Nur Ayeti

Öncelik: b, kalite: c
linksiz
navbox'siz
yönlendirmesiz
wikishia sitesinden
Nur Ayeti
Nur Ayeti

Nur Ayeti (Arapça:آیة النور); Nur Suresinin 35. ayetidir. Bu ayet-i kerimede Allah-u Teala göklerin ve yerin nuru olarak tanıtılmıştır.

Bazı Şii tefsirlerinde bu ayetin misdakının Allah Resulü’nün (s.a.a) Ehlibeyti (a.s) olduğu beyan edilmiştir. Örneğin, Şubber tefsirinde şöyle dile getirilmiştir: Hz. Muhammed’in (s.a.a) sinesi mişkat (lamba olan kandil), billur onun kalbi, lamba nübüvvet ve mübarek ağaç ise, batılı ve Nasranî olmadığından kıblesi doğu olmayan ve doğulu ve Yahudi olmadığından, kıblesi batı olmayan mübarek nübüvvet ağacıdır.

Yine Kummi tefsirinde ise şöyle gelmiştir: İmam Sadık’ın (a.s) bu ayet hakkında şöyle dediği nakledilmiştir: "Allah, göklerin ve yerin nurudur… Allah, ilk önce kendi nuruyla başlamıştır. O’nun nurunun örneği… Yani, onun müminin kalbindeki hidayetinin örneği. İçinde lamba olan bir kandilliğe benzer. Kandil, müminin kalbidir ve lamba, Allah'ın, onun kalbine yerleştirdiği hidayettir. Onun yakıtı, mübarek bir ağaçtan alınır. Bu ağaç, mümindir. Ne doğulu ve ne batılıdır. Dağın üzerindedir… Güneş çıkınca da ve batınca da (öğleden sonra da) ona vurur. Yağı neredeyse ışık verir. Yani, müminin kalbindeki nur neredeyse konuşmasa bile yine ışık verir. Nur üstüne nurdur. Yani fariza üzerine fariza ve sünnet üzerine sünnettir. Allah dilediğini nuruna iletir. Yani, Allah kendi farz ve sünnetlerine dilediğini ulaştırır. Allah, örnekleri insanlara verir. İşte bu, Allah'ın mümin için verdiği bir örnektir." Yine şöyle dedi: "Mümin, beş nur içinde hareket eder: Girişi nuradır, çıkışı nuradır, ilmi nurdur, konuşması nurdur ve kıyamet günü cennete doğru gidişi nurdur." (bk. Kummî Tefsiri.)
Allame Tabatabai bu tür algılama ve yorumlar hakkında şöyle yazmaktadır: Bu rivayetler bazı misdaklara işaret edilme kabilindendir ve o Allah Resulü (s.a.a) ve Ehlibeyt’ten tahirlerin o cenaptan olduğu en iyi misdaklardan biridir. Yoksa ayet-i kerime zahiri boyutuyla onların dışındakilere de ve enbiya ve evliyalara da şamil olur.

Nur Ayeti

Nur suresinin 35. ayeti “Nur ayeti” adıyla bilinmektedir:

اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاءُ وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ

“Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun örneği, içinde lamba olan bir kandilliğe benzer. Lamba, bir billûr içindedir. Billûr, sanki parlayan bir yıldızdır. Onun yakıtı, ne doğulu, ne batılı olan mübarek bir zeytin ağacından alınır. O ağacın yağı, neredeyse ateş dokunmasa dahi ışık verir. Nur üstüne nurdur. Allah, dilediğini kendi nuruna iletir. Allah, insanlara bu (tür) örnekleri verir. Allah, her şeyi bilendir.” (Nur Suresi; 35)

Ayetin Açıklaması

Nur ayetinin evveli, süls hattıyla

Allah-u Teâlâ, onun vesilesiyle göklerin ve yerlerin zahir olduğu bir nurdur ve ayetteki “Allah, göklerin ve yerin nurudur” cümlesinden kasıt budur; zira nur gök ve yerlere izafe edilmiş ve sonra da İsmi Celale’ye yükleyerek şöyle buyurmuştur: “Allah, göklerin ve yerin nurudur.” Ayet-i kerimeyi “Allah göklerin ve yerlerin nurlandırıcısıdır” (الله منور السموات و الارض) diye mana edenin kastı da budur. Onun asıl amacı kimsenin Allah’ın gözle görülen, gök ve yerlerin varlığına kaim olan bir nurdan ibaret olduğunu hayal etmemeleridir. Başka bir tabirle onlara hamledilen bir varlıkla, “gök vardır, zemin vardır” denmesi batıldır ve Allah-u Teâlâ bunlardan daha yücedir.

Buradan Allah-u Teâlâ’nın hiçbir varlığa meçhul olmadığı anlaşılmaktadır; zira bütün eşyaların kendisine veya başkasına zahir olması Allah’ın izhar etmesinden kaynaklanmaktadır. Eğer Allah-u Teâlâ bir şeyleri izhar etmeseydi ve varlık bahşetmeseydi, zuhur etmezlerdi. Dolayısıyla her şeyden önce Zahiri Bizzat (zati olarak zahir olan) Allah’tır.

Bu ayet-i şerife, Allah’ın nurunu tavsif etmektedir; nur kelimesini Allah zamirini izafe etmesi ve “O’nun nuru” demesinin kendisi (bu yapılan izafenin “lamiyye” izafesi olduğu dikkate alındığı zaman “O’nun malı olan nur” manasına gelmesi) buradaki kastın Allah’ın kendisinin nur olduğu nur’un tavsifi değil, belki kastın Allah’ın verdiği (ifaze ettiği) nurun tavsifi olduğunun delilidir. Elbette yine o nurdan kasıt, Allah’ın ifaze ettiği ve onun vesilesi ile her şeyin zuhur bulduğu genel bir nur ve her şeyin onunla vasıflandırıldığı bir varlıktan ibaret olan nur değildir. Çünkü devamında şöyle buyurmaktadır: “Allah, dilediğini kendi nuruna hidayet eder”. Eğer maksat bütün mahlûkatın ona eriştiği varlık idiyse, özel bir varlığa özgü olmazdı. Belki o nurdan kasıt, Allah-u Teala’nın onu sadece müminlere has kıldığı özel bir nurdur ve kelam ilminden de anlaşılacağı üzere, o nur iman hakikatidir.

Bazılarının zannettiği gibi o nurdan kasıt Kur’an değildir. Zira ayet-i kerime müminlerin Kur’an nazil olamadan önce ne halde olduklarını ve Kur’an nazil olduktan sonra ne hal aldıklarını beyan eden, müminlerin genelinin tavsifi makamındadır. Ayrıca Kur’an’ın farklı yerlerinde bu nur müminlerin sıfatı olarak beyan edilmiş ve Kur’an’ın müminlerin vasfı olarak nitelendirilmesinin bir manası yoktur. Örneğin Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “لَهُمْ أَجْرُ‌هُمْ وَنُورُ‌هُمْ” (Allah'a ve peygamberlerine iman edenler, işte onlar, Rablerinin katında gerçek doğrular ve şahitlerdir; onlara da onların mükâfatları ve nurları vardır. Hadid Suresi; 19) ve aynı şekilde şöyle buyurmuştur: “يَقُولُونَ رَ‌بَّنَا أَتْمِمْ لَنَا نُورَ‌نَا” (O gün nurları önlerinden ve sağ yanlarından hareket eder; "Rabbimiz! Nurumuzu bize tamamla ve bizi bağışla; kuşkusuz, senin her şeye gücün yeter." derler. Tahrim Suresi; 8) Eğer Kur’an’ın onlara keşfettiği maarifler itibari ile dikkate alınıyorsa, yine bizim söylediğimiz manaya dönmektedir.

Bu ayet-i kerimenin manası şudur: Allah-u Teala iman kemaline sahip olanları kendi nuruna doğru hidayet eder, küfür niteliklileri değil –ki çok yakında onlar hakkında söz etmektedir- ve bu sırf Allah’ın meşiyyetinden dolayıdır.[1]

Ayetin Ehlibeyt’e Tatbiki

Nakledilen rivayetler esasınca, bazı tefsirlerde bu ayetin misdakının Allah Resulü’nün (s.a.a) Ehlibeyti (a.s) olduğu beyan edilmiştir. Örneğin, Şubber tefsirinde şöyle dile getirilmiştir: Hz. Muhammed’in (s.a.a) sinesi mişkat (lamba olan kandil), billur onun kalbi, lamba nübüvvet ve mübarek ağaç ise batılı ve Nasranî olmadığından kıblesi doğu olmayan ve doğulu ve Yahudi olmadığından, kıblesi batı olmayan mübarek nübüvvet ağacıdır… İmam Rıza’dan (a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Biz öyle bir kandiliz ki Muhammed’in (s.a.a) çırağı onda bulunmaktadır ve Allah-u Teâlâ bizim velayetimizle kimi istiyorsa, hidayet eder.”[2] el-Mizan tefsirinde ise, şöyle zikredilmiştir: Tevhid kitabında İmam Sadık’tan (a.s) şöyle rivayet edilmiştir: “Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun örneği, içinde lamba olan bir kandilliğe benzer. Lamba, bir billûr içindedir….” (Nur Suresi; 35) Nur hakkında sorulması üzerine İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu: “Bu, Allah-u Teala’nın biz Ehlibeyt için verdiği bir misaldir ki Peygamber ve İmamlar Allah-u Teala’nın, halkın onların vasıtasıyla tevhide, dini maslahatlara, İslam şeriatlarına, sünnet ve farzlara hidayet olacağı ayet ve nişaneleridir. Vela kuvvete illa billahi’l Aliyyi’l Azim”.[3]

Allame Tabatabai bu tür algılama ve yorumlar hakkında şöyle yazmaktadır: Bu rivayetler bazı misdaklara işaret edilme kabilindendir ve o Allah Resulü (s.a.a) ve Ehlibeyt’ten tahirlerin o cenaptan olduğu en iyi misdaklardan biridir. Yoksa ayet-i kerime zahiri boyutuyla onların dışındakilere de ve enbiya ve evliyalara da şamil olur.[4]

Gazali’nin Mişkatu’l Envar’ı ve aynı şekilde Molla Sadra’nın “Nur Ayetinin Tefsiri” kitapları, Nur ayetinin tefsir ve şerhine özgü kitaplardır.

Kaynakça

  1. Tercüme-i Tefsir-i el-Mizan, s. 166 - 171.
  2. Tefsir-i Şubber, s. 342.
  3. Tercüme-i Tefsiri el-Mizan, c. 15; s. 195.
  4. Tercüme-i Tefsir-i el-Mizan, c. 15; s. 195.

Bibliyografi

  • Tebatebai, Muhammed Huseyin, El-Mizan fi Tefsir al-Kur'an, Beyrut, Dar Ihya al-Trath al-Arabi, 1390 H.k
  • Mekarem Şirazi, Naser, Tefsiri-Nümune, Tahran, Dar al-Kitab al-Islamiya, 1371 h.ş
  • Şübber, Seyyed Abdullah, Tefsir-i Kur'an-ı Kerim (Tefsiri Şübber), Kum, Dar-ül Hicret, Bita.