Sahabe

Öncelik: a, kalite: c
linksiz
kategorisiz
wikishia sitesinden
(Resulullah'ın Ashabı sayfasından yönlendirildi)

Sahabe veya çoğulu Ashap (Arapça: الصحابة), Hz. Resul-ü Kibriya Efendimiz’le (s.a.a) görüşüp, ömrünün sonuna kadar ona imanında sabit kalanlar için kullanılan bir terimdir. Kadınlar için “sahabiyat” tabiri kullanılır. Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.a) ömrünün sonlarında sahabe sayısının 100 binin üzerinde olduğu kaydedilmiştir. Ehlisünnet'in görüşüne göre sahabelerin tümü adildir ve adalete aykırı bir şey onlarda gözlemlenirse, bu onların adil olmadıklarının değil, içtihatta hata yaptıklarının göstergesidir! Şia perspektifinde sahabelerin diğer Müslümanlardan hiçbir farkı yoktur ve onların da adaleti diğer Müslümanlar gibi güvenilir ve muteber yollarla sabit olmalıdır.

Sahabe’nin Tanımı

Etimoloji

“Sahabe” (Arapça: الصحابة), Arapça bir kelime olup, “sahib” (ص - ح - ب) sözcüğünün çoğuludur. Yoldaşlık, dostluk ve arkadaşlık anlamındadır. “Sahib” (الصاحب), arkadaş, dost ve yardımcı anlamında kullanılır.[1]

Istılah ve Terim Anlamı

“Sahabe” kelimesinin terim anlamı hakkında çok sayıda tanım yapılmıştır.[2] Ünlü tanıma göre, Hz. Resul-ü Kibriya Efendimiz (s.a.a) ile görüşüp, öldüğünde ona inancında sabit kalan ve Müslüman olarak ölen kişilere denir.[3] Hz. Peygamber (s.a.a) ile görüşmeden maksat, Hz. Peygamber Efendimizi (s.a.a) görmek, yoldaşlık etmek, birliktelik, birbirleriyle konuşmasalar veya âmâ olduğundan dolayı Hz. Peygamber’i (s.a.a) görmeseler bile, birbiriyle görüşmeleridir.[4] Bazı âlimler bu tanıma bir takım şart ve koşullar eklemişlerdir. Örneğin Hz. Peygamber (s.a.a) ile olan birlikteliğinin uzun sürmesi, onun rivayetlerini hıfzetmesi, onunla birlikte savaşması ve Hz. Peygamber’in (s.a.a) yolunda şehit olması. Ancak ulema yanında kabul gören tanım, bu şart ve koşullar olmadan yukarıdaki tanımdır.[5]

Rivayet edildiğine göre Hz. Fahri Kainat Efendimiz (s.a.a.) vefat ettiğinde sahabe sayısı 114 bindi.[6] Bir kişinin sahabe olup olmadığı, tevatür, istifaze, şöhret veya haber-i sika yoluyla anlaşılır.[7]

Küçük yaşında Hz. Reuslullah’ı (s.a.a) görme şerefine erenler için “sahabe-i siğar” (küçük sahabe) tabiri kullanılır. (kaynak belirtilmeli) Kadınlar için “sahabiyat” tabiri kullanılır. (kaynak belirtilmeli)

Kur’an-ı Kerim’de Sahabe

Kur'an-ı Kerim’de, yakın anlamları ifade eden sözcüklerde lügat kitaplarında kaydedilen anlam teyit edilir. O da inanç ve davranış birliğine dikkat etmeksizin toplanma, görüşme ve kalmakla gerçekleşen beraberlik ve muaşerettir. Kur'an-ı Kerim, bu sözcüğü muaşeret için kullanmıştır.

“Sahabe” kelimesi Kur'an-ı Kerim’de 97 defa “tusahibni”, “sahibuhuma”, “sahibuhu”, “sahibetuhu”, “eshab”, “eshabuhum” kalıplarıyla söylediğimiz bu mutlak (her türlü birliktelik ve yoldaşlık) anlamında kullanılmıştır.

Dolayısıyla “sahabe” sözcüğünün lügatçıların kaydettiği lügat anlamıyla Kur'an-ı Kerim’de geçen anlamı arasında hiçbir fark yoktur.

Peygamber Efendimizin (s.a.a) sünnetinde Sahabe

Peygamber Efendimizin (s.a.a) sünnetinde de “sahabi” kavramı, ister Efendimize (s.a.a) gerçekten iman etmiş veya isterse görünüşte onunla birlikteki kimseler için kullanılmıştır. “Sahabi” kavramı, hadislerde müminleri kapsamına aldığı gibi, münafıkları da kapsamaktadır. Ömer b. Hattab, Hz. Peygamber Efendimizden (s.a.a) meşhur bir münafık olan Abdullah b. Ube b. Ebi Sellul’u öldürmesini istediği zaman, Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ey Ömer! İnsanlar “Muhammed kendi ashabını öldürüyor” derlerse ne olacak?!”

Kısacası, Peygamber Efendimizin (s.a.a) sünnetinde “sahabi” kavramı hatta Abdullah b. Ubey b. Ebi Sellul gibi münafıklık ve fasıklığıyla meşhur olan kişileri de kapsamına alacak geniş bir anlam ifade ediyorken, münafıklığını saklayan bir kimse için kullanılabileceği de bellidir; çünkü Efendimiz (s.a.a) “Ashabımın arasında münafıklar vardır” diye buyurmuştur.

Sahabe Çağı

Ashaptan bazılarının hicri 100. yıla kadar yaşadığı göz önünde bulundurulacak olursa, bazı âlimler sahabe çağının Hz. Peygamberin (s.a.a) ölümünden birinci yüzyılın sonlarına kadar sürdüğünü ileri sürmektedir.[8] Kufe’de ölen son sahabe Abdullah b. Ebi Evfa (86 h.k.), Medine’de ölen son sahabe Sehl b. Sa’d Saidi (91 h.k.) 100 yaşında ölmüştür; Basra’da en son ölen sahabe Enes b. Malik hicri 91 veya 93 yılında ölmüştür; Şam’da en son ölen sahabe Abdullah b. Yesr, hicri 88 yılında vefat etmiştir.[9]
Hz. Resul-ü Kibriya Efendimizi (s.a.a) gören sahabeler arasında en son kişinin Amir b. Vasle olduğu kaydedilmiştir.[10] O, Muhtar b. Ebu Abeyde Sakafi’nin sancaktarı idi ve hicri 100 yılından sonra öldüğü belirtilmiştir.[11]

Sahabe’nin Adaleti Teorisi

Ana Madde: Sahabe’nin Adaleti Teorisi

(İbn-i Hacer’in “mubtedie” diye itham ettiği bir grup dışında) Ehlisünnet, tüm sahabenin adil olduğuna inanmaktadır![12] Görünüşe göre bazı Sünni âlimler bu teoriyi kabul etmemiştir. Dolayısıyla tüm Sünnilerin bu görüşe sahip olduğunu söylemek mümkün değildir.[13] Örneğin İbn-i Ebi’l Hadid, Cemel savaşını tutuşturanlar hakkında şöyle yazmaktadır:

Aişe, Talha ve Zübeyr dışındaki tüm sahabeler mutezile açısından helaktırlar; çünkü bu üçü tövbe etmiştir. Tövbesiz, bunların (üçünün) hükmü de düşmanlıkta ısrar ettiklerinden cehennemdir.”

Yine Şam ordularının Sıffin savaşındaki durumu hakkında şöyle yazmaktadır:

“Onların hepsi mutezile açısından helaktırlar; zira düşmanlıkta diretmişler ve ölümleri de bu hal üzerine olmuştur; kâh baştakileri olsun, kâh takipçileri.”

Keza Havaric hakkında şöyle yazmaktadır:

“Onlar biz mutezile açısından hiçbir ihtilaf olmadan cehennemliktirler. Genel olarak bizim yârenlerimizden her kim fısk üzere ölürse, cehennemliktirler ve hiç kuşku yoktur ki her bağiy ve imama karşı çıkan, fasıktır.”[14]

Sahabenin adil olması ile ilgili, bazı Kur’an ayetleri delil olarak gösterilmiştir:[15] “(İslâm dinine girme hususunda) öne geçen ilk [[muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır.”(Tövbe, 100)

Ancak bazı Müslüman âlimlere göre, bu ayet tüm sahabenin adil olduğuna delalet etmemektedir. Zira yine Kur’an’ın kendisi onlardan bazılarının kalbinde hastalık olduğunu[16], bazılarının münafıklar için casusluk yaptığını ve bazılarının ise, fasık olduğunu belirtmiştir. Hz. Resulullah (s.a.a) da onlardan bazılarından uzak olduğunu belirtmiştir. Dolayısıyla Allah-u Teâlâ’nın onların (tamamından) razı olduğu doğru değildir. Zira Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Fakat siz onlardan razı olsanız bile, Allah fasıklar topluluğundan asla razı olmaz.”(Tövbe, 96) İkinci olarak, onların üstünlükleri ve Allah’ın onlardan razı olması, onların imanlı olmaları ve salih amel yapmalarına bağlıdır. Çünkü müminlerin bu ayette övülmeleri, münafıkların kötülükleri ve küfürlerinden dolayı kınanmaları bağlamında gerçekleşmiştir.[17]

Buna ilaveten, sair yerlerde Allah’ın onları övmesi, iman ve salih amele bağlıdır. Bunun dışında düşünmek, bu surenin 96. ayeti: ‘Allah’ın fasıklardan hoşlanmadığı’ ve Nisa suresinin 123. ayeti: 'Kim bir kötülük yaparsa, onun cezasını görür' ve daha bir çok ayetin tekzibi anlamına gelir.”[18]

Tüm sahabenin adil olduğunu ispat etmek için Sünnilerin iddia ettikleri bir diğer ayet ise, şu ayet-i kerimedir: “Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz.” (Al-i İmran, 110)

“Bazı âlimlerin dediğine göre, bu ayetin de bu teoriyi destekleyen bir yanı yoktur. Zira en üstün ve hayırlı ümmet olabilmek için içlerinde başka ümmetlerde olmayan 'en üstün kişilerin' olması yeterlidir. Buna ilaveten, eğer tüm İslam ümmetinin adaletine delalet etmiş olsaydı, içlerinde münafık ve mürtet olmaması gerekirdi. Oysa ki kesinlikle böyle değildir.”[19]

Şia’nın Görüşü

Şia açısından, Hz. Resul-ü Kibriya Efendimizin (s.a.a) sahabeleri de (tüm çağlarda yaşayan) diğer Müslümanlar gibidir. Hiç kimsenin adaleti, sırf Hz. Peygamber’in (s.a.a) sahabesi olduğu için sabit olmaz, olamaz.[20] Şu da unutulmamalıdır ki Hz. Fahri Kainat Efendimiz (s.a.a) vefat ettiğinde 114 bin kadar sahabesi vardı. Hz. Resulullah’ı (s.a.a) group, ona iman ettiğinden dolayı -ki bu da bilinmelidir ki insanlar binbir çeşit istek ve eğilime sahiptir, dolayısıyla- kısa bir süre zarfında böylesine bir takvaya ulaşmaları, büyük günah işlememeleri veya küçük günahlarda ısrar etmemeleri imkansızdır. Bundan dolayı onlardan bazıları keyfi bir şekilde, bazıları korkudan, bazıları başka çareleri olmadığından ve bazıları da “Müellefetü’l Kulup” (kalpleri birleştirmek) vasıtasıyla Müslüman olmuşlardır.[21]

Tüm sahabenin adil olduğunu kabul etmeyen görüşteki bir diğer nokta da şudur ki eğer sahabe olmak günah işlemeye maniyse, Abdullah b. Cahş, Ubeydullah b. Hatal, Rabia b. Ümeyye, Eş’as b. Kays gibi sahabeler neden mürtet olmuşlardır?[22]

Bunlara ilaveten, bazı sahabenin yaptıkları şeyler asla adaletle bağdaşmamaktadır. Örneğin, adil imama karşı savaşa kalkışılmış, birçok masum insan katledilmiş, insanların malları haksız yere gasp edilmiştir. Aynı şekilde küfür ve sövmede sınır tanımamışlar, Müslümanlara karşı savaşmışlar, aldatmışlar ve başkanlık için fitneye sebep olmuşlardır. Öyle ki tarih kitapları bu tür vakıalarla doludur. Örneğin, Mervan b. Hakem’in Osman döneminde yaptıkları ünlüdür. Yine Muğayre b. Şu’be, Velid b. Ukbe ve Busr b. Ertat’ın yaptıkları ortadadır ki bunların tamamı sahabeydiler.[23] Şia açısından en üstün sahabeler Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) ve iki oğludur (İmam Hasan ve İmam Hüseyin).[24]

Sahabenin Adil Olduğu Görüşünün Ortaya Çıkma Sebepleri

Emeviler, Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.a) sünnetini saptırıp, karıştırmada büyük bir rol oynamışlardır. Onlar, sahabelerin tümünün adil oldukları inancını ortaya atıp, insanları sahabeleri eleştirmemeye davet ediyor ve böylece İslam dinine ters düşen çirkin davranışlarından dolayı, insanların kendilerini eleştirip kınamalarını önlemeye çalışıyorlardı. Onları eleştiren Müslümanları kafirlik ve zındıklıkla suçlayarak, öldürülmelerine fetva veriyorlardı. Emeviler öldürmek istedikleri muhaliflerini sahabeye küfretmekle suçluyorlardı. Onlara göre sahabeye küfretmenin anlamı, sahabenin yaptıklarından dolayı eleştirilmesiydi.

Bu görüş, Emevilerin hükûmeti döneminde yaygınlaştırılmaya çalışılıyordu. Çünkü bu görüş, onların hükûmetleri için sağlam bir kale sayılıyor ve onların bütün gayri meşru işlerine meşruiyet kazandırıyordu. Emevi yöneticiler döneminde, onların uygulamalarını temize çıkarmak ve onlara meşruiyet kazandırmak amacıyla özel bir siyasi zaman diliminde ve özel bir takım siyasi hedeflerle yaygınlaştırılmıştır. İşte bu nedenle, Muaviye kendini Hz. Resulullah’ın (s.a.a) halifesi saydığı zaman, çirkin işlerine geçerlilik kazandırıp güçlendirmek için, kendine bu şekilde meşruiyet kazandırmış oluyordu. Onun için en iyi delil, sahabelerin tümünün adil olduğu görüşüydü. Çünkü kendisi de onlardan biri sayılıyordu. Dolayısıyla, ayet ve rivayetler Muaviye’nin adil olduğuna işaret etseydi, artık onun Hz. Peygamber’in (s.a.a) halifesi ve Müslümanların imamı olmasını önleyecek bir şey kalmayacaktı?! (Bilindiği üzere bu dönemde cebri görüş de aynı gerekçelerle halk arasında yaygınlaştırılıyordu. Halifeler, sahabe ve tabiinin yaptığı hata ve yanlışlardan doğan itirazlara “Allah’ın takdiri bu yönde” ve “Allah tarafından böyle istendiğinden bu şekilde işler oluyor” diye insanları kandırıyorlardı. Öyle ki Kainatın Efendisi Hz. Resul-ü Kibriya’nın (s.a.a) “evladım” ve “cennet gençlerinin efendisi” dediği Hz. Hüseyin (a.s) ve ashabının, ümmetin sahabe ve tabiinlerince katledilmesi dahi cebri anlayışa bağlanmakta ve Allah’ın böyle istediği yalanı ile insanlar kandırılıyordu! Cebri görüş, şu anda Ehlisünnet'in iki itikadi mezhebi olan Eşari ve Maturidi ekolünde de görülmektedir)

“Sahabenin tamamının adil olduğu” görüşünün dönemin hakim gücü tarafından ortaya atılıp yaygınlaştırılmasının bir diğer nedeni de Ehlibeyt’in önünün kesilmesi ve halka öz Muhammedi İslam’ın ulaştırılmamasıdır. Bunun için bazı bidatçiler bu görüşü ortaya atıp, İslam ümmeti arasında yaymayı üstlendiler. Bunu, Kur'an-ı Kerim’in kendilerinden her türlü çirkinliği uzak tutup, tertemiz kılarak masum olduklarını bildirdiği Ehlibeyt’in konum ve makamına gölge düşürebilmek için gerekçe bildiler.

Kaynakça

  1. Ferheng Ebcedi, s. 544.
  2. Bu tanımlar için Bkz. İbn-i Hacer-i Askalani, el-İsabet, c. 1, s. 7-9.
  3. İbn-i Hacer-i Askalani, el-İsabet, c. 1, s. 158.
  4. Eş-Şehid-i Sani, er-Riayet fi İlmi’d-Dirayet, s. 339.
  5. Bkz. İbn-i Hacer-i Askalani, el-İsabet, c. 1, s. 159.
  6. Eş-Şehid-i Sani, er-Riayet fi İlmi’d-Dirayet, s. 342, 343.
  7. Eş-Şehid-i Sani, er-Riayet fi İlmi’d-Dirayet, s. 345.
  8. Şahabi, Edvar-ı Fıkıh, c. 1, s. 392.
  9. Şahabi, Edvar-ı Fıkıh, c. 1, s. 393.
  10. Bkz. İbn-i Hacer-i Askalani, el-İsabet, c. 3, s. 243.
  11. Şahabi, Edvar-ı Fıkıh, c. 1, s. 393.
  12. İbn-i Hacer-i Askalani, el-İsabet, c. 1, s. 162.
  13. El-Emin, el-İsabet, c. 1, s. 162.
  14. İbn-i Ebi’l Hadid, c. 1, s. 9.
  15. İbn-i Hacer-i Askalani, el-İsabet, c. 1, s. 162.
  16. Bkz. Enfal Suresi, ayet. 49.
  17. El-Mizan, c. 9, s. 374, 375.
  18. İbn-i Hacer-i Askalani, el-İsabet, c. 1, s. 162.
  19. El-Emin, A’yanu’ş-Şia, c. 1, s. 114.
  20. Eş-Şehid-i Sani, er-Riayet fi İlmi’d-Dirayet, s. 343; El-Emin, A’yanu’ş-Şia, c. 1, s. 113.
  21. El-Emin, A’yanu’ş-Şia, c. 1, s. 113.
  22. El-Emin, A’yanu’ş-Şia, c. 1, s. 114.
  23. El-Emin, A’yanu’ş-Şia, c. 1, s. 114.
  24. Eş-Şehid-i Sani, er-Riayet fi İlmi’d-Dirayet, s. 344.

Bibliyografi

  • İbn-i Ebi’l Hadid, Abdulhamid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, Muhammed Ebu’l Fazl İbrahim, Kahire, m. 1964.
  • el-Emin, es-Seyyid Muhsin, A’yanu’ş-Şia, tahkik ve tahriç, Hasan el-Emin, Beyrut, Daru Taarif.
  • İbn-i Hacer, el-İsabet, tahkik, Adil Ahmed Abdulmevcud, Ali Muhammed Muaavvez, Beyrut, Daru’l Kutubu’l İlmiye, 1415 h.k.
  • Eş-Şehid Sani, er-Riayet fi İlmi’d-Dirayet, tahkik, Abdulhüseyin Muhammed Ali Bekkal, Kum, Ayetullah Necefi Mer’eşi kütüphanesi, 1408 h.k.
  • Şehabi, Mahmud, Edvar-ı Fıkıh, Tahran, Vezaret-i Ferheng ve İrşad-ı İslami, 1366 h.ş.
  • el-Hamidi, Muhammed b. Fetuh, el-Cem Beyne’s-Sahiheyn el-Buhari ve Müslim, tahkik, Ali Hüseyin el-Bevab, Beyrut, Daru İbn-i Hazm, m. 1998.
  • el-Cevheri, İsmail b. Hammad, es-Sihah Tacu’l-Lügat ve Sihahu’l Arabiye, tahkik, Ahmed Abdulgafur Attar, Beyrut, Daru’l İlm lil-Melayin, Tahran ofset baskısı, İntişarat-ı Emiri, 1368 h.ş.
  • et-Tabatabai, es-Seyyid Muhammed Hüseyin, el-Mizan fi Tefsiri’l Kur’an, Kum, Camiu’l Müderrisin.
  • Ma’luf, Levis, el-Muncid fi’l-Lügat ve İ’lam, tercüme, Muhammed Bendrergiri, Tahran, İntişarat-ı İslami, 1387 h.ş.
  • Hidayet Penah, Muhammed Rıza, Danış-ı Sahabe Negari der Danışgah-ı Sire-i Nebevi (s.a.a), c. 1, Kum, Pejuheşgah-ı Havza ve Danışgah, 1389 h.ş.
  • Yakub, Ahmed Hüseyin, Nazariyeyi Adalet-i Sahabe ve Rehberiyi Siyasi der İslam, Tercüme, Müslim Sahabi, Tahran, Sazman-ı Tebligat-ı İslami, 1372 h.ş.
  • Bostani, Fuad Efrad, Ferheng Ebcedi, İntişarat-ı İslami, Tahran, 1375 h.ş.