Cin

Öncelik: b, kalite: c
linksiz
kategorisiz
navbox'siz
yönlendirmesiz
wikishia sitesinden
(Cinlerin Yaşadığı Yerler sayfasından yönlendirildi)

Cin (Arapça: الجن), İslam dini esaslarına göre, insan gibi seçme hakkı olan, şuur ve teklif sahibi bir varlıktır. Bazı ayet ve hadislere göre, ateşten yaratılmış bir canlıdır. Kur’an-ı Kerim, 22 ayette cinden bahsetmiş ve 72. Suresi "Cin Suresi" olarak adlandırılmıştır.

Cin, Kur’an literatüründe şuur ve irade sahibi, kendi doğası gereği insanın his ve duyularından gizli ve normal şartlarda sezgi ve duyularla algılanmayan bir varlıktır. O da insan gibi mükelleftir ve yaratılma amacı da yine insan gibi Allah’a ibadet ve kulluktur. Cinler, ahirette diriltilecek ve itaatkâr, asi, günahkâr, mümin veya müşrik… olabilme özelliğine sahiptir. Cinlerle ilgili ortaya atılan kâbus, karabasan, karakura, hemzad (kötü ruhlu hayali ikiz, çift-gezer) gibi bir çok inanç, delili olmayan ve avam halkın inanışıdır. Bazı araştırmacılar, cin inancının İslam ve Arap kültüründen İran’a geçtiğini ve bazıları ise, adına sonradan "cin" denilen İslam’dan önceki İran inancından yansıyarak, İslam’dan sonra İran kültürüne girip, onunla karıştığına inanmaktadırlar.[1]-[2] “Dev” gibi vahmi varlıklar hakkında büyük ve derin inançları miras olarak alan yeni Müslüman olmuş insanlar, Kur’an’daki cin kavramıyla karşı karşıya kaldıklarında, kendileri yoğun bir şekilde cin hakkında yeni şeyler üretmeye başladılar.[3]

Etimoloji(köken bilimi)

Bu sözcük "örtü" ve "gizlenmek"[4] anlamına gelen “c-n-n” kökündendir. Bazılarına göre([5] anne rahminde gizli olan “cenin” gibi türevlerinde de gizlenmek ve örtülmek gibi asli manası yatmaktadır. Bazıları Kur’an’da “ins” kelimesi[6] ile birlikte zikredilen “el-cann” kelimesinin "cin" kelimesinin çoğul ismi olduğunu ileri sürmüştür.[7] İbn-i Kuteybe[8] şeytanları "serkeş" ve "asi cinler" olarak; zayıf cinleri ise, "cann" olarak değerlendirmiştir.

"Cin" sözcüğü Farsça’da "peri" ve "dev" eş anlamında kullanılmaktadır.[9]

Kur’an’daki Kullanımı

"Cin" sözcüğü Kur’an’da 22 defa zikredilmiştir.[10] Bir defa Medeni bir sure olan “Rahman Suresi”nde[11] diğerleri ise, Mekki surelerde zikredilmiştir. “Cin” sözcüğü de dördü Rahman suresinde olmak üzere beş kez zikredilmiştir. “Cinne” sözcüğü Kur’an’da on kez geçmiştir ve bunlardan beş tanesi kesinlikle "cin" anlamındadır.[12] "Cin" sözcüğü ile ilişkili bazen eş anlamlı veya aynı anlamdaki sözcükler kullanılmıştır. Örneğin, şeytan, şeytanlar, iblis[13] ve ifrit gibi.[14]
Kur’an’ın 72. suresinin adı "Cin" suresidir. Bu surenin ana konusunu bir grup cinin (neferun mine’l-cin) iman ederek, Müslüman oluşudur.

Kur’an-ı Kerim’e göre insan topraktan ve cin ise, insandan önce ateşten yaratılmıştır. “Cinleri öz ateşten yarattı.”[15] “Andolsun biz insanı pişmiş çamura benzeyen, şekillenmiş balçıktan yarattık. Cinleri de daha önce, dumansız zehirli ateşten yarattık.”[16] Sonuncu âyet cin türünün insan türünden önce yaratıldığını da göstermektedir. Cinlerin salih olanları ve olmayanları vardır[17] ve insanlar gibi Kıyamet günü sorguya çekileceklerdir.[18] Yaptıklarının karşılığını eksiksiz bir şekilde ahirette göreceklerdir.[19] Kötüleri cehenneme atılacaktır.[20] Kur’an’da cahiliyet dönemindeki bazı kafirlerin, cinleri Allah’ın ortakları karar kıldıkları veya onlara taptıkları vurgulanmıştır.[21] Cinler Hz. Süleyman’ın ordusunda yer almış[22] ve onun için doğaüstü işler yapmışlardır.[23] Kur’an ayetinde cinler dâhil tüm mahlukların ilimden nasipsiz oldukları belirtilmiştir[24] başka bir ayette ise, cinlere özgü olarak gayb ilminden uzak oldukları belirtilmiştir.[25] Bazı cinler gaybi haberlere ve meleklerin sözlerine kulak vermekte idiler. Ancak Hz. Resul-ü Kibriya Efendimizin (s.a.a) bi’setinden (peygamberliğinden) sonra gaybi haberleri almak ve onları dinleme işinden menedildiler.[26]

Kur’an-ı Kerim’e göre, cinler için de insanlar gibi Allah tarafından peygamberler gönderilmiştir.[27] Ahkaf Suresinin 29. ayetinden 32. ayetine kadar olan ayetlerde ve yine Cin Suresinin ilk ayetlerinde bir grup Cinin Hz. Resul-ü Ekrem’in (s.a.a) yanına giderek, Kur’an ayetlerini dinledikleri belirtilmiştir. Müfessirlerin belirttiğine göre, Cin suresinin bu adla adlandırılmasına bu olay neden olmuştur.[28]

Saffat Suresinin 36. ayetine göre, müşrikler Hz. Muhammed Mustafa (s.a.a) hakkında “Şairun mecnun” (cinlerden ilham alan şair) ifadelerini kullanmakta idiler. Ancak Kur’an’ın da düzelttiği gibi Hz. Resulullah (s.a.a) “mecnun” veya “cinli” değildir.[29] Bu da cahiliyet dönemi insanlarının cin hakkındaki bakış açılarına tanıklık etmektedir.

Hadislerde Cin

Hadis kaynaklarında cin hakkında çeşitli açıklamalarda bulunulmuş ve bunların bir kısmı Kur’an ayetlerinin cin hakkındaki ayetlerinin açıklama ve tefsirini oluşturmuştur. Örneğin, cinlerin ateşten yaratıldığı, gaybi haberlere kulak verdikleri, cin türlerinin açıklanması ve tanıtılması, bir takım cinlerin meleklerle olan birlikteliği, cinin insandan önce yaratıldığı, "Yusuf" adlı bir peygamberin cinlere gönderildiği ve katledildiği, cinlerin yiyip içtikleri şeyler ve onların hükümleri, cinlerin üremesi, cinlerle insan türü arasında üreme olanağının olması ve buna benzer konulara değinilmiştir.[30]

Cinlerin görülmesi hakkında da hadisler nakledilmiştir.[31]

Bazı hadislerde cin ve şeytanın her ikisinin de gerçekte ortak bir vücuda sahip oldukları, ancak şeytanın cinlerden bir tür olmasına rağmen, yalnızca kötü ve olumsuz işler yapmakta olduğu, buna karşın cinlerin hem iyi, hem kötü, hem Müslüman ve hem de kâfir olanları olduğu belirtilmiştir.[32]

Cinler de insanlar gibi yemek yemektedirler.[33] Uyumakta[34], çoğalmakta, üremekte[35] ve ölmektedirler.[36] Cinlerin yemeklerinden biri insan yemeklerinden arta kalan yemek ve kırıntılardır.[37]

Allame Meclisi, Biharu’l-Envar kitabının 60. cildinde cinler hakkında 300 sayfanın üzerinde hadis ve âlimlerin sözlerine yer vermiştir.

Âlimlerin Açıklamalarında Cin

Cinlerin var olup olmadıkları ve nitelikleri hakkında âlimler arasında çok eskilerden beri tartışmalar yapılmıştır. Bazı Müslüman âlimler, cinlerin varlığı hakkında tüm İslami mezhep ve fırkaların icma ve ittifak ettiklerini ileri sürmüş[38] ve hatta bazıları[39] tüm peygamberlerin izleyici ve takipçilerinin de cinlerin var olduklarını itiraf ettiklerini iddia etmiştir.

Endülüs mütekellim ve fakihlerinden İbn-i Hazm,[40] cinler hakkında şöyle açıklamada bulunmuştur: “Bizler cinleri gözlerimizle görememekte ve var olduklarını akli zorunlulukla bulamamaktayız. Ancak var olduklarının akli zorunluluk imkânı bulunmaktadır. Zira Allah-u Teâlâ’nın kudretinin sonu yoktur. Öte yandan Allah’ın doğruluklarına tanıklık ettiği peygamberler, cinlerin varlıklarından haber vermiştir. Dolayısıyla onların var olduklarına dair ilim hâsıl olmaktadır.” İbn-i Haldun[41] cinlerin var oluşları hakkında temkinli bir yaklaşımda bulunmuştur. Ona göre Kur’an’da geçen vahiy, melek, ruh ve cinler müteşabih ayetlerdendir. Çünkü bu varlıkların hakiki anlam ve içeriği örtülüdür. Ancak başka bir yerde[42] onların müteşabih oldukları görüşünden kayarak gerekçelendirmeye çalışmıştır. Demiri[43] ise, konuyu başka bir açıdan ele almış ve cin hakkında sayısız hadis, şiir ve rivayet olduğunu; tüm bunların inkâr edilmesinin mütevatir bir hakikatin inkâr edilmesi mesabesinde olduğunu belirtmiştir.

Şeytan, Cin ve İblis Arasındaki İlişki

“Şeytan“ sözcüğü, temel manasında tanımlayıcı bir kavramdır ve “kötülük ve kötülükler” anlamındadır. Kur’an’da bir takım insanların ve cinlerin şeytan (kötü ve kötülük timsali) oldukları açıkça beyan edilmiştir.[44]

Cin şeytanlarının arasında, “iblis” adlı seçkin birisi bulunmaktadır. İblis, şeytanlık ve kötülükte üstün bir konuma sahiptir ve cennetten kovulmuştur.[45] İblis, özel bir isimdir ve Kur’an’da 11 yerde geçmiştir. "İblis" sözcüğü "isyankâr", "asi" ve "şeytanın başı" anlamına gelen “b-l-s” sözcüğünden türemiştir.[46]

"Meaniu’l-Ahbar" kitabında İmam Rıza’dan (a.s) şöyle nakledilmiştir: “Şeytan, iblis olarak adlandırıldığından Allah’ın rahmetinden nasipsiz kaldı. Çünkü bu kelime, Allah’ın rahmetinden mahrum ve meyus anlamına gelir.

Kur’an’da “şeytan”, bazen iblisin kendisi için ve bazen de genel anlamıyla varlıklarında kötülük derinleşerek melekeye dönüşmüş olan herkes için kullanılmıştır.

Şeytan, Cin veya Melek

İblisin, cin veya melek olduğu konusunda çok sayıda görüş bulunmaktadır:

a) müfessirlerin az bir kesimi iblisin melek olduğunu ileri sürmüştür. Zira “fesecedu illa iblise kane mine’l-cin” (Kehf, 50) ayetindeki istisna, muttasıl istisnadır. Yani iblis ilk olarak meleklerden idi. Ancak secde etmediği için günah işlemiş ve cine dönüşmüştür. Nitekim bu müfessirler ayette geçen “kane” fiilini de “sare” (dönüştü, döndü) anlamında almışlardır.[47]

b) Buna karşın, bir çok müfessir çok sayıda ayet ve hadisleri delil göstererek, iblisin meleklerden olmadığını ve tam tersine cinlerden olduğuna inanmaktadırlar.[48] Bu müfessirlerin delili şudur:

  1. Bu ayette geçen karinelerle buradaki istisnanın munkati istisna olduğu ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla iblis meleklerden olamaz. “Kane mine’l-cin” (Kehf, 50) ayeti de iblisin cinlerden olduğunu belirtmektedir. Birinci grup müfessirler “Uscudu li-ademe” ayetine istinat ederek, şöyle demektedirler: “Eğer iblis meleklerden olmasaydı, ilahi emre dahil olmayacak ve secde etmediği için asi ve isyankar olarak sayılmayacaktı. Buna şu şekilde cevap verilebilir: İblis bu emre galebe babından dâhil olmuştur. Zira meleklerle yoldaşlık ve birlikteliği bulunmakta idi ve bundan dolayı onun meleklerin cinsinden olduğu söylenemez.
  1. İblis, evlat ve zürriyete sahiptir. Buna karşın meleklerin evlat ve çocukları yoktur. Allah-u Teala şöyle buyurmaktadır: “Şimdi siz, beni bırakıp da onu (iblisi) ve onun soyunu mu dost ediniyorsunuz? Oysa onlar sizin düşmanınızdır.”[49]
  2. İblis, ateş cinsindendir[50], oysa melekler nur cinsindendir.[51]
  3. Melekler ilahi elçilerden ve masumdurlar[52] ama iblis günah işlemektedir.
  4. Bazı rivayetler iblisin cin olduğunu belirtmiştir. Örneğin Hz. Resulullah (s.a.a) Şam’un’a şöyle buyurmuştur: “Senin cin ve insanlardan düşmanların vardır. Her an seni takip etmekte ve dinini elinden almak için sana ok atmaktadırlar… cinlerden olan düşmanların, iblis ve ordularıdır.[53] İmam Cafer Sadık’tan (a.s) da şöyle bir rivayet nakledilmiştir: “Melekler, şeytanın kendilerinden olduklarını sanıyorlardı (halbuki cinlerdendir), -ancak Allah’ın ilminde onlardan değildirler- bu şekilde taassup ve önyargı sebebi ile batınını izhar etmiş ve şöyle demiştir: ‘Beni ateşten yarattın ve insanı topraktan yarattın.”[54]

Cinin Yaratılması

Cinin yaratıldığı ateşin Hicr Suresinde (27. ayet) zehirli bir ateş olduğu, Rahman Suresinde (15. ayet) ise, maric (yalın dumansız) bir ateş olduğu belirtilmiştir. Müfessirler, “maric”in anlamı hakkında farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Örneğin, farklı renklere dönüşen karışık ve alevli ateş, dumansız halis ve öz ateş[55], her an hareket halinde olan ve yer değiştiren tutuşturulmuş[56], hareketli ateş[57] gibi. Mahmut Alusi de[58] ihtilat ve karışıma vurgu yapmıştır. Ancak maricin havayla karışmış ateş olduğunu ileri sürmüş ve “cann”ın (cin) ateş ve havadan terkip olarak yaratılarak, buna "maric" dendiğini; Ademin ise, su ve toprak unsurlarından terkip olduğunu ve adına “tın” dendiği neticesini almıştır. Semum, çok sıcak rüzgar ve alevli hem de yakıcılığı vardır. Bu isimle anılmasının nedeni, derinin ve cilt gözenekleri altından bedene nüfuz etmesi nedeniyledir.[59]

Maddi ve Soyut Oluşu

Cinlerin mücerret ve soyut mu, yoksa cismani mi olduğu konusunda ve genel olarak cinlerin hakikati hakkında, mütekellimler ve filozoflar arasında anlaşmazlıklar bulunmaktadır. Bir grup, cinlerin cisim olduğunu kabul ederek, mücerret ve soyut bir varlık olduğunu ileri sürmektedir. Onların soyut olmalarını, olayları bilmelerine mani ve olağanüstü işleri yapma güçlerine engel olmadığını telakki etmemektedirler. Başka bir grup, cinlerin cisim olduğunu ileri sürmekte, ancak bu grubun kendi arasında da fikir ayrılıkları vardır. Onlardan bazıları cinlerin latif veya ulvi bir cisme sahip olduğunu; bazıları ise, katı ve alçak bir cisme sahip olduklarını ileri sürmüştür. Filozof ve mütekellimlerin sözlerinden şöyle bir sonuç ortaya çıkmaktadır ki birinci grup, cin, melek ve şeytan arasında cevheri bir farkın olduğunu düşünmemektedirler. Her üçünü de cevher ve asıl açısından aynı bilmektedirler. Şöyle ki eğer pak, nurani ve iyiliği isteyen olurlarsa, melektirler ve “salih cinler” diye adlandırılanlar, işte bunlardır. Eğer kirli, karanlık, kötü ve şerli olurlarsa, şeytandırlar.[60]

İbn-i Sina[61] cinin tanımı hakkında şöyle demiştir: Cin, hava cinsinden bir hayvan, natık ve şeffaf kitle sahibidir ve farklı şekillere girebilir. Mirdamad[62] cinleri cismani ve maddi varlıklar olarak değil, soyut varlıklar olarak tanımlamış, ancak Lahici[63] cinleri latif cisimli ve farklı şekillere girebilme gücüne sahip, hayat sahibi varlıklar olarak değerlendirmiştir. Demiri[64] ise, cinlerin havadan oluşan bir cisme sahip olduğunu, zorlu işlerin üstesinden gelebilen, akıl ve algısı olan bir varlık olarak değerlendirmiştir.

Cinlerin Evliliği ve Çocukları

Müfessirler, Cin suresinin 6. ayetinin tefsirinde –ki insanlardan bazı kimselerin, cinlerden bazı kimselere sığındıklarından bahsetmektedir- cinlerin de insanlar gibi erkek ve dişi oldukları ve evlenerek üredikleri sonucuna varmışlardır.[65]

Allame Tabatabai[66] Kehf Suresinin 50. ayeti ve Fussilet Suresinin 25. ayetine binaen, cinler arasında üremenin olduğunu; üreme, çoğalma ve ölümlü olmanın, üremenin varlığına kanıt olduğunu ileri sürmüştür. Ancak bu üreminin niteliği hakkında bir açıklama yapmamıştır. Fahr-i Razi[67] Rahman suresinin 56. ayetine istinat ederek, cinler arasında üremenin yanı sıra, insan ve cinle üremiş başka bir neslin olanağına da dikkat çekmiştir.

İnsan ve Cinler Arasında Evlilik

Bazıları, “mallarına, evlâtlarına ortak ol” «وَ شارِکهُم فی الاموالِ و الاولادِ» ayeti kerimesinden insanlarla cinler arasında evliliğin mümkün olduğu sonucuna varmışlardır (Allah şeytana hitaben söylemiştir).[68] Ancak müfessirlerin çoğu, ayeti cinsel ilişki olmadan anlamında tabir etmişlerdir. Bazıları da Rahman suresinin “Bunlardan önce onlara ne insan ne de cin dokunmuştur.” 56 ve 74. ayetlerinden insan ve cinler arasında dünyada evliliğin mümkün olduğu kanısına varmışlardır.[69]

Ehlisünnet kaynaklı bazı hadisler de böyle bir evliliğin mümkün olduğunu teyit etmiştir.[70] Ehlisünnet kaynaklı bir hadiste de Habil’in cennet hurilerinden ve Kabil’in ise, bir cinle evlendiği belirtilmiştir.[71] Bu tür rivayetler, kaynak açısından zayıf oldukları gibi, sınırlı oldukları için de bir şeyi kanıtlamaz veya nefyetmezler.

Bir insanla bir cin arasında yaşanan evlilik hakkında ve yine aralarındaki aşklarını anlatan çok sayıda öyküler anlatılmıştır.[72] Allame Meclisi[73] Kur’an ehli ve âlim birisinin cinlerden ard arda dört cinle evlendiğini gördüğünü belirtmiştir. İnsanlarla cinler arasındaki evlilik o kadar çok gündemde olmuştur ki bazı müellifler konunun mümkün olup olmadığını ve şer'i hükümlerini ele alarak incelemişlerdir.[74] Şebli[75] “Akamu’l-Mercan fi Ahkami’l-Can” adlı kitabını ‘acaba insanla cin arasında evlilik caiz midir?’ sorusuna yanıt vermek için yazdığını açıklamıştır. Fakihlerin cinlerle insanlar arasında evliliğinin caiz olmadığına dair sözlerini nakletmiş ve bazı tabiinlerin bu evliliği mekruh bildiğini ileri sürerek, bunun mümkün olduğu sonucuna varmıştır. Kurtubi[76] insanlarla cinler arasında evliliğin aslının mümkün olduğunu kabul etmiş, ancak bu konuda nakledilen bir çok haber ve rivayetin gerçeği yansıtmadığını belirtmiştir. Fahr-i Razi[77] de cinlerle insanlar arasında evlilikten bir soyun mümkün olduğuna inanmaktadır.

Cinlerin Görülmesi

Cin, insan gözüyle görülmez ama Allah’ın izni ile bazıları onları görebilir. Kur’an’da da açıkça cinlerin görülebileceğinden bahsedilmemiştir. Ancak tıpkı bazı ayetlerin zahirine göre, “Çünkü o ve yandaşları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler.”[78] ayetindeki şeytanın yandaşlarından maksat cinlerden bir grup ise, en azından cinlerden bazılarının bizleri görebileceği ve bizim onları göremeyeceğimiz anlaşılmaktadır.

Cinler, Kur’an açısından melekler gibi görülmeyen varlıklardır. Ancak bazen mümessil (temsili) bir şekilde görülebilirler. Hz. Süleyman’ın (a.s) Kur’an’daki kıssası ve cinlerin saraylar yapması, timsaller[79] ve yine orduların Sebe memleketine gönderilmesi gibi cinlerin Hz. Süleyman’a (a.s) yardım etmesi, -cinlerden bir ifrit ona şöyle dedi-: “Sen makamından kalkmadan ben tahtı sana getiririm.”[80] Bu da cinlerin farklı şekillerde görülebildiğini ortaya koymaktadır. Bazı rivayetlerden cinlerin, yılan ve köpek gibi hayvan şekillerine, hatta insan şekline girebileceği ve çok tuhaf ve acayip bir görüntüye bürünebileceği anlaşılmaktadır.[81] Yine bazı hadislerde cinlerin sıradan bazı insanlar tarafından görülebileceği belirtilmiştir.[82]

Molla Sadra’nın Cinlerin Görülmesine Dair Sözleri

Molla Sadra şöyle diyor: “Melek ve şeytanın hakiki ve izafi (göreceli) olmak üzere iki şekli vardır; her ikisinin hakiki şekli nübüvvet nuru dışında idrak edilemez. Hz. Resulullah (s.a.a) Hz. Cebrail’i hakiki şeklinde görmek istediği zaman, Hira Mağarası'na gitme vadinde bulundu. Orada Hz. Cebrail (a.s) doğu ve batı sahilini tamamen kuşattığı halde Hz. Peygambere (s.a.a) göründü. İkinci defa “Sadru’l-Münteha’da” hakiki şeklinde göründü. Bazen de izafi şeklinde, güzel yüzlü sahabelerden Dehiye-i Kelbi’nin temsili şekline girerek, Efendimize görünürdü. Şeytan da Efendimize uyanıkken temsili bir şekilde görülmekteydi. Çünkü kendi gözleriyle onu görür ve sözlerini duyardı. İşte bu, onun hakiki ve izafi suretinin temsilidir.[83]

Cinlerin Yapabilecekleri Şeyler

Kur’an’ın birkaç ayetinde cinlerin olağanüstü veya insanlar için mümkün olmayan işleri yapma gücüne sahip olduğuna değinilmiştir. Örneğin Neml Suresi'nin 39. ayetinde cinlerden ifritin hızlı ve seri hareketi ile çok uzak yollardan Hz. Süleyman’ın (a.s) yanına gelişi anlatılmaktadır. Kur’an ayetlerinden[84] cinlerin göklere ve yukarılara doğru yükselebileceği, meleklerden gaybi haberleri dinleyebilecekleri anlaşılmaktadır.[85] Ancak Hz. Resul-ü Kibriya Efendimizin (s.a.a) nübüvvetinden sonra bu gücünü yitirmişlerdir.[86] Bazı müfessirlere göre[87] onlardan (hepsinin değil) bazılarının göklere doğru çıkma özelliği bulunmaktaydı.

Bazı ayetlerden de anlaşıldığı kadarıyla[88] cinler çok zorlu işleri yapma özelliğine sahiptir. Örneğin çok büyük binalar yapabilir ve uzak yerlere ağır şeyler taşıyabilirler.[89] İbn-i Abbas’tan nakledilen bazı sözler bunu teyit etmektedir. Bunlar (bu olağanüstü şeyleri yapan) cin tayfasından bir gruptu ve bunların yaptıkları şeyler, hepsi için geçerli olmayabilir.[90] Yine müfessirler, Bakara Suresi'nin 274. ayetinin tefsirinde cinlerin çeşitli kudretlerine değinmiş ve cinlerin insanlara musallat olabilecek güce sahip olduklarının altını çizmişlerdir.[91]

Cinlerin Dini

Cinlerin insanlardan önce yaratıldığı, akıl ve teklif sahibi oldukları göz önünde bulundurulacak olursa, Hz. Adem’den önce kendi cinslerinden peygamberleri olduğu ve muhtemelen ondan sonra da Allah, kendi cinslerinden onlara peygamber ve resuller göndermiştir.[92] Öte yandan Ahkaf Suresi'nin[93] 30-31. ayetlerinde onların Hz. Musa ve Hz. Resul-ü Kibriya Efendimize (s.a.a) iman ettiklerine işaret edilmiştir. Bu da cinlerin bazı insanlara tabi olma vazifelerinin olduğunu ortaya koymaktadır.

Bazı cinler Allah’ın elçilerine iman etmiş ve bazıları kafir olmuşlardır.[94] Bazıları dürüst ve takvalı, bazıları günahkardırlar.[95] Bazıları İslam Peygamberinin (s.a.a) peygamberliğini kabul etmiş ve bazıları kabul etmemişlerdir.[96]

Şia hadislerinde nakledildiğine göre, cinler arasında Hz. Peygamber Efendimizin Ehlibeytine (a.s) inanan takipçileri olduğu gibi, düşmanları da bulunmaktadır.[97] Cinlerin Ehlibeyt İmamları (a.s) ile ilişkileri bulunmakta ve onlara dini sorularını sormaktaydılar.[98] Cinlerin İmam Ali, İmam Sadık ve İmam Rıza’yla (a.s) görüşmeler yaptığına dair rivayetler bulunmaktadır.[99] İmam Muhammed Bakır’ın (a.s) naklettiğine göre İmam Ali’nin (a.s) cinler arasında temsilcisi bulunmaktaydı.[100] Selman-ı Farisi, Hz. Ali’nin (a.s) münafık ve asi cin grubuyla savaştığını rivayet etmiştir.[101] Bir çok Şia ve Sünni kaynaklarında cinlerin İmam Hüseyin’in (a.s) şehadetinde ağladıkları rivayet edilmiştir. Yine cinlerden İmam Hüseyin’in (a.s) yasına yönelik şiirler nakledilmiştir.[102]

Sünni Cinler

Bazıları, tüm Müslüman cinlerin Şia olduğuna inanmaktadır. Buna delil olarak da Ayetullah Allame Hasan Zade Amuli’nin “Hezar ve Yek Kelime” kitabını göstermektedirler. Allame Hasan Zade Amuli’nin, Allame Seyyid Ali Gazi Tabatabai’den naklettiğine göre, bir şahıs cinlerden birisine şöyle sormuştur: “Cin tayfası hangi mezheptendir?” O cin cevabında "cin tayfasının da insanlar gibi çeşitli mezheplere mensup olduğunu, ancak içlerinde Sünni mezhebinden kimsenin olmadığını" nakletmiştir. Bunun da delilini şu şekilde açıklamıştır: “Çünkü bizim içimizde Gadir-i Hum’da bulunan ve o sahneyi görenler bulunmaktadır.”[103]

Soruyu soran kişi belli olmadığından ve o cinin doğru sözlü bir cin olduğu da bilinmediğinden, dediklerinden özel bir anlam çıkarmak güçtür. Buna karşın, başka bir grup bu görüşü kabul etmemekte ve cinlerin ihtiyar sahibi olduklarını ve onların da insanlar gibi Şia ve Sünni mezheplerine mensup olduklarını savunmaktadırlar.[104]

Avam Halkın İnançları

Halk arasında cinler hakkında oldukça acayip ve delili olmayan çok sayıda inanış bulunmaktadır. Bu konuda haddinden fazla öyküler anlatılmaktadır. Bunlardan bazıları çelişkili ve bazıları da inanılır gibi gözükmektedir. Bu konuda çok sayıda kitap da yazılmıştır. Buna karşın bu kitapların müşterek yönü, bunlara güvenilemeyeceğidir. Doğudan batıya tüm ülkelerin halkları arasında yaygın olan bu inanışlar, peri, dev, hayalet, hortlak, hava, rüzgâr, al, hantu vb. gibi şekillerde kendini göstermektedir. Bunların her birinin kendine has bir anlamı ve İslam inancında olan cinin geçmişine göre farklılıklar arz etmektedir.

Dev

İster erkek ve ister dişi olan ve farklı şekillere girebilen her türlü cini, bazıları "dev" olarak adlandırmaktadır.[105] İbn-i Abbas (ö. 68) siyah köpekleri "cin" ve benekli köpekleri "hin" olarak değerlendirmektir.[106]

Bir diğer cin, Arapça ve Farsça kaynaklarda “nasnas” adıyla geçmektedir. "Nasnas" tek gözlü, tek ayaklı ve evlerde yangın çıkararak, insanlara zarar vermektedir. "Gaddar" adlı bir başka cin vardır. Bu cin de cinsel ilişkilere ilgi duymakta ve bazen de isteklerinin aksi yönüne ulaşmaktadır.[107]

Cinin Şekli ve Görüntüsü

Cinler bazı hayvanların şeklinde görülebilir. Örneğin, yılan, keçi, ceylan, dağ keçisi, boğa, güvercin, kedi (özellikle siyah kedi), köpek, at ve zebra.[108] Cinler ejderha ve benzeri canlıların şeklinde de görülebilir.[109] Cinler hayvan şeklinde iken avlanırsa, İran’ın bazı yörelerinde “Ebu Cehil Avı” diye adlandırılmaktadır. Bu şekilde “İbrahimi Av” diye adlandırılan normal avlardan bu avı ayırmaktadırlar.[110] Cahiz’in[111] naklettiğine göre, eski Araplar ceylanları cin sürüleri olarak değerlendirmekteydiler. Araplar, fare, kertenkele, kirpi, deve kuşu ve ceylanları gecenin ilk vakitlerinde avlamaz ve onların cinlerin merkepleri olduklarına inanırlardı.[112] Ama cinler, tavşan ve sırtlanları kendilerine merkep etmemektedirler.[113]

İranlı avam halkın inanışına göre Müslüman cinler güzel ve kâfir cinler ise, çirkin ve iğrençtirler. Bazıları başı uzun, tek gözlü, keskin ve uzun dişlere sahiptir.[114] Bazı cinlerin bedeni insan bedenine, başı hayvan başına, el ve ayakları da hayvan el ve ayaklarına benzeyebilir.[115] Ağızlarından ateş çıkabilir, bedenlerinden kötü kokular yayılabilir ve istedikleri her şekle girebilirler.[116] Ancak devler, her ne şekle girseler de eşek ayağına benzeyen ayaklarını değiştiremezler.[117]

Cinler ve Bebekler

İran avam halkının inancına göre, cinler doğum yapmış kadınlara ve bebeklere çok eziyet etmektedir. Bundan dolayı, doğumdan ilk bir iki hafta sonra, genellikle doğum yapmış kadını ve bebeği imkân ölçüsünde yalnız bırakmamaktadırlar. Ancak kadın banyo yapıp temizlendikten sonra, cinlerin zarar tehlikesi oldukça azalmaktadır.[118] Doğumun altıncı gecesi, bebeğin cin çarpma olasılığı doruk noktasına çıkmaktadır.[119] Bu gece doğum yapmış kadının odasında gürültü patırtı yapılmakta, ateşe barut ve havai fişekler atılmakta ve bu şekilde “cin” ve “al”ın gelmesi engellenmeye çalışılmaktadır. Bu işler -bu avam halk yanında- cinlerin bebekten uzak durmasına neden olur. Buna ek olarak, doğum sırasında kadının yanında olanların doğumdan birkaç gün içinde doğum yapan kadını ve bebeği görebilme izni vardır. Bu şekilde cinler onlardan birisinin şekline girerek, kadına ve bebeğe zarar vermesi önlenmiş olur.[120]

Cinlerin Uzak Tutulması

Genelin inancına göre “Bismillah” ve Kur’an-ı Kerim’den bazı ayetlerin okunması ile cinler insandan uzak durur. İnsanlar cinden uzak durmak ve güvende olmak için “besmeleyi” en üstün ve en eski bir seçim olarak bilmekte ve onunla korunduklarını düşünmektedirler. Besmeleye sığınarak zarardan kurtulduklarını ve bu şekilde onların zarar ve ziyanından korunduklarını düşünmektedirler.[121]

Avam halkın inancına göre, toprağa kaynar su ve idrar dökülmeden önce "Bismillah" denilmelidir. Bu şekilde eğer cin orada olursa, oradan uzak dursun ve artık kaynar su ve idrar dökülerek ona (cine) zarar ve ziyan verilmesin.[122] "Bismillah" denilmeden kaynar su ve idrar dökülürse, cin sinirlenir ve bu işi yapana karşı zarar verebilir.[123]

Demirden Korkması

Yine avam halkın inancına göre, yeni doğum yapmış kadının odasına çok miktarda demirden araç gereçler konulur. Zira cinler demirden korkmaktadır.[124] Nitekim eğer bir kimse demirden olan bir iğneyi cinin vücut veya elbisesine saplayabilirse, o cini kendi kontrolü altına alır. Çünkü cinin demirden şiddetli korkusu olduğundan, kendisinin iğneyi oradan çıkarmasına mani olur ve bu yüzden bir insanın onu oradan çıkarmasına ihtiyaç duyar.[125]

Persepolis ve Mısır Piramitlerinin Yapımı

Hz. Süleyman’ın (a.s) halısı, çok sayıda büyük binalar ve günlük yaşamda kullanılan araç gereçlerin bir çoğunun yapımını cinlere atfetmektedirler. Örneğin, büyük kâseler, hamam ve tüy dökücü ürünler[126]. Cahiz[127] hamamların cinler tarafından yapıldığı konusunda kuşku duymamakta ve ayrıca başkalarından ‘çok iyi kılıçların’ cinler tarafından yapıldığını nakletmektedir. Yine insanlar tarafından yapıldıkları tasavvur edilemeyen büyük binaların da cinler tarafından yapılmış olabileceği zannedilmektedir.[128] Bu ölçülerde yapılan Taht-ı Cemşid (Persepolis), Üçlü Piramitler ve Bisutun Yazıtları gibi önemli eserlerin cinler tarafından yapıldığı söylenmiştir.[129]

Cin Çarpması

Çok eskilerden beri, cinin insan bedenine girmesi sara hastalığının nedeni olarak görülmüştür.[130] Cinin insanın bedenine girmesi ile o insanın bedeninde ağrı ve acılar oluşturur. Bundan dolayı, sara hastalarının tedavi yöntemlerinden birisi hastanın el ve ayakları bağlandıktan sonra, ona özgü dualar eşliğinde hastanın şiddetle dövülmesidir.[131] Araplar, delilik ve düşünsel rahatsızlıklara neden olan cini, “Ğabil” veya “Ğabel”[132], Psikoz hastalarına ise “mecnun” (deli), yani cin çarpmış demekteydiler.[133] Nitekim Farsça’da bu hastalara "deli" demektedirler. Zira Farsça dilinde “dev”, "cin" anlamına da gelmektedir.[134] Cahiz’in[135] yazdığına göre, avam halk arasında "Kim kapı eşiğinde uyursa, cin çarpar veya deli olur ya da cinlerin onu boğması mümkün olabilir" anlayışı vardır.[136] Beşinci ve altıncı yüzyıl ulemalarından bazıları bu tür inançları reddetmiştir.[137]

Cinin Teshir (ele geçirmek) Edilmesi

Halkın geneli arasında yaygın olan inanca göre, cinler gayp aleminin bilginleridirler. Dolayısıyla eğer bir insan cinlerden birisini teshir edebilirse (ele geçirebilirse, kontrolü altına alabilirse), hazineler, gizli bilgiler ve hatta gelecekten haberler elde edebilir.[138] Bu inanca göre cinleri teshir etme yöntemleri, bu alanda yazılmış bir çok kitapta mevcuttur. Bazıları da "müvekkil" adı altında ve "insanların geleceğini gördükleri" iddiası ile bu bilgileri kendilerine başvuranlara vermektedir. Bilinmelidir ki cin sahip olduğu vücut yapısı ile geçmişte yaşanmış ve şimdiki zamanla ilgili bazı bilgilere sahip olabilir. Ancak İslam öğretilerine göre cinlerin gelecek zamanlara yönelik bir bilgisi yoktur ve gayp ilmine sahip değildir. Nitekim Kur’an-ı Kerim bu konu hakkında şöyle buyurmaktadır: “Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü, ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. (Sonunda yere) yıkılınca anlaşıldı ki cinler gaybı bilselerdi, o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı.”[139] Bu ayet, cinlerin gelecekten ve hatta şimdiki zaman olaylarından da haberdar olmadıklarını açıkça göstermektedir.[140]

Hemzad

"Hemzad", "ikiz" ve "çift" anlamına gelir. Farsça bir kelime olan "hemzad", Türkçe’de "yoldaş" ve "birliktelik" anlamına gelir. Tam olarak Türkçe karşılığı bulunmayan, “kötü ruhlu hayali ikiz” diye tanımlayabileceğimiz bir kelime.

Hadislerde “hemzad”ın varlığı hakkında net bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak İran avam halkı yanında adem oğlundan dünyaya gelen her bir çocuk için, cinlerden bin çocuk dünyaya gelir.[141] On Dört Masumlar (a.s) dışındaki Ademoğlunun her bir çocuğu için cinlerden bir hemzad vardır. "Hemzad", Avrupa avam halkı yanında kendisine İngilizce: “Doppelgänger” veya “changeling”, Almanca: “Doppelgänger” veya “Der Wechselbalg” ya da “ untergeschobehes kind” Fransızca “Double (dualité)” veya “enfant substitue” denmekte veya oldukça yakınıdır.

"Hemzad", anne karnında ceninin görülmesi ile birlikte oluşur ve hatta dünyaya gelmeden önce çocuğa rahatsızlık vermeye başlar. Her ne zaman bebek anne karnında kımıldar veya bebek uykudayken hareket ederse, bu durum hemzadın ona eziyet ettiğinin bir belirtisidir.[142] Bazen kadın cinler, ebeye ihtiyaç duyar. Ebe, gözleri kapalı bir şekilde gebe kadının yanına götürülür ve ebenin işi bittikten sonra ona ödül olarak bir avuç dolusu soğan kabuğu verilir! Eğer ebe konuyu kimseye açmaz ve soğan kabuklarını halı altına koyarsa, her sabah halının altında bir altın belirir. Ancak eğer konuyu başkalarına açarsa, soğan kabukları altına dönüşmez.[143] Cinlerin sevdikleri insanlara para, başarı veya bazı hastalıkların tedavi gücü gibi çeşitli hediye vermeleri mümkündür.[144]

Karabasan

"Karabasan", "karakura", "Karabastı", "Karav", "Albastı", "Kamos" da denilen ve bir çoklarının tecrübe ederek, deneyim sahibi oldukları bir durum, kişinin uykudan uyandıktan sonra bilincinin yerine gelmesine rağmen, vücudunun hiçbir kısmını hareket ettirememesi ve bazen de çok zor nefes alma halidir. Bu durum kısa bir süre sonra bertaraf olur.

Bu sözcük, genel anlamda insanların kötü şeyler görmesi demektir. Karabasanlara kötü ruhların veya cinlerin neden olduğuna inanılır. Bu ruhlar, bazen ölümcül olabilmekte, bazen de uykuda ölen insanların bu varlıkların öfkeleri dolayısıyla öldükleri düşünülür.

Halk arasında olan batıl inanca göre, cin gibi bir yaratık kişinin göğüs kafesinin üzerine oturduğundan kişi boğulma hissine kapılmaktadır. Bu inanış, batı kültüründe de yaygındır. İngiliz-İsviçreli sanatçı Henry Fuseli tarafından yapılmış 1781 tarihli yağlı boya tablosu da bu alanda yapılmıştır.[145]

Eski tıpta kişide balgamın artışı ile bu durumun meydana geldiği ileri sürülmüştür. Günümüzde ise uyku felcinin buna neden olduğu belirtilmiştir.

Karabastı

"Karabastı", Türk halkının inancında, gerçek sanılan kötü görüntü ve korkulu halüsinasyonlara verilen addır. "Karabasu" olarak da söylenir ve gerçekmiş gibi algılanan kötü rüyalardır. Karabasanın neden olduğu hastalığa da "Karabastı" denir. Hayalet görmeyi tanımlamak için de bu tabir kullanılır. Bazen de doğum yapan kadının ölmesi, Karabastı’ya bağlanır. Azerice de "Hayalet" sözcüğünün karşılığı "Karabasma"dır.

Karakura

"Karakura", acıklı, kötücül bir ruhun adıdır. Bazı inanışlara göre, yeni doğum yapmış lohusa kadınları korkutan ve ciğerlerini alıp götürdüğüne inanılan ruh ve hayali yaratıktır. İnsanlara korkulu kâbusları ve karabasanları gönderen odur.

Eski çağlarda insanları uykuda yakalayıp korkuttuğu, nefes almalarını engelleyerek ses çıkarmalarına izin vermediği, ciğerlerini alıp götürdüğüne inanılan bir varlıktır. Bu varlıklar kedi gibi hafiften ve sakin sakin gezen canlı biçiminde betimleniyordu.

Erzurum ve Erzincan yöresindeki inanışlara göre, bu tabiatüstü güç "albastı" gibi lohusalara musallat olan ve onları korkutarak, ciğerlerini söküp götüren bir varlıktır. Konya civarında anlatıldığına göre, bu ruh, keçiye benzeyen fakat kedi büyüklüğünde olan, insanların üstüne çökerek, onları boğmaya çalışan bir yaratık şeklinde düşünülür. Ayrıca bu yaratık Sivas yöresinde "Elkişave" olarak da adlandırılır.

Karav

"Karav", Türk ve Çuvaş halk inancında kâbus cinidir. Kâbuslara neden olan ve bunun sonucunda hezeyan ve psikolojik bozukluklar ortaya çıkaran kötücül varlıktır. Bu sözcük, korku ve kötülük anlamlarını içerir. "Karamak" sözcüğü kötülemek ve hor görmek anlamlarını barındırır.

Kamos

"Kamos", Harput yörelerinde görülen bir kötücül yaratıktır ve "Kapos" da denir. Kâbuslara ve karabasanlara neden olan kötü bir ruhtur. Yalnız başına uyuyan insanların üzerine bütün ağırlığı ile çöker, onların çarpılmalarına bazen de ölmelerine sebep olduğu iddia edilir. Kamos sözcüğünün kâbus kelimesinin anlamı ile benzeşmesi dikkat çekicidir.

Türk ve Anadolu halk inancında kâbus cinidir. Geceleri gelip, rüyalarda insanları korkutan ve ruhlarını alan kötücül yaratıktır. İnsanlara korkuyu ve kâbusları o gönderir. Biçimsiz bir varlıktır. Bazı görüşlere göre, eski Ortadoğu mitolojileriyle de bağlantılıdır ve bu kültürlerde insanları boğarak öldürdüğüne inanılır.

Albastı

"Albastı", Türk ve Altay mitolojilerinde bir çeşit kötü ruh ve onun neden olduğu ruh çarpmasıdır. Albıs’ın (veya Alkarısı’nın) neden olduğu bir ruh hastalığıdır.

Albastı bir varlığın adından daha ziyade, neden olduğu hastalığı ifade eder. Boğucu sıkıntı. Sara hastalığı. Lohusahumması denilen ve yüksek ateşle ortaya çıkan, temizliğe dikkat edilmediği için meydana gelen hastalık. Gebe kadın kan kaybetmeye başladığında değişik varlıklar görmeye başlar. En çok korktuğu şey gözünün önüne gelir. Bunun sonucunda bazen bayılır. O esnada alkarısı göğsüne dizleriyle çökerek, soluğunu keser. Hatta ölüme bile neden olabilir. Gebe kadın yiyemez, içemez ve nefesi daralır. Bu durumdan kurtulması için “Al Ocağı”na götürülür. Bu yer genelde kutlu bir mekândır ve bir evliya mezarıdır. “Kulbastı” biçimiyle de Adıge diline geçmiştir. Albastı ve Kulbastı ayrıca isimleri Farsça (İran) kökenli olan "Aleybanı" (Alyabani) ve "Kuleybanı" (Gulyabani) adlı varlıkları da akla getirmektedir.

Mekir

"Mekir", aldatıcı yaratık. Congolos'a çok benzer. İnsanları kandırıp, hile yaparak tanıdığı bir kişinin kılığına bürünür veya tanıdık birisinin sesiyle kişiyi çağırıp, götürerek kaybeder. bu sözcük Arapça kökenli olup, mekr (hile, aldatma) kökünden türemiştir.

Congolos

"Congolos", Türk ve Anadolu halkının inancında kayıp cin. Kışın en soğuk zamanında ortaya çıkar. Evin kapısına gelerek, dışarıdan, içeride bulunanlardan birisinin adını seslenir ve peşine takarak, götürüp o kişiyi kaybettiği iddia edilir. Bir daha o kişiden haber alınamaz. Kapı ve pencere önüne pancar yemeği koyulursa, musallat olmaktan vazgeçeceğine inanılır.

Yozgat yöresi halkının inanışında, kışın en soğuk zamanında ortaya çıkan hayali bir yaratığın adı olup, bir karakoncolos varyantıdır.

Germakoçi

"Germakoçi", Laz halkının inancında, orman içlerinde yaşayan, uzun boylu, vücudu kıllarla kaplı maymun ile insan arası bir orman yaratığının adıdır. Megrelya'da "Oçhokoçi" adıyla bilinen efsanevi yaratık, birçok masal ve efsanenin temel kahramanı olup, bazı varyantlarda bir cadı karısının kocası ve yamyamdır.

Karakoncolos

"Karakoncolos", Bulgar, Türk ve Anadolu halk kültürlerinde "Kış Cini Karakoncul" olarak da bilinir.

Kara renkte ve çok çirkindir. Maymun, kedi veya çocuk büyüklüğündedir. Aslında pek zararlı olmadığı halde, görüntüsü insanlarda paniğe neden olur. Kürklü olarak betimlenir. Geceleri gezer. Bulgar kültürünün Türk tarihiyle olan ortak kökeni sonucu, Bulgar halk edebiyatında “Karakonjul” adıyla yer alır. Kendisinden korunmak için kış günleri evlerdeki taraklar ortada bırakılmaz, saklanır.

Türk mitolojisinde Karakoncolos, 'kara renkte ve çirkin olarak tasarımlanan bir umacı, bir kötülük cini'dir. Özellikle Kuzeydoğu Anadolu Türk kültüründe yer etmiş ve Bulgar folklöründe de rastlanan bir yaratıktır.

Kalikantzarus

Karadeniz Rumları tarafından "Karakoncoloz" ve "Koncoloz" olarak da bilinmektedir. Karakoncilo’nun “denizden geldiği” söylenir. Kimi yörelerde bu anlayış "dağdan gelme" şeklindedir. Bulgaristan’da ona "Kukeri" veya “Karakondjul /Karakondjol” denir. Yunan kültüründeki Kalikantzarus'un, Karadeniz halk inanışındaki Karakoncolos'tan şakacılığı, çok fazla zararlı olmaması ve tüylü olması gibi, birkaç ortak nokta dışında pek çok farklılığı bulunur.

Bu yeraltı varlığı, Yunan denizcilik geleneği nedeniyle Akdeniz ülkelerine yayılıp, onların folklörüne girerek, bir deniz cinine dönüşmüştür. Cezayir Arapçasında "qârâqendlûz" şeklinde bir tür vampir görünümünde yer alır. Karadeniz’in bazı bölgelerinde "koncala", "koncoloz", "karakancala" ve "kancala"; Yozgat yöresinde "congalaz" ve Gaziantep yöresinde "gancoloz" veya "garagancoloz" biçimlerinde söylenir.

Oçi Koçi

"Oçi Koçi", Megrel halkının inanışında kışın köylere dadanan ve erkek çocuklarla ahırdaki inek yavrularını yiyen, vücudu kıllarla kaplı, insan görünümünde bir iblisin adıdır. Lazca "Germakoçi", Gürcüce'de "Oçokoçi" ve Trabzon'da "Karakoncolos" adıyla bilinen yaratıkla ilişkilidir.

Oçokoçi

"Oçokoçi", Gürcü-Megrel-Laz mitolojisinde dağda yaşayan bir kişilik. Oçokoçi, konuşmasını bilmez ama çıkardığı ses insanlar için dayanılmaz bir sestir. Oçokoçi'nin bütün vücudu simsiyah tüylerle kaplıdır. Uzun ve keskin pençeleri vardır. Yanında baltaya benzer bir alet taşır ve kendisine karşı gelen insanları bu aletle ikiye ayırır.

Uyku felci

Uyku felci (Halk arasında "karabasan" olarak da bilinir), uyandıktan hemen sonra veya seyrek olarak uykuya dalmadan hemen önce, bedenin geçici olarak hareket edememesi (felç olması) ile karakterize edilen bir durumdur.

Fizyolojik olarak, "REM atonia" olarak da bilinen REM uykusu sırasında oluşan normal felç ile yakından ilgilidir. Buna göre bazı bilim insanları ve fizikçiler bunun uyku döngüsünün "doğal" bir etkisi olduğuna inanır. Uyku felci beyin REM durumundan tamamen uyanık duruma geçse de beden felcinin devam etmesi durumunda oluşur. Bu durum, kişinin bilincinin tamamen açık olmasına rağmen, hareket edememesine sebep olur.

Cinlerin Yaşadığı Yerler

Avam halkın inancına göre cinler, bazı dağlarda[146], ağaçlarda[147] ve çöllerde yaşamaktadırlar. Bazen, bazı cin topluluklarının oralarda görüldüğü ileri sürülmüştür.[148] “Hezar ve Yek Şeb”[149] kitabında kuyuda da yaşadıkları belirtilmiştir. İranlıların inancına göre, cinler hem karada ve hem de suda yaşayabilmektedir. Ancak karanlık ve sıcak yerlerde yaşadıkları, örneğin eski hamamlar, mezarlıklar, harabeler, bazı su depoları ve ağaçları tercih ettikleri belirtilmiştir.[150] Bir çok kıssada da cinlerin çömlek, testi ve şişedeki esaretinden bahsedilmektedir.[151] Karada yaşayan cinler dünyanın her yerine yayılmıştır. Ancak daha çok Şam, Hindistan ve Vebar topraklarında yaşamaktadırlar.[152]-[153]

Za’fer Adlı Cin ve Kerbela

Bazılarına göre cinlerin kralı olan "Za’fer" adlı cin, Kerbela Vakıasında İmam Hüseyin’e (a.s) katılmıştır. Denildiğine göre kral Za’fer, yirminci yüzyıla kadar yaşamış ve yerine oğlu kral Kazım geçmiştir.[154] Şehit Mutahhari, "Hemase-i Hüseyni" kitabında, Aşura kıyamındaki tarihi değiştirmelerden birinin Za’fer adlı cinle ilgili olduğunu savunmuştur.[155]

Za’fer adlı cinin, Ayetullah Burucerdi ile olan ilişkisi her ne kadar Ayetullah Burucerdi’nin taziye meclislerinde söylenmesi çok meşhur olsa da Ayetullah Burucerdi’nin hayatını konu Ali Devani’nin yazdığı “Mefahir-i İslam” adlı kitap ve öteki kitaplarda bu konuyla ilgili bir bilgi yoktur.[156]

Eski Fars Edebiyatında Cin

İran hemasi ve edebiyat öykülerinde, Cemşid, cinlere emir ve buyruk vermektedir. Firdevsi’nin[157] Şahname’sinde, Sa’d b. Ebu Vakkas’ın Rüstem Ferahzad’a yazdığı mektupta cin sözcüğü geçmiştir… Cinler konusu daha çok dini hemasi nesir ve şiirlerde geçmiştir. Örneğin Hz. Ali’nin (a.s) kâfir cinlerle savaşı “Cenkname-i Ateşi”[158] ve Esterabadi’nin yazdığı “Tuhfetu’l-Mecalis”[159] adlı kitaplarda konu edilmiştir. Cinleri hem Farsça tefsirlerde[160] ve hem de Farsça dili olmayan metinlerde[161] peri olarak tercüme etmekteydiler.

Bazı Farsça öykü yazıtlarında, örneğin “Name-i Bigami”de[162] cin ve peri bir sayıldığı gibi, bazen devler de cin ve peri cinsinden sayılmıştır.[163] Buna rağmen, Emir Arslan gibi bazı son dönem eserlerde cin ve peri birbirinden ayrıştırıldığı gibi, aynı zamanda farklı cin adları (örneğin, ifrit, dev, ben-i can), farklı yaratıklara ithaf edilmiştir.[164]

Bazı araştırmacılar, cinin İslam ve Arap kültüründen esinlenen bir İran inancı olduğuna inanmaktadır.[165] Ancak Theodor Nöldek'e göre, İranlılar, adına sonradan cin denilen varlıklara inanmaktaydılar. İranlılar İslam’ı kabul ettikten sonra İslam ve Arap kültüründeki cin varlığı ile bu inanç karışmış ve yeni bir cin anlayışı ortaya çıkmıştır.[166]

Cinlerin Rahatsızlık Vermesi

Bazıları, cinlerden korktukları için yanlışlıkla (örneğin, isimlerinin anılması, soğan ve yumurta kabuğunun yakılması, geceleyin ev ve benzeri yerlerin süpürülmesi veya ıslık çalmak gibi) adlarını anmamak, cinlere bilmeden ve tesadüfen zarar vermemek için besmele çekmeden yere kaynar su dökmemeye ve taş atmamaya çalışmaktadırlar. Bundan dolayı cinleri takma adlarıyla “bizden üstün olanlar”, “azizler”, “üç harfliler” gibi tabirlerle ifade etmektedirler.[167]

Cinlerden korunmanın -kasıtsız ve istemsiz- en iyi yolu, onlara zarar verilmesi mümkün olan her işe başlamadan önce besmele getirmektir. Zira cinler, Bismillah’tan kaçarlar.[168] Bazı taşların taşınması cinlerin kötülüğünü def eder.[169] Cinler, Pazar ve Salı günleri insanlara daha çok eziyet etmekte ve rahatsızlık yaratmaktadırlar.[170]
İran avam halkın inancına göre, cinlerin insanlara verdikleri bazı zararlar şunlardan ibarettir: Felaket, afet, kaza ve hastalıkların üretilmesi, çocuğun başka çocukla karıştırılması, insana ait araç ve gereçlerin çalınması[171] Beluç avam halkı, “dev veya hulu” adlı insanlara çok zarar veren bir cine inanmaktadır. Bu cin, geceleri boğa şeklinde ortaya çıkar ve insanlara saldırır. Yine “Sengi Cebuk” adlı bir cin, taş atılmasıyla insanlara eziyet etmektedir.[172]

Cinin Mikropla İlişkisi

Müminlerin Emiri Hz. Ali’den (a.s) şöyle bir rivayet nakledilmiştir: “Kabın kırık yerinden ve kulpundan su içmeyiniz. Zira şeytan kabın kulpunda ve kırık yerinde oturmaktadır.”[173] Bir çoklarına göre buradaki şeytandan maksat mikroptur. Geçmişte mikrop gerçeği halk yanında belli olmadığından imam (a.s) “mikrop” kavramı yerine gizli ve gözle görülmez anlamına gelen “şeytan”ın sözlük anlamını kullanmıştır.

Yeni dönemde, cin hakkında Kur’ansal verilerden pozitivist eğilimler yaygın olduğundan, bazıları cinlerin geçtiği her yerde maksadın mikrop olduğunu ileri sürmüştür. Çünkü onlara göre insan gözünden gizlidir.[174] Bazı müfessirlerin bu tür yaklaşımları, ayet ve hadislerde cinlerin insan gibi bağımsız varlıklar olduğu gerçeğini dikkate almamış ve yalnızca cin ve şeytandan bahsedilen bazı hadislerde kelimenin sözlük anlamını (insan duyularından gizli olmak) dikkate almışlardır. Oysa Kur’an’daki cinden maksat, akıl, idrak ve seçme hakkına sahip bir varlıktır. Cin fakat ilk anlamında mikrop ve virüs gibi varlıklara atfedilebilir.[175] Reşit Rıza[176], veba gibi hastalıkların sebebinin cin olduğunu ileri süren hadislerdeki cinden maksadın veba mikrobu olduğunu ileri sürmüş ve eskilerin cin hakkında söyledikleri "Cinin çeşitli türleri vardır ve böcekler de onlardandır"[177] sözünü kendi teorisinin müeyyidi (doğrulayan) olarak ele almıştır. Tantavi b. Cevheri’nin[178] naklettiği bir teoriye göre ise, cinler, ölümden sonraki kötü ve günahkâr insani nefislerdir.

Diğer Milletlerde Cin

Cin, Arap ve İran kültüründe olduğu gibi, diğer Müslüman kültürlerde de aynı özellikleri taşımaktadır. Mısır halkı inancına göre, bir kişi huşunet ve öfkeyle ölürse, ifrite dönüşür. Güney Afrika’daki avam halk, cinleri “orada olan, onlar” diye mecazi bir ifadeyle anmaktadırlar.[179]

Türkler, cinlere “cin” demekte ve cinler hakkında sayısız hikayeler nakletmektedirler. Onlar arasında "mekir", cinin tüm özelliklerini taşıyan olağanüstü bir varlıktır. Mekir, aldatıcı yaratık anlamına gelir. İnsanları kandırıp, hile yaparak tanıdığı bir kişinin kılığına bürünür veya tanıdık birisinin sesiyle kişiyi çağırıp, götürerek kaybeder. Bu sözcük Arapça kökenli olup mekr (hile, aldatma) kökünden türemiştir. Türklere göre, cinler harabe olan kervansaraylarda, şehrin kırsal bölgelerinde ve özellikle büyük ağaçların gövdesinde yaşarlar.[180] Temelde Türklerin cinler hakkındaki inançları, İran ve Arap ülkelerinde görülen inançlarla aynıdır. Yine Türkler de cin çarpmışların tedavisi için cincilere ve cin çıkaranlara başvurmaktadırlar. 1920’den önce bilhassa İstanbul ve İzmir gibi büyük şehirlerde cin çıkaran dernekler kurulmuştur.[181]

Hint Müslümanlarına göre de cinler, görülmeyen, olağanüstü güçleri olan ve liderliğini bir kralın yaptığı varlıklardır. Şemseddin İltutmuş (1210'dan 1236 yılına dek hüküm sürdü) döneminde Şemsi Dehli çevresinin cinlerin yaşadığı yer olduğuna inanılırdı. İltutmuş’un yaptırdığı hanlar, cin evleri olarak adlandırılmaktaydı. Zira cinlerin oraya gidip geldiklerine inanılırdı. Seyyid Necmettin Suğra (Dehli’nin Şeyhülislamı), Şeyh Celalettin Tebrizi’ye cinlerin manevi gücünü etkisiz hale getirmesi için bu handa oda vermiştir. Şeyh Celalettin bu hana girmeden önce, hizmetçisini oraya bir Kur’an koyması için göndermiştir. Sonra bu işi resmiyete çevirerek, her kim eve girmek isterse, önce oraya Kur’an konulacak ve orada cinlere ait büyü ve tılsım varsa, batıl edilecektir. Çünkü insanlar, cinlerin insanlara zarar verme ve vahim hastalıklar icat etmeye kadir olduklarına inanmaktadırlar. Bir çok âlim, cinlerin zararlarını bertaraf etmek için zikir ve dualar yazmışlardır.[182]

Endonezya Müslümanları da cini, Arap edebiyatı yoluyla tanımaktadırlar. Bu kelime de Endonezya diline girmiştir. Malayca dilinde bu kelime cinin eş anlamı veya daha saygıncası olan ve şeytan ruhu anlamına gelen "Hantu" kelimesi ile kullanılmaktadır. Bazı dillerde örneğin Gayu (Endonezce dillerindendir) dilinde bu kelime yerli tüm ruhlar için kullanılır.[183]

Fotoğraf, Filim ve Diziler

Günümüzde internet ve sosyal paylaşım sitelerinde cinle ilgili çok sayıda fotoğraf ve filim yapılıp paylaşılmaktadır. Ancak bunların hiç birine güvenilemez ve güvenilmez. Başta Hollywood olmak üzere, Sinema sektöründe de cin ve şeytan hakkında çok sayıda filim yapılmıştır. Bu filimler daha çok bazı gerçeklerle hurafelerin karışımı filimlerdir. Bu filimlerin bir çoğu Hristiyan inançlarıyla uyumlu olarak şeytanın Allah Teâlâ karşısındaki olağanüstü gücüne vurgu yapmaktadır. İlginç olan ise, şeytanın gücünün Allah’tan bağımsız olarak kendisine aitmiş gibi gösterilmesidir. Oysa gerçekte ve İslam inancına göre, cin ve şeytan dahi tüm yaratıklar Allah’ın mahlûklarıdır. Asla Allah’ın güç ve kudreti karşısında durmaları söz konusu değildir.

Kaynakça

  1. Bkz. Din ve Ahlak, c. 1, s. 670.
  2. Nur-u Melekût Kur’an, c. 2, s. 321, 322.
  3. Dairetu’l-Maarif-i Bozorg-i İslami, c. 17, “Cin der Ferhengi Amiyane” makalesi.
  4. Halil b. Ahmed, Cevheri, İbn-i Faris, Rağıb İsfahani, İbn-i Manzur "cinen" maddesi.
  5. İbn-i Faris, Rağıb İsfahani, aynı madde.
  6. Rahman 39, 74.
  7. Murtaza Zübeydi "cin" maddesi.
  8. İbn-i Kuteybe, c. 2, s. 109.
  9. Lisanu’t-Tenzil, s. 2; Mutahammid Meruzi, s. 3; Zenci Seczi, s. 65, 78.
  10. Bkz. Abdulbaki, el-Mu’cemu’l-Mufehres li-Elfazi’l-Kur’an-ı Kerim, aynı madde.
  11. Rahman 33.
  12. Hud 119; Secde 13; Saffat 158 iki kere ve Nas 6.
  13. Bkz. Abdulbaki, el-Mu’cemu’l-Mufehres li-Elfazi’l-Kur’an-ı Kerim, aynı madde.
  14. Neml, 39.
  15. Rahman 15.
  16. Hicr 27.
  17. Cin 11, 14.
  18. En’am, 130.
  19. Ahkaf, 19.
  20. Cin, 15; A’raf, 179.
  21. En’am, 100; Saffat, 158; Sebe’, 41.
  22. Bkz. Neml, 17.
  23. Bkz. Sebe’, 12, 13; Enbiya, 82; Sad, 37.
  24. Bkz. Neml, 65; Cin, 26.
  25. Sebe’, 14; Cin, 10.
  26. Cin, 8, 9; Bkz. El-Mizan, adı geçen ayet.
  27. En’am, 130.
  28. Taberi, Tabersi, Fahr-i Razi, Kurtubi, ayetin tefsiri.
  29. A’raf, 184; Sebe’, 46; Tur, 29.
  30. Muslim b. Haccac, c. 2, s. 36; Kafi, c. 5, s. 569; İbn-i Babeveyh, c. 2, s. 594, c. 2, s. 219, c. 3, s. 382; Hakim-i Nişaburi, c. 2, s. 261, 456; Tusi, Tehzib, c. 1, s. 354; İbn-i Esir, en-Nihayet, c. 1, s. 240; Meclisi, c. 60, s. 77. 96, 97.
  31. Cahiz, c. 6, s. 200; Ebu’l-Futuh Razi, c. 17, s. 280.
  32. Bkz. Kummi, c. 1, s. 184; Razi, 133.
  33. Vesailu’ş-Şia, c. 1, s. 252; Necefi, c. 2, s. 448.
  34. Vesailu’ş-Şia, c. 1, s. 252; Mizanu’l-Hikmet, c. 9, s. 205.
  35. Vesailu’ş-Şia, c. 14, s. 291.
  36. Medeni Şirazi, Riyazu’s-Salikin, c. 2, 9.
  37. İbn-i Babeveyh şöyle nakletmiştir: “Bir grup cin Hz. Peygamberin (s.a.a) yanına gelerek şöyle dediler: ‘Ya Resullah! Bize yiyecek bir şeyler ver.’ Efendimiz de onlara kemik ve yemek artıklarından verdi.” Vesailu’ş-Şia, c. 1, s. 252; Yine İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kemikler ve arda kalanlar cinlerin yemeğidir.” Vesailu’ş-Şia, c. 1, s. 252.
  38. İbn-i Hazm, el-Fasl ve’l-Milel ve’l-Ehva ve’n-Nehl, c. 5, s. 12.
  39. Bkz. Fahr-i Razi, Cin suresinin 1. ayetinin tefsiri, Tehanevi, c. 1, s. 262; İbn-i Hazm, el-Fasl ve’l-Milel ve’l-Ehva ve’n-Nehl, c. 5, s. 12.
  40. İbn-i Hazm, El-Fasl ve’l-Milel ve’l-Ehva ve’n-Nehl, c. 5, s. 12.
  41. Tarih-i İbn-i Haldun, c. 1, Mukaddime, s. 602.
  42. Bkz. c. 1, Mukaddime, s. 607, 611.
  43. Hayatu’l-Hayvan, c. 1, s. 672.
  44. En’am, 112.
  45. Kehf, 50; Bkz. Misbah Yezdi, Muhammed Taki, Maarif-i Kur’an, s. 298.
  46. Lisanu’l-Arab, "b-l-s" maddesi, İbn-i Faris, Mu’cem Makayisu’l-Lügat, aynı madde.
  47. Beyzavi, 1, 33. Ayetin zeyli; Reşit Rıza, 1, 265; Nesefi, 2.
  48. Razi, Tefsir-i Kebir, c. 2, s. 443; Tabersi, 1, 191; Mubeyyidi, 1, 195; Fi Zilali’l-Kur’an, c. 1, 111; Tabatabai, el-Mizan, c. 12, s. 452.
  49. Kehf, 50.
  50. A’raf, 12.
  51. Biharu’l-Envar, c. 11, 102.
  52. Enbiya, 26; Tahrim, 6.
  53. Harrani, 26.
  54. Kafi, c. 2, s. 308.
  55. Mecmebu’l-Beyan, ayetlerin açıklaması.
  56. Fi Zilali’l-Kur’an, Rahman 15. ayetin tefsiri.
  57. Tantavi b. Cevheri, c. 24, s. 17.
  58. Alusi, Rahman 15. ayetin tefsiri.
  59. Fahr-i Razi, Hicr, 27. ayet.
  60. Sadrettin Şirazi, Şevahidu’r-Rububiyyet, s. 183, 184.
  61. Kitabu’l-Hudud, s. 27.
  62. Kabisat, s. 403.
  63. Cevher Murad, s. 337.
  64. Hayatu’l-Hayvan, c. 1, s. 663.
  65. El-Mizan, ayetin tefsiri; et-Tibyan, Mecmeu’l-Beyan, ayetin tefsiri.
  66. El-Mizan, ayetin tefsiri.
  67. Tefsir-i Kebir, Rahman, 56. ayetin tefsiri.
  68. Suyuti, Likatu’l-Mercan fi Ahkami’n-Necat, s. 30; Sa’lebi, el-Cevahiru’l-Hesan, c. 4, s. 27 ve 246.
  69. Tefsir-i Taberi, c. 27, s. 151; Suyuti, Likatu’l-Mercan, s. 29.
  70. Suyuti, Likatu’l-Mercan, s. 30, 31; Zehebi, Seyr-i İ’lam, c. 12, s. 321.
  71. Tefsir-i Kurtubi, c. 6, s. 134.
  72. Bkz. Şibli, s. 106, 110; Seydabi, s. 53, 60.
  73. Biharu’l-Envar, c. 60, s. 312.
  74. Şibli, s. 106, 110; Seydabi, s. 121, 122; Lizan, 51.
  75. Akamu’l-Mercan, s. 103.
  76. Tefsir-i Kurtubi, c. 10, s. 142.
  77. Tefsir-i Kebir, Rahman 56. ayetin tefsiri.
  78. A’raf, 27.
  79. Sebe’, 12 ve 13.
  80. Neml, 17, 39.
  81. Bkz. Kafi, c. 1, s. 396 ve c. 6, s. 553; Şibli, s. 36; Meclisi, c. 60, s. 66, 94, 126, 127 ve c. 87, s. 224.
  82. Kafi, c. 1, s. 394; Kamilu’z-Ziyarat, s. 93.
  83. Sadrettin Şirazi, Şevahidu’r-Rububiyyet, 531.
  84. Şu’ara, 221, 222; Saffat, 6, 9; Cin, 8, 9.
  85. Tefsir-i Taberi, Tefsir-i Kebir, ayetlerin tefsiri.
  86. El-Mizan, cin 8, 9. ayetlerin tefsiri.
  87. Bkz. Kurtubi, c. 1, s. 318; Huveyzi, c. 5, s. 431.
  88. Saffat, 67; Sebe’, 12, 13; Enbiya, 82; Sad, 37.
  89. Et-Tibyan, Tefsir-i Kebir, İbn-i Kesir, ayetlerin tefsiri.
  90. Bkz. Tabersi, c. 8, s. 597.
  91. Taberi, Fahr-i Razi ayetlerin tefsiri.
  92. En’am, 130.
  93. “Hani cinlerden bir grubu, Kur'an'ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik. Kur'an'ı dinlemeye hazır olunca (birbirlerine) «Susun» demişler; Kur'an'ın okunması bitince uyarıcılar olarak kavimlerine dönmüşlerdi. Ey kavmimiz! dediler, doğrusu biz Musa'dan sonra indirilen, kendinden öncekini doğrulayan, hakka ve doğru yola ileten bir kitap dinledik.” Ahkaf, 30, 31.
  94. “İçimizde (Allah'a) teslimiyet gösterenler de var ve hak yoldan sapanlar da var. Teslimiyet gösteren kimseler, doğru yolu arayanlardır. Hak yoldan sapanlara gelince, onlar cehenneme odun olmuşlardır.” Cin, 14, 15.
  95. “Gerçekten biz, -kimimiz sâlih kişiler ve kimimiz ise, bunlardan aşağıda olmak üzere- türlü türlü yollar tutmuştuk.” Cin, 11.
  96. Ahkaf, 29, 32.
  97. Saffar Kummi, s. 123; Kufi, s. 552.
  98. Bkz. Saffar Kummi, s. 123; Kuleyni, c. 1, s. 395.
  99. Saffar Kummi, s. 117, 123; Kuleyni, c. 1, s. 394, 396.
  100. Kuleyni, c. 1, s. 396.
  101. Bkz. Hüseyin b. Abdulvahhab, s. 36, 39; Meclisi, c. 60, s. 90, 93.
  102. Bkz. İbn-i Ebi Asim, c. 1, s. 308; İbn-i Babeveyh, s. 230; İbn-i Kesir, c. 6, s. 259; İbn-i Hacer Askalani, c. 2, s. 72.
  103. Hezar ve yek Kelime, c. 3, s. 300, 301.
  104. Tefsir-i Tesnim, Sebe’, 12. ayetin tefsiri.
  105. Kazvini, s. 370; Bkz. Bedehşi, s. 249.
  106. Bkz. Cahiz, c. 1, s. 291.
  107. Fezuni Esterabadi, s. 528; Bkz. Tusi, Acaibu’l-Mahlûkat, s. 499; Nizami, s. 14, 15; Kazvini, s. 371.
  108. Bkz. Fesuzuni Esterabadi, s. 525; Nasiri, s. 225; Lufler, s. 142; Mase, c. 2, s. 359, 360.
  109. Bkz. Esterabadi, s. 62.
  110. Lufler, s. 142.
  111. Cahiz, Kitabu’l-Hayvan, c. 1, s. 309.
  112. Cahiz, Kitabu’l-Hayvan, c. 6, s. 46, 237.
  113. Cahiz, Kitabu’l-Hayvan, c. 6, s. 46.
  114. Fesuzuni Esterabadi, s. 45, 46; Lufler, s. 142.
  115. Tusi, Acaibu’l-Mahlûkat, s. 486; Bigami, c. 2, s. 715.
  116. Tusi, Acaibu’l-Mahlûkat, s. 486, 489, 497, 498; Bigami, c. 2, s. 715; eş-Şemsi, Bin Maye, 21/G307.
  117. Cahiz, c. 6, s. 220; Kitab-ı Elif Leylet ve Leylet, c. 1, s. 547.
  118. Nasıri, s. 226.
  119. Şekurzade, s. 156.
  120. Şekurzade, s. 140, 141, 142, 146.
  121. Ebu’ş-Şeyh, 5/1669; İbn-i Kesir, 2/227.
  122. Heysemi, 1/206.
  123. Vestermark, 7.
  124. Nasıri, Ferheng-i Merdum Beluç, s. 137, 143, dipnot. 1.
  125. Ketira-i, s. 47, 48; dipnot, 2; Lufler, s. 138, 139.
  126. A.g.e, c. 15, s. 22, 50, c. 16, s. 51; Kazvini, s. 241.
  127. Cahiz, Kitabu’l-Hayvan, c. 6, s. 241.
  128. Cahiz, Kitabu’l-Hayvan, c. 6, s. 186.
  129. Ebu’l-Mueyyid Belhi, s. 396; Acaibu’l-Mahlûkat, s. 498; Şemsi, Bin Maye, F 272.
  130. Bkz. Acaibu’l-Mahlûkat, s. 484.
  131. Nasıri, s. 220, 224, 225.
  132. Cahiz, c. 6, s. 195.
  133. Bkz. Şertuni "cin" maddesi.
  134. Bkz. Acaibu’l-Mahlûkat, s. 484, 490; Saaduddin Varevani, s. 79, 80; Bigami, c. 2, s. 716, 717.
  135. Cahiz, Kitabu’l-Hayvan, c. 2, s. 207.
  136. Cahiz, Kitabu’l-Hayvan, c. 2, s. 302.
  137. Acaibu’l-Mahlûkat, s. 484, 485.
  138. Hakim, 4/198; İbn-i Kesir, 2/24; Allame Hilli, 2/260; Sahib Cevahir, 22/79, 80; Buhari, 3/1403.
  139. Sebe/14
  140. Misbah Yezdi, Maarif-i Kur’an, s. 312.
  141. Acaibu’l-Mahlûkat, s. 484.
  142. Şekurzade, s. 142, 143; dipnot, 3; Lufler, s. 139; Mase, c. 2, s. 358.
  143. Mase, c. 2, s. 356.
  144. Lufler, s. 125, 143; Marzelef, Bin Maye, 503.
  145. Şehri Sual.
  146. Cahiz, c. 6, s. 182; Kazvini, s. 167.
  147. Cahiz, c. 6, s. 169, 171; Acaibu’l-Mahlûkat, s. 506.
  148. Cahiz, c. 6, s. 200.
  149. "Kitab-ı Elif Leylet ve Leylet", c. 1, s. 539.
  150. Bkz. Fuzuni Esterabadi, s. 525; Mase, c. 2, s. 360, 363; Miyhen Dust, s. 48; A’zami, s. 52.
  151. Bkz. Kitab-ı Elif Leylet ve Leylet, c. 1, s. 91.
  152. Acaibu’l-Mahlûkat, s. 507, 509, 511.
  153. Dairetu’l-Maarif-i Bozorg-i İslami, "Cin der Ferhengi Amme" makalesi.
  154. Miyhendust, aynı yer, Lufler, s. 143.
  155. Mutahhari, Murtaza, Mecmua Asar, İntişar-ı Sadra, Tahran, 1374 h.ş.; c. 17, s. 78, 94, 110.
  156. Pasuhgu sitesi.
  157. Firdevsi, c. 9, s. 324, beyt, 178.
  158. Safa, s. 390.
  159. Esterabadi, “Tuhfetu’l-Mecalis”, s. 45, 46, 62, 64.
  160. Eski Farsça tefsirinin bir bölümü, s. 3, 181, 263; Ebu’l-Futuh-u Razi, c. 10, s. 352.
  161. Belami, c. 1, s. 68; Nasır Husrev, s. 139, 140, 142.
  162. Bigami, c. 2, s. 724.
  163. A.g.e, c. 2, s. 729.
  164. Bkz. Nekibu’l-Memalik, s. 281, 289.
  165. Bkz. Kristen Sin, s. 71 ve sonrası; Mase, c. 2, s. 352.
  166. Bkz. Din ve Ahlak, c. 1, s. 670.
  167. Lufler, s. 142; Mase, c. 2, s. 357, 358; Bkz. Kitab-ı Elif Leylet ve Leylet, c. 1, s. 72, 73; Bedehşi, s. 252, 253; Lufler, s. 143.
  168. Hidayet, s. 94; Ketirai, s. 30, dipnot, 1, s. 243; Şekurzade, s. 308.
  169. Kazvini, s. 227.
  170. Bkz. Şekurzade, s. 276, 277, 310.
  171. Mase, c. 2, s. 358.
  172. Nasıri, s. 226.
  173. Kafi, c. 6, s. 385, h. 5.
  174. Reşid Rıza, Tefsir-i el-Menar, c. 3, s. 96; Cedidi, s. 145.
  175. Tefsir-i Numune, c. 25, s. 156, 157.
  176. Tefsir-i El-Menar, c. 7, s. 319.
  177. Muttaki, c. 6, s. 141.
  178. Tantavi b. Cevheri, c. 24, s. 276, 277.
  179. Dairetu’l-Maarif-i İslami, ikinci baskı, “Djinn. The djinn folk-lore”.
  180. Dairetu’l-Maarif-i İslami, ikinci baskı, "Djinn. In Turkish folklore".
  181. Dairetu’l-Maarif-i İslami, ikinci baskı, "Djinn. In Turkish folklore".
  182. Dairetu’l-Maarif-i İslami, ikinci baskı, "Djinn. India”.
  183. Dairetu’l-Maarif-i İslami, ikinci baskı, Djinn. Indonesia”.

Bibliyografi

  • Kur’an-ı Kerim.
  • İbrahim Şekurzade, Akaid ve Rusum-u Merdum-u Horasan, Tahran, ş. 1363.
  • İbn-i Ebi ed-Dünya, Mecmua Resail İbn-i Ebi ed-Dünya, Kitabu’l-Havatif, Mustafa Abdulkadir Ata, Beyrut, 1993.
  • İbn-i Ebi Asim, el-Ahad ve’l-Mesani, Basım Faysal Cevabiri baskısı, Riyad, 1991.
  • İbn-i Esir, Usdu’l-Ğabe fi Marifeti’s-Sahabe, Kahire, ofset baskısı, Beyrut, 1280.
  • İbn-i Esir, en-Nihayet, Salah b. Muhammed b. Avize baskısı, Beyrut, 1997.
  • İbn-i Babeveyh, el-Emali, Kum, 1417.
  • İbn-i Babeveyh, İlelu’ş-Şerai, Necef, 1966. Kum, ofset baskısı.
  • İbn-i Babeveyh, Uyunu Ahbari er-Rıza, Hüseyin A’lemi baskısı, Beyrut, 1404.
  • İbn-i Teymiye, Men La Yahduruhu’l-Fakih, Ali Ekber Gaffari baskısı, Kum, 1404.
  • İbn-i Hacer Askalani, el-İsabet fi Temiyizi’s-Sahabe, Adil Ahmed Abdulmevcutu ve Ali Muhammed Muaavvez baskısı, Beyrut, 1995.
  • İbn-i Hazm, el-Fasl fi’l-Milel ve’l-Ehva ve’n-Nihel, Beyrut, 1403.
  • İbn-i Hambel, Müsnedu’l-İmam Ahmed b. Hambel, Beyrut, Daru Sadır.
  • İbn-i Haldun, Tarih.
  • İbn-i Siyde, el-Muhkem ve’l-Muhitu’l-A’zam, Abdulhamdi Hindavi, Beyrut, 200.
  • İbn-i Sina, Kitabu’l-Hudud, tercüme: Aliye Emeliye Mariye Cevaşun, Kahire, 1963.
  • İbn-i Abdulbirr, et-Temhid, c. 2, Mustafa b. Ahmed Alevi baskısı, 1985.
  • İbn-i Arabi, Ahkamu’l-Kur’an, Ali Muhammed Becavi baskısı, Halep, 1957, Beyrut ofset baskısı.
  • İbn-i Faris, Mu’cem Makayisi’l-Lügat.
  • İbn-i Kuteybe, Uyun-u Ahbar, Kahire, 1925.
  • İbn-i Kesir, el-Bidayet ve’n-Nihayet, Ali Şiri, Beyrut, 1988.
  • İbn-i Kesir, Tefsir-i Kur’an el-Azim, Beyrut, 1412.
  • İbn-i Kesir, Kısasu’l-Enbiya, Seyyid Cemili baskısı, Beyrut, 1990.
  • İbn-i Manzur, Lisanu’l-Arab.
  • İbn-i Nedim, el-Fihrist.
  • Ebu’l-Futuh-u Razi, Ravzu’l-Cenan ve Ruhu’l-Cenan fi Tefsiri’l-Kur’an, Muhammed Cafer Yahiki ve Muhammed Mehdi Nasih baskısı, Meşhed, 1365 h.ş.
  • Ebu’l-Kasım Firdevsi, Şahname-i Firedevsi, c. 9, Moskova baskısı, 1971.
  • Ebu’l-Muayyid, Belhi, Acaibu’d-Dünya, Moskova baskısı, 1993.
  • Ebu Hatem-i Razi, Kitabu Ziynet fi’l-Kelimati’l-İslamiye el-Arabiye, Hüseyin b. Feyzullah Hemedani baskısı, Kahire, 1958.
  • Ebu Hayyan Tevhidi, el-Makabisat, Muhammed Tevfik Hüseyin baskısı, Bağdat, 1970, Tahran ofset baskısı, 1366 h.ş.
  • Ahmed Cedidi, Ez Cin Çe Mi Danid? Tahran, 1378 h.ş.
  • Ahmed b. Hüseyin Beyhaki, es-Sünenu’l-Kubra, Beyrut, Daru’l-Fikr.
  • Ahmed b. Ömer Nizami, Çahar Makale, Muhammed Kazvini ve Muhammed Muayyin baskısı, Tahran, 1333 h.ş.
  • İsmail b. Hammad Cevheri, Es-Sihah, Tacu’l-Lügat ve Sihahu’l-Arabiye, AHmed Abdulgafur Attar baskısı, Beyrut, Tahran ofset baskısı, 1368 h.ş.
  • Tecaribu’l-Umeme fi Ahbari Muluku’l-Arab ve’l-Acem, Rıza İnzabi ve Yahya Kelanteri baskısı, Meşhed, Firdevsi üniversitesi, 1373 h.ş.
  • Tefsir-i Numune, Ayetullah Mekarim Şirazi, Tahran, Daru’l-Kutubu’l-İslamiye, 1362 h.ş.
  • Sa’lebi, Abdurrahman, el-Cevahiru’l-Hesan, Beyrut, Müessese el-A’lemi.
  • Celalettin Humai, Tabie, Yeğma.
  • Cevad Ali, el-Mafsal fi Tarihi’l-Arab Kable İslam, Bağdat, 1993.
  • Çırağali A’zemi, Baverhayi Amiyane Merdum Senksar, Hüner ve Merdum, 1349 h.ş.
  • Hüseyin b. Abdulvvahhab, Uyunu’l-Mucizat, Necef, 1950.
  • Hüseyin b. Muhammed Rağıb İsfahani, el-Müfredat fi Garibi’l-Kur’an, Muhammed Seyyid Kilani baskısı, Tahran.
  • Halil b. Ahmed, Kitabul’l-Ayn, Mehdi Mahzumi ve İbrahim Samurai baskısı, Kum, 1409.
  • Zebiullah Saf, Hemase Serai der İran, Tahran, 1363 h.ş.
  • Reşid Lizul, el-Cin ve’s-Sihr fi’l-Manzur İslami, Beyrut, 2000.
  • Zekeriya b. Muhammed Kazvini, Kitab Acaibu’l-Mahlukat ve Garaibi’l-Mevcudat, Ferdinant ve Vestenled baskısı, 1849.
  • Zemahşeri, Tefsir-i Keşşaf.
  • Saaddudin Veraveni, Merziban Name, Muhammed b. Abdulvvahhab Kazvini baskısı, Londra, 1909.
  • Said Şertuni, Ekrabu’l-Mevarid Fi Sahhi’l-Arabiye ve’Şevarid, Kum, 1403.
  • Süleyman b. Ahmed Tabarani, el-Mu’cemu’l-Kebir, Hamdi Abdulmecid Selefi baskısı, Beyrut ofset baskısı.
  • Seyyid Kutub, Fi Zilali’l-Kur’an, Beyrut, 1967.
  • Suyuti, Likatu’l-Mercan fi Ahkami’l-Can, Mustafa Aşur baskısı, Kahire, mektebetu’l-Kur’an.
  • Sadık Hidayet, Nirneksitan, Tahran, 1342 h.ş.
  • Tabatabai, Tefsiri’l-Mizan.
  • Tabersi, Mecmeu’l-Beyan.
  • Tantavi b. Cevheri, el-Cevahi fi tefsiri’l-Kur’ani’l-Kerim, Beyrut, 1350.
  • Abdurrahman b. Ebi Bekir Suyuti, ed-Durru’l-Mensur fi Tefsiri bi’l-Masur, Necdet Necib baskısı, Beyrut, 2001.
  • Abdurrahman b. Ebi Bekir Suyuti, Lakatu’l-Mercan fi Ahkami’l-Can, Halid Abdullah Şebel, Kahire, 1989.
  • Abdurrezzak b. Ali Lahici, Kuvher Murad, Zeynuddin Kurbani Lahici baskısı, Tahran, 1372 h.ş.
  • Abdulkahir b. Tahir Bağdadi, el-Firek beyne’l-Firek, Muhammed Muhyiddin Abdulhamid baskısı, Kahire, Mektebet Muhammed Ali Sahih ve evladuhu baskısı.
  • Abdullah b. Ömer Beyzavi, Evnvaru’t-Tenzil ve Esraru’t-Tevil, Abdulkadi İrfan el-işa Hasune, Beyrut, 1996.
  • Abdullah Nasıri, Ferheng-i Merdum-i Beluç, 1358.
  • Abduali b. Cuma Huveyzi, Kitab-ı Tefsir-i Nuru’s-Sakaleyn, Haşim Resuli Mehallati baskısı, Kum, 1385 h.ş.
  • Osman b. Ömer Muhtari Gaznevi, Divan, Celallettin Humai baskısı, Tahran, 1341 h.ş.
  • Azizuddin b. Muhammed Nesefi, Mecmua Resail Meşhur, Kitabu’l-İnsani’l-Kamil, Marijan Mule baskısı, Tahran, 1350 h.ş.
  • Ali b. İbrahim Kummi, Tefsiri Kummi, Tayyib Musevi Cezairi baskısı, Kum, 1404.
  • Ali b. İsmail Eşeri, Kitabu Makalatu’l-İslamiyyin ve İhtilafi’l-Musallin, Helmun Riyter baskısı, 1980.
  • Ali b. Hisamettin Muttaki, Kenzu’l-Ummal fi Süneni’l-Ekval ve’l-Efal, Bekri Hayani ve Safvet Saka baskısı, Beyrut, 1989.
  • Ali Reyahi, Zar ve Bad ve Beluç, Tahran, 1356 h.ş.
  • Ömer Süleyman Eşker, Alemu’l-Cin ve’ş-Şeyatin, Kahire, 1985.
  • Ömer b. Bahr Cahiz, Kitabu’l-Hayvan, Abdusselam Muhammed Harun baskısı, Mısır, 1385.
  • Fırat b. İbrahim Kufi, Tefsir-i Fırat-ı Kufi, Muhammed Kazım Mahmudi baskısı, Tahran, 1990.
  • Feramerzname, Rüstem Pur Behram Suruş Tefti baskısı, Senki Bombai, 1324.
  • Kitabu Elf Leylet ve Leylet, Muhsin Mehdi baskısı, Liden, 1984.
  • Lisanu’l-Tenzil, Mehdi Muhakkik baskısı, Tahran, İntişarat-ı İlmi ve Ferhengi, 1362 h.ş.
  • Meclisi, Biharu’l-Envar.
  • Muhsin Miyhen Dust, Pedide-i Vehmi Dir Sal Der Cunub-u Horasan, Hüner ve Merdum, 1355 h.ş.
  • Muhammed A’lemi b. Ali Tahanevi, Kitabu Keşşef İstılahat el-Funun, Muhammed Vecih ve başkaları, Tahran ofset baskısı, 1967.
  • Muhammed Debir Siyaki, Pişahengan Şiir Parisi, Tahran, 1351 h.ş.
  • Muhammed Reşid Rıza, Tefsiru’l-Kur’anu’l-Hekim eş-Şehir Tefsir-i el-Menar, Şeyh Muhammed Abduh, c. 3, 7, Mısır, c. 8 ve 9.
  • Muhammed Acine, Müessese Esatiru’l-Arab ani’l-Cahiliyet ve Delaletuha, c. 2, Tunus, 1994.
  • Muhammed Fuad Abdulbaki, el-Mu’cemu’l-Mufehres li-Elfazi’l-Kur’ani’l-Kerim, Kahire, Tahran ofset baskısı, 1364 h.ş.
  • Muhammed Bakır b. Muhammed Mir Damad, Kitabu’l-Kabusat, Mehdi Muhakkik ve başkaları baskısı, Tahran, 1367 h.ş.
  • Muhammed İbrahim Sadrettin Şirazi, eş-Şevahidu’r-Rububiyyet, tercüme Cevad Muslih, Tahran, Suruş.
  • Muhammed b. İbrahim Sadrettin Şirazi, Mefatihu’l-Gayb, Ali Nuri, Muhammed Hacevi baskısı, Tahran, 1363 h.ş.
  • Muhammed b. Ahmed Ezheri, Tehzibu’l-Lügat, c. 10, Ali Hasan Hilali baskısı, Kahire.
  • Muhammed Ahmed Bigam, Darab Name, Zebiullah Safa baskısı, Tahran, 1391 h.ş.
  • Muhammed b. Ahmed Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Beyrut, 1985.
  • Muhammed b. İsmail Buhari, Sahihi Buhari, İstanbul, 1981.
  • Muhammed b. Cerir-i Taberi, tercüme Tefsir-i Taberi, Habib Bigumai, Tahran, 1367 h.ş.
  • Muhammed b. Cerir-i Taberi, Camiu’l-Beyan en Tevili’l-Kur’an, Mısır, 1954.
  • Muhammed b. Hasan Saffar Kummi, Besairu’d-Derecat fi Fezaili Al-i Muhammed, Muhsin Kuçe Baği baskısı, Kum, 1404.
  • Muhammed b. Hasan Tusi, et-Tibyan fi Tefsiri’l-Kur’an, Ahmed Habib Kuseyr Amuli baskısı, Beyrut.
  • Muhammed b. Hasan Tusi, Tehzibu’l-Ahkam, Hasan Musevi Horasan baskısı, Tahran, 1364 h.ş.
  • Muhammed b. Şah Murtaza Feyzi Kaşani, el-Safi fi Tefsir-i Kur’an, Kum, 1378 h.ş.
  • Muhammed b. Abdulerkim Şehristani, el-Milel ve’n-Nihel, Muhammed Seyyid Gilani baskısı, Kahire, 1967.
  • Muhammed b. Abdullah Ezraki, Ahbar Mekke ve Macea fiy mine’l-Esar, Rüştü Salih Melhes baskısı, Beyrut, Kum ofset baskısı, 1983.
  • Muhammed b. Abdullah Hakim Nişaburi, el-Mustedrek ale’s-Sahiheyn, Beyrut, Daru’l-Marifet.
  • Hammad b. Abdullah Şibli, Akamu’l-Mercan fi Ahkami’l-Can, Kasım Şuai Rufai baskısı, Beyrut, Daru’l-Kalem.
  • Muhammed b. Ömer Fahr-i Razi, et-Tefsiri’l-Kebir, Beyrut, 2000.
  • Muhammed b. Ömer Fahr-i Razi, el-Matalibu’l-Aliye mine’l-İlmi’l-İlahiye, Ahmed Hicazi Saka baskısı, Beyrut, 1987.
  • Muhammed b. Ömer Fahr-i Razi, Kitabu’l-Muhassel, Hüseyin Atay baskısı, Kahire, 1991.
  • Muhammed b. Muhammed Bezudi, Kitap Usulu’d-Din, Kahire, 1963.
  • Muhammed b. Muhammed Bel’ami, Tarihname-i Taberi, Muhammed Ruşen baskısı, Tahran, 1366 h.ş.
  • Muhamed b. Muhammed Farabi, Riselatani Felsefitan, Cafer Al-i Yasin, Tahran, 1371 h.ş.
  • Muhammed b. Muhammed Murtaza Zübeydi, Tacu’l-Arus min Cevahiri’l-Kamus, Ali Şiri baskısı, Beyrut, 1994.
  • Muhammed b. Mahmud Tusi, Acaibu’l-Mahlukat, Menuçher Sutude baskısı, Tahran, 1345 h.ş.
  • Muhammed b. Mansur Mutahammid Meruzi, ed-Dureru fi Tercüman, Muhammed Server Mevlai baskısı, Tahran, 1361 h.ş.
  • Muhammed b. Musa Demiri, Hayatu’l-Hayvan el-Kubra, İbrahim Salih baskısı, Demeşk, 2005.
  • Muhammed Yakub Firuzabadi, Tertib Kamusu’l-Muhit, Tahir Ahmed Zavi baskısı, Beyrut, 1979.
  • Muhammed Ali Hamid Seydabi, Hakikatu’l-Cin ve’ş-Şeyatin, Kahire, Daru’l-Hadis.
  • Muhammed Ali Nakibu’l-Memalik, Emir Arsalan, Muhammed Cafer Mahcub baskısı, Tahran, 1340 h.ş.
  • Muhammed Hadi Marifet, Şebahat Havle’l-Kur’ani’l-Kerim, Kum, 2003.
  • Mahmud Şükrü Alusi, Buluğu’l-Areb fi Marifeti Ahvali’l-Arab, Muhammed Behçet Eseri baskısı, Beyrut, 1314.
  • Mahmud Fuzuni Esterabadi, Bahire, Tahran taş baskısı, 1328.
  • Mahmut Ketirai, ez haşet ta haşet, Tahran, 1378 h.ş.
  • Muhammed b. Abdullah Alusi, Ruhu’l-Maani, Beyrut, Daru ihya et-Turas el-Arabi.
  • Mahmud b. Ömer Zencani Seczi, Muhazzabu’l-Esma fi Murettebu’l-Huruf ve’l-Eşya, Muhammed Hüseyin Mustafavi baskısı, c. 1, Tahran, 1364 h.ş.
  • Müslim b. Haccac, el-Camiu’s-Sahih, Beyrut, Daru’l-Fikr.
  • Meymun b. Kaysa A’şi, Divanu’l-A’şi’il-Kebir, Muhammed Ahmed Kasım baskısı, Beyrut, 1994.
  • Nasır Husrev, Kitab Camiu’l-Hikmeteyn, Hanri Gorbin ve Muhammed Muin baskısı, Tahran, 1332 h.ş.
  • Nurettin Cafer Bedahşi, Hulasetu’l-Menakib, Mir Seyyid Ali Hemedani, Eşref Zafer baskısı, İslamabad, 1374 h.ş.
  • Yahya b. Şeref Nevevi, Sahihi Müslim Beşerhi Nevevi, Beyrut, 1987.
  • Hasan M. El –Shamy , Folk traditions of the Arab world: a guide to motif calssification , Bloomington 1995; EI 2 , s. v. "Djinn" (by D. B. Macdonald-[H. Masse[)
  • Encyclopaedia of religion and ethics , ed. James Hastings, Edinburgh: T. and T. Clark, 1980-1981, s. v. "Arabs (ancient)" (by Th. Noldeke(
  • Encyclopaedia of the Quran , ed. Jane Dammen Mc.Auliffe, Leiden: Brill, 2001- , s. v. "Ifrit" (by Thomas Bauer); Siegmund Fraenkel, Die aramaischen Fremdworter im arabischen , Leiden 1886
  • W. Gesenius, A Hebrew and English lexcion of the Old Testament , Oxford 1955
  • Toshihiko Izntsu, God and man in the Koran , Tokyo 1964
  • Martin R. Zammit, A comparative lexical study of Qur anic Arabic , Leiden 2002.
  • Arthur Emanuel Christensen, "Essai sur la demonologie iranienne", Det. Kgl. Danske Videnskabernes Selskab, historisk-filologiske Meddelelser , vol.27, no.1 (1941)
  • Hasan M. El-Shamy, Folk traditions of the Arab world: a guide to motif classification , Bloomington 1995
  • EI 2 , s.vv. "Djinn. The djinn in folk-lore" (by D. B. MacDonald- [H. Masse[) "ibid. In Turkish folklore" (by P. N. Boratav), "ibid. India" (by K. A. Nizami), "ibid. Indonesia" (by P. Voorhoeve;(Encyclopaedia of religion and ethics , ed. James Hastings, Edinburgh: T. and T. Clark, 1980-1981, s.v. "Arabs (ancient) "(by Th. Noldeke)
  • Reinhold Loeffler, Islam in practice: religious beliefs in a persian village , Albany, NY. 1988
  • Ulrich Marzolph, Typologie des persischen Volksmarchens , Beirut 1984
  • Henri Masse , Croyances et coutumes persanes, suivies de contes et chansons populaires , Paris 1938.