Reenkarnasyon

Öncelik: c, kalite: c
linksiz
kategorisiz
kaynaksız
wikishia sitesinden
(Reenkarnasyon (tenasüh) sayfasından yönlendirildi)

Reenkarnasyon veya Tenasüh (Arapça: التناسخ) Türkçe’de ruh göçü, yeniden doğuş ve Batı dillerinden geçen “reenkarnasyon” terimleriyle ifade edilir. Kelam, felsefe ve irfan ilminde bir terim olan tenasüh, ölümünden sonra ruhun bir bedenden başka bir bedene geçmesi ve dünyaya yeniden geri dönmesi anlamındadır. Tenasühe inananlar arasındaki tek ortak nokta, ruhun bir cisimden başka bir cisme geçmesidir ama illeti, türü ve sonunun nereye varacağı konularında ortak bir inanca sahip değillerdir.

Öyle anlaşılıyor ki tenasüh inancının kökleri Hint yarımadasına dayanmaktadır. Oradan da başka kültürlere sıçramıştır. Bu düşüncenin semavi dinlerle bir uyumu yoktur ve yanlış olduğuna dair çeşitli delil ve kanıtlar ileri sürülmüştür.

Etimoloji

Sözlük Anlamı

Sözlükte “gidermek ve bir şeyi silip yok etmek” anlamındaki “nesh” (نَسَخَ) kökünden türeyen “tenasüh” “bir şeyi olduğu gibi başka bir yere nakletmek veya kopyalamak; bir şeyi iptal ederek, başka bir şeyi onun yerine koymak” gibi manalarına gelir. «نَسَخت الشمسُ الظلَّ» (güneş gölgenin yerine geçti) gibi.

Terim Anlamı

Fıkıh teriminde “nesh” şeriatta bir hükmün başka bir hüküm aracılığı ile bertaraf edilmesi ve ikinci hükmün birinci hükmün yerine geçmesi anlamındadır.

Terim olarak, insan öldüğünde ruhun ahiret âlemine intikal etmesi yerine, yeniden bu dünyaya geri gelerek maddi yaşamına devam etmesi için başka bir bedene ihtiyaç duymasıdır. Bu yeni beden, bazen bitki, bazen hayvan ve bazen de insandır.

İnsan ruhunun ölümsüzlüğü ve ölümden sonra bu dünyada veya başka bir âlemde varlığını tekrar sürdüreceği inancına, geçmişte ve günümüzde birçok kültürde rastlanmaktadır. Bu manada tenasüh öğretisi, ölümsüzlükle ilgili inançların bir türü olarak görülebilir. Ölümün hemen ardından veya bir süre sonra ruhun yeniden yeryüzüne dönerek farklı bedenlerde varlığını sürdürmesi inancını ifade etmek için çeşitli terimler kullanılmıştır. Latince “renovatio” (yeniden doğuş), “reincarni” (yeniden bedene bürünme), “transmigrare” (ruh göçü); Grekçe “metapsychosis” (yeniden canlanma), “paligenesis” (yeniden yaratılma), “metasomatosis” (yeniden bedenlenme), “metaggismos” (yeniden cisimlenme); Süryanice “taspikha” (yeniden cisimlenme) ve İbranice “gilgul ha-nefeş/neşamot” (ruhun yeniden bedene bürünmesi) bunlar arasında sayılabilir.

Tenasühe İnancın Yaygın Olmasının Nedeni

Ruhun bir bedenden başka bir bedene geçme inancı, ister ruhu soyut ve mücerret bilenler ve ister maddi ve somut bilenler olsun, beşer tarihinde çok eskilere dayanmaktadır. Tenasühü, mitolojiden halk masallarına, dinî kitaplardan edebiyat ve şiire, efsanelerden teorik bilimlere kadar her yerde görmek mümkündür.

Genellikle Mead inancının çözümleme ve analizini yapamayanlar bu teoriye sığınmıştır. Onlara göre tenasüh, azap ve mükâfatlandırma konusunda adalet ilkesini sağlamaktadır. Örneğin; eğer kişi ömrünün başından beri dürüst ve namuslu olarak kalmışsa, yeniden bu dünyaya gelir ve müreffeh içinde dert ve üzüntülerden uzak (mükâfat olarak) bir yaşama başlar. Buna karşın önceki hayatında zalim ve zorba bir yaşam sürmüşse, azap için daha kötü ve aşağı bir yaşamla geri döner. Sonuçta, bugün eğer bazı insanları müreffeh içinde ve bazılarını ise, aç, yalın ayak veya hasta olarak görüyorsak, bu onların bir önceki yaşamlarının sonucundan kaynaklanmaktadır. Bunda asla ister birey bazında olsun, isterse toplumsal bazda olsun kimsenin bir suçu ve kusuru yoktur.

Reenkarnasyona bu şekilde bir inanç, felsefi ve akli açıdan doğru olmadığı gibi, aynı zamanda sosyal açıdan da çok yanlış sonuçlar doğurmuş ve bazı kötü niyetlilerin elinde bir kaldıraç görevi görmüştür. Kötü niyetli insanlar, müreffeh içinde yaşamalarını bir önceki yaşamlarındaki dürüstlüklerine; zayıf, ezilmiş ve hor görülmüş insanların ise, bir önceki yaşamlarındaki hata, çirkinlik ve kabahatlerinden dolayı olduğunu ileri sürebilir. Bu şekilde yaptığı zulümler ve zorbalıklarının üstünü örtebilir ve mazlum ve mustazafların seslerini bu şekilde bastırabilir.

Belki de sırf bu yüzden, sınıf farkının çok yüksek derecede görüldüğü Hindistan gibi topraklarda reenkarnasyon gelişmiştir. Reenkarnasyona inancın bir başka nedeni ise, insan kimliğinin bu dünyayla sınırlı olduğuna inananların bu şekilde ölüme galebe çalacakları ve ebedîliğe olan eğilimleri ve bilhassa liderlerinin ölümlerinin telafisine yönelik eğilimi olan fırkalarda ve ayrıca insan ve hayvanların şer ve kötülükleri de bu düşünceye inanmaya sebep olmuştur.[1]

Tenasüh, Hint dinî düşüncesinde sonsuz ölüm ve yeniden doğuş zincirini ifade eden “samsara” terimiyle karşılanır. Ancak “karma öğretisi” (yeniden doğuşu belirleyen sebep-sonuç yasası) gibi Carvaka mezhebi dışında tüm Hint dinî ve felsefî mekteplerince kabul edilen samsara anlayışı Vedalar’da mevcut değildir. Vedalar’a göre ölümle birlikte bedenden ayrılan ölümsüz ruh, yeryüzünde yeniden bedenleşerek varlığını sürdürmez. Onun ölümün ardından yolculuğu, ya iyilikler diyarı Svarga’ya ya da işkence ve eziyet diyarı Narakaloka’yadır. Buna göre ruhlar, her ikisi de ezelî mahiyetteki bu âlemlerde dünyada yaptıkları iyilik veya kötülüklere bağlı şekilde ya mutlu bir hayat sürecek ya da eziyet çekecektir. Ruhun ölümden sonraki kaderiyle ilgili bu anlayışın Upanişatlar ve Brahmanlar ile birlikte samsara anlayışına dönüştüğü söylenebilir.

Tenasühün Çeşitleri

Mülki Tenasüh

Felsefe teriminde, insan nefsinin bedenle ruh arasında var olan sevgi ve bağa atıfla bunun ortadan kalkması ve birinci ölümle birlikte, hiç durmaksızın ve zaman geçmeden başka bir bedene geçer.[2]

Nüzulü Tenasüh

Tam ve kâmil olmayan ruhun daha düşük bir yere intikal etmesidir. Ruhun başka bir insana ya hayvana veya bitkiye ya da cansız bir nesneye intikal etmesi gibi. Tenasühün bu bölümü “nesh” (نَسخ), “mesh” (مَسخ), “resh” (رَسخ) ve “fesh” (فَسخ) olmak üzere dört kısma ayrılır.[3]-[4]

Nesh: insan ruhunun başka bir insana intikal etmesi

Mesh: insan ruhunun hayvana intikal etmesi

Resh: insan ruhunun bitkiye intikal etmesi

Fesh: insan ruhunun cansız bir nesneye intikal etmesi.

Kur’an-ı Kerim’in bazı ayetleri bir çeşit “mesh”e işaret etmiştir. Bazı ayetlerde bir grup Yahudi’nin ilahî emirlere uymadıkları gerekçesi ile maymunlara dönüştürüldüğüne değinilmiştir:

“İçinizden Cumartesi günü azgınlık edip de, bu yüzden kendilerine: “Aşağılık maymunlar olun!” dediklerimizi elbette bilmektesiniz.” (Bakara, 65); “Kibirlenip de kendilerine yasak edilen şeylerden vazgeçmeyince onlara: “Aşağılık maymunlar olun!” dedik.” (A’raf, 166) Elbette bazılarının maymuna dönüştürülmesi ile yazımızdaki “mesh” arasında farklar mevcuttur. Kur’an’daki ‘mesh’te ruh başka bir bedene intikal etmemektedir. Bilakis kişinin bedeni değişikliğe uğramakta ve bir hayvan şekline dönüşmektedir. Ruh kendi halinde bakidir.

Yukarı Eğilimli Tenasüh

Su’udi Tenasüh veya yukarı eğilimli tenasühten maksat, düşük ve aşağı derecedeki ruhun yüksek derecedeki bedenlere intikalidir. Ruh, bitkisel cisimden hayvana intikal eder; ardından bir sonraki aşamada insan bedenine ve ardından bir sonraki aşamada insan bedeninden yüce ruhani bir dereceye veya bazılarının dediği gibi melek veya astronomik cisimlere intikal eder.[5]

Melekuti Tenasüh

Ahlak kurallarına uyarak dünyada kazandığı değerlerle uyumlu olarak dünyevi bedenden, uhrevi bir bedene geçiştir. Reenkarnasyonun bu kısmı, felsefi açıdan mümkün olması bir yana gerçekleşmiştir de (Öldükten sonra bu dünyadan berzah aleminde yeniden dirilerek misali vücuda geçmek). Bu konu dini tabirle “Tecessüm-ü Amal” (amellerin cisimleşmesi) diye ifade edilmektedir.[6] İleri de değineceğimiz konu mülki tenasühtür; yoksa melekûtu tenasühü Müslüman bazı hekim ve filozoflar da kabul etmektedir.

Görüş Ayrılıkları

Reenkarnasyona inananlar arasındaki tek ortak nokta, ruhun bir bedenden başka bir bedene göç etmesidir; ancak bunun sebebi, türü ve tenasühün sonunun nereye varacağı konularında ortak bir görüşe sahip değillerdir. Bazıları yalnızca insan ruhunun başka bir insan bedenine intikal edeceğini, bazıları da insan ruhunun hayvan bedenine göç edeceğini ileri sürmüştür. Bazıları ise, bitkiye ve objelere bile intikal edilebileceğine inanmaktadır.[7]

Ruhun seyri yönü hakkında da farklı inançlar söz konusudur: Bazıları ruhun yalnızca yukarı yönlü göçünü kabul etmekte ve bazıları ise, yalnızca aşağı yönlü göçünü kabul etmektedir.

Bazıları ruhun her daim bir bedenden başka bir bedene geçtiğini ve bu göçlerin hiçbir zaman sona ermediğine inanmaktadır. Dolayısıyla cennet ve cehennem bu dünyadadır. Cennet, güzel yüzler ve dünyevi lezzetlerdir; hasta yüzler, sakat yüzler, çirkin hayvanların yüzleri gibi çirkin yüzler ve dünyevi acılar ise, cehennemdir.[8]

Bazıları ise, bu seyrin sona ereceğine inanmaktadır[9]. Reenkarnasyona inanan filozoflar, ruh veya nefs, ölümden sonra tam ve kesin olarak soyutluğa (mücerrede) ulaşmamışsa ve maddi dünyadan bağlantısını kesin olarak kesmeyi başaramamışsa, zorunlu olarak soyutluk oluşana kadar cesette kalacağı görüşündedir.

Tenasüh ve Ricat Arasındaki Fark

Tenasüh, ruhun ölümden sonra başka bir bedene yeniden dönmesidir. Ricat ise, ruhun ölümden önce içinde bulunduğu bedene geri dönüşüdür. Örneğin 50 yaşında ölmüşse, yine 50 yaşındaki o bedene döner ve eğer bedenin bileşenleri dağılmışsa, yeniden ruhu kaldırabilecek kabiliyete döner. Nitekim Hz. Uzeyir (a.s) hikayesini Kur’an şu şekilde dile getirmiştir:

“Yahut görmedin mi o kimseyi ki, evlerinin duvarları çatıları üzerine çökmüş (alt üst olmuş) bir kasabaya uğradı; «Ölümünden sonra Allah bunları nasıl diriltir acaba!» dedi. Bunun üzerine Allah onu öldürüp yüz sene bıraktı; sonra tekrar diriltti. “Ne kadar kaldın?” dedi. «Bir gün yahut daha az» dedi. Allah ona: “Hayır, yüz sene kaldın. Yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamıştır. Eşeğine de bak. Seni insanlara bir ibret kılalım diye (yüz sene ölü tuttuk, sonra tekrar dirilttik). Şimdi sen kemiklere bak, onları nasıl düzenliyor, sonra ona nasıl et giydiriyoruz”, dedi. Durum kendisince anlaşılınca: “Şimdi iyice biliyorum ki, Allah her şeye kadirdir”, dedi.” (Bakara, 259)

Tenasüh ve Dinî İnançlar

Tenasühün, semavi dinlerin inancıyla bilhassa mead ile uyumu yoktur. Kur’an ayetleri ve Mead’la ilgili hadislerde insan ölümden sonra dünya ve kıyamet arasında yer alan ve insanların hesaba çekileceği ve cennet veya cehenneme gitmeye hak kazanacakları kıyamet gününe kadar kalacakları berzah âlemine intikal eder.

“Nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında: «Rabbim!” der, beni geri gönder;» «Ta ki boşa geçirdiğim dünyada iyi iş (ve hareketler) yapayım.» Hayır! Bu onun ağzından çıkan (boş) bir laftan ibarettir. Onların gerisinde ise, yeniden dirilecekleri güne kadar (süren) bir berzah vardır.” (Mü'minun, 99-100)

Tüm Müslümanlar, reenkarnasyonun dinin zaruretlerinden olan Mead inancına aykırı olduğundan ve yine Kur’an ayetlerine ve hadislere aykırılığından dolayı, bu düşünceye inananların kâfir olduğunu ileri sürmektedirler. “Her kim tenasühe yakınlaşırsa, kâfir olur” hadisi şerifi de meşhur hadislerdendir. Yine İmam Mehdi’den (a.f) nakledilen tevkide reenkarnasyona inanan ve guluvlardan olan (aşırıya kaçanlardan) Muhammed b. Nusayri Numeyri’den İmam Mehdi’nin (a.f) beri ve uzak olduğu belirtilmiştir.[10] İnanan ya da itham edilen ravilerin tezyif edilmesi de bu düşüncenin Şia nezdinde batıl olduğunu göstermektedir.[11] Bu konuya önem verilmesinin bir başka nedeni de reenkarnasyona inananların önemli bir bölümü (Müslümanlar arasında) Şia’nın gulat (batıl inanç sahibi aşırıya kaçanlar) kolundan dolayıdır. Sırf bu gulat ehlinden dolayı (ki Şia’nın kâfir bildiği ve reddettiği bir akımdır) Şia’ya da reenkarnasyon nispeti vermişlerdir.[12]

Sünniler de reenkarnasyona inananların kâfir olacaklarını ileri sürmüşlerdir.[13] Reenkarnasyon taraftarlarının ileri sürdükleri ayet ve hadisleri de reddetmişlerdir.,[14] Hadislerde bilhassa cehennem ve uhrevi ateşi inkâr faktöründen dolayı, reenkarnasyona inananların kâfirliğine tekit edilmiştir.,[15]

Tenasühe inanç, İslam tarihi boyunca çok sayıda başka inançlarla karışmıştır. Genellikle her şeyin mubah bilinmesi ve vaciplerin yerine getirilmesinin gerekli olmadığı düşüncesini de tenasüh inançlarına eklemişlerdir. Muhtemelen bu, imamı hakkıyla tanıma durumunda teklif ve sorumlulukların kaldırılacağı düşüncesinde olan gulat inançlarından kaynaklanmıştır. Tıpkı bazı Şii rivayetlere göre, tenasühe inanlar müşebbeye de (Allah’ı teşbih edenlere) yakınlaşmaktadırlar. Şöyle ki Allah’ı bir insan gibi, örneğin imamlar gibi algılamaktadırlar.,[16] Edvar ve ekvara inanç, bilhassa sonraki dönemlerde, genellikle tenasühle ilintili sayılmıştır. Nitekim İsmailiyye’ye –ki devr ve kevr’den bahsetmektedirler- tenasüh nispeti verilmiştir.,[17]

Tenasüh İnancın Tarihçesi

İslam’dan Önceki Dönemler

Tenasüh farklı kaynaklar yoluyla İslam topraklarına girmiştir. Genellikle Hindistan ve Antik Yunan bunların en önemlileridir. Buda inancı başta olmak üzere, Hindi inançlarında, eski zamanlardan beri reenkarnasyon yaygın bir şekilde vardı. Reenkarnasyonu, Yahudilerdeki Cumartesi günüyle, Hristiyanlıktaki teslis inancıyla ve İslam’daki tevhitle kıyaslayan Ebu Reyhan-ı Biruni, reenkarnasyonu Hinduların alamet ve özelliklerinden saymaktadır.[18] Bu da Müslümanların reenkarnasyonu bildiklerini ortaya koymaktadır.

Antik Yunanlılar da reenkarnasyonu bilmekte ve bu inancı Mısırlılara atfetmekteydiler. Eflatun (Platon) da reenkarnasyonu gündeme getirmiştir.[19]-[20] Bu gelenek Platon’dan, Neoplatonists ve Gnostic’lere geçmiştir. Mani dini gibi –muhtemelen Hint dinlerinin etkisi altında kalmışlardır- Gnostic fırkaları bir şekilde tenasühe inanmaktaydılar.[21] Yunanlıların felsefi eserlerinin tercüme edilmesi ile Abbasiler zamanında Mani dini yaygınlık kazanmış ve tenasüh, İslam dünyasına girmiştir.

Bunlara ek olarak İbrahimi dinlerde görülen “mesh” inancına da değinmek gerekir. Muhtemelen Cahiliyet dönemindeki bazı Araplar “mesh” kelimesinden tenasühü anlamaktaydılar.[22] Arapların inançları hakkında söylendiğine göre, yılanları mesh edilmiş cinler olarak bilmekteydiler.[23] İnsan bedenine tenasüh inancını da Cahiliyet Araplarına nispet vermişlerdir.[24]

İslam Döneminde

Tüm Müslümanlar, reenkarnasyona inanmanın kişinin İslam dairesinden çıkmasına neden olacağına inanmaktadırlar. Ancak bazıları Müslüman olmalarına ragmen, aynı zamanda reenkarnasyona da inanmaktadırlar. Bu Müslüman gruplar şunlardan ibarettir:

Gulat

Gulat (aşırıya kaçanlar), reenkarnasyona daha çok özel anlamı olan ilahî ruhun imamlara intikal ettiği anlamında inanmaktadır. Nitekim Keysaniye veya Muhtariye (Muhtar Sakafi’nin takipçileri) Allah ruhunun Hz. Peygamber Efendimize (s.a.a) hulul ettiğine ve ondan da Hz. Ali’ye, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e (a.s) göçtüğüne ve sonra İmam Ali’nin oğlu Muhammed b. Hanefiye’ye intikal ettiğine inanmaktadırlar.

Bunlardan dallanmış Harisiye, Harbiye ve Beyaniye gibi fırkalar ve ayrıca Hattabiye, Ravendiye, Cenahiye, Muhammese ve Alebaiyye gibi gulat fırkaları da ilahî ruhun kendi imamlarına intikal ettiğine inanmaktaydılar.[25]

Bu fırkaların nezdinde reenkarnasyon hulule yakındır ve bu ikisinin ayrıştırılması zordur. Nitekim İmam Ali’nin (a.s) ulûhiyetine inandıkları söylenen Abdullah İbn-i Sebe takipçileri gibi, Hululiyye’nin farklı fırkalarına da tenasüh nispeti verilmiştir.[26] Yine en eski milel ve nihel kitaplarından biri olan “et-Tenbih ve’r-Reddu ale Ehli’l Ehvai ve’l Beda” yazarı Ebu’l Hasan Malati, tenasühe inananların Hululiyye fırkasından olduklarını ileri sürmüştür.[27] Abdulkahir Bağdadi (ö. 429) Hululiyye fırkasını, tenasühe inananların zümresinden saymıştır.[28]

Elbette Gulat inançları arasında ilahî ruhun tenasühüne ilave olarak, insanlar arasında ruhun tenasühüne inanç da görülmüştür.[29]

Bazı Mutezilelerde

Gulat dışında, Mutezilelelerin teorisyenlerinden olmayan bazılarının tenasühe inandıkları söylenmiştir. Ahmed b. Habit (ö. 232), Ahmed b. Eyyub b. Banuş (Manuş), Fazıl Hadesi (Nazzam’ın öğrencilerindendir) ve yine Ahmed b. Habiz’e nispet verilen Himariye fırkası[30], Abdulkahir Bağdadi[31] ve bunun sonucunda Ebu’l Muzaffer İsferayani[32], ünlü zındık İbn-i Ebi’l Avca’nın da tenasühe inanan Mutezilelerden olduğu zikredilmiştir.

Nusayriye ve Dürziye

Nusayri ve Dürziler de (İslam’ın ilk çağlarında ortaya çıkan Şia’ya nispet verilen iki fırkadır) reenkarnasyona inanmaktadırlar. Dürziler, nefsin ölümden sonra başka bir bedene göç edeceğine inanmaktadırlar. Zira beden, nefis için bir gömlekten (kamisten) başka bir şey değildir. Dürziler, insan nefsinin hayvan bedenine intikalini kabul etmemektedirler.[33]

Nusayriler, tenasühü Allah’a –ki Onu mana olarak adlandırmaktadırlar- ezelden isyan ederek, ayaklanmış ruhların cezalandırılması için Allah’ın yeryüzüne göndererek ruhlarını maddi bedenlerde esir etmesi olarak açıklamışlardır; her kim manayı tanırsa, tenasühten kurtulabilir; kendi bedenini terk edebilir ve yıldıza dönüşür ve böylelikle göklere ve kendi amacına geri döner.[34]

Ehli Hak

Ehli hak, diğer tenasühe inananlar gibi, ölümü yaşamın kesin sonu ve ruhun bu âlemden kesilmesi ve başka bir âleme geçmesi olarak bilmemektedirler. Her yaşamın başlangıcı ölüme gitmek ve her ölüm yeni bir yaşamın başlangıcıdır.[35] Ancak yaşam ve art arda ölümler insanın kurtulması içindir.[36] Her kes elli yıllık bir bedene “don be don”a (dondan dona geçmeye) dünyada geçmelidir. Bu süre zarfında temizlenirse, hakka mülhak olur; temizlenmez ise, başka donları yeniden geçirmelidir.[37]

Yine denilmiştir ki ameli doğru olmayan ve hakikat kurallarına göre amel etmeyen kişi, bir sonraki yaşamında pis bir hayvana dönüşecek ve cehennemi görecektir.[38]
Bazı Ehli Hak mensupları, “don be don” (dondan dona) inancının, Hinduların reenkarnasyon inancından farklı olduğunu ortaya koymaya çalışmış ve demişlerdir ki reenkarnasyon sonsuzdur, ama “don be don”un bir sonu vardır ve ardından ruh hesaba çekilmek için sonraki âleme göçecektir. Lakin reenkarnasyonda has bir sayı veya sonunun geleceği şart koşulmamıştır ve “don be don” da bir çeşit reenkarnasyondur.

Bazı Araplarda

Arap hegemonyasına karşı etnik isyanların başlaması ve Arap isyancıların Emevi ve Abbasi hükümdarlarına karşı ayaklanması reenkarnasyona inancın yaygınlık kazanmasına neden olmuştur. Ebu Müslim Horasani, Mukanne’ ve Babek Hurremeddin'in takipçileri ve yine birçok isyancı gulat fırkalarının reenkarnasyona inandıkları söylenmiştir.[39] Öyle anlaşılıyor ki isyan liderliğinin devamının sağlanması için ayaklanmada liderlik için bir çeşit ihtişamlı ilahın varlığının olması zorunludur. Bu üstün unsurun, liderin ölümü ile bir sonraki lidere geçmesi gerekir. Gulatların lider ve imamda varsaydıkları ilahî ruh, bilhassa Muhammed b. Hanefiyye’nin ölümünden sonra ortaya çıkan fırkalar arasında ortaya çıkmıştır ve aralarındaki en önemli anlaşmazlık ilahî ruhun intikal ettiği kişinin tayini konusunda görülmekteydi. Nitekim Babek de Hurremeddinlerin dinî ve siyasi liderinin ölümsüz ruhunun ona göçtüğünü iddia etmiştir.[40]

Şuubiyye’den Bazıları

Son dönem Şuubiye’de görülen tenasüh inancının da bundan kaynaklı olduğunu söylemek mümkündür.[41] Son dönemlerde, sahte ve eklektik fırkalar genellikle tenasühe inanmaktadırlar. Yezidiler, Azer Keyvaniler, Noktaviler, Pesihaniler gibi.[42]

Mülki Tenasühün Reddine Kanıtlar

Önceden de belirtildiği gibi, tenasüh “mülki” ve “melekûtu” olmak üzere ikiye ayrılır. Melekûtu tenasüh batıl değildir (ölümden sonra berzah aleminde gerçekleşir), ayet ve hadislerde buna güçlü deliller vardır. Ancak konumuz olan ve insanların tenasühten kastettikleri tenasüh, mülki tenasühtür. Bu tenasühün güçlü bir delili olmamasının yanı sıra, birçok akli istidlal ve delil ile çürütülmekte ve yine çok sayıda ayet ve hadislerle reddedilmiştir.

Ayetler ve Hadisler

Kur’an-ı Kerim ayetlerinde açık ve net ifadelerle ruhun dünyaya geri dönüşü reddedilmektedir. Bunun yanı sıra bazı kişilerin ricatı ile tenasüh arasında temelden farklar vardır.

“Nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında: «Rabbim! der, beni geri gönder;» «Ta ki boşa geçirdiğim dünyada iyi iş (ve hareketler) yapayım.» Hayır! Bu onun ağzından çıkan (boş) bir laftan ibarettir. Onların gerisinde ise, yeniden dirilecekleri güne kadar (süren) bir berzah vardır.” (Muminun, 99-100)

Başka bir ayette Allah-u Teâlâ, kâfirlerin azaptan kurtulmak için kıyamet günündeki sızlanma ve ahlarından haber vermektedir: “Onlar: Rabbimiz, bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de günahlarımızı itiraf ettik. Bir daha (bu ateşten) çıkmaya yol var mıdır? derler.” (Mü'min, 11)

Bu ayette yalnızca iki kere dirilmekten bahsedilmiştir; bir kere dünyada ve bir kere de kıyamette.

Hadislerde de reenkarnasyon inancının batıl olduğu vurgulanmıştır. İmam Rıza (aleyhisselam) şöyle buyurmuştur: “Her kim tenasühe inanırsa, yüce Allah’a kâfir olur ve cennet ve cehennemi yalanlamış olur.”[43] (مَنْ قَالَ بِالتَّنَاسُخِ فَهُوَ کافِرٌ بِاللَّهِ الْعَظِیمِ مُکذِّبٌ بِالْجَنَّةِ وَ النَّارِ) İmam Sadık (a.s) tenasüh inancı hakkındaki soruya şöyle cevap vermiştir: “Tenasühe inananlar din yolunu terk etmiş ve sapkınlıklarla nefislerini ziynetlendirmişlerdir.”[44] (إِنَّ أَصْحَابَ التَّنَاسُخِ قَدْ خَلَّفُوا وَرَاءَهُمْ مِنْهَاجَ الدِّینِ وَ زَینُوا لِأَنْفُسِهِمُ الضَّلَالاتِ)

Akli Deliller

Burada birkaç sade akli delili açıklayacak ve tenasühün batıl olduğunu ortaya koyacağız. Felsefi ve irfani açıdan tenasühün batıl olduğunu başka bir yazımızda ele alacağız.

Ana Madde: Felsefe ve İrfanda Tenasüh

Birinci Delil: İki Nefsin Bir Bedenle Taalluk ve Bağı

1. Gerekçe: Bitkiler, hayvanlar ve insanlar cisim ve nefse sahiptir;

2. Gerekçe: Nefsi olan cisimler, ruh ve nefsi kabul etme aşamasına geldiklerinde, o ruh Allah tarafından onlara verilir.

3. Gerekçe: Her beden ve cismin kendisine özgü bir nefsi (ruhu) vardır ve nefs ruhsuz olamaz (onsuz yaşayamaz);

4. Gerekçe: Tenasüh sürecinde, nefsin göç (tenasüh) etmek istediği bedenin -önceki gerekçe gereği- kendisi zaten bir nefse sahiptir ve yeni bir ruh ve nefis ona geçmek istemektedir;

5. Gerekçe: Nefsin özelliği, bedenin işlerini düzenlemek, tertiplemek, onun ihtiyaçlarını gidermek ve ona gerekli komutları vermektir;

Sonuç: Eğer reenkarnasyon doğruysa ve gerçekleşirse, bunun anlamı bir bedenin iki ruh ve nefse sahip olmasıdır. Öte yandan her nefsin kendine has fonksiyon ve yönetimi olduğundan, bir bedende iki ruhun olması mümkün değildir. Zira her biri (nefis) komut vermek istediğinde, uyumsuzluk ve düzensizlik ortaya çıkar ve sonuçta bu insanın yok olmasına neden olur. Buna ek olarak, bir bedende iki nefsin olmadığını herkes kendi içinde bilmekte ve bir nefisten (ruhtan) başka bir nefsinin olmadığının farkındadır.[45]-[46]

İkinci Delil: Nefis ve Beden Arasındaki Uyumsuzluk

1. Gerekçe: Beden ile ruhun bileşimi, hakiki ve gerçek bir bileşimdir. Bu bileşim, sahte, uydurma ve kimyasal ve sanayi bileşim türünden değildir;

2. Gerekçe: Bileşenler arasındaki terkip hakiki bir bileşim olursa, bu, bileşenler arasında bir çeşit birliktelik ve bağlantı oluşturur;

3. Gerekçe: Bileşenler arasındaki birlikteliğin neticesi demek, insan nefsinin beden gelişimi ile orantılı ve uyumlu bir şekilde ilerlemesi demektir;

4. Gerekçe: Bedenin tekâmülü ile oluşan birliktelik ve entegrasyon neticesinde, nefsin zamanla cenin halinden olgun insana dönüşmesine ve hepten tekâmül bulmasına neden olur;

Sonuç olarak tenasüh varsayımında, tekâmül bulmuş bedenin, kemaller elde etmiş bir nefisle birlikteliği oluşacak ve bu durumda, onlar arasında entegrasyon, uyum ve birliktelik oluşmayacaktır. Her biri diğerini kenara itecek ve sonuçta, nefis ve beden arasında entegrasyon oluşmayacak ve nefis, kendisi olgunlaşmış bir bedende hiçbir şey yapamayacaktır.[47]

Üçüncü Delil: Eşitliğin Gerekliliği

Eğer tenasüh doğru olursa, canlı varlıkların sayısının her zaman eşit olması gerekir ki bir bedenin ortadan kaybolması ile anında ruh başka bir bedene geçebilsin. Çünkü bedensiz ruh, hatta reenkarnasyona inananların yanında bile mümkün değildir. Bu durumda canlı varlıkların sayısının her zaman eşit olması gerekir. Canlı varlıkların sayısının eşit olmadığı açıktır. Buna ek olarak, ilk ruhların nasıl oluştuğu, aralarındaki farklar, zorluklar ve kolaylıkların nasıl çözümleneceği bir muammadır.

Dördüncü Delil: Bazı Kişilerde Tenasühün Cari Olmasının İmkânsızlığı

Eğer herkesin fiili durumu geçmişte yaptıklarının ürünü ise ve insanlar yaptıklarının karşılığı olarak ya üst ya da alt derecelere gidiyorlarsa, hayrın en yüce derecesi ile şerrin (kötülüğün) en alt derecesinde sorun ortaya çıkar. Bu da yukarı çıkma veya aşağı inme durumunu ortadan kaldırır. Yani eğer hayrın en yüce derecesinde olan peygamberler veya melekler bir sevap ve iyilik yaparlarsa, onun karşılığını almaları için ondan daha yüce bir derece yoktur. Eğer kötülük ve şerrin en aşağı derecesinde bir günah ve suç işlenirse, bu durumda da yaptıkları suçun cezasını çekmeleri için ondan daha aşağı bir derece olmayacaktır.[48]

Beşinci Delil: Tenasüh Hikmetinin Doğru Olmaması

Reenkarnasyona inananların delillerinden birisi, neden ve illetini bilmedikleri acıların açıklanması ve o günahların gerekçelendirilmesi için önceki yaşamlarını ortaya atmaktaydılar. Ancak dünya yaşantısının felsefesi, ilahî sınamalar ve yine bazı acı ve dertlerin nefsani kemallere ulaşmak ve gelecekteki sevapların gerekçesi olduğundan, onların delillerinin temel ve dayanağını boşa çıkarmaktadır. Dolayısıyla eğer tüm acı ve trajediler kişinin geçmişte yaptığı kötü işlerden kaynaklanıyorsa, o zaman tüm trajedi ve acılara uğramış kişileri kınamamız ve aşağılamamız gerekir. Hâlbuki çocukların ve hayvanların aşağılanması, makul bir şey değildir. Masum ilahî peygamberler gibi birçok kişinin acı ve sıkıntısı, onların geçmişte yaptıkları günahların karşılığı değil, gelişme ve kemalleri içindir.[49]

Altıncı Delil: Tenasüh Hikmetinin Yetersiz Olması

Eğer acı günahın karşılığı ise, öyleyse günahkâr kişinin tövbesi veya hak sahibinin razı olmasıyla bu acının da bitmesi gerekir. Örneğin hastanın tövbe etmesiyle iyileşmesi gibi. Hâlbuki böyle değildir ve bu zorluk ve sıkıntılar tövbe ile yok olmamaktadır.[50]

Buna ek olarak, insanın hatası ile veya kendisinden bir zararı defetmek için yüklendiği acı, asla bir cezalandırma sayılamaz. Örneğin insan ilim veya edep elde etmek ya da ticaret yapmak veya tedavi olmak için didinmekte, kendisini zahmetlere atmakta ve güçlükler çekmektedir. Ancak bunları bir amaca ulaşmak ve kazanç sağlamak için yapmaktadır.[51]

Yedinci Delil: Tenasüh Hikmetinin Kapsayıcı Olmaması

Birçok kâfir ve fasık dünya nimetleri içinde yüzmekte ve rahat bir hayat yaşamaktadır. Dolayısıyla reenkarnasyona inananların iddia ettikleri gibi bu insanlar eğer geçmişte yaptıklarının sevap ve iyiliklerin karşılığında bu bolluk ve nimetlere kavuşmuşlarsa, bu durumda onları yaptıklarından dolayı kınamayarak, suçlamamamız ve buna karşın geçmişte yaptıkları iyilik ve sevaplarından dolayı (ki zenginlik içinde yüzmektedirler) şu anda onlara saygı duyarak, onurlandırmamız gerekir.[52]

Sekizinci Delil: Geçmiş Bedeni Hatırlamamak

Reenkarnasyonu kabul etme durumunda, en azından eski bedenindeki geçmişinin bir bölümünü hatırlamamız gerekir. Oysa asla hiç kimse böyle bir şeyi hatırlamamaktadır.

Elbette bu geçiş sürecinin uzun sürdüğü veya geçişten dolayı, akıl ve işlemleri arasında bir zaman geçtiğinden, geçmiş bedenin unutulduğunu söylemek mümkündür.

Buna şu cevabı verebilirsiniz ki her bir bireyin yaşamındaki önemli işler, zamanla unutulacak işlerden değildir. Bu nasıl bir yaşamdır ki bu dünyada yaşamasına rağmen hiçbir şekilde kimsenin aklına gelmemektedir?[53]

Kaynakça

  1. Bkz. Dairetu’l Maarif-i Din, "reincarnation", "transmigration" ve "transmigration" maddelerinin açıklaması.
  2. Salbia, c. 1, s. 258.
  3. İzettin İyci, s. 374, maddenin zeylinde.
  4. Diğer tanımlar için Bkz. İbn-i Hazm, el-Fasl, c. 1, s. 165; Nefesi, s. 187; Allame Hilli, s. 399; Sebzivari, c. 5, s. 195.
  5. Şehristani, Nihayetu’l Ekdam, s. 378; Ahmed Tabersi, c. 2, s. 344; Nefesi, s. 188; İyci, a.g.e; Molla Sadra, s. 438.
  6. Molla Sadra, s. 232.
  7. İbn-i Hazm, el-Fasıl, c. 1, s. 166; Fahri Razi, c. 7, s. 201; Nefesi, s. 189, 190; Allame Hilli, Dairetu’l Maarif-i Din, “transmigration" maddesi.
  8. Melati, s. 27, 29; Bağdadi, Usulu’d-Din, s. 235; Heftad ve Do Millet, s. 30, 31; Mehdi Li-Dinillah, s. 73, 74.
  9. Mirek Buhari, s. 374.
  10. Ahmed Tabersi, c. 2, s. 474, ,475.
  11. Bkz. İbn-i Davud Hilli, s. 229; Allame Hilli, s. 321; Mazenderani, c. 2, s. 294.
  12. Mufid, s. 69; İbn-i Asakir, c. 27; Emini, c. 2, s. 252, 253.
  13. İbn-i Hazm, el-Muhella, c. 1, s. 26; Cundi, c. 1, s. 251; Hatta, c. 8, s. 371, 372; Desuki, c. 4, s. 302.
  14. Bkz. Cessas, c. 2, s. 55; İbn-i Hacer-i Askalani, c. 2, s. 155; Mubarekfuri, c. 5, s. 222.
  15. Bkz. Biharu’l Envar, c. 25, s. 136; c. 53, s. 130; Desuki, a.g.s.
  16. Ahmet Tabersi, c. 2, s. 344.
  17. Minhaci Esuyuti, c. 2, s. 274.
  18. Minhaci Esuyuti, c. 2, s. 38.
  19. Minhaci Esuyuti, c. 1, s. 383, 384.
  20. Bkz. Dairetu’l Maarif-i Felsefe, "reincarnation" maddesi.
  21. Dairetu’l Maarif-i Din, Dairetu’l Maarif-i Felsefe, ayrıca Bkz. Flutin, c. 1, s. 511.
  22. İbn-i Ebi’l Hadid, c. 1, s. 119.
  23. Biharu’l Envar, c. 7, s. 25; Tabatabai, c. 18, s. 174.
  24. İbn-i Manzur, “rey” maddesi, Bkz. Tureyhi, “erneb”, “zeb”, “akrep” ve “vzeğ” maddesi.
  25. Saad Eş’ari, s. 26, 39, 59; Ali b. İsmail Eş’ari, s. 6; Bağdadi, el-Firek, s. 272, 273; Bkz. Nubahti, farklı sayfalar.
  26. Bağdadi, el-Firek, s. 272.
  27. Bağdadi, el-Firek, s. 29.
  28. El-Milel ve’n-Nihel, s. 117.
  29. Örnek olarak Bkz. Eş’ari, s. 44, 45, 49; Ali Eş’ari, s. 46.
  30. Bağdadi, el-Firek, s. 273, 277; Şehristani, el-Milel ve’n-Nihel, c. 1, s. 60, 62.
  31. Bağdadi, el-Firek, s. 273.
  32. Bağdadi, el-Firek, s. 81.
  33. Ebu İzzettin, s. 146, 147.
  34. Mufazzal b. Ömer, s. 49, 51; Dairetu’l Maarif, “Ayriyya" ve "Nus” maddeleri, Eştrutman, s. 89, 114.
  35. Niknejad, Gencine, s. 114.
  36. Horde Serencam, s. 577, 578.
  37. Horde Serencam, s. 44.
  38. Tezkiretu’A’la, s. 168.
  39. Cevheri, “h-r-m” maddesi, İbn-i Kesir, c. 10, s. 81, 142, 152, 270; İbn-i Haldun, c. 3, s. 233, 259.
  40. Mukaddesi, c. 6, s. 115; İbn-i Nedim, s. 407.
  41. Zekavati Karagözlü, s. 62, 63.
  42. Keyhasrev İsfendiyar, c. 1, s. 275, 276; Zekavati Karagözlü, s. 62, 73; Dairetu’l Maarif, "Tanasuh" maddesi.
  43. Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, c. 2, s. 200.
  44. Biharu’l Envar, c. 4, s. 321.
  45. Keşfu’l Murad, s. 113.
  46. Esfar, c. 9, s. 9, 10.
  47. Esfar, c. 9, s. 2, 3.
  48. Şehristani, Nihayetu’l Ekdam, s. 395.
  49. Gazi Abdulcabbar Ahmed, c. 13, s. 405, 408; Tusi, el-İktisat.
  50. Gazi Abdulcabbar Ahmed, c. 13, s. 410.
  51. Gazi Abdulcabbar Ahmed, c. 13, s. 414, 415.
  52. Gazi Abdulcabbar Ahmed, c. 13, s. 409.
  53. Gazi Abdulcabbar Ahmed, c. 13, s. 411, 412; Tusi, el-İktisat, s. 88, 89; Muhakkik-i Hilli, s. 109; Heftad ve se millet, s. 31.

Bibliyografi

  • Kur’an-ı Kerim.
  • İbn-i Babaveyh, el-İ’tikadat, İsam Abdusseyyid baskısı, Kum, 1414.
  • İbn-i Babaveyh, Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, Hüseyin Alemi baskısı, Beyrut, 1984.
  • İbn-i Cevzi, Telbis-i İblis, Beyrut, 1987.
  • İbn-i Hacer-i Askalani, Fethu’l Bari, Şerh-i Sahih-i Buhari, Beyrut, Daru’l Marifet.
  • İbn-i Hazm, el-Fasl Fi’l-Milel ve’n-Nihel, Muhammed İbrahim Nasr ve Abdurrahman Umeyre baskısı, Beyrut, 1985.
  • İbn-i Hazm, el-Muhalla, Ahmed Muhammed Şakir baskısı, Beyrut, Daru’l Ceyl.
  • İbn-i Haldun, İbn-i Davud-u Hilli, Kitabu’r-Rical, Muhammed Sadık Al-i Bahru’l Ulum baskısı, Necef, Kum ofset baskısı, 1972.
  • İbn-i Sina, el-Mebde ve’l Mead, Abdullah Nuri baskısı, Tahran, 1363 h.ş.
  • İbn-i Sina, en-Necat mine’l Gark fi Bahri’z-Zalalet, Muhammed Taki Danış Pejuh baskısı, Tahran, 1379 h.ş.
  • İbn-i Sina, en-Nefs min Kitabi’ş-Şifa, Hasan Zade Amuli baskısı, Kum, 1375 h.ş.
  • İbn-i Sina, Risaletu’l Ezheviyye fi Emri’l Mead, Süleyman Dünya baskısı, Mısır, 1949.
  • İbn-i Sina, el-İşarat ve Tenbihat, Maa Şerhi Li-Nasiruddin Tusi ve Şerhi Li-Kutbuddin Razi, Tahran, 1403.
  • İbn-i Asakir, Tarih-i Medine-i Demeşk, Ali Şiri baskısı, Beyrut, 2000.
  • İbn-i Faris, Mu’cemu Makayisi’l-Lügat, Abdusselam Muhammed Harun baskısı, Kum, 1404.
  • İbn-i Kudame Mukaddesi, eş-Şerhu’l Kebir, el-Muğni, Beyrut, 1983.
  • İbn-i Kayyum Cevzi, Hidayetu’l Haydariye fi Reddi ale’l Yahud ve Nasara, Seyfuddin Ketaib baskısı, Beyrut, 1980.
  • İbn-i Kesir, el-Bidayet ve’n-Nihayet, Ali Şiri baskısı, Beyrut, 1408.
  • İbn-i Manzur, İbn-i Meysem, Kavaidu’l Maram fi İlmi’l Kelam, Kum, 1398.
  • Ebu Bekr b. Meymun, Şerhu’l İrşad, Ahmed Hicazi Ahmed Seka baskısı, Kahire, 1987.
  • Ebu Hatem Razi, Kitabu’l İslah, Hasan Menuçer ve Mehdi Muhakkik baskısı, Tahran, 1377 h.ş.
  • Ebu Hatem Razi, İ’lamu’n-Nubuvvet, Salah Savi ve Gulam Rıza A’vani baskısı, Tahran, 1356 h.ş.
  • Ebu Reyhan-i Biruni, Kitabu’l Biruni fi Tahkiki, Haydar Abad, 1958.li
  • Ebu Nasır Serac, Kitabu’l-Lüm’e fi Tasavvuf, Reynlud Alen Nikelsun baskısı, Londra, Tahran ofset baskısı, 1914.
  • Ahmet b. Abdullah Kirmani, Rahetu’l Akl, Mustafa Galib baskısı, Beyrut, 1967.
  • Ahmed b. Abdullah Kirmani, el-Ekval ez-Zehbiye, Mustafa Galib baskısı, Beyrut, 1977.
  • Ahmed Ali Cessas, Ahkamu’l Kur’an, Abdusselam Muhammed Ali Şahin baskısı, Beyrut, 1994.
  • Ahmed b. Ali Tabersi, el-İhticac, Muhammed Bakır Musevi Horasan baskısı, Beyrut, 1981.
  • Ahmed b. Ali Neccaşi, Fihrist-i Esma Musennif eş-Şia el-Muştehreb Ricalu’n-Neccaşi, Musa Şubeyri Zencani baskısı, Kum, 1407.
  • Ahmed b. Muhammed Aluddevlet Simnani, Musennafat Farsi, Necib Mail Harevi baskısı, Tahran, 1369.
  • Ahmed Yahya Mehdi Li-Dinillah, el-Munye ve’l-Emel fi Şerh-i Milel ve Nihel, Muhammed Cevad Meşkur baskısı, 1988.
  • İhvan es-Sefa, Resail İhvanu’s-Sefa ve Hilanu’l Vefa, Kum, 1405.
  • İsmail b. Himad Cevheri, es-Sihah, Tacu’l-Lügat ve Sihah el-Arabi, Ahmed Abdulgafur Attar baskısı, Kahire, Beyrut Ofset baskısı, 1376.
  • İsmail b. Muhammed Mustemli, Şerh-i Tarif Li-Mezhebi’t-Tasavvuf, Muhammed Ruşen baskısı, Tahran, 1366 h.ş.
  • Ağa Bozorg-u Tahrani, İbn-i Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, Muhammed Ebu’l Fazl İbrahim baskısı, Kahire, Beyrut ofset baskısı, 1967.
  • Behmenyar b. Merzban, et-Tahsil, Tashih Murtaza Mutahhari, Tahran, 1375 h.ş.
  • Tebsiretu İvam fi Marifeti Makalati’l Enam, Mensbu bi Seyyid Murtaza b. Dai Hasani Razi, Abbas İkbal baskısı, Tahran, 1364 h.ş.
  • Cafer b. Hasan Muhakkik Hilli, el-Meslek fi Usulu’d-Din, Rıza Üstadi baskısı, Meşhed, 1373.
  • Celalettin Aştiyani, Şerh-i ber Zadu’l Musaf-i Molla Sadra, Mead-ı Cismani, Tahran, 1379 h.ş.
  • Hasan b. Musa Nubahti, Firaku’ş-Şia, Muhammed Sadık Ali Bahru’l Ulum baskısı, Necef, 1936.
  • Hasan b. Yusuf Allame Hilli, Hulasetu’l Akval fi Marifeti Rical, Cevad Kayyumi baskısı, Şerh-i Hikmet’ul Ayn, Ali Naki Munzevi baskısı, Tahran, 1337 h.ş.
  • Hasan b. Yusuf Allame Hilli, Keşfu’l Murad fi Şerh-i Tecridi’l İtikad, İbrahim Musevi Zencani baskısı, Kum, 1371 h.ş.
  • Hasan b. Yusuf Allame Hilli, el-Esraru’l Hafiye fi’l Ulumi’l Akliye, Kum, 1379 h.ş.
  • Hüseyin b. Muhammed Rağıb İsfahani, el-Mufredat fi Garibi’l Kur’an, Muhammed Seyyid Gilani baskısı, Tahran, 1332.
  • Hüseyni Erdikani, Ahmed, Mukaddeme ve tashih ve talik, Abdullah Nurani, Tahran, Miras Mektub, 1375 h.ş.
  • Halil b. Ahmed Ferahidi, Kitabu’l Ayn, Mehdi Mahzumi ve İbrahim Samurai baskısı, Kum, 1409.
  • Halil b. İshak Cundi, Muhtasar Halil, c. 1, Beyrut, 1995.
  • Davud b. Mahmud Kayseri, Şerh-i Fususu’l Hikem, Celalettin Aştiyani baskısı, Tahran, 1375 h.ş.
  • Zeynuddin b. Ali Şehid Sani, er-Ravzatu’l Behiyye fi Şerh-i Lumeti’d-Demeşkiye, Muhammed Kelanteri baskısı, Beyrut, 1410.
  • Saad b. Abdullah Eşeri, Kitabu’l Makalat ve Firek, Muhammed Cevad Meşkur baskısı, Tahran, 1361 h.ş.
  • Şehfur b. Tahir İsfereyani, et-Tabsir fi’d-Din ve Temizi’l Firkati’n-Naciyeti eni’l Firaki’l Halikin, Muhammed Zahit Kevseri baskısı, Kahire, 1940.
  • Sadrumuteellihin, Sadrettin Muhammed, eş-Şevahidu’l Rububiye fi’l Menahici’s-Salikiye, tashih ve talik, Seyyid Celalettin Aştiyani baskısı, Meşhed, el-Merkez Cami lil-Neşr, ikinci baskı, 1360 h.ş.
  • Saliba, Cemil, Ferheng-i Felsefi, tercüme: Menuçehr Sani-i Dere Bidi baskısı, Tahran, hikmet, 1366 h.ş.
  • Abdulhüseyin Emini, el-Gadir fi’l Kitab ve’s-Sünnet ve’l Edeb, c. 2, Beyrut, 1977.
  • Abdurrahman b. Ahmed İzettin İci, el-Mevakif fi İlmi’l Kelam, Beyrut.
  • Abdulkahir b. Tahir Bağdadi, Kitabu Usulu’d-Din, İstanbul, Beyrut ofset baskısı, 1928.
  • Abdulkahir b. Tahir Bağdadi, Kitabu’l Milel ve’n-Nihel, Elbir Nasri Nadir baskısı, Beyrut, 1970.
  • Abdulkahir b. Tahir Bağdadi, el-Firak Beyne’l Firak, Muhammed Muhyiddin Abdulhamid baskısı, Beyrut, Daru’l Marifet.
  • Abdullatif b. Ebi Talib Şuşteri, Tuhfetu’l Alim, Zeylu’t-Tuhfe, Samed Muvahhid baskısı, Tahran, 1363 h.ş.
  • Abdullah b. Esed Yafii, Kitab Merhemu’l İleli’l Muzilet fi Reddi ale Eimmeti’l Mutezile, Mahmud Muhammed Mahmud Hasan Nasar baskısı, Beyrut, 1992.
  • Abdulmelkik bin Abdullah İmamu’l-Haremeyn, Kitabu’l-İrşad, Muhammed Yusuf Musa ve Ali Abdulmunim Abdulhamid baskısı, Mısır, 1950.
  • İzettin b. Muhammed Nesefi, Keşfu’l Hakaik, Ahmed Mehdevi Damağani baskısı, Tahran, 1359 h.ş.
  • İzettin b. Muhammed Nesefi, Kitabu’l İnsanu’l Kamil, Mari Jan Mevlevi baskısı, Tahran, 1362 h.ş.
  • Ali b. İsmail Eşeri, Kitab Makalatu’l İslamiyyin ve İhtilafu’l Musallin, Helmut Riyter, 1980.
  • Ali b. Hüseyin Alemu’l Huda, Kitabu Tenzihu’l Enbiya, Beyrut, 1988.
  • Ali b. Osman Heciveri, Keşfu’l Mahcub, Jevkuvski, Leningrad, 1926.
  • Ali b. Muhammed Tereke İsfahani, Etvar Selaset, Hüseyin Davudi baskısı, Der Maarif, 1371.
  • Ali Rıza Zekavati Karakuzlu, Tenasüh ve Nehlehayi Şuubi Muteehir, Maarif, 1379.
  • Fahrettin b. Muhammed Tureyhi, Mecmeu’l Bahreyn, Ahmed Hüseyni baskısı, Tahran, 1362 h.ş.
  • Felutin, Devret Asar Felutin, Tercüme Muhammed Hasan Lüftü, Tahran, 1366 h.ş.
  • Gazi Abdulcabbar Ahmed, el-Muğni fi Ebvabi’t-Tevhid ve’l Adl, c. 13, Ebu’l Ala Musannif baskısı, Kahire, 1962.
  • Keyserev İsfendiyar, Debistan Mezahib, Rahim Rızazade Melek baskısı, Tahran, 1362 h.ş.
  • Muhammed Abdurrahman Mübarek Furi, Tuhfetu’l Ehvezi Şerh-i Camiu’-Tirmizi, Beyrut, 1990.
  • Muhammed Ali b. Ali Tehanevi, Muvsuetu Keşşaf İstilahat el-Funun ve’l Ulum, Refiku’l İcem ve Ali Dehruc baskısı, Beyrut, 1996.
  • Muhammed b. İbrahim Sadrettin Şirazi, eş-Şevahid er-Rububiyye fi’l Menahici’s-Sulukiye, Molla Hadi Sebzevari haşiyesi, Celalettin Aştiyani baskısı, Meşhed, 1346 h.ş, Tahran Ofset baskısı, 1360.
  • Muhammed b. İbrahim Sadrettin Şirazi, el-Mebde ve’l-Mead, Celalettin Aştiyani baskısı, Kum, 1380.
  • Muhammed b. İbrahim Sadrettin Şirazi, el-Hikmetu’l Mutaaliye fi’l-Esfari’l Akliyeti’l Erbaa, Tahran, 1337 h.ş.
  • Muhammed b. Ahmed Hatib Şirbini, Muğni’l Muhtac ila Marifeti Maani’l Elfazi’l Minhac, Beyrut.
  • Muhammed b. Ahmed Desuki, Haşiyeti’d-Desuki ale Şerhi’l Kebir, Beyrut, Daru İhya el-Arabiye.
  • Muhammed b. Ahmed Malati, et-Tenbih ve’r-Red ale Ahli’l Ehva ve’l-Bed’, Muhammed Zahid b. Hasan Kevseri baskısı, Kahire, 1369.
  • Muhammed b. Ahmed Minhaci Esuyuti, Cevahiru’l Ukud ve Muinu’l Kuzat ve’l-Mevkiin ve’ş-Şuhud, Mused Abdulhamid Muhammed Saaduni, Beyrut, 1996.
  • Muhammed b. Hasan Hürr-i Amuli, el-Fusulu’l Muhimme fi Usuli’l Eimme, Muhammed b. Muhammed Hüseyin Kaini baskısı, Kum, 1376 h.ş.
  • Muhammed b. Hasan Hurr-i Amuli, Tefsil-i Vesailu’ş-Şia ila Tahsil Mesailu’ş-Şeriat, Kum, 1416.
  • Muhammed b. Hasan Tusi, Et-Tibyan fi Tefsiri’l Kur’an, Ahmed Habib Kuseyr Amuli baskısı, Beyrut.
  • Muhammed b. Hasan Tusi, Kitab-ı Temhidu’l Usul fi İlmi’l Kelam, Abdulmuhsin Meşku ed-Deyni baskısı, Tahran, 1362 h.ş.
  • Muhammed b. Zekeriya Razi, es-Siyretu’l Felsefiye, Pol-u Kravasi baskısı, tercüme, Abbas İkbal, Mehdi Muhakkik, Tahran, 1371 h.ş.
  • Muhammed b. Zekeriya Razi, Resail-i Felsefiye, c. 1, Pol-u Kravasi baskısı, Risalet, 10, el-Kavl fi’n-Nefsi ve’l-Alem, Kahire, 1939, Tahran Ofset baskısı.
  • Muhammed b. Abdulkerim Şehristani, el-Milel ve’n-Nihel, Muhammed Seyyid Kilani baskısı, Beyrut, 1986.
  • Muhammed b. Abdulkerim Şehristani, Kitab-ı Nihayetu’l Ekdam fi İlmi’l Kelam, Alferd Giyum baskısı, Kahire.
  • Muhammed b. Ömer Fahri Razi, el-Matalibu’l Aliye mine’l İlmi’l İlahiyye, Ahmed Hicazi Saka baskısı, Beyrut, 1987.
  • Muhammed b. Ömer Fahri Razi, Şerh-i Uyunu’l Hikmet, Ahmed Hicazi Ahmed Saka baskısı, Tahran, 1373 h.ş.
  • Muhammed b. Ömer Fahri Razi, Muhassel Efkaru’l Mutakaddimin ve’l Mutaahhirin mine’l Ulema ve’l-Hukema ve’l-Mutekellimin, Taha Abdurrauf Sad baskısı, Beyrut, 1984.
  • Muhammed b. Ömer Fahri Razi, el-Berahin der İlm-i Kelam, Muhammed Bakır Sebzevari baskısı, Tahran, 1342 h.ş.
  • Muhammed b. Mubarekşah Mirek Buhari, Şerh-i Hikmetu’l Ayn, Cafer Zahidi baskısı, Meşhed, 1353 h.ş.
  • Muhammed b. Muhammed Hattab, Mevahibu’l Celil li-Şerh-i Muhtasar Halil, Zekeriya Amiran baskısı, Beyrut, 1995.
  • Muhammed b. Muhammed Gazali, Fezaihu’l Batiniye, Abdurrahman Bedvi baskısı, Kahire, 1964.
  • Muhammed b. Muhammed Gazali, Tuhafetu’l Felasefe, Süleyman dünya baskısı, Kahire, 1972.
  • Muhammed b. Muhammed Murtaza Zubeydi, Tacu’l Arus min Cevahiru’l Kamus, Ali Şiri baskısı, Beyrut, 1994.
  • Muhammed b. Mufid, el-Mesailu’l Serviyye, Saib Abdulhamid baskısı, Kum, 1413.
  • Muhammed b. Muhammed Mufid, Tashihu’l İ’tikad be-Savabi’l İntikad ve Şerh-i Akaidu’s-Saduk, Kum, 1363 h.ş.
  • Muhammed b. Muhammed Mufid, Evailu’l Makalat fi’l-Mezahib ve’l-Muhtarat, Mehdi Muhakkik baskısı, Tahran, 1372 h.ş.
  • Muhammed b. Mahmud Şehrzuri, Şerh-i Hikmetu’l Eşrak, Hüseyin Ziyai Türbeti baskısı, Tahran, 1380 h.ş.
  • Muhammed b. Mesut Kutbuddin Şirazi, Şerh-i Hikmetu’l İşrak Suhreverdi, Abdullah Nurani ve Mehdi Muhakkik baskısı, Tahran, 1380 h.ş.
  • Muhammed b. Mesut Kutbuddin Şirazi, Durretu’t-Tac, birinci bölüm, Muhammed Meşkut, Tahran, 1369 h.ş.
  • Muhammed b. Yahya Lahici, Miftahu’l İ’caz fi Şerh-i Gülşen-i Raz, Keyvan Samii baskısı, Tahran, 1374 h.ş.
  • Muhammed Salih b. Ahmed Mazenderani, Şerh-i Usul-u Kafi, Ebu’l Hasan Şarani Talik, Ali Aşur baskısı, Beyrut, 2000.
  • Mahmut b. Abdulkerim Şebisteri, Mecmua Asar-ı Şeyh Mahmut Şebisteri, Samed Muvahhid baskısı, Tahran, 1365 h.ş.
  • Mesut b. Ömer Taftazani, Şerhu’l Makasid, Abdurrahman Amire baskısı, Kahire, 1989.
  • Mutahhar b. Tahir Mukaddesi, Kitabu’l Bed’ ve’t-Tarih, Kilman Havar baskısı, Paris, Tahran ofset baskısı, Tahran, 1962.
  • Mufazzal b. Ömer, Kitabu’l Fehtu’ş-Şerif b. Fezail.
  • Nasır Husrev, Kitabu Havanu’l İhvan, Kavim baskısı, Tahran, 1338 h.ş.
  • Nasır Husrev, Zadu’l Musafirin Nasır Husrev Alevi, Tahran, 1341.
  • Necla Ebu İzettin, ed-Deruzu’t-Tarih, Beyrut, 1990.
  • Hadi b. Mehdi Sebzevari, Şerhu’l Manzume, Hasan Hasan Zade Amuli baskısı, Tahran, 1422.
  • Heftad ve se millet, ya, İtikadat Mezahib, Risale der Firak İslami ez Asar-ı Karn-ı Heştom-u Hicri, Muhammed Cevad Meşkur baskısı, Tahran, Atai, 1341 h.ş.
  • Vehbet Mustafa Zuheyli, el-Fıkhu’l İslami ve Edillet, Demeşk, 1984.
  • Yahya b. Habeş Suhreverdi, Mecmua Musennefat-ı Şeyh-i Eşrak, Tahran, 1380 h.ş.

İngilizce Kaynaklar

  • EI 2, s.vv. "Nus ¤ayriyya" (by H. Halm), "Tana ¦sukh" (by D. Gimaret)
  • Encyclopaedia of religion and ethics, ed. James Hastings, Edinburgh: T. and T. Clark, 1980–1981, s.v. "transmigration"
  • The Encyclopedia of philosophy ed. Paul Edwards, New York: MacMillan, 1972, s.v. "reincarnation" (by Ninian Smart)
  • The Encyclopedia of religion, ed. Mircea Eliade, New York: Mac Millan, 1987, s.vv. "reincarnation" (by J. Bruce Long), "transmigration" (by R. J. Zwi Werblowsky)
  • R. Strothmann , "Seelenwanderung bei den Nus ¤air ¦â", Oriens, 12(1959)


Dış Bağlantılar

  • Kaynak: Danışname-i Cihan-ı İslam, Tenasüh