacer, el-İsabet, c. 1, s. 162.
  14. El-Emin, A’yanu’ş-Şia, c. 1, s. 114.
  15. Yakup, Nazariyeyi Adalet-i Sahabe, s. 154-155.
  16. Yakup, Nazariyeyi Adalet-i Sahabe, s. 155-156.
  17. Yakup, Nazariyeyi Adalet-i Sahabe, s. 156-157.
  18. Yakup, Nazariyeyi Adalet-i Sahabe, s. 157.
  19. Yakup, Nazariyeyi Adalet-i Sahabe, s. 157-158.
  20. Eş-Şehid-i Sani, er-Riayet fi İlmi’d-Dirayet, s. 343; el-Emin, A’yanu’ş-Şia, c. 1, s. 113.
  21. El-Emin, A’yanu’ş-Şia, c. 1, s. 113.
  22. El-Emin, A’yanu’ş-Şia, c. 1, s. 114.
  23. El-Emin, A’yanu’ş-Şia, c. 1, s. 114.
  24. El-Emin, A’yanu’ş-Şia, c. 1, s. 114.
  25. Şerh-i Nehcu'l Belağa, c. 11, s. 46.
  26. Tabakâtü'l Hanâbileh, c. 2, s. 35
  27. Bu konuyla ilgili en iyi kitaplardan biri, merhum Şeyh Muhammed Hüseyin Muzaffer'in yazdığı “Delâilü's-Sıdk” kitabıdır. Bu kitap Fazl b. Ruzbihân'ın kaleme aldığı “İbtalü'l Bâtıl” adlı kitaba reddiyedir. “İbtalü'l Bâtıl” ise Allâme Hilli'nin eseri olan “Nehcü'l Hakk”a bir reddiyedir.

Bibliyografi

  • İbn-i Ebi’l Hadid, Abdulhamid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, Muhammed Ebu’l Fazl İbrahim’in katkılarıyla, Kahire, m. 1964.
  • Ebu Rayye, Mahmut, Şeyh el-Muziyre Ebu Hureyre, üçüncü baskı, Mısır, Daru’l Maarif.
  • el-Emin, es-Seyyid Muhsin, A’yanu’ş-Şia, tahkik ve tahric, Hasan el-Emin, Beyrut, Daru’l Taaruf.
  • İbn-i Hacer, el-İsabet, tahkik, Adil Ahmed Abdulmevcud, Ali Muhammed Muavvez, Beyrut, Daru’l Kutubu’l İlmiye, 1415 h.k.
  • eş-Şehid-i Sani, er-Riayet fi İlmi’d-Dirayet, tahkik, Abdulhüseyin Muhammed Ali Bekkal, Kum, Ayetullah Uzma Meraşi Necefi kütüphanesi, 1408 h.k.
  • et-Tabatabai, es-Seyyid Muhammed Hüseyin, el-Mizan fi Tefsiri’l Kur’an, Kum, Cematu’l Müderrisin fi Havza el-İlmiye.
  • Yakup, Ahmed Hüseyin, Nazariyeyi Adalet-i Sahabe ve Rehberiyi Siyasi der İslam, tercüme Müslim Sahibi, Tahran, Sazman-ı Tebligat-ı İslami, 1372 h.ş.