Şıkşıkiyye Hutbesi

Öncelik: a, kalite: c
linksiz
navbox'siz
yönlendirmesiz
wikishia sitesinden

İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Biz kendisine dayanılacak bir yastığız (güvenilir bir dayanağız), geri kalan bize ulaşmalı; haddi aşıp ileri giden de bize dönmelidir."

Şıkşıkiyye Hutbesi (Arapça: الخطبة الشقشقية), Nehcü’l Belağa’nın en meşhur hutbelerinden biridir. Hutbe tümüyle Hz. Peygamber Efendimizden (s.a.a) sonraki hilafet meselesi ile ilgilidir. Müminlerin Emiri Hz. Ali (aleyhi selam) bu hutbesinde halifeler dönemini tasvir etmekte, halifelerin (Ebu Bekir, Ömer ve Osman) yaptıklarını tenkit ederek her birisinin halifeliklerini tek tek sorgulamaktadır. Hz. Resulullah’tan (s.a.a) sonra bu makama kendisinin sahip olduğunu belirtmekte ve hilafetin neden asıl yörüngesinden çıktığını ortaya koymaktadır. Ayrıca halkın halife olması için kendisine adeta hücum ettiğine değinmekte ve halkın biatini neden kabul ettiğini oldukça güzel ve ilham verici cümlelerle beyan etmektedir. Hutbede Nakisin (Ahdini bozanların başlattığı Cemel Savaşı), Kasıtin (Muaviye ve yandaşlarının başlattığı Sıffin Savaşı) ve Marikin (Havaric/Haricilerin başlattığı Nehrevan Savaşı) savaşlarına işaret etmiş ve en sonunda hilafeti nasıl kabul etmek zorunda kaldığını açıklamıştır. Nehcü’l Belağa’nın nüshalarının çoğunda bu hutbe üçüncü hutbe olarak yer almaktadır.

Bu hutbeyi ilk olarak rivayet eden kişi bizzat Hz. Ali’den (a.s) duyan İbn Abbas’tır. İbn Abbas’ın rivayetleri Ehlisünnet nezdinde de muteber ve güvenilir olarak bilinmektedir. Bu hutbe defalarca tercüme edilerek hakkında şerhler yazılmıştır. Bazı Ehlisünnet âlimleri bu hutbenin içeriği ve senedi hakkında şüpheye düşmüş, bazıları ise tereddütsüz kabul etmişlerdir.

Hutbenin Tercümesi

Hutbenin sonunda geçen “şıkşıketün hederet” cümlesi bir darb-ı meseldir ve bir anlık gelip geçen hâleti ifade etmektedir. Hutbe, ismini buradaki kelimeden almıştır.

Bu hutbenin Şerif Razi tarafından uydurulduğunu söyleyenler de olmuştur. Ancak Seyyid Razi, H. 359 da (969–970) doğmuş, H. 406 Muharrem'de (1015) Bağdat’ta ebediyete intikal etmiştir. Hâlbuki ondan 176 yıl önce vefat eden Hafız Yahya b. Abdülhamid-i Himmani, H. 246/M.860’ ta vefat eden Ebu Cafer Ahmed b. Mehmed Barki, H. 303/M. 915’te vefat eden Ebu Aliyyü’l Cubbai, H. 312/M.924’de vefat eden Ebü’l Hasan Ali b. Furat, H. 317/M.929’de vefat eden Ebü’l Kasımü’l Belhi, H. 332/M.943’te vefat eden Ebu Ahmed Abdülaziz Celudiyyi’l Bışri, H. 360/M.970’de vefat eden Hafız Süleyman b. Almed Taberani, H. 381/M.991’de vefat eden Ebu Cafer İbn Babıveyh Kummi, H. 382/M.992’de vefat eden Ebu Ahmed Hasan b. Abdulla’i Askeri, H. 412/M.1021’de vefat eden Ebu Abdullah Müfid, H. 415/M.1024’te vefat eden Kadı Abdülcebbar el-Mu’tezili çeşitli yollarla kitaplarında bu hutbeyi zikredip yazmışlardır. Kendilerinden sonra da “Lisanü’l Arab” sahibi Ebü’l Fazl Cemaleddin (H.711/ M.1311) ve Kamus sahibi Firuzabadi’ye kadar (H. 816–817/M. 1413–1414) on beş bilgin bu hutbeden bahsetmiştir. Söz, üsluptan anlaşılır ve hutbenin tarz ve stili tamamıyla Müminlerin Emiri Hz. Ali’nin (a.s) üslubudur.[1]

Hutbenin Türkçe Anlamı

Hilafet Hakkında Bir Yorum
Bu hutbe, Resulullah’tan (s.a.a) sonra hilafet çizgisini değiştirmek için oluşturulan şiddetli fırtınalara işaret etmektedir. Aynı şekilde Hz. Peygamber’in (s.a.a) hilafet makamına kimin layık olduğunu, delil ve mantık ışığında ortaya koymaktadır. Ardından da bu olayda işlenilen hata ve Peygamber’in (s.a.a) hilafet konusundaki açık emrinin görmezlikten gelinmesi ardından Müslümanlar için ortaya çıkan büyük sorunlara işaret etmektedir.

Hz. Ali (a.s) Hutbe’nin başlangıcında hilafetin ilk aşaması ile ilgili şikâyetini ortaya koymakta ve şöyle buyurmaktadır:

"Allah’a and olsun ki falan kimse (Ebu Bekir), hilafete olan yerimin, değirmen taşının mili gibi olduğunu bildiği halde hilafeti bir gömlek gibi giyindi."

Oysa bu büyük değirmen taşı, şiddetli hareketinde düzenini sağlayan, sapmasını önleyen, İslam ve Müslümanların menfaatleri doğrultusunda dönmesini temin eden güçlü bir eksen ve mile ihtiyaç duymaktadır. Evet, hilafet bir gömlek değildir. Bir değirmen taşı örneği gibi, toplumu döndüren, idare eden bir sistemdir. Hilafetin güçlü bir merkeze ihtiyacı vardır. Yoksa hilafet asla birisinin giyeceği ve kendisini örteceği bir gömlek değildir. Ardından Hz. Ali (a.s) hilafete diğerlerinin değil kendisinin layık olduğunu ispatlamak ve herkesin bunu bildiğini vurgulamak için, inkâr edilmesi mümkün olmayan apaçık bir delil ortaya koymakta ve şöyle buyurmaktadır:

Oysa sel benden akar ve hiçbir kuş benim uçtuğum yerlere uçamazdı.

“Allah’a and olsun ki falan kimse (Ebu Bekir), hilafete göre yerimin, değirmen taşının mili gibi olduğunu bildiği halde hilafeti bir gömlek gibi giyindi. Oysa sel benden akar ve hiçbir kuş benim uçtuğum yerlere uçamazdı. Ben de hilafetle arama bir perde çektim, ondan yüz çevirdim.

Başladım düşünmeye; kesilmiş elimle atağa mı geçeyim, yoksa kapkaranlık körlüğe sabır mı edeyim? Öyle bir karanlık ve körlük ki bu, büyüğü tamamıyla yıpratır, küçüğü tümüyle ihtiyarlatır, mümin kimse de Rabbine ulaşıncaya dek bu karanlıkta zahmetten zahmete düşer.

Gördüm ki sabretmek akla daha yatkın, sabrettim. Ama gözümde diken vardı, boğazımda kemik. Mirasımın yağmalandığını görüyordum. Ta ki birincisi (Ebu Bekir) yolunu tamamlayıp, onu kendinden sonraki falana (Ömer’e) verdi, gitti.

Hz. Ali (a.s) daha sonra A’şa’nın[2] Şu beytini okudu.

Cabir’in kardeşi Hayyan nezdinde yaşadığım hayat ile

Şimdiki hayatım arasında ne benzerlik var!

(Yani, ben bu gün sıcak havada bir lokma ekmek için uzun çölleri kat ediyorum. Cabir’in kardeşi Hayyan ile birlikte yaşadığım dönemlerde ise nimetler içinde yaşıyordum.)

Ne de şaşılacak şey ki yaşarken halkın kendisini bırakmasını teklif ederdi;[3] Ölümünden sonra yerine öbürünün (Ömer’in) geçmesini sağladı. Bu iki kişi (Ebu Bekir ve Ömer) hilâfeti, devenin iki memesi gibi aralarında paylaştılar. O (Ebu Bekir), hilâfeti düz ve düzgün olmayan çorak bir yere (Ömer’e) attı; sözü sertti, insanı yaralardı. Onunla buluşup görüşeni incitirdi. Meselelerde şüphesi çoktu; özür getirmesinin sayısı yoktu. Onunla (Ömer’le) konuşan, arkadaşlık eden, serkeş bir deveye binmişe benzerdi; burnuna geçen yularını çekse burnu yırtılır, yaralanırdı; bıraksa üstündekini helâk olma çukuruna götürür, atardı.

Allah’ın bekasına (varlığına) and olsun ki halk onun zamanında ne edeceğini şaşırdı, ihtilafa düştü; yoldan çıktı, renkten renge büründü ve birbirini suçladı.[4] Ben bu uzun zaman boyunca birçok zahmet, sıkıntıya düşmeme rağmen yine de sabrettim. Derken o (Ömer) da yolunu kat etti ve hilafeti bir topluluğa bıraktı ki benim de o topluluktan biri olduğumu sanıyordu!

Allah'ım sana sığınırım, ne şûraydı bu! Benim hakkımda birincisiyle (Ebu Bekir’le) ne zaman şüphe hasıl oldu ki[5] Bu tür (şûradaki) kimselere denk tutuldum ben! Ama buna rağmen (kuşlar gibi) inerlerken onlarla indim, uçarlarken onlarla uçtum. İçlerinden biri (Sa’d b. Ebu Vakkas) haset ve kininden ötürü doğru yoldan saptı, öbürü (Abdurrahman b. Avf’ da) damadı olduğundan ona (Osman’a) meyletti, diğerleri de öyle şeyler yaptılar ki söylenmesi, anılması bile çok çirkin...[6] Derken onların üçüncüsü (Osman) kalktı; hem de bir halde ki iki yanı da yelle dolmuştu; işi gücü, yediğini çıkaracak yerle yiyeceği yer arasında gidip gelmekti. Onunla beraber babasının oğulları da (mensubu olduğu Ümeyye oğulları da) işe giriştiler. Allah’ın malını devenin ilkbaharda otları, çayır, çimeni yiyip hazmettiği gibi yediler, sömürdüler. Sonunda onun (Osman’ın) da ipi çözüldü; yaptıkları tez yaralanıp öldürülmesine sebep oldu, midesinin dolu oluşu onu bu hale getirdi, yere serdi.[7]

Derken halk sırtlanın boynundaki kıllar gibi (yoğun bir şekilde) her taraftan etrafıma üşüştü, neredeyse izdihamdan Hasan ve Hüseyin (a.s) ayaklar altında kalacaktı. İki tarafımda çizikler, yaralar oluştu. Bu hengâmede elbisem bile yırtıldı.[Koyunların ağıla üşüşmesi gibi çevreme toplandılar.[8]

Ama işi elime alınca bir bölük (Ayşe, Talha, Zübeyr ve yandaşları) hemen biatten döndü, ahdini bozdu. Başka bir bölük (Havaric/Hariciler) ok yaydan fırlar gibi fırladı, çıktı, öbürleri de (Muaviye ve yandaşları) zulme saptılar.[9]

Sanki onlar her türlü noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah’ın “İşte ahiret yurdu, biz onu yeryüzünde yücelik ve bozgunculuk dilemeyenlere veririz ve akıbet takva sahiplerinindir.” (Kasas, 83) buyruğunu duymamışlardı! Evet, and olsun Allah’a elbette duydular ve anladılar da. Ama dünya gözlerine süslenmiş ve bezenmiş bir şekilde göründü, onun bezentisi, süsü hoş geldi onlara.

Evet, tohumu yarana ve insanı yaratana and olsun ki eğer bu topluluk biat için toplanmasa, yarenler tarafından hüccet ikame edilmeseydi ve Allah zâlimlerin çatlayasıya doyarken, mazlumların açlıktan kırılması (mani olması) hususunda âlimlerden söz almasaydı hilafet devesinin yularını sırtına atar, terk ederdim. Hilafetin sonunu da ilk kâsesiyle suvarırdım (Daha önce peşinde koşmadığım gibi şimdi de peşinde koşmaz, onu hemen terk ederdim.) Sizler de biliyorsunuz ki şu dünyanızın değeri benim gözümde bir keçinin aksırığından daha değersizdir.”

Denildiğine göre söz buraya gelince Irak halkından biri kalktı ve Hz. Ali’ye bir kâğıt sundu. Hz. Ali (a.s) kâğıdı okumaya başladı. Okuyup bitirince İbn Abbas “Ey Müminlerin Emiri! Sözüne kaldığın yerden devam etsen.” dedi. Hz. Ali şöyle buyurdu: “Ey İbn Abbas! Bu, azdığında devenin boğazının altında oluşan şişkinlikti ki geldi, sonra geri indi.”

İbn Abbas: ‘‘Vallahi bu sözün bitirilmeden yarım kalmasına üzüldüğüm kadar hiçbir şeye üzülmedim, Müminlerin Emiri keşke dilediğini söyleseydi’’ dedi.

Hutbenin Zaman ve Mekânı

Hutbenin tarihi karinelerine bakılırsa İbn Abbas’ın Kufe’de olması hasebiyle İmam Ali (a.s) bu hutbeyi hicretin 38. yılında veya 39. yılının başlarında okumuştur.[10] Şeyh Müfid[11] ve Kutbeddin Ravendi[12] hutbenin “Rahbe”de okunduğunu söylemişlerdir.[13] Her ne kadar Rahbe çeşitli yerlere tekabül etse de buradaki maksat genellikle İmam Ali’nin (a.s) hüküm verdiği ve halka vaaz verdiği Kufe mescidinin avlusudur.[14]

Hutbenin İsmi

Hutbenin başında geçen “Vallahi lekad tekammesaha falan” cümlesindeki “mukammesa” kelimesinden ötürü hutbe bu adla adlandırılmıştır. Tekammes, yani “gömlek giyindi” anlamındadır, İmam Ali (a.s) hilafeti elbiseye (gömlek) benzetmiştir. Ebu Bekir, hakkı olmadığını bildiği halde onu giyinmiştir. Ancak bu hutbenin meşhur adı “Şıkşıkiyye”dir. Sebebine gelince İbn Abbas, İmam Ali’den (a.s) hutbesine kaldığı yerden devam etmesini istediğinde, İmam Ali’nin ona: “Heyhate ya İbn Abbas! Tilke Şıkşıkiyetun Summe Kurret” demişti. İşte hutbe adını bu cümlede geçen Şıkşıkiye kelimesinden almıştır. Nitekim lügat bilginleri ve hutbeye şerh yazanların sözünden anlaşıldığı kadarıyla “şıkşıkiye” akciğer gibi devenin boğazında dönen sesle birlikte heyecan ve öfke anında ağzından çıkan ve sonra kendi yerinde sakinleşen şeye denir. Normal dönemlerde böyle bir durum yaşanmamaktadır. İmam Ali (a.s) burada kendi heyecanını deveninkine benzetmiştir. Sanki bir an kendisinden geçmiş ve bu hutbe bir alev gibi kalbinden diline dökülmüş ve şimdi artık normal haline döndüğünden artık hutbeye devam etmeyeceğini söylemektedir. Böylelikle, İmam Ali (a.s) bu hutbeyi rivayet eden İbn Abbas’a olumsuz yanıt vermektedir. Bundan dolayı İbn Abbas: ‘‘vallahi bu sözü istediği gibi bitiremeden yarım kalmasına üzüldüğüm gibi hiçbir şeye üzülmedim’’demiştir.

Şıkşıkıye Hutbesinin Seyyid Razi’den Önceki Senetleri

Hutbede ilk üç halife açıkça eleştirildiği için bazı Ehlisünnet âlimleri tarafından hutbenin senedine yönelik eleştiriler yapıldığı gibi aynı zamanda tüm Nehcü’l Belağa’nın senetleri hakkında ortaya attıkları iddiaların da ana nedenini yine bu hutbe oluşturmaktadır.[15] Ancak ortaya attıkları iddiaların tamamı yersiz ve anlamsızdır. Bu hutbe,Nehcü’l Belağa’nın yazarı olan Seyyid Razi (r.a) daha dünyaya gelmeden yıllar önce de bulunmaktaydı ve senedi de İmam Ali’ye (a.s) kadar uzanmaktaydı. Allame Emini, el-Gadir kitabında Seyyid Razi’nin (r.a) tariki dışında 28 tarikle bu hutbenin nakledildiğini ispat etmiştir.[16] “Pertovi Ez Nehcü’l Belağa” kitabında bu hutbe için 22 senet zikredilmiştir. Bunlardan 8 tanesi Şerif Razi’den önceye, 5 tanesi Şerif Razi’nin asrına ve 9 tanesi de Nehcü’l Belağa’dan sonra veya beşinci yüzyıla dayanmaktadır. Lakin Nehcü’l Belağa’dan bağımsız olarak yazılan kaynak veya kaynaklarda hutbenin bazı yerleri[17] lügat açısından şahit ve tanık olarak edebi ve sözlük kitaplarında zikredilmiştir. Örneğin: İbn Esir’in en-Nihayet, Firuzabadi’nin Kamus, İbn Manzur’un Lisanü’l Arab ve Meydani’nin Mecmeu’l Emsal[18] kitapları gösterilebilir. Aşağıda bu hutbenin bazı senetlerine yer verilecektir:

  • İbn Ebi’l Hadid Mutezili (ö. 656), Şıkşıkiye hutbesini şerh ettikten sonra şöyle demektedir:

603 yılında şeyhim Musaddık Bin Şubeyyib Vasıti’nin şöyle dediğini duydum: ‘Bu hutbeyi (Şıkşıkiye hutbesi), İbn Haşşab diye ünlü olan Abdullah bin Ahmed’e okudum… Sonra ona şöyle dedim: Bu hutbenin Hz. Ali’ye olan nispeti doğru mudur?’ Dedi ki: “Allah’a and olsun ki senin Musaddık olduğunu bildiğim gibi onun da (hutbenin) Hz. Ali’nin sözü olduğu biliyorum.” Sonra ona dedim ki: “İnsanlardan birçoğu bu hutbenin Razi’nin (r.a) olduğunu söylemekte.” Dedi ki: “Razi ve onun gibileri nere, bu konuşmanın üslubu nere? Biz Razi’nin Resail’ini gördük ve onun nesirdeki yöntem ve tarzını biliyoruz; o bu hutbeye iyilik ve kötülük katmamıştır.” Sonra şöyle dedi: “Allah’a and olsun ki bu hutbeyi Razi dünyaya gelmeden 200 yıl kadar önce yazılan kitaplarda gördüm ve yazarların hatlarını tanıyorum. Daha Razi’nin babası Ebu Ahmed dünyaya gelmeden önce hangi ulema ve edip tarafından yazıldığını biliyorum.[19] İbn Ebi’l Hadid devamında şöyle demektedir: “Ben bu hutbelerin bir çoğunu Bağdat’ın Mutezile imamı, şeyhimiz Ebu’l Kasım Belhi’nin yazılarında gördüm. O, Razi dünyaya gelmeden önce güçlü bir devlette yaşamaktaydı. Yine ayrıca onun bir çoğunu “el-İnsaf” adlı kitabıyla ünlü olan İmamiye mütekellimlerinden Ebu Cafer bin Kubbe’nin kitabında gördüm. Ebu Cafer, Şeyh Ebu’l Kasım Belhi’nin (rahmetullah Teâlâ) öğrencilerindendi. Daha Razi (rahmetullahi Teâlâ) dünyaya gelmeden önce dünyaya gözlerini yummuştu.”[20]

  • Seyyid Razi’den önce Şıkşıkiye hutbesini eserlerinde senetli bir şekilde İmam Ali’den (aleyhi selam) nakleden âlimlerden birisi de Şeyh Saduk’tur (ö. 381). Bir kere “İlelu’ş Şerai” kitabında[21] bir kere de “Maaniu’l Ahbar” kitabında[22] bu hutbeyi iki senetle nakletmekte ve hutbenin sonunda hutbedeki zor ve manası ağır olan kelimelerin açıklamasını yapmıştır.
  • Nehcü’l Belağa kitabının yazarı olan Seyyid Razi’nin üstadı Şeyh Müfid (ö. 413), bu hutbeyi “el-İrşad” kitabında nakletmekte ve hutbenin bir grup nakledicisinin hutbeyi çeşitli yollarla rivayet ettiklerini açıklamaktadır.[23] Yine Şeyh Müfid “El-Meselatan fi’n-Nası ale Ali (a.s)” kitabında bu hutbenin meşhur hutbelerden biri olduğunu yazmaktadır.[24] Bu da Şeyh Müfid’in asrında hutbenin senedi hakkında hiçbir şüphenin olmadığını, bilakis tanınan ve bilinen bir hutbe olduğunu ortaya koymaktadır. Hakeza Şeyh Müfid, “el-Cumel” kitabında hutbenin hutbe hakkında konuşmaktan daha ünlü olduğunu belirtmektedir.[25]

Hilafetin Gasp Edilmesi

Hilafetin gasp edilmesinin Şıkşıkiyye hutbesinde ele alınması ve İmam Ali’nin (a.s) halifeleri eleştirmesi, hutbenin inkâr edilmesine sebep olacak ve şaşkınlığa neden olacak bir durum değildir. İmam Ali’nin (a.s) bu hutbe dışındaki sözlerinde ve bazen de Şia olmayanların sözlerinde bu konu açıkça ortaya konulmuştur. Aşağıda konunun daha iyi aydınlanması için bazı örneklere değinilecektir.

İmam Ali’nin Halifelere Karşı Şıkşıkiye Hutbesi Dışındaki Tutumu

Cahiz’in (ölümü, h.255, yani daha Seyyid Razi dünyaya gelmeden ve Nehcü’l Belağa’yı kaleme almadan 150 yıl kadar önce) “el-Beyan ve’t-Tebyin” kitabında Müminlerin Emiri Hz. Ali’den rivayet ederek naklettiği hutbede şöyle geçmektedir: “… O iki halife (Ebu Bekir ve Ömer) gittiler ve üçüncüsü (Osman) ayağa kalktı, karga gibi amacı işkembesi idi; ona yazıklar olsun, eğer iki kanadı kırılsa ve başı kopmuş olsaydı onun için daha hayırlıydı.”[26] İbn Ebi’l Hadid de bu hutbeyi Cahiz’den nakletmektedir.[27] İbn Abdürabbih (ö. 328) de Seyyid Razi’den önce yaşamış ve o da bu hutbeyi az bir farklılıkla “el-‘Akdü’l Ferid” kitabında getirmiştir.[28]

Muaviye’nin Dilinden Ebu Bekir ve Ömer’in Hilafeti Gasp Edişleri

Muaviye, Muhammed bin Ebu Bekir’e yazdığı mektubunda şöyle demektedir: “Peygamber’in (s.a.a) vefatından sonra senin baban (yani Ebu Bekir) ve onun Faruk’u (yani Ömer) onun (Hz. Ali’nin) hakkını yiyen ve hükümetleri boyunca ona muhalefet eden ilk kişilerdi. O ikisi (Ebu Bekir ve Ömer), bu işte ittifak etmişlerdi…”[29]

|}

|- |}

Tercümeleri

Bu hutbe, Nehcü’l Belağa’nın tamamının tercümesi sırasında tercüme edildiği gibi aynı zamanda bağımsız olarak da tercüme edilerek basılmıştır. Onlardan bazıları şunlardır:

  1. Şıkşıkiye Hutbesinin Ali Ensari tarafından Farsça tercümesi, ş. 1354 yılında 14 sayfa olarak tercüme edilerek basılmıştır.[30]
  2. Şıkşıkiye hutbesinin tercümesi kaside şeklinde yazılarak Seyyid Muhammed Taki bin Emir Muhammed Mümin Hüseyni Kazvini tarafından 1270 yılında basılmıştır.[31]
  3. Şıkşıkiye hutbesinin Farsça tercümesi kimliği belirsiz biri tarafından (belki de tevasuzundan) yapılmıştır. Bu tercüme şu anda Astan-ı Kuds-i Rezevi’de mevcuttur.[32]

Şerhleri

  1. Tefsiriü’l Hutbetü’ş-Şıkşıkiye, Şerhü’l Hutbetü’ş-Şıkşıkiye, Arapça, Seyyid Murtaza, 436.[33] Şerif Murtaza’nın yazıldığı Resail kitabının mecmuasının 2. cildinde yer almaktadır.[34]
  2. eş-Şıkşıkiye, Dirasetu Mevzuiyye Li-Şahsiyat Tesaddet lil-Hilafeti’l İslamiyye, Abdürresul el-Gaffari.[35]
  3. Ahi Suzan Ez Emirü’l Mümininin (a.s) (Şıkşıkiye hutbesinin şerhi), Ali Asker Rızvani.[36]
  4. Sayiban Siyah (İmam Ali’nin Şıkşıkiye hutbesinin şerhi), Nadir Fazli.[37]
  5. eş-Şezaratü’l Aleviyye fi Şerhi’l Hutbeti’ş-Şikşikiyye lil-İmam Ali aleyhi selam, Ebu Zer el-Gaffari.[38]
  6. Şerhi Hutbetu Şıkşıkiye (hatlı nüsha).[39]
  7. Şerhi Hutbetu Şıkşıkiyye (hatlı nüsha).[40]
  8. Şerhi Hutbetu Şıkşıkiyye, Murtaza Kasımi Kaşani.[41]
  9. Şerhi Hutbetu Şıkşıkiye (hatlı nüsha).[42]
  10. Hutbet Şıkşıkiye ez Nehcü’l Belağa, tercüme ve şerh: Muhammed Bakır Reşad Zencani.[43]
  11. Akide-i Şia der Hutbe-i Şıkşıkiye, Muhammed Esedi Germarudi.[44]
  12. el-Mesailü’t-Tatbigiyye ale’l Hutbeti’ş-Şıkşıkiye, Ali Tebrizi.[45]
  13. et-Tavzihatü’t-Tahkikiye fi Şerhi’l Hutbeti’ş-Şıkşıkiye, Seyyid Ali Ekber b. Seyyi Muhammed b. Seyyid Dildar Ali, ö. 1326.[46]
  14. Şerhi Hutbe-i Şıkşıkiye, on birinci yüzyıl âlimlerinden Molla İbrahim Gilani. Asli nüshası Kum’da bulunmaktadır.[47]
  15. Şerhi Hutbetu Şıkşıkiye, Mirza Ebu’l Maali Kelbasi, ö. 1315.[48]
  16. Şerhi Hutbetu Şıkşıkiye, Tacü’l Ulema Lekhenvi, ö. 1312.[49]
  17. Şerhi Hutbetu Şıkşıkiye Farsça, Seyyid Muhammed Taki Kazvini, ö. 1270.[50]
  18. Şerhi Hutbetu Şıkşıkiye, Arapça, Seyyid Cafer b. Sadık el-Abid.[51]
  19. Şerhi Hutbetu Şıkşıkiye, Seyyid Alaattin Gülistane, nüshası Necef’te Seyyid Muhammed Bakır Yezdi’nin yanında görülmüştür.[52]
  20. Şerhi Hutbetu Şıkşıkiye, Arapça, meşhur hatip: Seyyid Ali Haşimi.[53]
  21. Şerhi Hutbetu Şıkşıkiye, Şeyh Hadi Benani, müellif Şeyh Ensari’nin asrında yaşamıştır.[54]
  22. Şerhi Hutbetu Şıkşıkiye, Arapça, müellif tarafından yazılan şerhin nüshası İran ulusal kütüphanesinde mevcuttur.[55]
  23. en-Nakdu’s Sedid Şerhi’l Hutbeti’ş Şıkşıkiye li-İbn Ebi Talip (a.s), Arapça, Şeyh Muhsin Kerim, iki cilt olarak Necef'te basılmıştır.[56]
  24. Keşfu’s Sehab fi Şerhi’l Hutbeti’ş Şıkşıkiye, Molla Habib İlahe Kaşani. Ö. 1340.[57]

Kaynakça

  1. Bkz. El-Gadir, c. 7, ikinci basım, s. 82–85. El-Cemel, s. 62, Şeyh Müfid; Fihrist-i Neccaşi, s. 92; Fihrist-i İbn-i Nedim, s. 224; el-İnsaf fi’l-İmamet, İbn-i Kubbe-i Razi; Meani’l Ehbar, Şeyh Saduk, s. 343; İlelü’ş-Şerayi, Şeyh Saduk, ; el-İkdü’l Ferid, c. 4, İbn-i Abdurabbih (Ö. H. 328); el-Muğni, Kadı Abdulcebbar (Ö. H. 415); Nesru’d-Durer; Nezhetü’l Edib, Vezir Ebu Said el Abi (Ö. H. 422); Şafii, s. 203, Şerif Murtaza; Emali, Ebü’l-Feth Hilal bin Muhammed bin Cafer el-Heffar; Emali, Şeyh Taife Şeyh Tusi; Tezkiretü’l Havas, s. 133, Sibt bin Cevzi, (Ö. H. 654); Tuhefu’l Ukûl, Harrani, s. 313; Şerh-u Hutbetü’ş-Şıkşıkiye, Seyyid Murtaza Alemu’l Hüda, (Ö. H. 436); İfsah, s. 17, Şeyh Müfid; el-İhticac, s. 281, Tabersi; el-Mehasin, el-Barki; el-Musteksa, c. 1, s. 393, Zemahşeri; Mecmaü’l Emsal, c. 1, s. 197, Meydaniyye (H. 518)
  2. A’şâ, Ebu Basir Meymun b. Kays’tır. Cahiliyye şairlerinden olan, sesi de gayet güzel olan bu zat, İmriü’l Kays ve Nâbiga gibi ünlü şairlerden sayılmıştır. Asr-ı Saadet’e erişmiş, Hz. Resulü Ekrem’e (s.a.a) methiyeler yazmış; onları, huzurunda okumaya giderken Ebu Süyfan mâni olmuş, geri dönüşünde Menfuh’a denen yerde deveden düşüp ölmüştür. Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s), bu beyti okuyarak Hz. Resul-ü Kibriya’ya (s.a.a) zamanındaki haliyle ondan sonraki haline işaret buyurmaktadır.
  3. Ebu Bekir’in biatten sonra “Bırakın beni, ben sizin en hayırlınız değilim” dediği rivayet edilmiştir. Bu sözü, “Sizin en hayırlınız olmadığım halde beni, başınıza getirdiniz; siz beni veliyy-i emr ettiniz” tarzında söylediği de rivayetler arasındadır. (Muhammed Abduh Şerhi, s.32, 3. not). Hz. Ali’yi (a.s) zorla Ebu Bekir’e götürdükleri zaman Ömer, biat etmedikçe senden el çekmeyiz deyince Ömer’e: “İyi sağ bu sütü, yarısı senin olacak; bugün onun faydası için düzüp koştuğun bir iş yarın sana dönecek” dediği rivayet edilmiştir.
  4. Ömer’in, kafasına göre yaptığı içtihatlarına işarettir. Örneğin:
    • Tevbe Suresinin 60. ayeti kerimesinde zekâtın yoksullara, hiçbir varlığı olmayanlara, zekât toplayan memurlara, müellefetü'l-kulûb’a (gönülleri Müslümanlığa malla, servetle ısındırılmak istenenlere), kölelere, tutsaklara, borçlulara, yolda kalmışlara, Allah yolunda savaşanlara verilmesi buyrulmuşken Ebu Bekir’in zamanında Ömer, artık müellefetü’l kulûba vermeye lüzum kalmadı demiş ve onlara zekât verdirmemişti.
    • Enfal Suresinin 41. ayet-i kerimesinde ganimetin beşte biri Allah yolunda sarf edilecek, Peygamber’e (s.a.a) ve yakınlarına, yetimlerine, hiçbir şeyi olmayanlarına ve bu yolda savaşanlarına verilecekken bu payı kaldırmış;
    • Malik b. Nüveyre’yi Müslüman olduğu halde öldürten ve şer’i süresini beklemeden eşini alan Halid b. Velid’i, önceden şiddetle onun aleyhinde bulunduğu halde kendi zamanında bağışlamış;
    • Hac’daki umreyi kaldırmış;
    • Yine Hac’daki nisa tavafını kaldırmış;
    • Müslim’in rivayetine göre kendi zamanında bile yapılan muvakkat (Muta) nikâhını yasaklamıştı.
    • Halk ibadete koyulur da savaşı boşlar diye Ezandaki “Hayye ala hayr’il-amel/-/haydi en hayırlı işe” sözünü yasaklamış
    • Halkı kadın boşamaktan çekindirmek için bir defada üç talakı caiz görmüş;
    • Sünnet ve nafile namazlar cemaatle kılınmadığı halde teravih namazını cemaatle kıldırmış,
    • Su bulunmadığı vakit teyemmümle namaz kılınmamasını emretmiş,
    • Miras ve iddet meselelerinde içtihatlarda bulunmuş
    • Sabah ezanına “namaz uykudan hayırlıdır” sözünü katmıştı.
    Birçok içtihatları olmuştur. Bkz. Ali Kuşçi’nin “Şerh-u Tecrid”inde, “imamet” bahsinin sonlarında; “En-Nass-u ve’l-İçtihad”a, 1383–1943, s. 199–220). Malik’in “El-Muvatta”ı ve Zerkaani’nin Şerhi, cüz’ 1, s.25.Abdülhüseyn Ahmed’il-Emini’nin “El-Gadir-u fi’l-Kitabı ve’s-Sünneti ve’l-Edeb”inin 7. cüz, 2. basım, Tehran–1372, s.63–64.
  5. Yani, Ebu Bekir’in kendisi ne zaman kendisine denk tutulabilmiş ki şuradakiler denk tutulabilsin.
  6. Ömer yaralanınca vefat edeceğini anlayıp yanındakilere Ebu Ubeyde sağ olsaydı onu halife yapardım; Huzeyfe’nin kölesi Sâlim sağ olsaydı bu işi ona verirdim demiş, sonra Sa’d b. Ebi Vakkas, Abdurrahman b. Avf, Talha, Zübeyr, Osman ve (Hz.) Ali’den meydana gelen bir şûra kurulmasını, şûrayı Abdurrahman b. Avf’ın yönetmesini söylemişti. Ancak bunlardan Sa’d bin Ebi Vakkas’ı serttir, Abdurrahman b. Avf’ı da bu ümmetin Karun’udur diye yermiştir. Talha’nın kibirli, Zübeyr’in pinti olduğunu, Osman’ın boyunu sevdiğini, Hz. Ali’nin de halifeliğe haris olduğunu iddia etmiştir. Sonra Suheyb’e, üç gün halka namaz kıldırmasını emretti. Ebu Talha’yı, elli kişiyle şûra erkânının topladığı evi kuşatmaya memur edip bunların beşi birleşir, birisi ayrılırsa onun öldürülmesini, üçü birini üçü de başka birini tutarsa Abdurrahman’ın bulunduğu tarafın kabul edilmesini söyledi. Abdurrahman kendisini ve Sa’d bin Ebi Vakkas’ı bu işten ayırdı. Sa’d ise ona; Osman sana biat ederse üçüncü biat eden ben olurum; fakat Osman’ı tayin edersen Ali tarafını tutarım dedi. Nihayet Abdurrahman, Hz. Ali’ye, ‘Ebu Bekir ve Ömer’in yolunu tutup tutmayacağını’ sordu. Hz. Ali, ‘Ben Allah’ın kitabı, Peygamber’in sünneti üzere ve kendi içtihadımla hareket ederim’ cevabını vererek Ebu Bekir ve Ömer’in hilafetini tanımadığını ve onların yoluna uymayacağını açıkladı. Bunun üzerine Abdurrahman bin Afv aynı soruyu üç kere Osman’a sordu; Osman her üçüne de olumlu cevap verince ona biat etti.
    Bir Hatırlatma: Şûraya başkanlık eden Abdurrahman’ın zevcesi ana tarafından Osman’ın kız kardeşiydi. Sa’d b. Ebi Vakkas, Abdurrahman’ın amca oğullarındandı, ikisi de Zühre oğulları kabilesindendi; ayrıca Hz. Emir’le (a.s) de arası açıktı. Sa’d’ın annesi, Süfyan b. Ümeyye b. Abdü’ş-şems’in kızıydı; Hz. Ali (a.s), bu kabileden birçoğunu savaşlarda öldürmüştü. Talha, Teym boyundandı; bu boyun Haşim oğullarıyla arası açıktı. Nitekim sonradan, Osman’ın kanını almak bahanesiyle isyanı ve gizlediği fikri açığa vurdu. Zübeyr, Ebu Bekir’in hilafetinden beri Hz. Ali’ye (a.s) taraftar görünmekteydi, fakat halifeliğe özendiği sonraki isyanıyla meydana çıktı. Şûradan sonra Mikdad b. Esved’in, Abdurrahman’a “And olsun Allah’a ki Ali’yi terk ettin, ama o, hak üzere hüküm veren ve gerçek adalete riayet edenlerdendi” demiş ve “Kureyş’e bakıyorum, en doğru sözü söyleyen ve en doğru hükmeden kişiyi bırakıyor” sözünü de eklemişti. Bkz. Muhammed Abduh Şerhi, s. 34–35, 1. not.
  7. Osman, Abdüşşems oğlu Ümeyye oğlu Ebi’l As’ın oğlu Affan’ın oğludur. Yetmiş beş, yetmiş altı, diğer rivayette seksen yahut seksen sekiz yıl yaşamış, hicretin yirmi dördüncü yılında halifelik makamına gelmiş, on iki yıldan on iki yahut sekiz gün eksik bir müddet ile hilafet makamında kalmış, hicretin otuz beşinci yılında Zilhicce’nin on sekizinci günü öldürülmüştü.
    • Osman, anne tarafından kardeşi Velid b. Ukbe’yi Kufe’ye tayin etmiş, beytülmalı, sıla-i rahimde bulunuyorum diye Ümeyye oğullarına pay etmiş,
    • Hz. Resulü Kibriya’nın (s.a.a) Medine’den sürdüğü Hakem’i ve oğlu Mervan’ı Medine’ye getirtmiş, kızını Mervan’a vermiş beytülmalden ona yüz bin dirhem vermiş;
    • Hz. Fatıma (s.a) ve Ehlibeyte ait olan Fedek arazisini Mervan’a vermiş;
    • Hakem’e yüz bin, Abdullah b. Halid b. Üseyyid’e dört yüz bin dirhem ihsanda bulunmuş,
    • Diğer kızını Haris b. Hakem’e verip ona da beytülmaldan yüz bin dirhem bağışlamıştır.
    • Ebu Süfyan’a iki yüz bin dirhem vermiş,
    • Medine yaylaklarını Ümeyye oğullarının hayvanlarına tahsis edip Trablus’tan Tanca’ya dek bütün Afrika gelirini Abdullah b. Sa’d b. Ebi Serh’a bağışlamıştır.
    • Velid b. Ukbe’nin, Kufe’de beytülmalı istediği gibi harcaması, şarap içtiği sabit olduğu halde kendisine had vurulmaması,
    • Abdullah b. Mes’ud ve Ammar’ın dövülmesi, bunlarla beraber Ebu Zer’in ve diğer birçok sahabenin sürülmesi,
    • Eşiyle cinsel ilişkiye girdiği halde kendisinden meni gelmedikçe gusül icap etmediği hakkındaki fetvası,
    • Ahkaf Suresinin 15. ayetinde hamilelik müddetiyle çocuğun sütten kesilmesinin otuz ay, Bakara Surenin 233. ayetinde süt verme müddetinin tamamının iki yıl olduğu bildirilmesine rağmen ve hamilelik müddetinin en azının altı ay olduğu anlaşıldığı halde evlendikten altı ay sonra çocuk doğuran bir kadını recmettirmesi,
    • Bayram namazını dört rekât kıldırması,
    • Seferde namazları seferi kılmayarak tam kılması,
    • Umreyi men etmesi,
    • Bayram hutbelerinin namazdan önce okunması;
    Osman’ın halifeliği döneminde yaptığı bu gibi dinde olmayan icraatlar ashabın Osman’ın aleyhine dönmesine neden olmuştur. Başta Ayşe, Abdurrahman b. Avf, Talha ve Zübeyr olmak üzere birçok kimse, şiddetle aleyhinde bulunmaya başladı. Sonunda isyan çıktı ve Osman öldürüldü. Osman’ın icraatı ve içtihatları için Şeyh Zebihullah Mahallati’nin, ana kaynaklara dayanarak meydana getirdiği “Keşfü'l-bünyan der zindegani-yi Cenab-ı Osman b. Affan” adlı kitabına bakınız, Tahran 1382, s. 430.
  8. Hz. Ali (a.s) burada Osman’ın öldürülmesinden sonra kendisine biat etmek hususunda halkın ona doğru hücumunu anlatıyor.
  9. Biatten dönenlere “Nakisin” denmiştir. Bu sözde, Fetih Suresinin: “Şüphe yok ki seninle biatleşenler, ancak Allah’la biatleşmişlerdir; Allah’ın (kudret) eli, onların ellerinin üstündedir; artık kim dönerse zararı kendi nefsinedir ve kim Allah’la ahitleştiği şeyde durursa ona, yakında büyük bir ecir vardır” mealindeki 10. ayetine işaret vardır. “Ok yaydan fırlar gibi fırlayanlar” “Marikin” diye anılırlar; “İtaatten çıkanlar”, “Kasitin” diye anılmıştır. Kur’an-ı Mecid’in 72. suresinin (Cin): “Ve gerçekten de bizden, Müslüman olanlar da var, doğruluk yolunda itaatten sapıp zulmedenler de; artık kimler Müslüman olurlarsa onlardır doğruluk yolunu arayıp bulanlar. Fakat gerçekten sapıp zulmedenlere gelince, onlar da cehenneme odun olurlar” mealindeki 14–15. ayet-i kerimelerinde “İtaatten çıkanlar, sapıp zulmedenler”, “Kasitin” diye anılmışlardır. ‘Müstedrekü’s-Sahihayn’de, Ömer’in zamanında Ebu Eyüp Ensari’nin (r.a), Resulullah (s.a.a): ‘‘Ali b. Ebi Talib’e Nakisin, Kasitin ve Marikin ile savaşmasını buyurdu” dediği rivayet edilmiştir. Buna dair “Müstedrek”te, “Tarihu Bağdad”da, “Üsdü’l Gabe”de, Süyuti’nin “Dürrü’l Mensur’unda, Kenzü’l Ummal’de, Mecmau’z-Zevaid’de ve bundan başka daha on sekiz hadis vardır. “Kasıtin” Muaviye ve ona uyanlardır Bkz. Fedailü’l Hamse, 2, s. 358–363.
  10. Talakani, Pertevi Ez Nehcü’l Belağa, s. 128.
  11. Müfid, el-İrşad, c. 1, s. 287.
  12. Er-Ravendi, Minhacü’l Beraet fi Şerhi Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 133.
  13. Medeni, et-Terazü’l Evvel, c. 2, s. 61.
  14. Mutrizi, el-Mağrib, c. 1, s. 324.
  15. El-Hüseyni el-Hatib, Mesadiru Nehcü’l Belağa ve Esaniduhu, c. 1, s. 336.
  16. El-Emini, el-Gadir, c. 7, s. 109 – 115.
  17. Bkz. Talakani, Pertevi Ez Nehcü’l Belağa, s. 124- 128.
  18. Talakani, Pertevi Ez Nehcü’l Belağa, s. 128.
  19. İbn Ebi’l Hadid, Şerhi Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 205.
  20. İbn Ebi’l Hadid, Şerhi Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 205- 206.
  21. Saduk, İlelu’ş Şerai, c. 1, s. 150.
  22. Saduk, Maaniu’l Ahbar, s. 361.
  23. Müfid, el-İrşad, s. 287.
  24. El-Müfid, el-Meselatani fi’n-Nasi ale Ali (a.s), s. 28.
  25. El-Müfid, el-Cumel, s. 62.
  26. Cahiz, el-Beyan ve’t Tibyan, s. 238.
  27. İbn Ebi’l Hadid, Şerhi Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 276.
  28. İbn Abdürabbih, el-‘Akdü’l Ferid, c. 4, s. 157.
  29. El-Mesudi, Mürucü’z-Zeheb ve Maadinü’l Cevher, c. 3, s. 12-13.
  30. Üstadi, Kitabnamei Nehcü’l Belağa, s. 13.
  31. Üstadi, Kitabnamei Nehcü’l Belağa, s. 13.
  32. Üstadi, Kitabname-i Nehcü’l Belağa, s. 13.
  33. Üstadi, Kitabname-i Nehcü’l Belağa, s. 21.
  34. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/531991
  35. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/28ff1ii099
  36. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/2000653
  37. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/593117
  38. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/2620809
  39. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/807165
  40. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/807300
  41. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/577339
  42. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/1804ff1ii2
  43. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/2994093
  44. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/771346
  45. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/2091715
  46. Üstadi, Kitabname-i Nehcü’l Belağa, s. 22-23.
  47. Üstadi, Kitabname-i Nehcü’l Belağa, s. 32.
  48. Üstadi, Kitabname-i Nehcü’l Belağa, s. 32.
  49. Üstadi, Kitabname-i Nehcü’l Belağa, s. 32.
  50. Üstadi, Kitabnamei Nehcü’l Belağa, s. 32.
  51. Üstadi, Kitabnamei Nehcü’l Belağa, s. 32.
  52. Üstadi, Kitabnamei Nehcü’l Belağa, s. 32-33.
  53. Üstadi, Kitabnamei Nehcü’l Belağa, s. 33.
  54. Üstadi, Kitabnamei Nehcü’l Belağa, s. 33.
  55. Üstadi, Kitabnamei Nehcü’l Belağa, s. 33.
  56. Üstadi, Kitabnamei Nehcü’l Belağa, s. 33.
  57. Üstadi, Kitabnamei Nehcü’l Belağa, s. 55.

Bibliyografi

  • Nehcü’l Belağa, tercüme: Seyyid Cafer Şehidi, Tahran, İlmi ve Ferhengi, ş. 1377.
  • Nehcü’l Belağa, tercüme: Abdül Muhammed Ayeti, defteri neşri Ferhengi İslami, ş. 1377 (Nüshası, Ehlibeyt kütüphanesinin bastığı CD’de mevcuttur. İkinci nüsha)
  • İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, tahkik: Muhammed Ebü’l Fazıl İbrahim, Daru İhyaü'l Kutubü’l Arabi, İsa el-Bani el-Halebi ve Şureka, m. 1959.
  • Üstadi, Rıza, Kitabname-i Nehcü’l Belağa, Tahra, Bonyadı Nehcü’l Belağa, ş. 1359.
  • el-Hüseyni el-Hatib, es-Seyyid Abdü’z-Zehra, Mesadir Nehcü’l Belağa ve Esaniduhu, c. 1, Beyrut, Darü’z-Zehra, m. 1988.
  • el-Cahiz, el-Beyan ve’t Tibyan, Mısır, el-Mektebetu’t Ticariye el-Kubra Li-Sahibiha Mustafa Muhammed, m. 1936 (Nüshası, Ehlibeyt kütüphanesinin bastığı CD’de mevcuttur. İkinci nüsha)
  • el-Emini, Abdülhüseyin, el-Gadir fi’l Kitabi ve’s-Sünnet ve’l Edeb, Kum, Merkez el-Gadir li-Dirasati’l İslamiye, m. 1995.
  • İbn Abdürabbih, Ahmed b. Muhammed, el-Akdü’l Ferid, tahkik: Müfid Muhammed Kamihe, Beyrut, darü’l ilmiye.
  • Ravendi, Kutbuddin, Minhacü’l Beraet fi şerhi Nehcü’l Belağa, tahkik: Seyyid Abdüllatif el-Kuhkemeri, Kum, mektebetu Ayetullah el-Meraşi, 1406.
  • Saduk, İlelu’ş-Şerai, c. 1, Necef, Menşurat el-Mektebetü’l Haydariye ve Matbaatuha, m. 1966.
  • Saduk, Maani’l Ahbar, tashih ve tahkik: Ali Ekber Gaffari, Kum, müessese en-Neşrü’l İslami, Camiu Müderrisin, . 1338.
  • Talakani, Mahmud, Pertovi Ez Nehcü’l Belağa, müsehhih: Seyyid Muhammed Mehdi Caferi, Tahran, çap ve intişar Vezaret Ferheng ve İrşad İslami, 1374.
  • el-Mesudi, Mürucü’z-Zeheb ve Meadinü’l Cevher, Kum, Darü’l Hicret, m. 1984.
  • Medeni, Ali Han bin Ahmed, Et-Tarazü’l Evvel, Meşhed, müessese Alulbeyt aleyhimu’s-selam, li-İhyaü’t- Turas, ş. 1384.
  • Mutrizi, Nasır b. Abdü’s-Seyyid, el-Mağrib, muhakkik ve musahhih: Fahuri, Mahmud, Muhtar Abdülhamdi, Halep, m. 1979.
  • Müfid, el-İrşad, Kum, Müessese Alulebeyt li-Tahkiku’t-Turas, m. 1993.
  • Müfid, el-Meselatani fi’n Nası ale Ali (a.s), tahkik: Muhammed Rıza Ensari, c. 2, Beyrut, m. 1993.
  • Müfid, el-Cümel, Mektebetu’d-Daveri.

Ayrıca bakınız